Trump yönetimi yıllık mülteci sayısını 7500 ile sınırlandırıyor

No comments

01 November 2025

Trump yönetimi, beyaz Güney Afrikalılara öncelik tanıyacak yeni sığınma politikasını açıkladı. Amerika Birleşik Devletleri, 2026 mali yılı için kabul edeceği mülteci sayısını sadece 7.500 kişiyle sınırlayacağını duyurdu. 



The Guardian’ın haberine göre, bu sayı ülkenin modern tarihinde belirlenen en düşük mülteci kotası olarak kayıtlara geçti. Yeni politika, Trump yönetiminin göçmen ve sığınmacılara yönelik sert yaklaşımının devamı niteliğinde değerlendiriliyor.

Haberde, yönetimin bu kontenjan içinde “beyaz Güney Afrikalı” başvuru sahiplerine öncelik tanıyacağını vurgulayan bir maddeye yer verildiği belirtiliyor. Bu ifade, uluslararası kamuoyunda “ırk temelli ayrıcalık” tartışmalarını yeniden alevlendirdi. İnsan hakları savunucuları, söz konusu politikanın yalnızca hukuki değil, ahlaki açıdan da kabul edilemez olduğunu dile getiriyor.

Trump yönetimi ise kararı “ulusal güvenlik” ve “ekonomik öncelikler” gerekçesiyle savunuyor. Beyaz Saray sözcüsü, “ABD halkının refahını önceleyen dengeli bir göçmen sistemi inşa ettiklerini” öne sürdü. Ancak uzmanlara göre bu yaklaşım, ülkenin geleneksel mülteci kabul misyonuyla taban tabana zıt.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve birçok sivil toplum kuruluşu, Washington yönetimini uluslararası yükümlülüklerini ihlal etmekle suçladı. The Guardian’a konuşan bir yetkili, “Bu politika, küresel sığınma sistemine vurulmuş büyük bir darbe olabilir” ifadelerini kullandı.




Eda Çatalçam, Şahika Tekand’ın “Aşınma” oyununu değerlendirdi: “Aşınma, varlık ve yokluk arasında titreşen bir canlının tragedyası"

No comments

28 October 2025

 



 

“Yaşamımızı, yokluğun huzurlu dinginliğini gereksizce bozan bir ara bölüm olarak görebiliriz.”
Arthur Schopenhauer

 

 

Eda Çatalçam, Tiyatrocu / Eğitmen, Mavi Productions – Londra

 

Studio Oyuncuları’nda Şahika ve Esat Tekand’ın tedrisatından geçmiş ve Tekand’ın sahne diline yakından tanıklık etmiş biri olarak, Yiğit Özşener’in Battersea Arts Centre’da sahnelediği, Şahika Tekand’ın kaleminden çıkan Aşınma oyununa giderken bir tür akıl oyununa maruz kalacağımı öngörüyordum.

Tekand’ın tiyatrosuna özgü o derin karanlıktan doğan “an”ları, ışıkla ve sesle her defasında bozup yeniden kuran yapısına aşinaydım.
Ancak bu kez sahnede kalabalık bir koro ya da tiyatronun öğeleriyle birbirine pas atan bir oyuncu topluluğu yoktu.
Bu kez tüm ağırlık, tüm enerjik ve çarpıcı ritim, tek bir bedene, Yiğit Özşener’e yüklenmişti.

Seyirci olarak, oyun boyunca adeta bir laboratuvar deneyinin içindeymişçesine, lokal ışıklarla aydınlatılan açık bir küpün ortasında, sandalyesine mıhlanmış bir figürün zihinsel girdabını izledik.
Tekand’ın görünmeyen otoritesi sahnede bir gözetim aygıtı gibi konuşuyordu: emir veriyor, yönlendiriyor, denetliyordu.
“Kollarını kavuştur.”
“Sağa dön.”
“Bacak bacak üstüne at.”
Bu ses, bir insana değil, sistemin içinde aşınmış, kendi varlığıyla bağı kopmuş bir deneğe hitap ediyordu.

“Özşener hem sİstemİn ürünü hem de kurbanı halİne geldİ”
Yiğit Özşener’in bedeni, o soğuk ışığın altında bir ölçüm aracına dönüşmüştü. Her nefes, kontrolün bedende ne kadar yer ettiğini; her duraksama, itaat ile direniş arasındaki o ince çizgiyi görünür kılıyordu.
Oyun ilerledikçe, Özşener hem sistemin ürünü hem de kurbanı haline geldi.
Artık bir karakter oynamıyor, sadece var kalmaya çalışıyordu.
Her kelime, manasız sesler bütünü; her sessizlik ise anlamın ve özgürlüğün karanlığın neresinde olduğunu bulmaya çalıştığımız duraklardı artık.

“Artık ben de rol kİŞİSİ gİbİydİm”

Biz seyirciler, rol kişisiyle birlikte o kutunun içine sıkıştık.
Işığın ne zaman yanıp söneceğini, sesin ne zaman belireceğini bilemeden, zamanın ve otoritenin denetimi altında kaldık.
Modern insanın korkunun gölgesinde titreşen kelimeleri, zaman zaman isyana kalkışsa da hep aynı çemberin içinde yok olup gidiyordu.
Bir noktadan sonra, anlamı takip etmeyi bıraktım.
Çünkü her sorgunun ve her aranan cevabın kurgunun ötesine geçemeyeceğini fark ettim.
Artık ben de rol kişisi gibiydim; oturduğum sandalyeye mıhlanmış, kafamın içindeki seslerin izini süren, ötesine geçemeyen bir hayalet.
Varlığımın yokluğa eş olduğu, eyleme gücünün elimden alındığı, düşüncelerin ağırlığında, balona sıkıştırılmış bir hava gibi etkisiz ve görünmeyen bir varlık haline gelmiştim.

Yiğit Özşener’in rol kişisi, tüm bu hiçlik arasında durmadan konuşuyor; duygularını bir yerlere asmış, geriye yalnızca korku ve kaygının kaldığı iki boyutlu bir canlı türü gibi var olmaya çalışıyordu.
Sönen her ışıkla karanlığa ve yokluğa gömüleceğini biliyordu.
Ve oyunun, alıştığımız hikâyelerde olduğu gibi bir sona bağlanmaması, tam da dekorun, ışığın ve seslerin vaat ettiği gibi, bizleri tekinsiz bir kurmacanın içinde bırakıverdi.
Biz seyreyleyenler, oyun bitip salon ışıkları yandığında, artık üst üste sıralanan kelime dalgalarına maruz kalmış, o dalgaların aşındırmasıyla yine yeniden devam etmesi gerekenler olarak kalakalmıştık.

 

İdeolojik Bir Söylem Olarak “Mutluluk”

1 comment

27 October 2025



Mutluluk söylemi, modern dünyada bireyin kendini tanımlama ve anlamlandırma sürecinde merkezi bir konuma yerleşmiştir. Foucault'nun "iktidar ve bilgi" kavramlarından hareketle, mutluluk söylemi, tarihsel ve toplumsal bağlamda belirli güç ilişkileri tarafından üretilen bir ideoloji olarak görülebilir. Bu söylem, bireyi "mutlu olmaya" zorlayan normatif bir çerçeve sunar. Üniversiteler, medya, popüler kültür ve kişisel gelişim endüstrisi gibi çeşitli kurumlar, mutluluğu hem bir hedef hem de bir ölçüt olarak yeniden üretir. Bu durum, modern öznenin "anlamlı bir yaşam" arayışını "mutlu bir yaşam" ile eşitlemesine yol açar.

Bireysel mutluluk, postmodern özne için anlamlı bir yaşamın birincil kıstası olarak adeta ontolojik bir hakikate dönüşmüştür. Modern birey, sağlıklı bir beden, maddi refah, statü, kariyer, terapi seansları, sağlıklı beslenme gibi söylemlerle bu “ideale” doğrudan veya dolaylı olarak yönlendirilmektedir. Ancak sorun şu ki, mutlu bir yaşam sürmenin sadece "bireysel bir sorumluluk" olarak özneye dikte edilmesi, toplumsal eşitsizlikleri ve sistemik sorunları birey tarafından göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla "mutluluk," hem bireysel bir amaç hem de "ideolojik bir söylem" olarak bir baskı işlevi görmektedir.

Bir diğer husus ise "mutluluğun" ne olduğuna, ne zaman veya hangi koşullarda "mutlu" olunacağına dair evrensel bir tanımın olmamasıdır. Bu belirsizlik, mutluluğun bireyler arasında farklı anlamlar taşımasına neden olur. Bu evrensel tanım eksikliği, daha doğrusu mutluluğun bir hedef ya da kesin bir "a priori" olarak var olmama hali, "mutluluk söyleminin" iktidar tarafından manipülatif bir araç olarak kullanılmasına olanak tanır. Bireyler dinamik bir şekilde sürekli bir "mutluluk arayışı" içinde tutulur, bu da tüketim kültürü ve kişisel gelişim endüstrisini besler.

Kısacası mutluluk, modern özne için ontolojik olarak yaşamın amacı haline gelmiş, ancak bu süreçte modern özneyi şekillendiren ideolojik bir aygıta dönüşmüştür. Doğası gereği belirsizlik taşıyan bu ideolojik söylem, postmodern bireyleri kendi mutluluklarını sorgulamaya ve sürekli bir arayış içinde olmaya zorlamaktadır. Bu durum, bir yandan bireysel özgürlüğü yüceltirken, diğer yandan ise postmodern özneyi belirli normlara uymaya zorlayan imperatif bir baskı aracına dönüşmektedir.

Yaylalı Ramazan

Tottenham Boys raflarda! Dursaliye Şahan'ın Tottenham Çocukları kitabının İngilizce çevirisi yayımlandı

No comments

26 October 2025

Göçmen yazar Dursaliye Şahan’ın Tottenham Çocukları adını taşıyan kitabının İngilizce çevirisi Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından basıldı. Şahan, Tottenham Çocukları’nda göç meselesinin ihmal edilen yönlerinden birine göçün arkasında yatan sosyo-politik ilişkilere Keko’nun hikâyesi üzerinden yer veriyor.

 


Tuncay Bilecen

Göçmen edebiyatının kaderi çoğu zaman göçmenlerin kaderiyle aynıdır. Ne bulundukları ülkede kabul görürler ne de anavatanlarında. Arafta, arada kalmış bir edebiyattır bu. Anadille yazılsa kendi vatanında, göç ettiği toplumun diliyle yazılsa bulunulan ülkede üvey evlat muamelesi görür.

Göçmen edebiyatçılar farklı kültürleri yaşamanın verdiği tecrübeyle yeni bir dil evreni kurma konusunda daha mahir olsalar da kendilerini kabul ettirmeleri çok daha zordur. Buna ancak bu konuda ısrar ve inat eden dil işçileri direnebilir. İşte bu inatçı yazarlardan biri olan Dursaliye Şahan, hem kendisinin ve içinde yaşadığı toplumun göç deneyimini hem de geride bıraktığı toprakların sosyo-kültürel yapısını, geleneklerini birbiriyle yoğurarak öykü ve romanlar kaleme alıyor uzun yıllardır.

Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından İngilizce olarak da yayımlanan Tottenham Boys, bir gazeteci kadının (romanın anlatıcısı) Londra’da bir otobüste tesadüfen Keko’yu (Ali Kemal) tanımasıyla başlıyor. Romanın büyük bir bölümü Türkiye’de geçiyor. Bu kısımlarda Keko’nun Türkiye’de içinde büyüdüğü toplumun geleneksel değerlerinden haberdar oluyoruz.

Londra’daki Keko ise, uyuşturucu çetesinin tuzağına düşmüş onlarca gençten biri. Yazar, bu romanda bir dönem Londra’daki Türkiyeli toplumun tanıklık ettiği genç intiharlarına ve bunun arkasında yatan sosyal, politik, ekonomik, geleneksel ilişkilere yer veriyor. Tottenham Çocukları ismi de buradan geliyor zaten. Şahan bu romanında, Londra’daki çete gerçeğinin gerisindeki ilişkiler zincirini ortaya koyuyor.

Tottenham Boys, toplumsal cinsiyet penceresinden de irdelenebilir. Keko’nun içinde bulunduğu geleneksel aile ve aşiret yapısı kadınların söz hakkının olmadığı ve kaderlerine boyun eğdikleri bir düzenden başka bir yer değil. Nitekim yazar, bunu sürekli gözler önüne seriyor. Bu değerler zaman zaman babalar ve oğullar arasında çatışmalara da yol açıyor. Örneğin Keko, İstanbul’da gitmek ve orada eğitim görmek için babasıyla sürekli çatışıyor ve babasından dayak yiyor. Hatta bir an önce geri dönmesi için çocuk yaşta ailesi tarafından alelacele nişanlanıyor.

Romanın merkezine oturttuğu hususlardan biri de politik çatışmalar. Türkiye’deki iç çatışma ortamı, Keko’nun Kürt kimliği, ailesi ve aşiretinin devlet ve örgüt arasındaki pozisyonu, babasının zorla korucu olması ve öldürülmesi bu çatışmaların romanın akışı içinde canlı tutulmasına yol açıyor.

Keko’nun köylü ve Kürt kimliğinin burslu olarak okuduğu özel okulda da peşini bırakmaması, burada öğrencilerin sürekli aşağılamalarına maruz bırakılması yazarın meselenin sınıfsal boyutuna ilişkin bir göndermesi olarak okunabilir.

Keko’nun okumasında önemli bir payı bulunan köydeki öğretmeni Fatih Öğretmen ile özel okulda ona göz kulak olan Hayrettin Öğretmen romanda idealist öğretmen tipini temsil ediyorlar.

Dursaliye Şahan, Tottenham Çocukları’nda göç meselesinin ihmal edilen yönlerinden birine göçün arkasında yatan sosyo-politik ilişkilere Keko’nun hikâyesi üzerinden yer veriyor. Yazar bu romanında; yaşanılan toprakları terk etmekle buradaki sorunların terk edilmediğini, aksine göç edilen yerde başka çatışmaların başladığını ve göçmenlerin peşi sıra değerlerinin de göç ettikleri topraklara geldiğini okuyucuya duyuruyor.  


👉Kitabı online satın almak için tıklayın




Dursaliye Şahan Kimdir?

Türkiye’nin küçük bir köyünde doğan Dursaliye Şahan, dört yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a daha sonra da Londra’ya göç etti. Anadolu Üniversitesi Radyo Televizyon mezunu olan yazar, küçük yaşlarda başladığı yazın hayatını öyküler, tiyatro oyunları, roman ve karikatür çalışmalarıyla sürdürmektedir.

Şimdiye dek altı öykü, üç roman, bir karikatür ve iki çocuk kitabı yayımlanmıştır. “Güvercin” adını taşıyan öyküsü iki kez televizyon dizisi oldu. “Hacı Murad” ve “Ali Haydar” isimli eserleriyle TC Kültür Bakanlığı’ndan senaryo yazım desteği aldı.

Birçok öyküsü İngilizceye çevrilerek çeşitli dergilerde ve anonim kitaplarda okuyucuyla buluşan yazarın, yurt içinden ve yurt dışından çeşitli öykü ve edebiyat ödülleri bulunmaktadır.

Dursaliye Şahan; çocuklara, engellilere ve yetişkinlere yönelik öykü ve yazı atölyeleri düzenlemeye ve öykü yarışmalarında jüri üyeliği yapmaya devam etmektedir.

 

Şerbet (roman – 2020,) Benekli Vakvak (çocuk masalı – 2018 Sola Yayınları) Ayarsız Kadınlar Cemiyeti (roman – 2018 Sola Yayınları) Parantez Aşklar (öykü – 2017 Sola Yayınları) Tottenham Çocukları (roman – 2016 Sola Yayınları) Ah O Kadınlar (öykü 2016 Akademisyen Yayınları), Hikâye Hırsızı (2012- İşçi Edebiyatı Öykü Ödülü) Zabit Londra’da (Karikatür), Uçan Halı (Çocuk hikâyesi – Hatay Belediyesi sosyal proje) Fakir Cennet (öykü 2007 Crea Yayınları), Döndü (Halkevleri 1988 Öykü Ödülü).

 

Düzenlediği kitaplar:

Asi’den Taşan Öyküler, Ve Tanrı Aşkı Yarattı, Yahya Kanbolat Anısına Öykü Ödülleri

 

Ödülleri:

2020 Luna Yayınları Öykü ve Küçürek Öykü Yarışması mansiyon (Can Yakmak)

2019 Cumba Kültür ve Sanat Platformu Öykü Ödülleri mansiyon (Ayşegül)

2019 Platform Avrupa Öykü Ödülleri birincisi (Asiye)

2019 İstiklâle Vefa Öykü Ödülleri / OKUNMAYA DEĞER ÖYKÜ

2016 Hematolojik Onkoloji Derneği ‘Kökten Değişen Hayatlar Öykü Ödülü’ (Hatice’nin Canı)

2012 Hikâye Hırsızı öykü kitabına; Abdullah Baştürk 2012 İşçi Edebiyatı ödülü
2007 Afyon Kocatepe Öykü Ödülü  ('Alev') 
2006 Hollanda Türk Evi, Hikaye ödülü. (Sakine)

2006 KASİAD(Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve inc. Dern.) Öykü ödülü (2068'de Bir Aşk Hikayesi.)
2006 Anafilya Öykü Ödülü (Kırro.) 
2006 Edebiyat Dünyası Öykü Ödülü (Çay Şekeri.) 
2005 CullTurkey Okuma Kulübü Öykü Ödülü (Takıntılı Kadın.) 
2005 SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) Öykü ödülü (Parmaklar.) 
2004 SBS Radyosu Avustralya Öykü Ödülü (Parmaklar.) 
1998 Halk Evleri Öykü Ödülü (Döndü kitabına.) 
1996 Toplum Postası Türkçe Hikaye Ödülü (Kale)

1995 İmece Kadın Derneği Kadın Öykü Ödülü (Parmaklar.) 
1987 Güneş Gazetesi Türkiye Öykü ödülü (Leo.) 
1972 Hayvanları Koruma Cemiyeti Türkiye Orta Öğretim Hikâye Ödülü (Aynı.)

 

 Üye olduğu kuruluşlar:

The Foreign Press Association, İngiltere Göçmen Sanatçılar Derneği (EXILED), Türkiye Yazarlar Sendikası, Kadın Yazarlar Derneği, İLESAM, Türkiye Yazarlar Birliği

 

 

Parlamento, 10 yıllık oturum planına ilişkin kanıt çağrısı başlattı

No comments

22 October 2025

Birleşik Krallık hükümetinin kalıcı oturum hakkını 5 yıldan 10 yıla çıkarma planı, göçmenlerde infial yaratmış ve bu konuda bir imza kampanyası başlatılmıştı. Bu tartışmaların ortasında Parlamento, “pathways to settlement” düzenlemelerinin etkilerini değerlendirmek üzere resmî bir Kanıt Çağrısı (Call for Evidence) başlattı.

 


“Call for Evidence” başlığı altında yayımlanan çağrıda, bu değişikliğin göç oranları, iş piyasası, göçmen haneler ve toplumsal entegrasyon üzerindeki olası sonuçlarına ilişkin bilgi toplanması hedefleniyor. Parlamento, süresiz oturum için bekleme süresini 10 yıla çıkarmanın hem ekonomik hem de sosyal etkilerini anlamaya çalışıyor: İşverenlerin yüksek vasıflı iş gücüne erişimi nasıl etkilenecek? Göçmen ailelerin mali yükü artacak mı? Uzun bekleme süresi, toplumla bütünleşmeyi zorlaştırır mı? gibi zaten cevabı bilinen sorulara cevap arıyor.

Bu süreçte, hükümetin planına karşı yasal göçmenlerin öncülük ettiği kampanya dikkat çekiyor. “Protect Legal Migrants: do not implement the 10-Year ILR proposal” başlıklı imza kampanyası 23 Kasım’a kadar sürecek olmasına rağmen 104 bini aşkın imzaya ulaştı. Katılımcılar, 5 yıl sonunda kalıcı oturum hakkı verileceği sözüne güvenerek hayat kurduklarını; kuralların geriye dönük olarak değiştirilmesinin adil olmadığını savunuyor.

Kampanyayı destekleyenler, özellikle sağlık ve bakım sektörlerinde çalışan göçmenlerin ülkenin en kırılgan hizmetlerini ayakta tuttuğunu, buna rağmen belirsizliğe mahkûm edildiklerini belirtiyor. Bu yasal düzel düzenleme gerçekleşirse henüz süresiz oturum almamış olan binlerce Ankara Anlaşmalı büyük bir yıkıma uğrayacak. 

Parlamentonun başlattığı Kanıt Çağrısı'na ilişkin metinde “mali etkiler, sosyal sonuçlar ve diğer ülkelerdeki örnekler” başlıklarıyla konunun kapsamlı biçimde inceleneceği belirtiliyor. Ancak bu durum İngiltere’de henüz süresiz oturumunu alamamış olan göçmenlerin endişelerini gidermiyor. 


Parlentonun başlattığı kanıt toplama çağrısına aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

Call for Evidence - Committees - UK Parliament


Bisikletli Gazete söyleşilerini podcast olarak da dinleyebilirsiniz

No comments

21 October 2025

 🎧Bisikletli Gazete söyleşilerini podcast olarak çeşitli platformlardan dinleybilirsiniz.










🔵Google podcasts: https://tinyurl.com/y9xqjcmw

🟡Spreaker

🟢Spotify

🔵Google podcasts

🟠IHeart Radio

🟣Podcast Addict

🔴Deezer

⚫️Amazon Podcast

🟤Podchaser

#podcast #bisikletligazete #göçmenöyküleri #göç #göçmenler #İngilterevize #İngiltere #Londra




Dönmek mi zor, kalmak mı?

No comments

18 October 2025

“Bir gün mutluka geri döneceğiz!” Her göçmenin gönlünde bir gün mutlaka geri dönmek düşüncesi yatar. “Ben asla dönmem!” diyenlerde bile bu böyledir aslında...





Tuncay Bilecen


“Bir gün mutluka geri döneceğiz!” Her göçmenin gönlünde bir gün mutlaka geri dönmek düşüncesi yatar. “Ben asla dönmem!” diyenlerde bile bu böyledir aslında. Türkiye’ye ilişkin her gelişme saatlerce takip edilir, evde işyerinde sabahtan akşama kadar Türkiye kanalları açıktır, Türk dizileri izlenir, Türkçe müzik dinlenir. Türkiye için tatil planları yapılır. Geri dönme umudu ise her hafta devreden büyük ikramiye gibi bir sonraki yıla devreder. 


AKADEMİNİN GERİ DÖNÜŞ GÖÇÜNE İLGİSİ


Geri dönüş göçü, göç literatüründe son yıllara kadar yeterince ilgi gören bir konu olmamıştır. Birçok çalışma geri dönme kararında yalnızlık, yabancılaşma, yurt özlemi, ayrımcılık gibi faktörlere dikkat çekmekte; eğitim, vasıf, dil yeterliliği gibi bireysel özelliklerle yaşanılan sosyal çevrenin ve sosyal bağlantıların önemine vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla geri dönüş göçünün bireysel ve rasyonel bir kararla mı, aile ve sosyal çevrenin etkisiyle mi yoksa politik veya diasporik nedenlerle mi gerçekleştiği soruları göç yazınının her zaman ilgi odağında olmuştur. 


Bu konudaki en ilk yaklaşımlardan biri “amacını gerçekleştirip geri dönenler” (başarılı), “amacını gerçekleştiremeyip geri dönenler” (başarısız) şeklindeki ayrımlar üzerinden geri dönüşü açıklayan yaklaşımdır. Amacını gerçekleştirme burada eğitimini tamamlama, kariyerini geliştirme, istediği kadar parayı yapmış olma şeklinde açıklanabilir. Amacını gerçekleştirememe ise bütün bunlardan birinde ya da birkaçında başarısız olmak ve geri dönmek zorunda kalmak şeklinde açıklanıyor. Aslında bu ayrımların daha çok ekonomik amaçlı göçü tanımladığı aşikâr. 


EKONOMİK AMAÇLI GERİ DÖNÜŞ


Ekonomik amaçlı geri dönüşlerin bir kısmını “komşunun tavuğu komşuya kaz görünür” atasözüyle özetyebiliriz. Şöyle ki göçmen bulunduğu ülkede belli bir miktar sermaye biriktirmiştir. Aklı fikri de bir gün Türkiye’ye dönmektedir. Etrafındakilerin ve Türkiye’deki çevresinin teşvikiyle Türkiye’de bir işyeri açmaya karar verir. Ne ki geride bırakılan ülke artık o ilk gençlik yıllarındaki ülke değildir. İnsanlar, hayat, ilişkiler her şey değişmiştir. Büyük hevesle geri dönen ve yatırımını yapan kişi toplumsal, sosyal, hukuksal ilişkilere ayak uyduramadığı için kısa sürede tepe taklak olur. Bu tipik örnekte geri dönülen ülkedeki emek piyasalarına ve çalışma koşullarına ilişkin bilgi eksikliği, uyum sorunu, dışlanma, rekabet koşullarına ayak uyduramama gibi nedenler başarısızlığın nedenleri arasında sayılabilir. Neticede sıfırı tüketen kişi gerisin geriye gelerek adeta ilk defa göçmen oluyormuş gibi hayatına yeniden başlar. 


Ekonomik amaçlarla geri dönen her göçmen başarısız olacak diye bir kaide yok. İngiltere’de kendisini hem eğitim hem de kariyer olarak geliştiren nice girişimci Türkiye’de ya da başka ülkelerde önemli yatırımlara imza atıyorlar. Bu konudaki farklılık, göçmenin profesyonel mi yoksa duygusal mı düşündüğüyle ilgili; bir başka deyişle gerçekten yapacağı işe ilişkin bir ön hazırlık yaptı mı, yoksa bir hevese kapılıp biraz da etrafındakilerin dolduruşuna mı geldi? 


POLİTİK NEDENLİ GERİ DÖNÜŞ


Göçü ortaya çıkartan sebeplerden biri de ülkelerin yaşadıkları politik karışıklıklardır. Bu çatışmalar; askeri darbe, iç karışıklık, politik baskı şeklinde olabileceği gibi belirli bir etnik veya mezhepsel gruba yönelik sistematik baskılar şeklinde de tezahür ediyor olabilir. Politik karışılık insanî güvenliği tehdit etme boyutuna ulaştığında iç veya dış göçe sebebiyet verebilir. Londra’da yaşayan Türkiyeli göçmenlerin çoğu da bu duruma giriyor. Asıl niyet ekonomik olsa, buna politik bir kılıf uydurulmuş olsa bile bu böyle. Çünkü doğrudan ya da dolaylı bir güvenlik tehdidi politik nedenli göçü teşvik ediyor. 


2013’te Londra’ya ilk geldiğimde yaptığım bir alan çalışmasında Kürt/Alevi göçmenlerle Türk/ Sünni göçmenler arasında geri dönme düşüncesi bakımından anlamlı farklar ortaya çıkmıştı. “Önümüzdeki 10 yıl içeresinde Türkiye’ye geri dönmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna Türkler % 56,6 oranında evet derken Kürtler’de bu oran % 40’ta kalmıştı. Aynı soruya Sünniler % 57,5 oranında evet demişler, Aleviler % 41, 1 oranında evet demişlerdi. 


Geride bırakılan ülkenin politik yapısında meydana gelen köklü değişiklikler göçmenlerin geri dönüş düşüncesini etkileyebilir. Bu durum çoğu zaman politik sebeplerle göç edenlerde geriye yönelik göçe ilişkin uygun bir zemin oluşturmaktadır. Sahada kiminle görüşürsem görüşeyim üç aşağı beş yukarı aynı şeyi duyuyorum: “Türkiye bir gün değişirse, hiç düşünmeden geri dönerim.” 


MEMLEKET HASRETİ VE GERİ DÖNÜŞ


Memleket hasreti geri dönüş göçünün en önemli sebeplerinden birini oluşturuyor. İlginçtir akademi bu meseleye bu boyutuyla uzun süre bakmadı. Sonra belirli göçmen gruplarıyla yapılan çalışmalarda memleket hasretinin en önemli geri dönüş motivasyonu olduğu ortaya çıktı. 


Geri dönüş arzusu çoğu zaman Türkiye’ye yapılan tatil ziyaretleri sırasında artar. Kişi bir nostalji duygusuna kapılarak “acaba hiç mi gitmeseydik? Buralara tekrar mı dönsem?” diye için için kendine sormaya başlar. Hele geride bırakalın yaşlı anne, baba da varsa, onlarla daha yakından ilgilenmek amacıyla da geri dönme düşüncesi daha yüksek sesle dile getirilebilir. 


Benim “göçmenlikte orta yaş krizi” olarak tanımladığım; belli bir yaşa geldikten sonra “burada köksüz ağaç gibiyim, Türkiye’de yeniden bir hayat kuramaz mıyım?” diyerek bavulunu toplayıp Türkiye’ye dönenler de bu kategoriye girebilir. Böylece kişi hayatında yeni bir sayfa açmak, içinde akan ırmağı denizine kavuşturmak ister. Kimi istediğine kavuşur, kimi ise yeniden yollara düşer. 


******

Kaynak: Doç.Dr.Tuncay Bilecen, Türkiye'den Birleşik Krallık'a Göçler





© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan