COVID - 19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
COVID - 19 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Birleşik Krallık'a gelişlerde tüm Covid kuralları kaldırıldı

Hiç yorum yok

15 Mart 2022

 Birleşik Krallık'a girişlerde uygulanan Covid - 19 seyahat kurallarının tamamı kaldırıldı. 




18 Mart Cuma günü saat 4'ten itibaren Birleşik Krallık'a girişlerde Covid - 19 tedbirleri kapsamında uygulanan tüm seyahat kuralları kaldırıldı.

Bu tarihten itibaren Birleşik Krallık'a giriş yapan  yolcuların artık passanger locator form doldurmalarına gerek kalmayacak. Ayrıca aşısız kişiler için uygulanan test uygulamasıyla birlikte karantina uygulaması da yürürlükten kaldırıldı.  


Ankara Anlaşmalılar salgından nasıl etkilendi?

Hiç yorum yok

21 Şubat 2021

 COVID – 19 salgınından en çok etkilenenlerin başında son gelen göçmen grubunu oluşturdukları için Ankara Anlaşmalılar geliyor. Bu yazıda, Ankara Anlaşmalıların salgından nasıl etkilendiğine ilişkin yaptığım araştırmanın sonuçlarını paylaşıyorum.

 Doç. Dr. Tuncay Bilecen



2019’DA 12 BİNİN ÜZERİNDE BAŞVURU VAR

Temmuz – Eylül 2020 tarihleri arasında COVID - 19 salgının Ankara Anlaşmalıları nasıl etkilediğini ölçmeye yönelik online bir anket çalışması yaptım. Ankete katılım gösteren 280 kişinin % 53’ü kadın, % 47’si ise erkek. Yaş ortalamaları 37. Birkaç yıl öncesinde başvuru yapanların olduğu düşünüldüğünde Ankara Anlaşmalıların ortalama olarak otuzlu yaşların başında göç ettiklerini söyleyebiliriz.

Katılımcıların % 55’i evli, bu grubun % 48’nin hiç çocuğu yokken, bir çocuğu olanlar % 25, iki çocuğu olanlar % 24, üç çocuğu olanlar ise % 2’lik bir kesimi oluşturuyor. Eğitim durumu bakımından ise katılımcıların % 60’ı üniversite, % 27’si lisansüstü eğitim, % 10’u ise lise mezunu olarak görülüyor. Bu da sahada şahit olduğumuz “eğitimli Ankara Anlaşmalı” yargısını doğrulayan bir durum.

“Anlaşmaya ne zaman başvurdunuz?” sorusuna verilen yanıt ise son yıllarda Ankara Anlaşması’na gösterilen yoğun ilgiyi kanıtlar nitelikte. Anlaşma 31 Aralık 2020’de sona ereceği için 2019’da 12 binin üzerinde başvuru gerçekleşmişti. Buna göre katılımcıların % 47’si 2019’da, % 14’ü 2018’de, % 11’i ise 2020 yılında başvurmuş. Bir başka deyişle % 73’ü son üç yılda anlaşmaya başvuru gerçekleştirmiş. Bu durum Ankara Anlaşmalıların büyük bir kısmının henüz Birleşik Krallık’a uyum sürecinde olduğunu ve COVID – 19 salgınının etkilerine çok kırılgan bir dönemlerinde maruz kaldıklarının bir başka kanıtı olarak değerlendirilebilir. 

ANKARA ANLAŞMALILARIN YARISINDAN FAZLASI DESTEK PAKETİNDEN YARARLANAMADI

Ankara Anlaşmalıların yarısından fazlasının self-employed olduğunu düşündüğümüzde çoğu kişi bu dönemde iş yapamadı. Vize türleri nedeniyle kira, çocuk gibi sosyal yardımlardan da yararlanamayan Ankara Anlaşmalılar bu dönemi birikimlerini harcayarak ya da borçlanarak geçirmek zorunda kaldılar. Hükümetin açıkladığı maaş yardımı gibi yardımlardan çoğu limited şirket direktörü veya şirket sponsorluğunda gelen kişiler yararlanmış olsa da ülkeye ayak basalı birkaç ay olan ve henüz bu yardımlardan yararlanmaya elverişli olmayan birçok kişi büyük mağduriyetler yaşadı.

Nitekim “Birleşik Krallık’ta hükümetin COVID - 19 destek paketinden yararlandınız mı?” sorusuna katılımcıların % 58’i hayır cevabını vermiştir. Bunun nedenini sorduğumuzda ise % 60’lık katılımcı grubu yasal olarak başvuruya uygun olmadığını dile getirmiştir; % 27’lik bir grup “vizemin tehlikeye gireceğini düşündüğüm için”, % 12’si ise “yeterli bilgiye sahip olmadığı için” başvuramadığını belirtmiştir.

SALGIN DÖNEMİNDE ÇOĞU ANKARA ANLAŞMALI ÇALIŞAMADI

Salgın boyunca çalışmaya devam ettiniz mi?” sorusuna görüşmecilerin % 75’i hayır cevabını vermiştir. Katılımcılar bu süreci ekonomik olarak birikimlerini kullanarak veya borçlanarak geçirdiklerini dile getirmektedir.

Salgın döneminde işini ve umudunu kaybettiği için birçok kişi ve aile kendisine aynı soruları soruyor: “artık geri dönmenin vakti geldi mi?”, “geri mi dönsem yoksa biraz daha direnip ‘mutlu sona’ yani süresiz oturuma mı ulaşsam?” Bu soruya verilen yanıt kişisel, psikolojik, ailevi, kültürel, sosyal, ekonomik, siyasî birçok nedene veya bunlardan birkaçına bağlı olarak değişebilir. Ancak değişmeyen bir şey var ki, birkaç yıl önce Türkiye’den büyük umutlarla Birleşik Krallık’a göç edenler için salgın süreci hiç de iyi geçmedi. Son olarak “peki, geri dönmeyi düşünüyor musunuz?” sorusuna ise katılımcıların % 62’si “hayır düşünmüyorum”, % 25’i ise “önümüzdeki aylardaki gelişmelere göre karar vereceğim” cevabını vermektedir. “Bu sebeple geri döndüm” diyenler % 7, “evet, düşünüyorum” diyenlerin oranı % 3 civarındadır, kararsızlar ise % 4 civarındadır. Bu da bütün bu olumsuzluklara rağmen birçok Ankara Anlaşmalının oturumlarını kaybetmemek mücadele etme kararlılığında olduğunu göstermektedir.

UMUTSUZLUK VE BELİRSİZLİK 

Salgının devam ettiği şu günlerde pek az Ankara Anlaşmalı çalışabiliyor ya da çalışmaya devam edebiliyor. Geri kalanlar ise umutsuzluk ve belirsizlikle karşı karşıya. Bu yüzden maddi harcamalarını dengelemek için bir kısmı bu süreci Türkiye’deki ailelerinin, tanıdıklarının yanında geçirmeye karar verdi. Bu dönüş “kesin dönüş” manasını taşımıyor elbette. Biraz bekleyelim, görelim, durumumuz netleşince tekrar geri geliriz şeklinde bir tavır bu. Bu ilk defa yaşanan bir olgu değil. Göç, karışıklık ve güvencesizlik döneminde güvenli yere doğru hareket etmekse, bu hareket ileriye doğru olabileceği gibi geriye doğru da olabilir ya da döngüsel bir seyir izleyebilir. Gelecekte dönme kararı alanların ne kadarı Birleşik Krallık’a geri döner, ne kadarı Türkiye’de kalıcı olur bunu söylemek için henüz erken. Bu, göçmenlerin finansal durumlarına, yaptıkları işlere, medeni durumlarına, çocuklarının olup olmadığına, sosyal bağlantılarına göre değişecektir. Her ne kadar çoğu Ankara Anlaşmalıda “ne olursa olsun şu süresiz oturumu alana kadar her türlü güçlüğe katlanmalıyım” şeklinde bir irade olsa da şu koşullarda bir öngörüde bulunmak oldukça güç.

COVID – 19 salgını “hayırlı” bir etkisi varsa o da Birleşik Krallık’a birinci göç dalgasıyla gelenlerle ikinci göç dalgasıyla gelen Ankara Anlaşmalılar arasındaki buzların erimesine ve karşılıklı önyargıların ortadan kalkmasına katkı vermesi oldu. Salgının hayatı felç ettiği günlerde, Kuzey Londra’da faaliyet gösteren Day-Mer (Turkish and Kurdish Community Centre), Britanya Alevi Federasyonu, İngiltere Alevi Kültür Merkezi ve Cemevi gibi toplum merkezleri bu dönemde Ankara Anlaşmalılar da dâhil bütün göçmen gruplarına yönelik çok önemli destekler sağladılar. Bu örneklerin çoğalması, zor bir dönem geçiren göçmenler arasında dayanışma bağlarını güçlendirmesi açısından son derece önemli. Üstelik bu dayanışma örnekleri çoğaldıkça göçmenler arasında öteden beri var olan karşılıklı önyargılar ve hiyerarşik ilişkiler de ortadan kalkacaktır.

*Bu yazı Gerçek Gazetesi’nin Eylül 2020 sayısında yayınlanmıştır.

 

 👉1 Ağustos 2020’de İngiltere Cemevi ve Kültür Merkezi'nde yaptığım "Dönmek mi zor, kalmak mı? Ankara Anlaşmalılar COVID- 19 salgını ve Ankara Anlaşmalılar" başlıklı sunumu Bisikletli Gazete’nin YouTube kanalından dinleyebilirsiniz.

https://www.youtube.com/watch?v=VOk1yEob3Ms&t=1730s

 

 

 

 

Göçmenler İngiltere’yi terk mi ediyor?

Hiç yorum yok

17 Ocak 2021

Salgının yarattığı ekonomik tahribat ve belirsizlik en çok göçmenleri vuruyor. Düşünce kuruluşu “Economic Statistics Centre of Excellence”ın (ESCoE) araştırmasına göre Temmuz 2019 - Eylül 2020 döneminde Birleşik Krallık doğumlu olmayan 1 milyon 300 bin kişi ülkeyi terk etti.



Tuncay Bilecen

tuncaybilecen@gmail.com

Dünyada koronavirüsten en çok etkilenen ülkelerden biri de Birleşik Krallık. 17 Ocak 2021 itibariyle Birleşik Krallık’ta salgın nedeniyle 90 bin kişi hayatını kaybetti. Salgının yarattığı ekonomik durgunluğun ise 300 yıldır Birleşik Krallık’ta görülmeyen boyutta olduğu ifade ediliyor. Kuşkusuz bu ekonomik yıkımdan etkilenenlerin başında göçmenler geliyor.

“BRITISH JOBS FOR BRITISH WORKERS” RÜYASI GERÇEK Mİ OLUYOR?

Brexit’i savunanların “British jobs for British workers?” rüyası gerçek mi oluyor?

İngiltere Ulusal İstatistik Ofisi (ONS) tarafından yayınlanan işgücü anketine göre geçen yıl, Londra’da Birleşik Krallık doğumlular iş piyasasındaki sayısı çeyrek milyondan fazla arttı. Bir başka deyişle, otelcilik, eğlence ve turizm gibi ağırlama sektörü ağırlıklı Londra’da istihdam edilenler arasında British doğumlu olanların oranı % 10 artmış durumda.

Salgına rağmen böyle bir istatistiğin ortaya çıkması biraz şaşırtıcı değil mi?  Oysa sorunun cevabı Birleşik Krallık doğumlu olmayanların ülkeyi terk etmesinde yatıyor.  


İNGİLTERE DOĞUMLULARIN İŞGÜCÜNDEKİ ORANI NEDEN ARTIYOR?

Düşünce kuruluşu “Economic Statistics Centre of Excellence”ın (ESCoE) araştırmasına göre Temmuz 2019 - Eylül 2020 döneminde Birleşik Krallık doğumlu olmayan 1 milyon 300 bin kişi ülkeyi terk etti. Bu, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana en büyük nüfus düşüşüne tekabül ediyor. Birleşik Krallık doğumluların işgücü piyasasındaki artışının alâmeti farikası da işte bu istatistikte gizli.  

Anlaşılan o ki salgından birçok bakımdan etkilenen göçmenler çareyi ülkelerine geri dönmekte buldular. Ancak bu dönüşü “kesin dönüş” olarak değerlendirmek için daha çok erken. Uygun koşullar oluştuğunda eğer vize sorunu yaşamazlarsa dönenlerin büyük bir kısmı tekrar Birleşik Krallık’a adım atacaklardır.



SALGIN NEDEN EN ÇOK GÖÇMENLERİ VURDU?

Peki, salgın neden en çok göçmenleri etkiledi? Bu sorunun cevabı aslında sanıldığı kadar kolay değil. Çünkü bu sonucun ortaya çıkmasına yol açan birçok parametre var. Göçmenler (özellikle de yakın zamanda gelenler) bütün dünyada olduğu gibi henüz uyum sürecini geçirdikleri, işgücü piyasası hakkında daha az bilgi sahibi oldukları ve çoğu henüz ekonomik güvence sahibi olmadığı için bu tür krizlerden ilk etkilenen grup olmaları çok muhtemeldir. Öte yanda Londra özelinde baktığımızda, ağırlama sektöründe istihdam edilenlerin büyük çoğunluğunun göçmenlerden oluştuğunu görmekteyiz. Salgından en çok etkilenenlerden biri de restoranlar, hoteller vs. olduğu için bu kişilerin işlerini kaybedip bu belirsiz dönemi ülkelerinde geçirme kararı almaları bir başka olasılık gibi görünüyor. Diğer taraftan Brexit’i de hesaba katmamız lazım. Eğitimden sağlığa kadar Birleşik Krallık’taki birçok alanı etkileyen Brexit de göçmenlere geri dönme yönünde bir baskı yaratmış olabilir. 

Bütün bunları üst üste koyduğumuzda; pek çok göçmen, salgın sırasında çok kötü bir sınav veren İngiltere’de kalmak, burada işsiz ve ekonomik olarak zor koşullarda yaşamak yerine daha düşük maliyetlerle yaşayacağı memleketlerine dönmeyi seçti diyebiliriz.

Biz sosyal medyada gelen, gelmek isteyen Ankara Anlaşmalıları tartışa duralım, anlaşma vizesini alıp İngiltere’ye ayak basan ancak iş bulamadığı için sermayeden yiyen ya da umduğunu bulamayan birçok Ankara Anlaşmalı geri dönmeyi gündemine aldı. Bir kısmı ise hali hazırda Türkiye’ye döndü bile…

 

Kaynak:

https://www.escoe.ac.uk

 

Pandemi ve yeni otoriterlik

Hiç yorum yok

06 Ocak 2021

Bilginin, kültürün ve sosyal yaşamın öğrettiklerini nesilden nesile aktarabilme yeteneği insanoğlunun en önemli evrimsel avantajlarından biridir. Ancak yaşadığımız bu ölümcül pandemi döneminde gördük ki biz bu yetimizi yitirmişiz.

Yardaş Serdar Gökcan

 







YİTİRİLEN ELEŞTİREL DÜŞÜNCE

Her yeni nesille beraber bu aktarım belirli teknolojik alanlara yoğunlaşmışken, öğretilerin, düşünme biçimlerinin ve kültürün aktarımının bilinçli olarak kesintiye uğratılması, özellikle böylesi küresel felaketlerin olduğu zamanlarda acısını hissettiriyor.

Peki, neden vazgeçtik bu aktarımdan? Eleştirel düşünme konusunda sınırları olmayan nesiller yetiştirmek yerine neden sadece söylenilenleri yapan insanlara ihtiyaç duyduk? Neden korktuk düşünen ve düşüncelerini özgürce paylaşan insanlardan?




PANDEMİ OTERİTERLİĞİN KILIFI OLDU

Onlara her boktan malı ve her boktan düşünceyi iteleyemeyeceğimizi bildiğimiz için. İnsanların ihtiyaçlarını yeniden yaratırken popülizme kurban ettiğimiz düşünürleri fikren öldüremediğimizde, hapishanelerde tutarak onları susturamadığımızda, bir adım geri çekilip radikal terör örgütlerinin elinde can vermelerine seyirci kaldık.

Pandemi ile ne alakası var, bu söylediklerinin diyenleri duyar gibiyim. Pandeminin, otoriter yöneticilerin devlet yönetmedeki beceriksizliklerinin üzerini örtmek için kullandıkları bir araca dönüştüğünü hâlâ görmeyenler var mı? Pandemi konusunda insanların karşısına çıktıkları her anda yaşamımızı korumak için atılacak adımları ve yeni önlemleri sıralarken nasıl bir sahtekârlığın içinde olduklarını, nasıl yalan söylediklerini ve aslında ölenleri gerçekten umursamadıklarını sadece iktidarlarını devam ettirmenin peşinde olduklarını o yok olan düşüncelerin ve düşünürlerin fikirlerinin ışığında görebilirdiniz de o yüzden.



PİYASA TANRISINA TAPINIRKEN

Dünya’da hâlâ özgür basının ve düşünce okullarının fikirlerini söyleyebildiği birkaç ülke kalmış olsa da onlar da piyasa denilen bir sahte tanrının elinde hayatta kalma savaşı vermekteler ve kazanacaklarına dair herhangi bir umut yok.

Bilimsel yaklaşımların ve gerçekten düşünen insanların sözünün ciddiye alındığı bir dünyada bu hastalık yine olacaktı elbette; ancak ne aşısı bulunsun diye bu kadar beklemek gerekecekti, ne de hastane koridorlarında yatacak yer bulamadığı için perişan olan insanların görüntüleri ve ölümleri böylesine kitlesel olacaktı.

ALIN SİZE SİSTEMİNİZ!

Belki de ne olursa olsun bu hastalığın önlenemeyeceğini düşünenlerdensinizdir. Olabilir. Ancak o zaman da size bir çift lafım olacak; küçücük çocuklar, büyüklerin piyasa savaşında yıkılan binaların altında kalırken,  el kadar bedenleri sahillere vururken, açlık ve sefalet içerisinde bir de kafalarına milyon dolarlık bombalar atılırken hiçbir şey yapmayıp kendinizi güvende hissediyordunuz ya bu sistemde. Alın size sisteminiz! Ölen çocukların, çalışan çocukların, açlık ve sefalet çeken çocukların üzerine kurulan bir sistemde kimse güvende değildir. Siz de değilsiniz. Öldüğümüzün değil öldürüldüğümüzün farkına varmanız dileğiyle…

Frankfurt Okulu’nun temsilcilerinden Max Horkheimer, “Kapitalizm hakkında konuşmayanlar faşizm hakkında sussunlar” demişti, aynı cümlede faşizm yerine pandemi koysak ne değişir?



“Anı yaşamayı ve anda kalmayı öğrenelim”

Hiç yorum yok

07 Aralık 2020

 Toprak Özkan’la psikoterapist olarak verdiği hizmetlerin yanı sıra salgını ve salgının yol açtığı psikolojik sorunlarla baş etme yöntemleri üzerine konuştuk.   



Toprak seni tanıyabilir miyiz?

Londra’da psikoterapist olarak Türkçe ve İngilizce konuşan toplumlara hizmet vermekteyim.  Lisans eğitimimi 2014’te Bahçeşehir Üniversitesi, İngilizce Psikoloji bölümünden onur derecesi mezun olarak tamamladım. Haliç Üniversitesi – Klinik Psikoloji bölümünde yüksek lisans yaparak uzmanlığımı aldım. 

Terapist olarak nerelerde çalıştın?

Lisans eğitimi sürecinde ve sonrasında Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi,  Balıklı Rum Hastanesi Psikiyatri servislerinde Alkol ve Madde Bağımlılığı tedavisi gören hastalara dair yürütülen çalışmalarda stajyer psikolog olarak görevler aldım. İstanbul Üniversitesi, Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalında tedavi görmekte olan hastaların müzikle rehabilite edildiği bir grupta grup yöneticisi ve co-terapist olarak çalıştım. 

Bunun yanı sıra Bursa Belediyesi’ne bağlı bir aile danışmanlık ve eğitim merkezinde psikolog olarak çocuk, ergen, yetişkin ve ailelere, ruh sağlığına yönelik önleyici, koruyucu ve destekleyici çalışmalar gerçekleştirdim. Bengi Semerci Enstitüsü’nde ergen ve yetişkin danışanlarla çalıştım. Nişantaşı'nda ve Gümüşsuyu'nda  çeşitli Psikiyatri  ve Psikoterapi merkezlerinde uzun yıllar terapi hizmeti verdim.

Daha çok hangi alanlarda terapi hizmeti vermektesin?

Çift ve Cinsel Terapiler Eğitimi, Bilişsel Davranışçı Terapi Eğitimi, Şema Terapi,  EMDR,  Çocuk İhmal ve İstismarı Konusunda Bilirkişilik ve Rapor Düzenleme Eğitimi,  Rorschach Testi Uygulama ve Raporlama, MMPİ  (Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri) Eğitimi ve süpervizyonlarını tamamladığım için  ergen, yetişkin bireylerle ve çiftlerle  Şema Terapi, ACT (Kabul ve Adanmışlık terapisi), EMDR,  CBT (Bilişsel Davranışçı Terapi), Mindfulness; gruplarla da Mindfulness , Acceptance and Compassion yönelimli olarak çalışmaktayım.

Bunun dışında, 0-16 yaş arası çocuklarda uygulanan Wechsler Çocuklar İçin Zeka Ölçeği IV ( WISC-IV) sertifikalı uygulayıcısıyım. The European Association for Behavioural and Cognitive Therapy (EABCT) onaylı bir psikoterapistim. 

Bir psikoterapist olarak sizce salgın hayatımızı hangi alanlarda etkiledi? 

Salgın hepimizi ama öyle ama böyle etkiledi.  Ancak pek çok insanı özellikle olumsuz etkileyen yanı sosyal yönümüzü kısıtlaması oldu. Belki  içe dönük insanlar  bunun bir istisnası olabilir.  İçe dönük bir yaşam süren bir danışanımın salgın sürecinde yasaklama ve kısıtlamalara ilişkin şöyle demişti: “Sonunda yaşadığım hayata  hoş geldiniz sevgili sosyal böcekler! Neydi o öyle devamlı sokakta dolaşmalar! Biraz evinizde  kendinizle baş başa kalmayı öğrenin bakalım!" 

Salgın ilk olarak kendimizle ve daha sonra başkalarıyla ilişki kurma biçimimizi pek çok açıdan etkiledi. Cep telefonu,  bilgisayar ekranları  ve internet derken online bir hayatımız ve ilişki biçimimiz oldu. Öte yandan medyada yer alan salgına ilişkin  haberler, sayılar ve veriler  kaygıları tetikleme  ve etkilemede ciddi rol oynadı. 

Bu kaygıyı azaltmak için neler yapılmalı?

Özellikle böyle bir süreçten geçerken kendimizle, başkalarıyla ilişki ve iletişimimizde onlara ve kendimize dair  şefkatli bir tutum takınmamızın, olumlu  bir iletişim seçmemizin  bizi güzel günlere götüreceği kanaatindeyim.

Salgınının şu aşamasında psikolojik sorunlarla başa çıkmak önerileriniz var mı?

Elbette!  Öncelikle mizahı hayatınıza daha çok katın ve kullanın derim. Günlük düzenli spor yapın, mesafeli de olsa sosyalleşin kısıtlamalar elverdiğince.  Yeşili çok olan yerlerde gezinti ve yürüyüşler yapmak ruh sağlığına iyi geldiği gibi bedenimizin stres seviyesini azaltır. 

Bunun dışında her gün kendiniz için olumlu en az iki plan yapın. Kitap okumak, film izlemek, meditasyon yapmak, kedi -  köpek sevmek gibi. Belki klasik bir reçete gibi gelebilir ama olumsuz mesaj ve iletişimi sınırlamakta da fayda vardır. 

Slogan gibi gelebilir ama şimdiyi yaşayın! Anı yaşamayı ve anda kalmayı öğrenelim. Gelecek için endişelenmek sıklıkla hepimizin yaptığı ve yapabileceği bir durum.  Şimdide kalma ve anı yaşama konusunda Mindfulness çalışmaları yararlıdır. Mümkün olduğunca gündelik hayatımızda uygulayalım. 

 

Psikoterapist 

Toprak Ali Özkan

Medipark Clinic

 

Bilgi ve randevu için

02083413185

07947785174

a.toprak.ozkan@gmail.com 

Irkçılığın sürü bağışıklığı yoktur!

Hiç yorum yok

03 Kasım 2020

Irkçıların Covid -19 salgınını fırsat bilerek, bir başka ölümcül virüs olan ırkçılık mikrobunu yaymaya başlamaları, İngiltere’de ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşamakta olan göçmenler ve azınlıklar için tehlikeli sonuçlar doğurabilir.



Yardaş Serdar Gökcan

yardasserdar@gmail.com

Hepimizin bildiği gibi perşembe günü bütün İngiltere’de ikinci karantina uygulaması başlayacak. Aralık ayının ikinci gününe kadar sürmesi planlanan karantinanın uzatılma ihtimalinden bahsediliyor. Bulaşma oranlarında düşme olmaması halinde bu uzatmadan kaçmak mümkün olmayacak gibi. Dolayısıyla hükümet yeniden vatandaşlarından fedakârlıkta bulunarak kurallara uymalarını beklediğini açıkladı. İşçi Partisi ise bu kararı gecikmiş bulmakla birlikte destekliyor.  

Gelir seviyesi ve zenginlik bakımından % 1’lik kesimi oluşturan aşırı zenginleri saymazsak -ki onlar gelirlerini ve zenginliklerini bu süreçte arttırmaya devam ettiler- sokaktaki insanın ekonomik kaybının boyutları henüz bilemiyoruz, fakat yaşıyoruz. Fakirleşme sadece ekonomik değil, kültür ve sosyal dünyamızda da tam gaz devam ediyor.

Irkçıların dünya çapında böylesine felaketlere yol açan bir virüs salgınını fırsat bilerek, bir başka ölümcül virüs olan ırkçılık mikrobunu yaymaya başlamaları, İngiltere’de ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşamakta olan göçmenler ve azınlıklar için tehlikeli sonuçlar doğurabilir. 



DEĞİŞMEYEN GÜNAH KEÇİLERİ

Bugünlerde İngiltere örneğinden yola çıkarak dünyadaki bütün ulus devletlere uygulayabileceğimiz bir formül işlemeye başlamış durumda. Ülkeler ne zaman büyük felaketlerle karşı karşıya kalsalar hemen bir günah keçisi bulunur ve bu günah keçisi de genellikle göçmenler ve azınlıklar olur. Bu döngü neredeyse hiçbir ülke de hiç bir dönemde değişmez. Ancak Covid - 19 salgını, bu alışkanlığa sahip ırkçıların eline pek bir koz vermediğinden yeni bir günah keçisi buldular; karantina.

Karantina karşıtlığı ve yandaşlığı olarak toplumu bölebileceklerini anladıkları andan itibaren bu konunun üzerine gitmeye başladılar. Bunun en son örneği de, AB’den ayrılma sürecindeki fırsatı iyi değerlendiren Nigel Farage’dır.  Brexit Partisi kurarak süreçten nemalanan Farage, partisinin adını değiştirdi (Reform UK) ve karantina karşıtı politikaları gündemine almaya başladı. Dünyadaki en sıkı karantina karşıtı olup bunun bedelini halkına ödetmekten çekinmeyen ABD Başkanı Donald Trump’ın Washington’daki otelinin lobisinden yeni yol haritasını açıklayan Nigel Farage, bu süreci arkasına Amerika’daki ırkçıları alarak devam ettireceğini, şüpheye yer bırakmayacak şekilde belli etti.


                                       Nigel Farage

IRKÇILARIN YENİ GIDASI KARANTİNA KARŞITLIĞI

Orta ve kuzey İngiltere’de gün geçtikçe fakirleşen İngilizlerin, aşırı sağcıların tuzağına nasıl düştüğünü geçen seçimlerde görmüştük. Şimdi aynı kitle, fakirleşmelerinin ve yaşadıkları sosyal sıkıntıların tek sorumlusu karantina ve dolayısıyla karantina taraftarlarıymış gibi bir algıya maruz bırakılıyor. Daha Brexit sürecinde kurduğu partisinin topladığı yardımların arkasındaki Rus gölgesi kalkmamış olan Nigel Farage, Amerika’daki ırkçıların dümen suyuna girmiş gibi görünüyor. İspanya’daki ve İtalya’daki ırkçılarsa Farage’dan önce davranıp sokağa çıktılar bile.

Irkçıların dünya çapında böylesine felaketlere yol açan bir virüs salgınını fırsat bilerek, bir başka ölümcül virüs olan ırkçılık mikrobunu yaymaya başlamaları, İngiltere’de ve dünyanın diğer ülkelerinde yaşamakta olan göçmenler ve azınlıklar için tehlikeli sonuçlar doğurabilir.



KOMPLO TEORİLERİNDEN BESLENMEK

Günah keçisi olmaya en müsait olan bu kesimler, karantina karşıtlığı ve sosyal Darwinci yaklaşımlar üzerinden sapkın görüşlerin hedefi olabilirler. Kaynakların yetersizliği ve eşit dağıtılmaması ile zaten gelir seviyesi düşük olan bu kesimler, Covid – 19’dan en çok ölen ve zarar görenler aynı zamanda. Bütün bu mücadele içerisinde, bir de ırkçıların saldırılarına maruz kalmaları, zaten yeterince gerilmiş olan toplumsal kesimler arasındaki ilişkilerin kopma noktasına gelmesine neden olabilir.

Biz göçmenlerin ve azınlıkların, bu ırkçı saldırılara ve komplo teorilerine karşı her zaman uyanık olmamız ve bilimin yolundan sapmadan, yalan yanlış yorumlara karşı kendimizi ve çocuklarımızı korumamız gerekiyor. Irkçılığın karanlığının yayılmasını ancak bilimin tuttuğu ışığın önleyeceğini unutmadan hareket etmememiz, geleceğimizi kurtarmamızın tek yoludur. Çocuklarımızı bu iki ölümcül mikroptan da korumak zorundayız. Aklımızdan hiç çıkarmayalım ki ırkçılığın sürü bağışıklığı yoktur.

https://www.youtube.com/c/BisikletliGazete

https://twitter.com/BisikletliGaze1

 

Bir futbolcunun İngiliz siyasetindeki turnusol etkisi

Hiç yorum yok

26 Ekim 2020

 Manchester United ve İngiliz Millî takımının oyuncusu olan Marcus Rashford’un,  ekonomik geliri düşük ailelerin çocuklarına yönelik, okullardaki öğle yemeği yardımının tatil dönemlerinde de verilmesi için başlattığı kampanya, hükümetin ayağına dolanmaya devam ediyor.

 






Yardaş Serdar Gökcan

yardasserdar@gmail.com

 

Hatırlanacağı gibi ünlü futbolcunun geçen yaz tatili için yaptığı benzer girişim, başta itiraz edilmiş olunmasına rağmen kısa süre de kabul edilip yürürlüğe sokulmuştu. İhtiyaç sahibi 1.400.000 aileye haftalık 15 pound değerindeki çekler verilmiş, bu çekler için bütçeden 126 milyon poundluk bir ödenek ayrılması gerekmişti.

 BU KEZ EASTER’A KADAR

Kış dönemindeki tatillerde de aynı yardımların yapılmaya devam etmesi, kendisi de çocukluk yıllarında bu yardımlardan yararlanmış olan Marcus Rashford’un bir sonraki hedefi oldu. Ancak bu kez hükümet ve muhafazakâr Parti’nin ön sıra (frontbench) milletvekilleri bu yardımların kış ve bahar dönemi tatillerine uzatılmasına şiddetle karşı çıktılar. Bunlar, ekonomik geliri yıllık net 7400 poundun altında olan ailelerin yararlanabildiği yardımlar.

Gelir seviyesinin düşüklüğünün yanı sıra başka kriterler de mevcut. Bunlara kişiler, ikamet ettikleri bölgelerin belediyelerinin internet sitelerinden ulaşabilmekteler. Aylık net 616.67 pound olan bu yardımlara hükümetin karşı çıkışındaki temel argüman ise, Covid sürecinde devletin zaten ihtiyaç sahibi ailelere yeterince yardım yapması ve ek bir yardım paketine ihtiyaç olmadığının düşünülmesi.

Sosyal medyada oldukça fazla sayıda takipçiye sahip olan yıldız oyuncunun Twitter hesabından verdiği yanıtlar geniş toplum kesimlerinde öyle hızlı yankı buluyor ki, halkın tepkisinden çekinen kimi muhafazakâr Parti milletvekilleri de bu kampanyanın yanında olup hükümetin üzerindeki baskının artmasına sebep oldular ve olmaya devam ediyorlar. Üstelik Marcus Rashford’un başbakan Boris Johnson’a yazdığı mektubun karşılık bulmayışı da tartışmaları alevlendiren bir başka unsur oldu.

“ÇOCUKLARIN BESLENMESİ AİLELERİN SORUMLULUĞUNDADIR DEVLETİN DEĞİL”

Kimi muhafazakâr milletvekillerinin, bedava öğle yemeği kampanyasına karşı çıkarken dayandıkları argümanların ideolojik bakış açılarının bir yansıması olduğu da gözlerden kaçmadı. Çocukların beslenmelerinin sorumluluğunun ailelerde olduğu bunun devleti ilgilendirmediği konusundaki yaklaşımları, tartışmayı başka bir boyuta taşıdı. İhtiyaç sahibi ailelerin çocuklarının sağlıklı beslenmelerinin bir toplum sağlığı sorunu olduğunu ve sosyal adaletin gereği bunun görmezden gelinemeyeceğini söyleyenler çok da haksız değiller.

Özellikle salgını önlemek adına, hükümetin dağıttığı paraların kimlere ve ne amaçla verildiği tartışılırken, fakir ailelerin çocuklarının beslenme sorununun devleti ilgilendirmediği söylenemez.

                                              

BESLENME İÇİN Mİ YOKSA “DANIŞMANLAR” İÇİN Mİ BÜTÇE?

Hükümet, salgının başından beri koruyucu ekipman ve NHS çalışanların korunmasına yönelik malzeme ciddi sıkıntılar yaşıyor. Üstelik bu ekipmanlara harcanan para ile bunların neredeyse dört katı kadar paranın danışmanlık ücreti olarak belli başlı firmalara verilmiş olması, süreci yakından takip edenlerin sık sık dile getirdikleri bir başka konu.

Hali hazırda zaten bilim insanlarından oluşan bir danışma kurulu var iken, içeriği doldurulmayan danışmanlık başlığı altında, firmalara salgının başladığı günden bu yana 175 milyon pound para aktarılması dikkat çekici. Üstelik verilen bu paranın, geçen yaz bedava verilen öğle yemeği çeklerinin toplamından fazla bir meblağa denk gelmesine rağmen somut bir getirisi olmadığı da salgın sürecinde ortaya çıkmış durumda. Test sürelerinin bir türlü kısaltılamaması, izleme aplikasyonlarının tam kapasite ve verimlilikle bir türlü çalışmaması, hastalığın takibini zorlaştıran en önemli etkenlerden.

 TURNUSOL KÂĞIDI

Covid salgını ve bu süreçte hükümetin performans ve becerisinin yetersizliği, yıldız oyuncu Marcus Rashford gibi hiçbir politik beklentisi olmayan, gönüllülük  üzerinden iyilik amaçlı hareket eden kişileri, hükümetin turnusol kâğıdı haline getirmeye devam edecek gibi görünüyor.

İngiltere’nin rüzgârına dayanamayan şapkalar düştükçe görünecek kel sayısının da artmaya devam edeceğinden şüphemiz olmasın...

 

Marcus Rashford’un “Çocuk gıda yoksulluğuna son verin - hiçbir çocuk aç kalmamalı” kampanyasına katılmak için:

https://petition.parliament.uk/petitions/554276/

“Bugün ruh sağlığıyla ilgili güzel bir şey yapalım!”

Hiç yorum yok

10 Ekim 2020

 10 Ekim 2020, Dünya Ruh Sağlığı Günü

Ruh sağlığı konusunda toplumsal farkındalığı artırmak amacıyla, Dünya Ruh Sağlığı Federasyonu'nun önerisiyle 1992 yılından bu yana her yıl 10 Ekim'de Dünya Ruh Sağlığı Günü kutlanıyor. Bisikletli Gazete olarak bugünle ilgili olarak Psikoterapist İlknur Şahin’le kısa bir söyleşi gerçekleştirdik.



Sizin için 10 Ekim 2020 Dünya Ruh Sağlığı Günü ne ifade ediyor?

Ruh sağlığının öneminin farkında olsak da resmî olarak kutlamanın cesaret verici olduğunu düşünüyorum. Böylece bu konuda toplumsal bir farkındalık ve duyarlılık yaratabiliriz.

Günümüzde, her dört kişiden biri hayatının bir döneminde ruh sağlığı sorunları yaşıyor. Bu sorunlar en çok karşımıza depresyon ve anksiyete bozukluğu olarak çıkıyor. Buna bir de  COVID – 19 salgınının olumsuz etkileri eklenince, salgının yarattığı yeni yaşam tarzı, hastalık endişesi ve kayıplar birçok insanın hayatını ve ruh sağlığını olumsuz yönde etkiledi.

Geldiğimiz noktada ruh sağlığı konusunda hangi noktadayız?

Yaşadığımız onca zorluğa rağmen umutlu olduğumu söylemeliyim. Tabiri caizse eskiden ruh sağlığına ilişkin sorunlar halının altına süpürülür, sır gibi saklanırdı. Bu tür sorunları yaşayanlar ise damgalanırdı. Geldiğimiz noktada bu konuda oldukça mesafe kat ettik.

Ruh sağlığının etkisi ve önemi, bireyler ve kuruluşlar tarafından giderek daha fazla kabul ve saygı görüyor. Böylece daha fazla insan sorunlarının farkına vararak profesyonel yardım talep edebiliyor.

Bu konuda sizlere nasıl görevler düşüyor?

Biz de bu konuda farkındalık yaratmaya ve insanlara ruh sağlığının fiziksel sağlık kadar önemli olduğunu hatırlatmaya devam edeceğiz.

Pek çok insan artık bu konuda daha bilinçli. Bu da bize cesaret veriyor. Bu nedenle, bugün bir başlangıç ​​noktası olarak, herkesi kendisi veya bir başkası için ruh halini ve zihinsel sağlığı iyileştirmeye yardımcı olacak bir şeyler yapmaya davet ediyoruz.

Bu; bir tanıdığımızın halini hatırını sormak, sevdiğimiz biriyle yemek yemek, bir şeyler içmek, film izlemek hatta bir yabancıya maskemizin altından gülümsemek olabilir ki gözlerle binlerce güzel hikâye anlatılabilir.



Psikoterapist İlknur Şahin

E-mail: ilknursahintherapy@gmail.com

Instagram ilknursahintherapy

Facebook: letstalk_mental_health

http://www.ilknursahintherapy.com/

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan