Showing posts with label göçmenler. Show all posts
Showing posts with label göçmenler. Show all posts

Barınma krizinin günah keçisi sığınmacılar mı?

No comments

24 July 2025

 Birleşik Krallık’ta barınma krizi derinleşirken, sığınmacılar bu sorunun adeta merkezine yerleştiriliyor. 



İngiltere'de Business Secretary Jonathan Reynolds, sığınmacı sisteminin konut arzı üzerindeki baskısının toplumda ciddi hayal kırıklığı yarattığını kabul etti. Ancak bu açıklama, çözüm yerine göçmenlerin hedef gösterilmesini meşrulaştırmakla eleştiriliyor.

Başbakan Sir Keir Starmer, geçtiğimiz günlerde Meclis’in Komite Toplantısı’nda, birçok yerel yönetimde geçici barınma için kullanılabilecek çok sayıda konut olduğunu dile getirdi. Ancak bu sözleri, Muhafazakâr Parti'den tepkiyle karşılandı. Yeni gölge konut bakanı Sir James Cleverly, Starmer’ın açıklamalarının, konut almak isteyen vatandaşların öfkesini daha da artırdığını savundu. Gözlemcilere göre bu söylemler, İngiltere’deki barınma krizini siyasi bir silaha dönüştürerek, sığınmacıları günah keçisi ilan eden tehlikeli bir dilin yaygınlaşmasına neden oluyor.

Yerel yönetimlerden gelen veriler, krizin gerçek boyutunu gözler önüne seriyor. Barınma Komitesi Başkanı Florence Eshalomi, belediyelerin konut sağlama kapasitesinin çöküş noktasına geldiğini ve sadece 2023-2024 döneminde geçici konutlara 2,3 milyar sterlin harcandığını açıkladı. Aynı dönemde geçici konutlarda barınan kişi sayısı %11 artış gösterdi. Eshalomi, İçişleri Bakanlığı ile yerel yönetimlerin aynı sınırlı konut kaynakları için rekabet etmesini “anlamsız ve zararlı” bulduğunu belirtti.

Mart 2025 itibarıyla 32.345 kişi hâlen otellerde barındırılıyor. Hükümet, otel kullanımını azaltmaya çalıştığını ve sığınmacı aileleri daha uygun konutlara yönlendirdiğini söylüyor. Ancak sığınmacıların çoğu, başvuruları sonuçlanana kadar çalışamadıkları için ekonomik olarak tamamen devlete bağımlı hâle geliyorlar. Süreçlerin yavaş işlemesi, onları yıllarca belirsizlik içinde yaşamaya mahkûm ediyor.

Uzmanlar, yaşanan konut krizinin yapısal nedenleri olduğunu, ancak göçmenlerin siyasi tartışmalarda sürekli sorun kaynağı olarak sunulmasının sosyal uyumu zedelediğini vurguluyor. Göçmen karşıtı söylemlerin artması, çözümden çok kutuplaşmayı derinleştiriyor. Gerçek çözüm ise daha fazla sosyal konut üretimi, daha hızlı ve adil sığınma süreçleri ve siyasi malzeme hâline getirilmeyen insani bir göç politikası ile mümkün olabilir.

 

Kaynak: BBC

Türkiye dışarıdan nasıl görünüyor? Türkiye’de yaşamanın olumlu ve olumsuz yanları nelerdir?

No comments

23 July 2025

 Türkiye'de yaşamanın olumlu ve olumsuz yanları nelerdir? Bu yazıda, göçmenlerin Türkiye’yi dışarıdan nasıl gördüklerine yer veriyorum.

 Tuncay Bilecen

2019-2021 yılları arasında İngiltere’ye Türkiye’den göç etmiş göçmenlerle yaptığım alan araştırmasında görüşmecilere her iki ülkede de yaşamayı deneyimledikleri için “Sizce Türkiye ve İngiltere’de yaşamanın olumlu ve olumsuz tarafları nelerdir?” şeklinde bir soru yöneltmiştim. Başlı başına bu soruya verilen yanıt bile görüşmecilerin iki ülkeyi nasıl değerlendirdiklerini ortaya koymaya yetiyordu.

Daha önce Türkiye’ye geri dönme kararı almış ama bir süre sonra tekrar Birleşik Krallık’a tekrar göç etme kararı almış görüşmecilere Türkiye’ye ilişkin olumlu ve olumsuz buldukları tarafları sordum. Görüşmeciler örneğin Birleşik Krallık’a ilişkin olarak iklimden şikâyet ederken, Türkiye’de dört mevsimin yaşanmasını olumlu bir özellik olarak ifade ettiler. Diğer taraftan Birleşik Krallık’ta güvenlik ve politik istikrar olumlu bir faktörken, Türkiye’de politik çatışmalar bir olumsuzluk olarak çoğu kişi tarafından dile getirildi. Yine Birleşik Krallık’ta yalnızlık hissetmek bir olumsuzluk iken Türkiye’de aile bireylerinin, tanıdıkların, arkadaşların olması olumlu bir özellik olarak ifade edilmektedir. Örneğin bir görüşmeci, bu soruyu şöyle yanıtlamıştır: “Ailem, arkadaşlarım, kayıtsız şartsız sevildiğimi hissetmek, güneş ve bulabildiğim zaman doğa ve deniz, sabah kahvaltıları ve elbette çay” (GG1, Kadın, 45).

Göçmenlerin Türkiye’ye dair olumlu olarak zikrettiklerinin başında havasının iyi olması ve insanların daha neşeli olması geliyor. “Türkiye’nin olumlu yönü, yani havası, suyu, doğası, yani hep yapacak bir şey var burada. Sıkılman için zaman yok yani. İstanbul’un gündüzü ayrı gecesi ayrı bir güzel. İnsanlar hep böyle neşeli” (GK7, Kadın, 31).

Türkiye’ye ilişkin olumlu ve olumsuz tarafları sıralarken aşağı yukarı bütün görüşmeciler belli noktalar üzerinde ortaklaşmaktadırlar. Bunlar Türkiye insanının sıcakkanlı olduğu, doğasının ve ikliminin harika olduğu fakat politik çatışma ve ekonomik krizlerin Türkiye’yi yaşanmaz kıldığıdır. “Türkiye toplumunun hem coğrafi olarak zenginliği var hem de kültürel olarak zenginliği var. Çok kültürlü, çok dilli, coğrafi olarak, iklim olarak da dört mevsimi yaşayabilen bir ülke. Bu cennet ülkeyi cehenneme dönüştürenlere lanet olsun” (GK5, Erkek, 59). 

İki ülke arasında dönüşümlü bir hayat yaşayan GG3’ü Türkiye’nin dinamik yapısı, ihtimallerle dolu olması heyecanlandırmaktadır. Bu duyguyu yaşamak istediğinde Türkiye’ye gitmekte, sakinleşmek istediğinde ise Birleşik Krallık’a geri dönmektedir. GG3 bu durumu şizofrenik bulsa da her iki duyguyu yaşamak onu mutlu etmektedir.

“Yaşadığınız yer sizi değiştiriyor, bizler biraz İngiliz olduk biraz da Türküz… Şizofrenik gibi görünse de hem istikrarı hem heyecanı hem de değişme ihtimalini seven, ikisinden almaya çalışan bir yapımız var (Gülüyor). Türkiye ihtimallerle dolu, bunu da seviyorum. O olmayınca da hiç heyecanlanamıyorsunuz. Hayatımın en heyecanlı yanını Türkiye’de yaşıyorum. Sürekli bunları yaşamak çok yorucu tabii. Yaşlandım, ama o beni saran o duygudan kurtulamıyorum” (GG3, Kadın, 59).

Anadille kurulan güçlü bağ, duyguların düşüncelerin en iyi anadille ifade edilmesi, bir coğrafyaya olduğu kadar onun kültürüne ve diline özlem duymak göçmenlik psikolojisinde sıkça rastlanılan bir durumdur. Örneğin GD10, Türkiye’ye dair olumlu düşüncelerini anadiliyle kurduğu güçlü bağa bağlıyor. “Türkçe okumayı, seyretmeyi seviyorum, şarkı söylemeyi seviyorum. Hatta sadece Türkçe duygularımı ifade edebiliyorum. Ne kadar iyi İngilizce konuşursam konuşayım, İngilizceyi hep tiyatro gibi görüyorum. İngilizce konuşurken ben başka bir roldeyim” (GD10, Kadın, 38).

Olumsuz olarak ise görüşmeler en çok politik yapının verdiği bıkkınlık ve güvensizlik ile insan ilişkilerinde yaşanan değişim üzerinde duruyorlar. Çalışmada, Birleşik Krallık’a gerçekleşen özellikle aile göçlerinde iç politikada yaşanan çatışmalar başat faktör olarak ortaya çıktı. Dolayısıyla Türkiye’ye ilişkin olumsuzluklarda da en çok bu konu dile getirilmiştir.

“Türkiye’de de o koyu muhafazakârlık, yandaşlık. Sen AK Partiliysen, yani ya da herhangi bir cemaate üyeysen, bir tek Fettullahçılarla iş bitmiyor, direkt yolunu buluyorlar. Ama onun haricinde sıradan bir sosyal demokratsan bile sırtını sıvazlayıp gönderiyorlar. Bir de herkes küçük bir Recep Tayyip Erdoğan olmuş. Üslup, tarz hepsi fabrikadan çıkmış gibi. Belediye başkanından tut memuruna kadar herkes öyle olur mu ya, bu nedir yani? Tamam, Tayyip’in bir tarzı vardır. Türkiye’ye gelmiş önemli bir liderdir. Ama herkes de Tayyip olamaz ki kardeşim” (GD11, Erkek, 54).

Türkiye’de muhafazakârlaşma olarak ifade edilen otoriterleşmenin bazı bölgelerde mahalle baskısına dönüşmesi, farklılıklara tahammülün azalması yine görüşmeciler tarafından Türkiye’ye dair olumsuzluklar arasında sıralanmıştır.

“Küçük bir Anadolu kasabasındayız, ısrarla orada yaşamaya devam ediyoruz. Ben ilkokulda falan hep oruç tutuyormuş gibi yapmak zorunda kaldım. Aşırı kötü bir yerdi. Bir ara kapanmak falan istedim, çünkü sürekli cehennemde yanacağımızı falan düşünüyordum. Türkiye’ye dair özlediğim romantik bulduğum hiçbir şey yok. Deniz kenarı yok, mevsimler yok. Sadece ailem var. Başka hiçbir şey yok. Eğer onlar orada olmasaydı Türkiye’ye gitmek istemezdim. Her geçen gün çok daha kötü oluyor” (GD10, Kadın, 38).

1989’da politik nedenlerle Birleşik Krallık’a göç eden ve 2004’te Türkiye’ye geri dönen GK6, siyasi gelişmeler nedeniyle Türkiye’den ve insanından umudunu kestiğini ifade etmektedir.

“Var tabi, ülkedeki siyaset… Nâzım’ın sözü var, şöyle diyor: çağımdan tiksiniyorum diyor, sonra da bu çağ benim çağım, yani insanın kendinden tiksinmesi gibi bir şey. Böyle yaşayamıyoruz diyor. Ben artık insandan çok umutlu değilim ama İthaki’ye yolculuk devam etsin diyorum” (GK6, Erkek, 57). 

2019’da Türkiye’ye dönen GK3, döndükten sonra ilk dikkatini çeken olumsuzluğun hayat pahalılığı olduğunu vurgulamaktadır. “Bir markete gittim, alışveriş yaptım. O doğrusu korkuttu, beş yüz lira. İngiltere’den pahalı. Korkunç ya, korkunç derecede pahalı. Onun dışında sıkıntı yok” (GK3, Kadın, 43). 

Yukarıda uyum süreçleri kısmında da ifade edildiği gibi Türkiye’de kamusal alanda insan ilişkilerinde yaşanan zorluklar politikayla birlikte en çok tekrarlanan olumsuzluklar arasında yer almakta, insan ilişkilerindeki bu bozulma politikanın doğrudan bir sonucu olarak değerlendirilmektedir. 

“Toplu ulaşım, hava ve çevre kirliliği, insanların giderek kabalaşması, toplum ve aile içi şiddete eğilim, insanlara bir şey katmayan ve aptallaştıran TV programları, gencinden yaşlısına sigara alışkanlığı, görünüş ve düşünsel olarak yozlaşan toplum ve cehalet” (GG1, Kadın, 45).

 

DD1 her iki ülkeye ilişkin kıyaslama sorusunu “paket satın alma” metaforuyla açıklamaktadır. Buna göre, kişi Birleşik Krallık’taki kibarlığa, bireysel alana dayalı insan ilişkilerini seçerse bunun yan etkisi olarak samimiyetsizlikle karşılaşacaktır, Türkiye’deki samimi insan ilişkilerini seçerse de kabalıkla karşılaşacaktır.

“Son birkaç yıldır gittiğimde hissediyorum. İnsanlar çok sinirli ve çok nefret dolular. Mesela çok basit şeylerden tırlatacaklar. Birkaç kere basit şeylerin insanların çileden çıkardığını gördüm. Orada insan seni sevmiyorsa belli ediyor, burada belli etmiyor. İngilizler belli etmiyor. Türkiye’de insanlar direkt, harbi. Saygı duyuyorsa belli ediyor, duymuyorsa da belli ediyor. Diplomasi yok. Benim bunu anlamam burada bir yıl aldı. İnsanları gerçekten kibar zannediyordum. Sosyal fobi, aşırı kibarlık ve sürekli özür dileme bence, bu bir sosyal fobi. Benim arkadaşlarımın arasında İngiliz arkadaşın olmamasının nedenlerinden biri de bu, hiç de aramıyorum. Sonuçta da bu ülkeye geldim. Ben ortaokul lisedeyken bir Harry Potter hayranıydım. Delicesine. Bence burada paket satın alıyorsun. Oraya gittiğinde insanlar daha samimi olabilir, daha direkt olabilirler ama yan etkileri de daha kaba olabilirler. Sırada önüne geçiyor gibi. Basit şeyler bunlar beni rahatsız ediyor. Kişiye saygı eksikliği. Burada da ondan çok fazla var. Taşıyor yani, ama samimiyet yok içinde” (DD1, Kadın, 29).

 

Kaynak: 

👉Politik Sığınmacılardan Ankara Anlaşmalılara: Türkiye'den Birleşik Krallık'a Göçler  - Doç.Dr. Tuncay Bilecen




Florida’da göçmen gözaltı merkezlerinde insanlık dışı uygulamalar

No comments

22 July 2025



İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) temmuz 2025’te yayımladığı 92 sayfalık rapor, Florida’da faaliyet gösteren üç ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) merkezinde “yürek burkan” kötü muameleleri gözler önüne seriyor. Raporda, Krome North, Broward Transitional Center ve Federal Detention Center (FDC) Miami’de aşırı kalabalık, yetersiz hijyen, tıbbi hizmet eksikliği ve ahlaksız disiplin yöntemleri detaylı şekilde belgeleniyor.

Onur kırıcı uygulamalar ‘psikolojik işkenceden farksız’
Miami’deki merkezlerde göçmenlerin yemek için elleri kelepçeli halde diz çöktürülerek kötü muamele gördükleri, aynı zamanda soğuk, karanlık ve kalabalık bekleme odalarında saatlerce bırakıldıkları ifade ediliyor. Bir göçmen ifadesinde, “Hayatım bitti” diyerek psikolojik yıkım yaşadıklarını, gardiyanların kendilerini “çöp” olarak gördüğünü söylüyor.

Tıbbi ihmal ve ölümcül sonuçlar
HRW raporuna göre hastalara yeterli tıbbi bakım sağlanmamış, bu durum en az bir kişinin ölümüne doğrudan katkıda bulunmuş. Merkezlerde ciddi tıbbi ihmal yaşandığı ve göçmenlerin temel sağlık hakkından yoksun bırakıldığı vurgulanıyor. Ayrıca, kadın göçmenler için mahremiyet yokluğu, hijyen sorunları, çocukların travmaya maruz bırakılması gibi sorunlar da detaylandırılmıştır.

Bağımsız soruşturma ve kamusal denetim çağrısı
HRW, bu tür tutuklamaların istisna değil, politika olduğunu belirtiyor ve gözetimden muafiyet nedeniyle denetim eksikliğine dikkat çekiyor. Raporda, gözetim için bağımsız bir komisyon kurulması, özel şirketlere ödenen teşviklerin kaldırılması ve gözetimin son çare olması gerektiği vurgulanıyor. DHS ise suçlamaları reddederek insan haklarına saygı gösterdiklerini savunuyor.

 

Göçmenlikte acı yarıştırma hastalığı

5 comments

Bu yazıda göçmenlik hiyerarşisinin raconunda yer alan "acı yarıştırma" mevzusuna değiniyorum. 




Tuncay Bilecen

tuncaybilecen@gmail.com


    “Brexit’e neden evet dediniz?”

“Çünkü çok göçmen geldi?”

“Peki, siz de göçmen değil misiniz?”

“Biz de göçmeniz ama biz vergimizi veriyoruz. Onlar hep sosyal yardımları alıyorlar. Burayı mahvettiler.”

Bu tür diyalogları alan araştırması sırasında sıkça yaşamışımdır. Göçmenlik hiyerarşisi diye bir hadise gerçekten var. Bir yere daha önceden gelenler yeni gelenlere karşı agresif bir tutum içinde olabiliyorlar. Bu agresif tutum zaman zaman rövanşist bir biçim de alabiliyor.

Nasıl mı? Bunu acı yarıştırmak şeklinde de düşünebiliriz. Daha doğrusu, bazı göçmenler kendilerinden sonra gelenlerin çabucak uyum sağlamalarına, düzenlerini kurmalarına, para kazanmalarına asla tahammül edemiyorlar. “Biz çok çektik, siz de aynı çileyi çekmelisiniz!” düşüncesi yatıyor bu tutumun arkasında.

Hani sizden hep kötü şeyler duymak, sizi hep üzgün görmek isteyen “enerji emici” insanlar vardır. Bu insanlar “kara gününüzde” birden yanınızda peyda olurlar ama size destek olmak için değil, acınızın cilasını çekmek için. Göçmenlikte de böyle tipler yok mu? Sürüsüyle… Bir bakmışsınız geldiğiniz ilk günlerde güya size destek olur gibi görünen bu kişi, yavaş yavaş kendi ayaklarınız üzerinde durmaya başladığınızda size yüz çevirmiş. Niye? Çünkü illaki siz de onun kadar çile çekeceksiniz!

Göçmenlik hiyerarşinin değişmeyen kurallarından olan bu durum bazen acı yarıştırmaya da dönüşebiliyor. Örneğin bir Ankara Anlaşmalı “15 aydır ailemi göremiyorum. Home Office vize sonucumu bir türlü açıklamıyor” dediğinde yanındaki birinci göç akınıyla gelen göçmen “o da bir şey mi, biz yıllardır gidemedik. Biz gemileri yakıp geldik buraya!” diyor. Ve ekliyor, “siz hiç zahmet nedir görmediniz. Biz geldiğimizde burada bir tane Türk bakkalı yoktu!” Veya bu sohbeti tersine de çevirelim. Şimdi de bir Ankara Anlaşmalı konuşuyor: “Adam geldiğinin ertesi günü Job Center’a gidip maaş almaya başlamış. Ardından belediye evine yerleşmiş. Yetmemiş part time çalışıyorum göstermiş, bir sürü yardıma başvurmuş. Bana çektiği çileden söz ediyor. Biz burada beş sene boyunca bırakın yardım almayı istediğimiz işi bile yapamıyoruz.”

Kuşkusuz tüm göçmenlerin aynı tutum içinde olduklarını söylemiyoruz, ancak “göçmenlikte acı yarıştırma” mevzusu çoğu göçmenin başına gelmiş bir hadisedir. Esasında, birinden, onun başına gelmiş kötü bir şey dinlerken haz almak, iyi bir şey dinlerken ise için için kıskanıp bunu değersizleştirmeye çalışmak göçmenlere değil bencil, değerleri olmayan insanlara özgü bir davranıştır… 


* Sizin de böyle bir deyeniyimiz olduysa lütfen yorumlarda paylaşın... 

İngiltere – Fransa “göçmenlerin geri kabul anlaşması” insan hakları açısından tartışma yaratıyor

No comments

11 July 2025

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Fransa ile varılan göçmen iade anlaşmasını "çığır açıcı" olarak nitelendirdi. Ancak insan hakları savunucuları ve göçmen hakları örgütleri, bu pilot uygulamanın temel hak ve özgürlükler açısından endişe verici boyutlara ulaşabileceğini belirtiyor.



Anlaşmaya göre, İngiliz güvenlik güçleri, her hafta Manş Denizi’ni küçük teknelerle geçen 50 kişiyi gözaltına alarak Fransa’ya geri gönderecek. Bu kişilerin biyometrik verileri kaydedilecek ve tekrar İngiltere’ye geçmeleri halinde yeniden iade edilecekler. İngiliz hükümeti, Fransa'nın "güvenli bir ülke" olduğunu belirterek insan hakları temelli itirazların başarılı olma ihtimalini düşük görüyor. Ancak bu yaklaşım, mülteci hukukunun temel ilkeleriyle çelişebilecek bir uygulamaya işaret ediyor.

Yenilik olarak sunulan "güvenli ve yasal başvuru yolu" ise çevrimiçi başvuru sistemiyle işletilecek. Göçmenler bu platform üzerinden güvenlik kontrollerine tabi tutulup vize başvurusu yaparak İngiltere’ye yasal yollardan giriş yapabilecek. Ancak sistemin ne zaman tam olarak işler hâle geleceği, kimlerin bu haktan yararlanabileceği ve başvuru sürecinin ne kadar şeffaf olacağı henüz belirsiz.

Uzmanlara göre, anlaşma göçmen kaçakçılarına karşı verilen mücadelede sembolik bir adım olabilir. Haftada 50 kişinin iadesi, deniz yoluyla gelen göçmenlerin yalnızca küçük bir kısmını kapsıyor. Ayrıca anlaşmanın Fransa içinde ve diğer Avrupa ülkelerinde nasıl karşılanacağı da henüz net değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, uygulamanın başlaması için diğer AB ülkelerinin onayının da önemli olduğunu vurguladı.

Göçmen hakları savunucuları, bu tür politikaların insan kaçakçılığıyla mücadelede etkili olamayacağını, aksine göçmenlerin daha tehlikeli rotalara yönelmesine sebep olabileceğini belirtiyor. İngiltere ve Fransa’nın, sınır güvenliğine odaklanmak yerine, mültecilerin neden kaçtığına dair yapısal sorunlara eğilmesi ve uluslararası koruma yükümlülüklerini gözetmesi gerektiği vurgulanıyor. Anlaşma, geçmişte defalarca reddedilmiş bir öneriyi hayata geçirirken, göçmenlerin insan hakları perspektifinden korunup korunmadığı sorusunu da yeniden gündeme taşıyor.

 Kaynak: The Guardian

ABD'den sekiz göçmeni zorla Güney Sudan'a gönderme kararı

No comments

06 July 2025

ABD'de yargı kararıyla sekiz göçmenin Güney Sudan’a sınır dışı edilmesinin önü açıldı. Vietnam, Güney Kore, Meksika, Laos, Küba ve Myanmar gibi ülkelerden gelen hüküm giymiş göçmenlerden oluşan sekiz kişinin hukuk mücadelesi sonuç vermedi. Mahkeme, avukatlarının savunmalarını yeterli görmeyerek göçmenlerin son umutlarını da tüketti.



Göçmenlerin avukatları, Güney Sudan’daki iç savaş ve istikrarsızlık nedeniyle müvekkillerinin hayati tehlike ile karşı karşıya kalacaklarını vurguladı. Amerikan hükümetinin kendi vatandaşlarına bile seyahat etmemelerini önerdiği bir ülkeye, sekiz kişinin gönderilmesi, uluslararası insan hakları normlarına aykırı olduğu yönünde eleştirileri beraberinde getirdi.

Seattle Clemency Project’ten avukat Jennie Pasquarella, mahkemenin bu kararını “trajik” olarak nitelendirdi. “Her iki mahkeme de bu insanların iddialarını duyma ve hayatlarını koruma şansını ellerinden aldı. Bu karar, onları potansiyel bir ölüm riskiyle baş başa bırakıyor,” diyen Pasquarella, kararın insani boyutunun göz ardı edildiğini söyledi.

Trump yönetiminin uzun süredir sürdürdüğü yüksek profilli sınır dışı politikaları, özellikle ciddi suç geçmişi olan göçmenler üzerinden kamuoyuna "sert göç politikası" mesajı vermeyi hedefliyor. Ancak insan hakları savunucuları, bu tür uygulamaların göçmenleri cezalandırma amacı taşıdığını ve hukukun temel ilkeleriyle bağdaşmadığını savunuyor.

Bu olay, göçmen hakları konusunda ABD yargısının sınırlı inisiyatif alanını ve hükümet politikalarının bireylerin yaşam hakkı üzerindeki etkisini bir kez daha gözler önüne serdi. Özellikle savaş ve şiddet ortamlarına gönderilen bireylerin durumlarında, uluslararası hukukun gözetilmesi gerektiği yönündeki çağrılar giderek daha yüksek sesle dillendiriliyor. Göçmenlerin birer "yasal sorun" değil, "insan" olduğu gerçeği yeniden hatırlatılıyor.

Formun Üstü

Formun Altı

 

Kaynak: The Guardian

“Hepimiz Göçmeniz” Etkinliği 12 Temmuz’da Goldsmiths, University of London’da

No comments

05 July 2025

New Vic Borderlines ve Migrant Futures Institute tarafından organize edilen “We Are All Migrants – Hepimiz Göçmeniz” başlıklı etkinlik, 12 Temmuz, Cumartesi günü  Goldsmiths, University of London'da gerçekleştirilecek. 







Etkinlik kapsamında 12 Temmuz, Cumartesi günü saat 13.00 ile 16.00 arasında Richard Hoggart Binası’nda halka açık atölyeler düzenlenecek. Atölyeler, katılımcıların kendi göç hikâyelerini paylaşmalarına ve farklı kökenlerden gelen insanlarla ortak noktalar bulmalarına olanak tanıyacak. Etkinlik ücretsiz olsa da sınırlı kontenjan nedeniyle kayıt yaptırmak gerekiyor.

Günün akşamında ise saat 19.00’da George Wood Tiyatrosu’nda “Londoner” adlı tiyatro oyunu sahnelenecek. 16 yaş üzeri izleyicilere hitap eden tek kişilik bu performans, Fatma adlı bir kadının Türkiye-Suriye sınırındaki küçük bir Kürt köyünden başlayıp, Kıbrıs üzerinden Londra’ya uzanan göç yolculuğunu etkileyici bir dille anlatıyor. Londra TV’nin sempatik sunucusu Fatma Yüksel’in daha önce Türkçe olarak Londralı olarak sergilediği tek kişilik oyun etkinlik kapsamında bu defa İngilizce olarak sahnelenecek.

We Are All Migrants  etkinliği göçün sadece ekonomik ya da politik değil, aynı zamanda psikolojik ve kültürel bir deneyim olduğunu vurgularken, bireylerin kendi hikâyelerini paylaşarak ortak bir toplumsal bellek oluşturmasını hedefliyor. Organizasyon ekibi, “Herkesin bir göç geçmişi vardır – ister kendi yolculuğu, ister ailesinden gelen miras” diyerek tüm toplumu bu anlamlı buluşmaya davet ediyor.

Etkinliğin biletleri, Eventbrite üzerinden temin edilebilir.

 

Mültecilik: suç işledikçe görünür, ezildikçe görünmez olmak

No comments

20 June 2025

Heykel: Bruno Catalano


Tuncay Bilecen, tuncaybilecen@gmail.com

Bugün 20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü…

Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre, 2020'nin sonu itibariyle dünyada 82,4 milyon mülteci veya sığınmacı bulunuyor. BM, mültecilği: "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi" şeklinde tanımlıyor.

Genel kullanımda “göçmen”, “sığınmacı”, “mülteci” kavramlarının karıştırıldığı ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı görülse de mültecilikte “zorunlu bir göç” olgusunun bulunduğunu ve “mülteciliğin” aynı zamanda hukuksal bir statü olduğunu belirtelim.

ASAYİŞ VE SOSYAL DÜZENE TEHDİT

Güvenlikçi politikaların, temel insan hakları ve hukuk devletinin önüne geçtiği günümüzde mültecilik ve mülteciler bir hukuksal statü olarak değil asayiş ve sosyal düzene bir tehdit olarak algılanıyor.

11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından yaygınlaşan güvenlikçi söylem, kapitalizmin yapısal ve döngüsel krizleri derinleştikçe hedef tahtasına en kırılgan ve kolay hedef olan göçmenleri koydu. Sağ popülizmin söylem dünyasında bereketli bir malzeme teşkil eden göçmenler artık her türlü fenalığın, bozulmanın, kötülüğün müsebbibi idi.

-       Ekonomi kötüye gidiyor?

-  Çünkü çok göçmen geldi, tüm yardımları alıyorlar. Bütçeni çoğu bedavadan geçinen göçmenlere gidiyor.

 

- Asayiş bozuldu, sosyal sorunlar var.

- Çünkü çok göçmen geldi. Toplumun yapısını, kimyasını bozdular. O yüzden ahlakımız da bozuluyor.

 

- İşsizlik artıyor.

- Çünkü çok göçmen geldi. Ucuza çalıştıkları için elimizdeki işleri de aldılar.

İNSAN-ALTI BİR KATEGORİ

Sağ popülist siyaset bu bereketli malzemeyi tepe tepe kullandıkça ekonomik kriz nedeniyle eski konforunu yitiren, güvencesizleşen ve gelir kaybına uğrayan kesimler için çok kullanışlı bir nefret objesi ortaya çıktı: göçmenler… 

British jobs for British workers” sloganının gölgesinde gerçekleştirilen Brexit referandumundan Fransa’dan, İsveç’e, İtalya’dan Almanya’da ırkçı partilerin tırmanışına kadar Batı dünyasında göçmenlerin söylem düzeyinde bir nefret objesi olarak kullanım alanının yaygınlaştığını görüyoruz. Burada “obje” özne olamamış, özne dahi kabul edilmeyen, edilgen, eğreti bir varoluşu sembolize ediyor. İrfan Aktan’ın gerçekleştirdiği söyleşide Tanıl Bora bu durumu şu şekilde ifade ediyor: Göçmenler insan-altı bir kategori gibi görülüyorlar. Kayıt dışı ve insan dışılar, kağıtsızlar, statüsüzler; bir ‘fazla’ veya ‘artık’ nüfus teşkil ediyorlar; onlara her şey yapılabilir. Bir yandan da müthiş bir tehdit kaynağı sayıldıkları için, üzerlerinde tepinilebilecek bir yığın olarak görülüyorlar. Kendilerini ‘yerli’ kabul eden, hasbelkader bir memlekette yerleşik olan insanların tehdit algılarına hitap etmeye çok elverişliler.”

"BEN GÖÇMENLERE KARŞI DEĞİLİM AMA BU KADARI DA FAZLA!"

Elbette göçmen, mülteci karşıtlığı ve düşmanlığını sadece sağ popülist siyasete mal edemeyiz. Dolaşıma girdikçe çoğalan ve yaygınlaşan bu söylemlerin her kesimden birçok alıcısı bulunuyor. Bu konudaki neşriyat arttıkça nefret kervanına katılanların sayısı da artıyor. “Ben göçmenlere karşı değilim ama bu kadarı da fazla!” diye başlayan yakınmalar, göçmenlere “artık” negatif ayrımcılık uygulanması gerektiğini hatırlatan tehditkâr cümlelerle bitiyor: “Hepsini göndereceksin geldiği yere!” Bu yönüyle mültecilik makul ve makbul vatandaşlığa da bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla aynı suçu makbul vatandaşın işlemesiyle zaten potansiyel tehlike olan mültecinin işlemesi farklı yorumlara yol açıyor. Temel insan haklarına, hukukun en temel prensiplerinden biri olan suçta ve cezada yasallık ilkesine aykırılık teşkil etse de bunu savunan kişiler güvenlikçi bahanelerin arkasına kolayca sığınabiliyor.

SUÇ İŞLEDİKÇE GÖRÜNÜR, EZİLDİKÇE GÖRÜNMEZ OLMAK

Günden güne yayılan mülteci karşıtlığının ilginç bir boyutu da tekil örneklerle yapılan genellemelerin meselenin özünün kaçırılmasına yol açması… Bu sayede göçmenler şeytanlaştırılırken; ülkenin olmayan sınır politikası, olmayan göçmen politikası ve olmayan entegrasyon politikası tartışma konusu bile edilmiyor. Ezcümle, kamusal alanda göçmen tartışmaları meseleyi ortaya çıkaran nedenlerle değil, bu nedenlerin yol açtığı kriminal tekil örnekler üzerinden yapılıyor. Böylece sınıfsal piramidin en altında yer alan; güvencesiz, kayıtsız, kağıtsız, ucuz işgücü olan göçmenlerin sınıfsal konumları da kendileri gibi görünmez hale geliyor. Ne yazık ki milyonlarca yoksul göçmen ancak suç işlediklerinde görünür oluyorlar.  

Yazıyı, Kemal Siyahhan’ın mülteci kitabından, bir Afgan mülteci olan Abdülmelik’in sözleriyle bitirelim: “Dünyanın neresine giderseniz gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.”

 

Sınırların ve pasaportların olmadığı bir dünya özlemiyle… 

Bizim ne işimiz var burada!

8 comments

13 June 2025

Güzel kardeşim mis gibi işin, şahane maaşın var; orada düzenin kurulu, ne işin var Londra’da? Buranın havası hava değil, canım memleketimin yeşili ayrı yeşil denizi ayrı deniz, ne ararsan elinin altında, boş ver sen kal ülkende... Yıllarını göçmen olarak yurt dışında yaşamış bazı güzidelerimiz başka diyarlara göç etme niyeti olanlara böyle akıl veriyor bazen.



                                                                                                          Charlie Chapter


Öyle mi? Buyurun o zaman sizi alalım güzel yurdumuza...


Göçmenliğimin ilk günlerinde bir tanıdık vasıtasıyla Türkçe yayınlanan bir gazeteye iş görüşmesine gitmiş, çok bilmiş beyefendiye CV'mi uzatmıştım. Şöyle bir göz ucuyla bakmıştı cv'me ve sonra bana "Burası öyle bir memleket ki hanımefendi, havalimanına iner inmez şimdiye kadar yaptığınız her şeyi unutmalısınız, burada cv'nizin ne kadar iyi olduğunun bir önemi yok" demişti.

Burası bambaşka bir dünyaydı ve ben özgeçmişimle birlikte burada bir böceğe dönüşmüştüm. Usulca cv'mi önünden alıp çantama geri koyup sonra da esenlikler dileyerek yanından uzaklaşmıştım.


Izgarada bacon pişiyordu ve kafede son ses Sibel Can çalıyordu. İngiliz müşteriler “kapa artık şu müziği” diyor, patron kimseyi iplemiyor müziğin sesini sonuna kadar açıyordu. Londra'nın göbeğinde kimliğinin hakkını veriyordu abimiz. Büyük dayım bir görüşmemizde "kızım sen caaanım plazadan çık, kafede çalışmaya başla olacak iş değil" diye burun kıvırmıştı yeni kariyerime. Ben ise kafedeki mesaime doğru ilerlerken kendimi Stanley and Iris filmindeki Jane Fonda kadar güçlü ve gururlu hissediyordum.  Alnımın teriyle çalışmamın nesi tuhaftı? Değişik insanlar görüyor onları izliyor küçük notlar alıyordum arada. Her şey gayet normal ve güzeldi bence.

Bir keresinde çok sevdiğim Londra'ya turist olarak geldiğimde, caddenin birinde gecenin bir vakti mini eteğimle kendimi bir aşağı bir yukarı nedensizce koşarken bulmuştum. O zamanların sevgilisi şimdilerin çocuğumun babası yarim, deli danalar gibi koştuğumu görünce bana “ne yapıyorsun?” diye sormuştu gülerek, "ben bu ülkede kendimi çok özgür hissediyorum!" diye haykırmıştım. Gezi'den hemen sonraydı.  Özgürlüğümün kısıtlandığını daha çok hissetmeye başladığım günlerdi.  Beyaz yakalılar dünyasındaki çetrefilli ilişkiler ve etrafımdaki insanların samimiyetsiz tavırları derken her şey bir araya gelmiş, yoğun bıkkınlık hissiyle kaçmış buralara gelmiştim. Üstelik geldiğimde her şey bugünkü kadar kötü de değildi canım memleketimde. Hayatımın öngörüsüydü belki de ve göçme kararı almıştım.

İlk işim tezgâhtarlıktı. Afrika kumaşları satılan minik bir dükkândı. Siyah tenli beyaz dişli bir arkadaşımla beraber dükkânı açıp kapıyorduk. Esnaf olmuştum. Kendi kendime dükkânın önüne iki iskemle bir de tavla attık mı, bir de demlik ve çaydanlık ayarladım mı bu iş tamam, diyordum. Özgür ve mutluydum; geleceğe güvenle bakıyordum fakat tezgâhtarlık konusunda pek muvaffak olamamıştım. İnci dişli güzel kardeşim benimle iletişim kurmamış, beni biraz incitmişti ama olsundu.  Günü gelecek tüm bunları bir yerde yazacaktım. Hayatı boyunca pek fazla dibe batmamış biri olarak bunlar heybeciğime attığım bir avuç malzeme, geleceğe  manidar bir yatırım gibi geliyordu. Hem pek çok yazar çizer hep zor günlerden geçmemiş miydi; işte bunlar da benim o günlerimdi.

Evde kuru fasulye pilav pişiyor, cacıkla rakı içiliyor, Neşet Ertaş dinleniyordu.  Çok şükür bu yaştan sonra asimile olacak halimiz yoktu. Yerimiz yurdumuz belliydi. Londra'nın göbeğinde vatanımızın geleceği için oy kullanırken gözümüzden hıçkırıklı gözyaşı dökmüşlüğümüz vardı. İnsan gurbette daha farklı oluyordu. Güreş müsabakasında dünya birincisi olmuşken ve ay yıldızlı bayrağımız en yukarıya taşınırken hissedilen tüylerin diken diken olma hali gibiydi gurbette oy verme.  

Bence havalimanları bir şehir ve ülke hakkında pek çok ipucu verir. Vatanıma her gittiğimde daha havalimanında bile birçok farklılık hissetmeye başlamıştım. Orada kalan dostlarım arkadaşlarım zaten değişimin artık daha hissedilir olduğundan söz ediyorlardı. Sen uzaktan maval okuma diyenler oluyordu elbette ama hepimizin bildiği üzere bazı şeyler uzaktan daha iyi fark edilebiliyordu. Üzülüyorduk, çok üzülüyordum. Kaçıp gideceğine ülkende kalsaydın diyen dostlarımın da ülkemizde benim gibi üzülmek dışında bir şeyler yaptığına bir eyleme geçtiğine şahit olamamıştım. Olsun onlar benden daha vatanseverdi; çünkü Türkiye sınırları içindeydiler.


Sonra birçok arkadaşım bana göç etme niyetinden bahsetti. Kimseye sakın gelme demedim. Aksine herkese bildiğim kadarını anlattım, onlara elimden geldiğince cesaret vermeye çalıştım. Ben yapabildiysen siz de yapabilirsiniz dedim, dönmek isteyene gitme, dayan dedim. Bir avukat mesleğini burada yapamayacağını bile bile buralara gelmeyi göze aldıysa mutlaka bunun bir nedeni vardır. Yılların mühendisi ben bisikletle pizza dağıtıcam diyorsa bir şeyler canına tak etmiştir. Bir yazar çocuğunu alıp başka dillere doğru yollara düşüyorsa, bir marangoz bana orada daha çok değer verirler diyorsa ya da bir kız çocuğu kendini daha özgür hissetmek için, bir erkek çocuğu baskılara dayanamadığından, bir öğretmen yıllardır atanamadığı ve aç kalmak istemediği için buralara geliyorsa birilerinin gözü dönmüş ve bir şeyler ters gidiyor demektir. Birileri oralarda mutsuz demektir. Hakkettiği mutluluğu aramak isteyen canım insanlara “ne işin var buralarda ya da ne işin var oralarda?” deniyor.

Bir kız çocuğu ve bir kız çocuğunun annesi olarak ben kararımdan ötürü mutluyum. Başka bir ülkede, o ülkenin vatandaşı bile değilken daha çok saygı duyulduğunu hissediyorum. Kendi ülkemde duymadığım kadar çok teşekkür ediliyor, özür dileniyor. Ya sıradayken kuyruktayken birinin araya kaynamaması bile birini huzurlu hissettirir mi? İnşaatın altından geçerken kafama tuğla düşer mi diye endişelenmemek, yaya kaldırımdan geçerken bu araba acaba durur mu diye düşünmemek, daha birçok gündelik ve basit örnek sıralanabilir elbette... Bunlar kendimi iyi ve huzurlu hissettiriyor. Sırf bu nedenlerle bile evet bizim işimiz var buralarda. Gönül ister ki vatanımıza aynı iç huzuruyla yasayabilecek günler gelsin, hepimizin güneşli günleri olsun.


İngiltere’de net göç rakamları yarı yarıya düştü

No comments

31 May 2025

Birleşik Krallık’ta 2024 yılında net göç, bir önceki yıla kıyasla neredeyse yarı yarıya azalarak 431.000’e geriledi. Ulusal İstatistik Ofisi (ONS), bu keskin düşüşün arkasında “özellikle öğrencilerin aile üyeleri olmak üzere, çalışmak ve eğitim amacıyla gelenlerin sayısındaki azalma” olduğunu açıkladı. 2023’teki net göç 800.000’in üzerindeyken, son rakamlar hükümet politikalarının ve pandeminin gecikmiş etkilerinin göç dengelerini nasıl şekillendirdiğini gözler önüne serdi. 



Muhafazakar Politikaların Etkisi 

ONS analizine göre, düşüşün temel nedeni, eski Muhafazakar hükümetin 2023 sonunda getirdiği kısıtlamalar. Bakım işçilerinin ve öğrencilerin ailelerini ülkeye getirmesini yasaklayan düzenlemeler, özellikle “öğrenci dependant” kategorisinde 100.000 kişilik bir azalmaya yol açtı. Ayrıca, AB dışından gelen çalışanların sayısı 100.000, bu kişilerin aile üyeleri ise 80.000 azaldı. Muhafazakar siyasetçiler, düşüşteki paylarını vurgularken, pandemi takip eden dönemde uluslararası hareketliliğin normalleşmesinin de etkili olduğu belirtiliyor. 

Labour Hükümeti İçin “Memnuniyet Verici” Ama Yol Uzun

Geçen yılki seçim kampanyasında göçü azaltma sözü veren Labour hükümeti, bu düşüşü “önemli ve memnuniyet verici” olarak nitelendirdi. İçişleri Bakanı Yvette Cooper, “Beyaz Kitap’ta net göçü daha da düşürmek için radikal reformlar önerdik” açıklamasını yaptı.

Zorunlu Geri Gönderimler Artıyor Ancak AB Engeli Devam Ediyor

Göçmen politikalarındaki sıkılaşma, zorunlu geri dönüşlerde de kendini gösterdi. Son bir yılda 30.000 kişi (başarısız sığınmacılar, suçlular ve vizesizler) ülkeden çıkarılırken, zorla geri gönderimler pandemi öncesine kıyasla %20 artışla 7.000’i aştı. Labour’ın 1.000 ek personel istihdam etmesi, bu artışta etkili oldu. Ancak AB ile varılan Brexit anlaşması sonrası geri dönüş protokolünün olmaması, Fransa’ya iadeleri imkansız kılıyor. Küçük botlarla gelen 38.000 kişiden  2.240’ı geri gönderildi.  

Afganlar En Büyük Grup, Sığınma Başvurularında Artış

İltica başvurularında Afganlar (%16) başı çekerken, Mart 2025’e kadar 109.343 kişi sığınma talebinde bulundu. Bu, bir önceki yıla göre %17’lik bir artış anlamına geliyor. Başvuruların üçte biri küçük botlarla, diğer üçte biri ise vizeyle gelenlerden oluşuyor. 

Sonuç: Rakamlar Düşüyor Ama Siyasi Tartışma Bitmiyor

Net göçteki düşüş, hükümetlerin politikalarının istatistiklere yansıdığını gösteriyor. Ancak sığınmacı akını ve AB ile yaşanan geri dönüş sorunu, göç meselesinin hâlâ İngiltere’nin gündeminde üst sıralarda yer alacağının işareti. Labour’ın “radikal reform” vaadiyle Reform partisine kayan seçmenleri geri kazanma manevraları ne kadar ne kadar etkili olacağını zaman gösterecek. 


Avrupa Konseyi Lideri: "Göçmen Hakları, AİHM’in Tarafsızlığı İle Doğrudan Bağlantılı"

No comments

25 May 2025

Avrupa Konseyi Genel Sekreteri Marija Pejčinović Burić, İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) göçmen haklarına ilişkin kararlarının siyasi tartışmalara kurban edilmemesi gerektiğini vurguladı. 25 Mayıs 2025’te yaptığı açıklamada Burić, özellikle sığınmacıların geri gönderilmesi yasağı ve insani koşullar gibi konularda AİHM’in belirleyici rolünün altını çizdi.




Göçmen Krizi ve AİHM’in Kritik Kararları

Son yıllarda artan göçmen hareketleri, Avrupa’da pek çok ülkenin sınır politikalarını sertleştirmesine neden oldu. AİHM ise, göçmenlerin insan hakları ihlallerine karşı son çare mekanizması olarak devreye giriyor. Örneğin, Yunanistan’daki aşırı kalabalık mülteci kampları veya Polonya-Belarus sınırındaki geri gönderme iddiaları gibi davalarda mahkeme, ulusal hükümetleri uyarıcı kararlar aldı. Ancak bazı ülkelerin bu kararları "iç işlerine müdahale" olarak yorumlaması, AİHM’in otoritesini zedeliyor.

Burić’ten Çarpıcı Uyarı: "Hukuk, Sınır Politikalarının Önünde Olmalı"

Strazburg’daki bir insan hakları panelinde konuşan Burić, “AİHM’in göçmenlerin yaşam hakkı, işkence yasağı ve aile birliği gibi temel haklara dair kararları, siyasi kaygılarla görmezden gelinemez” dedi. Özellikle Macaristan ve İtalya’nın son dönemde sığınmacıları geri gönderme politikalarının mahkeme tarafından defalarca ihlal olarak nitelendirildiğini hatırlatan Burić, “Göç, bir insan hakları meselesidir ve çözümü uluslararası hukukla uyumlu olmalıdır” ifadelerini kullandı.

Sivil Toplum: "AİHM Kararları Uygulanmazsa Kriz Derinleşir"

Uluslararası Af Örgütü ve Mülteci Hakları Merkezi gibi kuruluşlar, Burić’in çağrısını destekleyerek, AİHM’in göçmenler lehine aldığı kararların uygulanmamasının insani krizi büyüteceği uyarısında bulundu. Örgütlerin hazırladığı raporlarda, Yunan adalarındaki kamplarda çocukların kötü muamele gördüğüne dair AİHM kararlarının hâlâ hayata geçirilmediği öne sürüldü.

Çözüm Önerisi: Diyalog ve Hukuk İş Birliği

Burić, göçmen hakları konusunda yaşanan gerilimlerin aşılması için üye devletlerle daha etkin bir iş birliği çağrısı yaptı. “AİHM, devletlerin egemenlik haklarını kısıtlamak için değil, insan onurunu korumak için var” diyen Burić, yargıçların göçmen davalarında siyasi baskılardan uzak hareket etmesinin şart olduğunu vurguladı.

Sonuç: İnsan Hakları ile Sınır Güvenliği Arasındaki Denge

Uzmanlar, Avrupa’nın göçmen krizi karşısında sınır kontrollerini artırma ihtiyacı ile AİHM’in insan hakları garantileri arasında denge kurmakta zorlandığına dikkat çekiyor. Burić’in uyarılarına rağmen, bazı hükümetlerin mahkeme kararlarını uygulamama ısrarının devam etmesi halinde, hem göçmenlerin hakları hem de Avrupa’nın hukuk birliği risk altında kalabilir. İnsan hakları savunucuları, “Göçmenler siyasi malzeme değil, hakları olan bireylerdir” diyerek acil adım talep ediyor.


Kaynak: The Guardian


© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan