Ramazan Yaylalı, birkaç yıl önce Viyana'ya göç eden Tunceli Belediyesi eski Eşbaşkan Yardımcısı Hüseyin Tunç ile göç deneyimi üzerine konuştu.
“Göçmenseniz hayata 'en alttan’ başlıyorsunuz" (YOUTUBE SÖYLEŞİSİ)
Hiç yorum yok06 Nisan 2023
4/06/2023Göçmenler ve “Bodyshaming”
1 yorum17 Şubat 2025
2/17/2025“Görünmenin”
o dayanılmaz ağırlığı!
Alman haftalık gazetesi “Die Zeit” yine ilginç bir söyleşiye sayfasında yer vermiş. Söyleşinin merkezinde Ortadoğu kökenli üç göçmen genç kadın var: Özlem, Nika ve Yasemin'e mahrem bir konu üzerinde fikirleri sorulmuş. Söyleşinin konusu, söyleşiye katılan ve Almanya'da yaşayan bu Ortadoğulu genç kadınların, çok ilginç bir nedenden ötürü kendilerini dışlanmış olarak görmesi. https://www.zeit.de/zett/2022-02/koerperbehaarung-frauen-mobbing-jugend-erfahrungsbericht[1]
Konuyu biraz daha açarsak; üç genç göçmen kadın, sahip oldukları vücut tüyleri -evet yanlış okumadınız- kara tüyleri yüzünden Alman toplumunda kendilerini dışlanmış hissettiklerini iddia ediyorlar.
Anlattıklarından
son derece seküler ve modern bir hayat tarzına sahip olduklarını düşündüğümüz
üç genç kadının, esmer tüyleri yüzünden ötekileştirilmeleri küçük ve ironik bir
mesele gibi görülse de anlaşılan “Die Zeit” için durum pek de öyle değil.
Söyleşinin
tümünü bu yazıda özetlemek mümkün olmadığı için söyleşiye katılan üç kadından
biri olan İran asıllı Nika'nın anlattıklarına bir göz atalım. Nika söyleşide
özetle şunları dile getiriyor. Orta okulda aşık olduğu Alman bir sınıf arkadaşının
ona yaklaşarak bıyıklarının olduğunu söylemesi Nika'yı şok etmiş. O an gülüp
geçmiş Nika, ancak okuldan sonra hemen annesiyle birlikte kozmetik ürünler
satılan bir dükkâna gidip, kadınlar için üretilen tıraş bıçağını almış ve yüzündeki
kara tüyleri yok etmeye çalışmış.
Tabii olay bununla
da bitmemiş, Nika o günden itibaren vücut tüylerini düzenli olarak almaya
başlamış ve mümkün olduğunca erkeklerle yan yana oturmamaya karar vermiş. Vücut
tüylerini almaya üşendiği bazı günlerde ise kapalı uzun elbiseler giyerek vücut
tüylerini kamufle etmeye çalışmış.
Yine bir yaz
döneminde, annesiyle birlikte İran'a; yani memleketine gittiğinde, orada yaşayan
kuzenlerinin de tıpkı kendisi gibi siyah tüylere sahip olduğunu fark etmiş,
fakat bu konuda kuzenlerinin hiç bir komplekslerinin olmadığını, ayrıca bu
durumun toplum içinde itici bir unsur ve kusur olarak görülmediğini fark edince
çok şaşırmış.
Gel zaman git
zaman Nika bu gerçeği kabullenmiş ve içinde yaşadığı Alman toplumuna inat
tüyleriyle, daha doğrusu bedeniyle barışık olmayı öğrenmiş. Hatta işi o kadar
ileriye götürmüş ki, “Only Fans"te çıplak tüylü vücudunu sergilemeye kadar
ileri gitmiş. Bu resimlerin altına yapılan yorumlar genellikle vücut tüylerini
alması doğrultusunda oldukça sert ve onur kırıcı oluyormuş ama Nika mümkün
olduğu kadar yorumlara aldırmamaya çalışmış.
Daha sonrasında
bu provokatif sergileme olayına başka bir mecrada; Instragam'da devam etmiş. Kendini takip eden
kitleyi provoke etmek adına tüylü kıllı çıplak fotoğraflarını eklemeye devam
etmiş. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi resimlerin altına yapılan yorumlar artık
o kadar sert ve iğrenç bir hale gelmiş ki, sonunda Nika bütün bu baskı ve sözlü
şiddete dayanamayıp tüylü çıplak fotoğraflarını Instagram sayfasından
silmiş.
Ergenlik
döneminde yaşadığı bu olaylardan sonra, yani uzun zamanlar sonra, Nika vücut tüylerini
tekrar almamaya karar vermiş ve herkese inat resimlerini yine aynı şekilde
sosyal medyada yayınlamaya devam etmiş. Gittiği ortamlarda insanların ona tuhaf
tuhaf bakmalarına artık aldırmadan kendini bu duruma alıştırmaya çalışmış.
Toplumun onun hakkında ne düşündüğünü artık ciddiye almamayı öğrenmiş ve gerçek
anlamda kendisi gibi olmayı, yani etnik kimliğinin bir parçası olan esmer
bedeni ve tüyleriyle, toplumun ona dayattığı kalıplara sığmamak için bugüne dek
savaşmaya devam etmiş.
Lookism
Nika'nın ve
Nika gibi Ortadoğulu göçmenlerin etnik kimliklerinin somut simgesel parçası
olan görünüşleri üzerinden yaşadığı ötekileştirme istisnai bir durum değil. Sahip
olduğunuz görünüm ya da suret, size benzemeyen başka bir toplumda hangi etnik
gruba ait olduğunuzu oldukça kolay deşifre eden bir etkendir.
Dolayısıyla
öteki ile karşılaşmada, ilk bakışta, göçmenlerin sahip oldukları kimliğin
tarihsel bir parçası olan suretleri üzerinden hızlıca bir kategori (ve genellikle
negatif bir şekilde) içine yerleştirilmeleri çok olağan bir durum haline
geliyor -özellikle de Avrupa'da yaşayan Ortadoğu ve Afrika kökenli göçmenler
için.- Yani burada “bodyshaming”in bir tür etnik-göçmenlik versiyonu ile karşı
karşıyayızdır aslında.
“Suret”
üzerinden sahip olduğunuz kimlik, hangi simgesel dünyaya ya da toplumsal değere
işaret ediyorsa ona göre ya pozitif ya da negatif bir önyargı oluşturabilir.
Eğer ortalama beyaz bir Avrupalı suretine sahipseniz, bu yargılama ya da kategorileştirme pozitif
bir yönde de tezahür edebilir. Sarı saçlı mavi gözlü Batılı birini anımsatıyorsanız
bu negatif yargılamadan muaf kalma olasılığınız yüksek olabilir - en azından
bir süre için-. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra mavi gözlü sarı saçlı
mültecilerin Avrupa'da daha çok arzulandığını hatırlayalım.
Nika'nın
sahip olduğu etnik-görünüm yüzünden kendisinin öteki tarafından negatif bir
kategori içine sokulması sadece göçmenleri rahatsız eden bir mesele değil, daha
doğrusu sadece göçmenlikle ilgili bir olgu değil. Çağımızda “görünüyorum,
öyleyse varım” paradigmasının toplumsal kabulünden bu yana “nasıl göründüğümüz”
toplumsal kimliği aşan benliğin bir parçası haline geldi.
Lookism
çağında örneğin; obezite bir birey “bodyshaming” gerçekliği altında toplum içinde
disiplinsiz, sağlıksız ve başarısız olarak kategorileştirilmesine neden
olabiliyor.
Çünkü
sahip olduğunuz imge; yani yaşadığınız toplumun standartları
dışında kalıyorsa (obez olmanız, fit bir vücuda sahip olmamanız, belli bir güzellik
standardına –“Schönheitsideale”- sahip olmamanız), uğrayacağınız ayrımcılık en
az siyahi bir göçmenin ten renginden dolayı
yaşadığı ayrımcılık kadar sert ve şiddetli olabiliyor.
Zira
literatürde son elli yıldır oldukça geniş bir yer kaplayan ve "İdeal Beden/Güzelik/Bodyshaming/Selfoptimization"
gibi olgular üzerine yapılan çok sayıdaki sosyolojik tez ve araştırmalara
bakıldığında; bu meselenin öyle çok hafife alınmayacak bir mesele olduğuna
kolaylıkla ikna olabilirsiniz. Dış görünüşün toplum içinde nasıl önyargılı bir algıya
yol açtığına dair çok sayıda araştırma söz konusu.
Bahsi
geçen araştırmalara bir örnek olarak; Alman ulusal Kanalı SWR bu konuyu
"Body-Shaming“[2] başlığı
altında elle alırken, Almanya'da belli bir standart-beden ölçüse sahip olmayan Almanların
toplum tarafından dışlandığını iddia ediyor. SWR'nin iddiasına göre "obez bir
bedene sahip olmak" genellikle Alman toplumunda tembellik, sağlıksız
beslenme alışkanlıkları, karakter zayıflığı veya disiplin eksikliği ile eş
anlamlı tutuluyor.
Arama
motoru Google'a “Bodyshaming” yazdığınızda buna benzer pek çok akademik ve
basında çıkmış makale ile karşılaşırsınız.
Kısacası,
sahip olduğumuz görüntü postmodern bir dünyada benliğimizin artık çok önemli
bir parçası. Bu gerçeklik altında "Beden/Görünüm" ya da "Suret"
basit bir biyolojik nesneden çok postmodern bireyin kimliğinin
parçası haline geliyor, tıpkı etnik ya da ideolojik kimlik gibi belli bir
“Suret-İmgesinin” dolayımlı bir yoldan; yani söylemler üzerinden yeni bir
“öznellik” dayattığı kesin.
Çünkü
suret nesnel bir olgu olarak göz ile temas girdiği an yani bakışın çemberine
girdiği an zihinde önceden yerleşik imgelerle özdeşleştirilerek nesnellikten
öznelliğin bir parçası haline gelir. Yani görünüş ve onun yansıttığı ilk
izlenim algıyla ilgilidir. Görünen neyse algı ona göre şekil alır, en azından
ilk etapta.
Göçmen
birey taşıdığı bu imge yüzünden büyük Metropollerde bile anonim olamıyor, birey
ise hiç olamıyor. O hep ötekinin bakışında beli bir sosyolojik kategori olarak
damgalanmaya yazgılıdır.
Çünkü
öteki ile derinden, yani öznel ilişki kurmak pek mümkün değildir. Herkesin anonim
olduğu bir eko-sistemde iç dünyanızı analiz edecek ne zaman ne de mekan var
olur, dolasıyla; görünen ne ise “gerçek” odur. Göçmenler ve toplumun arzuladığı
belli bir ideal-imge çerçevesine girmeyen her birey bu önyargısal şiddete maruz
kalır.
Bazen metroya
binerken, çok kısa bir iş için resmi bir daireye girerken, sokaklarda yürürken,
daha önce gitmediğiniz bir kafeye girerken bile başınıza gelebilir.
Öyle ya, Berlin'de
geleneksel bir “Gasthaus”a adımını atan siyahi bir gencin, sarışın mavi gözlü Alman
garsonun beyninde ilk bakışta nasıl bir yargı oluşturduğunu tahmin etmek her
halde çok zor olması gerek. Aynı şey tersi için de geçerli tabi.
Ve yine
standartların üstünde ya da aşağısında bir beden (aşırı kilolu, obez) ölçüsüne
sahip olan herhangi bir insanın tıpkı yukarıda değinildiği gibi ilk bakışta sağlıksız,
tembel ve disiplinsiz olarak öteki tarafından nitelendirilmesi aynı mekanizmayı,
yani beden üzerinde bir yargıyı; öteki hakkında negatif ya da pozitif bir fikri
tetikler.
Yine çok güzel bir
fiziğe sahip olan genç bir kadının ya da erkeğin, örneğin bir iş görüşmesine
başvuru yapan diğer rakiplerine göre işe alınma olasılığının daha yüksek olmasının
ana nedeni ötekinde yarattığı bu pozitif algı değil midir? Bu konuda sosyolog
Catherine Hakim’in çalışmalarına bakılabilir.
Özetle şunu
söyleyebiliriz; postmodern bir dünyada görselliğin ve görünüşün sosyal statü
açısından temel alınması, hem göçmenlerin hem de ortalamanın dışında görünüşe
sahip olan İnsanların hayatlarında çok önemli bir yer kaplıyor. Anlaşılan o ki,
“görünüyorum, öyleyse varım” paradigması uzun bir süre yaşamlarımızda yerini
koruyacak gibi ...
[1] https://www.zeit.de/zett/2022-02/koerperbehaarung-frauen-mobbing-jugend-erfahrungsbericht
[2] https://www.swr.de/swr2/wissen/body-shaming-wie-dicke-menschen-diskriminiert-werden-104.html
......
“Pazarcık'ta dünyaya geldim, Avusturya'da dünyayı gördüm", ALİ GEDİK'İN YARIM ASRA VARAN GÖÇ HİKÂYESİ - YOUTUBE VİDEOSU
Hiç yorum yok01 Mart 2024
3/01/2024👉 Pazarcık dışında yerleşim yeri görmeyen bir çocuğun yurt dışına göç ettikten sonra yaşadığı çatışmalar ve dönüşüm…
👉Avusturya’ya mı yoksa Avusturalya’ya mı gittiğini bilmediği için Almanya’ya gidiyorum diyerek bu kafa karışıklığına çözüm bulması…
👉Oturumunu çabuk alması için Avusturya’da amcası tarafından ortaokula kaydedilmesi…
👉Okulda yaşadığı kültürel çatışmalar ve dilini bilmediği bir yerde yaşadığı zorluklar…
👉Kırk yıl sonra iki okul arkadaşını tekrardan bulma hikâyesi…
👉“Türkiyeli misafir işçilerin” içinde bir çocuğun yaşadığı yalnızlık duygusu…
👉Üç aylık okul macerasının ardından yabancılar polisine giderek bir yıllık oturum izni alması…
👉Türkiye’de evli olan ama Avusturya’daki kadınlarla ilişki yaşayan göçmen işçiler…
👉17 yaşına girdiği ilk gün düzenli fabrika işçiliğine başlaması…
👉Düzenli olarak çalışmanın ona kattığı “konfor” ve “güven”…
👉Üç yılın ardından Türkiye’ye izne gidecek olmanın onda yarattığı heyecan…
👉Türkiye’de Kürt/ Alevi olmaktan, Avusturya’da göçmen olmaya egemen kültür karşısında yaşadığı kimlik ve aidiyet sorunları…
👉Avusturya’da kendi kimliğini, köklerini keşfetmeye başlaması…
👉Maraş katliamının ve 12 Eylül 1980 darbesinin yurt dışındaki yankıları… Türkiye’den gelen devrimcilerin Avusturya’daki göçmenler üzerindeki etkisi…
👉Türkiye’den gelen göçmenler arasındaki politik ayrımların ortaya çıkmaya başlaması…
👉Avusturya’da yarım asra yakın yaşamanın ona neler kattığı…
👉Bir göçmen olarak inşa ettiği “melez kimliğin” boyutları…
👉Dünya vatandaşı olmak; göçmenliğin pozitif yanları nelerdir?
Elimde “Erotik Kapitalim" vardı onu verdim neyleyim!
Hiç yorum yok18 Mart 2023
3/18/2023
Ramazan Yaylalı
Das Erotik Kapital - 1
2000’lerin başı…
Türkiye’de yine çok sert bir ekonomik krizin
yaşandığı dönem…
Her ekonomik krizden sonra artan işsizlik ve yoksulluk genç nesli daha çok etkilediği için, nüfusun bir bölümü yurtdışına, yani refah seviyesi yüksek ülkelere göç eder.
Yine böyle bir dönemde, Avrupa’ya doğru (illegal ya
da legal olsun) çoğunluğu vasıfsız gençlerden oluşan bir göç akını başlamıştı.
Bunlardan bir bölümü, refah seviyesi yüksek, küçük bir Avrupa ülkesi olan
Avusturya’ya göç etmişlerdi. Fakat Avusturya’ya göç etmekle işler öyle hemen
bitmiyordu. Avusturya devletinin yeni gelen göçmenler için oturum ve çalışma
izni vermesi birçok bürokratik düzenlemelere tabi idi. Çalışma izninin ancak
belli şartlarda verilmesi göçmenlerin işlerini çok zorlaştırıyordu.[1]
Anadolu’nun bağrından kopup gelmiş, yaşları 20 ile
30 arasında değişen, çoğu ilkokul ve ortaokul mezunu olan bu gençlerin, normal
bir Avusturya vatandaşının sahip olduğu hukuksal haklara sahip olmaları için
önlerinde tek bir yol vardı! O yol da Avusturya vatandaşlığına sahip
bir kadının gönlüne girmekten başka bir şey değildi. Yani resmî anlamda
yapılacak bir evlilik bütün meseleyi kökünden çözüyordu.
Bu evlilikler sayesinde vatandaşlık bile
alınabiliyordu. Fakat Almanca bilmemek, uluslararası bir dil olan İngilizceye
de hakim olmamak çok sorun yaratıyordu, çünkü sonuçta romantik ilişki “gönül-dili” dışında
ortak konuşulan bir “iletişim-dili” gerektiriyordu. Fakat sorun şu ki;
gençler yeni geldikleri için tek kelime Almanca bilmiyorlardı; bu da, romantik
iletişimin oluşmasına büyük bir engeldi.
Neyse uzun zaman sonra gençler, Almancalarını belli
bir seviyeye getirmeyi başardılar (B2 Seviyesi); en azından gündelik
sohbetleri yerine getirecek kadar ya da “short-talking” dediğimiz
düzeyde konuşabiliyorlardı. Geriye kalan tek şey, gelecekleri için ellerinde “Eros’un-okuyla” ortamlara
dalıp sarışın kadınların gönüllerini fethetmekti.
1)
Eksik Modern Flört Deniyimi
(modern-flirting-experience)
2)
Ötekinin farklı “Habitus”u ve farklı kültürel kodlara sahip olmak
3)
Etno-Seksizm ve “Rassenschaende”[1]
1) Eksik Modern-Flört-Deneyimi – bir pre-modern taşra şoku!
2) Ötekinin “habitus”u ve kültürel kodları
Çünkü
belli bir habitus içinde yapılanmış (costructed) kimlikler,
davranış biçimleri, estetik anlayış, aksan... sosyal bir grup
veya toplum tarafından içselleştirilmiş kodlardır. Kısacası, bir
ülkenin kültürel sermayesini tanımak (erkennen)-Bourdieu’nun
kavramlarıyla söylersek; ötekinin “Linguistic Capital”[3]
veya “Cultural-Capital”[4]ına
sahip olmak- o topluma yeni yeni entegre olmaya çalışan bir göçmen için oldukça önemli bir avantajdır. Bu
kodları hızlıca öğrenen ve okuyan biri öteki ile (örneğin karşı cinsle)
ilişki kurmakta asla zorlanamayacaktır, çünkü artık bütün algoritmaları
ezbere bilmektedir. Fakat bu tür kültürel sermayeye ve o kodları okuyacak bilgiye sahip değillerdi
bizim gençler; deneyim ve birikim, çok hızlı bir şekilde elde edilecek
(erwerben) bir şey değildi. Uzun yıllar alan bir süreç...
Diğer bir sorun olan “ethno sexismus”a gelirsek; Alman bir kadınla başarılı bir romantik ilişki kurmak, müslüman orta-doğu erkeği için düşük bir olasılık olabilirdi çünkü “Rassenschande”[5] (racial shame) ve “ethnoseximsus” [6] itiraf edilmese de, Avrupa toplumunun bilinçdışında tarihsel bir olgu olarak yerini almıştı.
“Etnoseksizm” Avrupa’da 11 Eylül 2001 saldırısının
ardından giderek artmaya başladı. ”Orta-Doğulu-Erkek” kimliği Batı
Avrupa’da radikal islam ve kadına dönük şiddetin bir simgesi haline geliyordu.
Bu önyargılar aslında çok daha önce; Türklerin Almanya’ya göç etmesiyle ortaya
çıkmaya başlamıştı. “Macho-erkek” ve geleneksel feodal değerlere sahip olan ilk
nesil Türk göçmenlerin Almanların kafasında yarattığı “imge” çok olumsuzdu. Bu düşük-prestijli
imaj (“symbolic-capital”) gençler için oyuna bir-sıfır yenik
başlamak anlamına geliyordu.
Orient-Erotik-Kapital
Schiwago Dans Lokali: Şehvetli gecelerin cenneti!
Peki, nasıl ve nerede hedef seçilen kadınlarla tanışacaklardı? Malum, genç üniversitelilerin takıldığı ortamlar olmazdı, kim 18 yaşında gençliğinin baharında evlenmek ister ki? Yahut soruyu şöyle soralım; kariyer yapmış, ekonomik durumu iyi, toplum içinde statüsü yüksek, kendine güveni tam, güzel bir Alman kadınla, orta sınıf üstü, beyaz yakalıların takıldığı ortamlarda “A2 seviyesinde” Almancayla flört etmek ne kadar rasyonel bir strateji olabilirdi? Cinsel beraberlik olsa bile neden evlensin ki? Vardır belki istisnalar ama biliyoruz ki istisnalar kaideyi bozmuyor.
Yazının devamını okumak için tıklayın:
👉Bisikletli Gazete: Taşraseksüel erkeklerin cenneti: Schiwago Tanz-Bar!
[1]https://ec.europa.eu/home-affairs/sites/homeaffairs/files/what-we-do/networks/european_migration_network/reports/docs/emn-studies/migration-policies/organisation_of_policies_at_en.pdf
[2] https://www.sinus-institut.de/sinus-loesungen/sinus-milieus-oesterreich/
[3] Sabine Lehner ; Sprachliches Kapital und ›Integration‹ Bourdieus
sprachlicher Markt revisited am Beispiel der österreichischen
›Integrationsbotschafter_innen‹;Wiener Linguistische Gazette (WLG) 80 (2017):
81–107; Universität Wien · Institut für Sprachwissenschaft · 2017
[4] Pierre Bourdieu; „Die feine Unterschiede“, Suhrkamp (1987)
[5] https:/
https://movements-journal.org/issues/03.rassismus/10.dietze--ethnosexismus.html
/
[6] de.wiktionary.org/wiki/Rassenschande
[7] Ahmet Kaya „Neyleyim“; Albüm „An gelir“ 1987
[8] Catherine Hakim; Erotic Capital: The Power of Attraction in the
Boardroom and the Bedroom
[9] A. Mohammed Abubakar et al; Physical attractiveness and managerial
favoritism in the hotel industry: The light and dark side of erotic capital;
Journal of Hospitality and Tourism Management; Volume 38, March
2019, Pages 16-26
Viyana'da Yeni Hayat: ALİ GEDİK'İN GÖÇ HİKÂYESİ BÖLÜM II (YOUTUBE VİDEOSU)
Hiç yorum yok24 Mart 2025
3/24/2025Ramazan Yaylalı’nın Ali Gedik’le gerçekleştirdiği söyleşinin ikinci ve son bölümünde göçmenliğin zorlu ilk yıllarını geride bırakan Ali Gedik’in Viyana macerasına tanıklık edeceksiniz.
Gedik, Viyana’da kendi deyimiyle bir süre “gurbet içinde gurbet” yaşasa da kısa sürede Viyana’ya adapte olup burada bir gençlik merkezinde sosyal danışman olarak çalışmaya başlayacak ve bir dizi tesadüf sonucu Şivan Perwer’le tanışacak, bu tanışıklık bir dostluğa dönüşecek ve kendisiyle Avusturya’da birçok konser organizasyonuna imza atacaktır.
Bu söyleşinin başlıkları şöyle; 👉 Ali Gedik’in zorlu evlenme macerası… Dört defa istemelere gitmelerine rağmen kaynanasının kızını vermek istememesi. 👉 Müstakbel eşiyle paspas altına mektup bırakmak suretiyle uzun süre yazışmaları… 👉 1983’de eşi Sevim’i başka bir şehre kaçırması… Eşinin deyimiyle “sen kaçırmadın, biz birlikte kaçtık!” 👉 1986’da kızları Orkide’nin doğması. 👉 1989’un sonunda zorlu mücadelenin sonucunda Avusturya vatandaşlığını alması. 👉 Mücadele arkadaşlarıyla, Türkiye’deki sorunlar dışında Avusturya’daki sorunlara da eğilme gerekliliği konusunda yaşadığı çatışmalar… 👉 1990, Ekim’inde Avusturya’da genel seçimler öncesinde kendisine Yeşiller’den adaylık teklifinde bulunulması. Bulunduğu siyasi yapının bu teklifi “burjuva partisine girelim, belki bize bir faydası olur” şeklinde karşılaması. 👉 Bir göçmen olarak Yeşiller Partisi’nden ikinci sıra aday gösterilmesi. 👉 “Eyaletteki oy oranı düşünüldüğünde ben milletvekili olamazdım, ama bir göçmen olarak ikinci sıradan aday gösterilmem sembolik olarak müthiş bir mesajdı.” 👉 Adaylığına ilişkin olarak Avusturya basınının ırkçı neşriyata başlaması… Bir göçmen işçinin aday olmasına, onları temsil edeceğine tahammül edememeleri. 👉 Gelen tepkiler üzerine Yeşiller Partisi’nin Ali Gedik’ten geçmişini inkar eden ve ortamı yumuşatacak bir açıklama istemesi. Bunun üzerine adaylıktan çekilmesi. 👉 Bu adaylığı nedeniyle iki seneye yakın süre iş bulamaması… 👉 Bunun üzerine Voralberg eyaletinden 1993’te Viyana’ya taşınmaya karar vermesi. 👉 “Viyana’ya geldiğim ilk yıl gurbet içinde gurbet yaşadım.” 👉 Voralberg ‘i özlemesi… 👉 1994’te Viyana’da bir gençlik kuruluşunda, gençlik danışmanı olarak işe başlaması… 👉 Fabrika işçiliğinden sosyal danışmanlığa gelmesi entegrasyon sürecini hızlandırması. 👉 Dönemin Viyana’da yaşayan göçmen gençlere ilişkin gözlemler… 👉Kürt siyasal hareketine yakın durması. 👉 Şivan Perwer’le ilginç tanışma hikâyesi… 👉2002’de Şivan Perwer’le Avusturyalı sanatçı Willi Resetarits ile ortak projede bir araya getirilmesi. Avusturya’da bir konser organizasyonu yapılması. 👉 Daha sonra bu birlikteliğin birçok verimli çalışmaya vesile olması…Taşraseksüel erkeklerin cenneti: Schiwago Tanz-Bar!
Hiç yorum yok08 Kasım 2022
11/08/2022“Das Erotik Kapital” - II
(Das Erotische Kapital)
Schiwago Dans Kulübü,
Avusturya’nın Graz şehrinin güneyinde yer alan, kendine has bir eğlence mekanıydı.
Genellikle orta yaş ve üstü, alt sınıf Avusturyalıların vakit geçirdiği bu
kulüp, göçmenler tarafından henüz keşfedilmemişti. Özellikle hafta sonları
dolup taşan bu taşra kulübünde, ziyaretçilerin çoğu birbirlerini tanırdı.
Genç prenslerimiz için de hem eğlenmek hem de romantik ilişki kurmak adına ideal bir ortamdı. Schiwago Kulübü onlara sahip oldukları erotik-sermayeyi en iyi şekilde sunacakları bir "aşk-pazarı" (love market) sunuyordu. Onlar artık Schiwgo’yu keşfetmişlerdi ve neredeyse haftada üç gece bu mekanda vakit geçiriyorlardı.
Hayatları boyunca oynadıkları tek dans türü "halay" olan bu gençler birdenbire salsa, vals ve benzeri Latin ve Avrupa danslarıyla tanışmışlardı. Sahip oldukları adaptasyon ve kıvraklık sayesinde gayet hızlı bir şekilde bütün yabancı dansları öğrenmekle kalmayıp zamanla Latin dansları ve halayı birleştirerek, ortaya karışık yeni bir dans türü dahi icat etmişlerdi.
Zamanla ortamda varlıklarına alışılan ve tanıdık hale gelen bu gençler, öncesinde biraz çekinerek yaklaştıkları “potansiyel prenseslerle”’ hem dostluk hem de romantik birliktelikler kurmayı başarmışlardı. İşin boyutu sabahlara kadar süren danslı eğlencelerden tutun, sonrasında devam eden uzun duygusal sohbetlere kadar varmıştı.
Tabii Schiwago “aşk-piyasasında” sürekli talep görmek için gençlerin bakımlı olması yani kendilerine sürekli bakmaları gerekiyordu . Bunun için Anadolu Prenslerimiz günler öncesinden hafta sonuna hazırlık yapıyorlardı ve hafta içi çeşitli spor faaliyetlerinde bulunarak sürekli formda kalmaya özen gösteriyorlardı.
Kılık kıyafetleri maddi
yetersizlik nedeniyle modaya pek de uygun olamamakla beraber, metroseksüellikten
çok taşraseksüel bir stili anımsatıyordu. Bu tipoloji yerli
Schiwago alemi için alışılmışın dışındaydı.
Prensesler açısından ise, genç prenslerle flört etmek ve ilişkiye girmek ilginç bir deneyimdi. Yıllar sonra delikanlılarımız tarafından gerek içten, gerekse rol icabı yapılan övgüyle dolu bu sohbetler, yüreği paslanmış prenseslerin adeta ikinci baharlarının kapısını aralıyordu. Onlar için bu gençlerle geçirdikleri vakitler kalıcı olamayacak bir ihtimal barındırsa bile, yani geçici bir rüya gibi görünse bile bu önemli değildi, Ahmet Kaya’nın bir şarkısında seslendirdiği gibi, “Yalan da olsa mutluyum, bu bana yetiyor”[1] havasındaydılar.
Yani özetle prensesler yakışıklı genç Anadolu prensleri sayesinde yeniden doğmuş gibiydiler. Endorfinler, serotoninler ve dopaminler havada uçuşuyordu. Ortadoğu’dan gelen bu erkeklerin kavruk teni ve şehvet dolu büyüsü kadınların üzerinde adeta bir antidepresan etkisi yaratmıştı. Aşkın gücü bütün karamsarlıkları söküp almış hatta onlara yeni bir yaşama ümidi aşılamıştı. Hafta sonunu dört gözle bekleyip bu delikanlılarla buluşacakları saatleri iple çekiyorlardı. Kısacası Schiwigo gecelerine, gökyüzünden Erosun okları inmiş, bütün paslanmış ve boş kalpler de bu oklardan nasiplerini almıştı.
The Old Lions vs. Young Lions!
Bir yandan Eros oklarını kalplere saplarken, diğer taraftan ise yaşları altmışları aşmış olan Schiwagonun eski yerli ve milli horozları son gelişmelerden oldukça rahatsızlardı İhtiyar aslanlar yeni gelen genç aslanlar tarafından yavaş yavaş kenara itilme sürecindeyken, bu yerli ihtiyarlar çareyi anti-göçmen yani göçmen nefreti tohumların ekmekte buluyorlardı.
Oysa daha önce göçmenlere karşı ılımlı ve barışçıl bir yaklaşım sergileyen bu ihtiyarlar, Schiwago aşk-pazarının değişen iç dinamikleri yüzünden sağ kesime yani ırkçı bir pozisyona doğru evrilmeye başlamışlardı. Kısacası Schiwago bir kurtlar sofrasına dönmüştü. İhtiyarla ve Genç Aslanlar arasında gelişen bu “rekabet” prenseslerin çok hoşuna gidiyordu, egoları şişmişti mutluluktan…
Fakat bu olumsuz gelişmeler sonuna kadar savaşmaya hazır olan yiğitlerimizi yolundan etmedi. Dağları, yolları, belki denizleri aşıp buralara kadar gelmiş bu insanlar, kolay kolay bu kabul görme ve yer edinme savaşından vazgeçmeyeceklerdi.
“Schwigo’nun
rengine kandım
Bir Anadolu prensine
aldandım boşuna yandım
onu “unbefristet[3]”
benim sandım"
diye haykırmak istemiyordu.
Prensler ise doğal olarak “unberifstet Liebe” karşılığında
“Unbefristet Pasaport” talep ediyorlardı.
Erotik Sermaye vs. Simgesel Sermaye!
Her iki taraf için de bu ilişkilerin "win-win” dengesinde yani karşılıklı yarar sağlanan bir şekilde ilerleyebilmesi, her iki tarafın da sahip oldukları sermayeyi etik bir şekilde değiş tokuş etmeleriyle sağlanabilirdi. Bu demek oluyor ki prenseslerin sahip olduğu simgesel sermaye (Avusturya Vatandaşlığı) ile prenslerin sahip olduğu erotik sermaye etik bir şekilde takas edilmeliydi.
Bu değiş tokuş sırasında aktörlerden biri olan prensler için nikah masasında atılacak bir imza, gerçekleşmesi çok önemli olan ve belki de bu romantik hikâyede, sonun başlangıcını başlatacak olan nihai bir adımdı.
Yazının devamını okumak için tıklayın:
Bisikletli Gazete: Erotik Kapital: “Nikah Masası"
[1] Ahmet Kaya: “Yalan
da olsa“- (1994) – “Şarkılarım Dağlara“, albümünden-Raks Müzik Yapım.
[2] “Ya Evde Yoksan”, Orhan
Gencebay'ın 1989'da Kervan Plakçılık'tan yayınlanmış albümünden yer alan bir
eseridir.
[3] Unbrefistet = Unlimeted = Süresiz:
Avusturya göçmen kanunlara göre, göçmenler belli şartlar yerin getirdiği zaman Avusturya‘da
“Unbefristet Niederlassung” (süresiz oturma izni) hakkına sahip olabilirler.