Showing posts with label haber. Show all posts
Showing posts with label haber. Show all posts

Yasak Helva, yeni albümü “Atamba” ile İngiltere turnesine çıkıyor

No comments

02 November 2025

Salih Korkut Peker (cümbüş, çağlama, perdesiz gitar, vokal), Onur Ertem (davul, vurmalı çalgılar, elektronikler) ve Hakan Görkem Bıyık’tan (bas gitar, vokal) oluşan Anadolu füzyon müziğinin sınırlarını zorlayan üçlü Yasak Helva, yeni albümleri Atamba ile Kasım ayında dört şehri kapsayan ilk İngiltere turnesine hazırlanıyor.

 

 


Psychedelic rock, grunge, caz, funk ve Anadolu halk müziğini harmanlayan topluluk, özgün müzik anlayışıyla Türkiye’nin en dikkat çekici alternatif gruplarından biri olarak öne çıkıyor.

Yasak Helva, 2018’de Ironhand Records tarafından yayımlanan ve uluslararası ilgi gören Saz Power derleme albümündeki “Silifke Zeybeği” yorumuyla tanınmış, ardından çıkan ilk albümleri Rektefe ile müzik çevrelerinden tam not almıştı. 2024’te yayımlanan Moğollar’a Saygı albümündeki enstrümantal “Bu Nasıl Dünya” yorumu ise grubun müzikal çizgisini daha da belirginleştirdi.

Haziran 2025’te Gülbaba Records etiketiyle yayımlanan ikinci albüm Atamba, grubun sınır tanımayan müzik anlayışını bir manifesto haline getiriyor. Tamamı kendi bestelerinden oluşan albüm, Avrupa’daki Anadolu psychedelic dalgasının ötesinde, köklere dayalı ama deneysel bir tını dünyası sunuyor.

Yüksek enerjili sahne performanslarıyla dinleyicilerini müziğin merkezine çeken Yasak Helva, Kasım ayında İngiltere’nin dört farklı şehrinde sahne alacak.

Konserlerin açılışında Londralı DJ Burak Çetindağ, 70’lerden günümüze uzanan Anadolu rock, funk, caz, prog ve disko-folk parçalarını nadir plaklardan çalarak seyircilere analog seslerin sıcaklığında nostaljik bir yolculuk yaşatacak.

 

Grubun turne programı şöyle:

  • 9 Kasım – Londra, Omeara
  • 10 Kasım – Manchester, The Deaf Institute
  • 11 Kasım – Brighton, The Prince Albert
  • 12 Kasım – Bristol, The Jam Jar

 

 

 

Parlamento, 10 yıllık oturum planına ilişkin kanıt çağrısı başlattı

No comments

22 October 2025

Birleşik Krallık hükümetinin kalıcı oturum hakkını 5 yıldan 10 yıla çıkarma planı, göçmenlerde infial yaratmış ve bu konuda bir imza kampanyası başlatılmıştı. Bu tartışmaların ortasında Parlamento, “pathways to settlement” düzenlemelerinin etkilerini değerlendirmek üzere resmî bir Kanıt Çağrısı (Call for Evidence) başlattı.

 


“Call for Evidence” başlığı altında yayımlanan çağrıda, bu değişikliğin göç oranları, iş piyasası, göçmen haneler ve toplumsal entegrasyon üzerindeki olası sonuçlarına ilişkin bilgi toplanması hedefleniyor. Parlamento, süresiz oturum için bekleme süresini 10 yıla çıkarmanın hem ekonomik hem de sosyal etkilerini anlamaya çalışıyor: İşverenlerin yüksek vasıflı iş gücüne erişimi nasıl etkilenecek? Göçmen ailelerin mali yükü artacak mı? Uzun bekleme süresi, toplumla bütünleşmeyi zorlaştırır mı? gibi zaten cevabı bilinen sorulara cevap arıyor.

Bu süreçte, hükümetin planına karşı yasal göçmenlerin öncülük ettiği kampanya dikkat çekiyor. “Protect Legal Migrants: do not implement the 10-Year ILR proposal” başlıklı imza kampanyası 23 Kasım’a kadar sürecek olmasına rağmen 104 bini aşkın imzaya ulaştı. Katılımcılar, 5 yıl sonunda kalıcı oturum hakkı verileceği sözüne güvenerek hayat kurduklarını; kuralların geriye dönük olarak değiştirilmesinin adil olmadığını savunuyor.

Kampanyayı destekleyenler, özellikle sağlık ve bakım sektörlerinde çalışan göçmenlerin ülkenin en kırılgan hizmetlerini ayakta tuttuğunu, buna rağmen belirsizliğe mahkûm edildiklerini belirtiyor. Bu yasal düzel düzenleme gerçekleşirse henüz süresiz oturum almamış olan binlerce Ankara Anlaşmalı büyük bir yıkıma uğrayacak. 

Parlamentonun başlattığı Kanıt Çağrısı'na ilişkin metinde “mali etkiler, sosyal sonuçlar ve diğer ülkelerdeki örnekler” başlıklarıyla konunun kapsamlı biçimde inceleneceği belirtiliyor. Ancak bu durum İngiltere’de henüz süresiz oturumunu alamamış olan göçmenlerin endişelerini gidermiyor. 


Parlentonun başlattığı kanıt toplama çağrısına aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

Call for Evidence - Committees - UK Parliament


Londra’da “Cadılar Bayramı”: hangi mekânda hangi parti var?

No comments

17 October 2025

Cadılar Bayramı’nı hareketli bir geceyle kutlamak isteyenler için Londra renkli gece hayatıyla birçok alternatif etkinlik sunuyor.

 


Cadılar Bayramı 2025 yılı için Londra’da gece hayatı tam gaz devam edecek. 31 Ekim Cuma gününe denk gelen bu yılki kutlamalar, “Halloweekend” adı altında hem resmi gece hem de çevre etkinliklerle renklenecek. Time Out tarafından derlenen listeye göre kapılar ardına kadar açılacak; kulüpler, müzeler ve gösteri mekânları gotik kostümler, korkutucu dekorlar ve çılgın DJ setleriyle dolup taşacak.

Gece boyunca farklı konseptlerle süslü birçok mekân eğlence severleri bekliyor. Örneğin “The Roaring Haunt” (The London Cabaret Club – Victoria House, Bloomsbury Square) 1920’lerin ışıltılı havasıyla Cadılar Bayramı’nı sentezliyor; “The Ringmaster’s Curse” (The Clapham Grand, Clapham Junction) korkutucu sirkiyle ikonlaşacak bir gece vadederken, “The Grand’s Halloween Party” (The Clapham Grand, Güney Londra) mekânında eğlence, abartılı bir mizahla sunulacak. Ayrıca müzede gerçekleşecek “Fright at the Museum” (Natural History Museum, South Kensington) adlı etkinlik, karanlık eserler arasında gece geç saatlere yayılacak bir korku-gecesi sunmayı hedefliyor.

Kulüpler açısından öne çıkan seçeneklerden biri de “Howloween” adlı queer techno partisi. Yeni mekânı Eutopia’da gerçekleşecek bu etkinlik, yaklaşık 12 saat sürecek dans maratonuyla dikkat çekiyor. Bir başka dikkat çekici mekân “DRUMSHEDS”, grime, house ve DnB sahnelerini birleştiren DJ’leriyle gecenin temposunu belirleyecek.

Londra Cadılar Bayramı gecesini unutulmaz kılmak için dış mekân eğlenceleri, gotik kabareler, korku filmi gösterimleri ve gece açık müzeler gibi alternatifler de sunuyor. Time Out rehberine göre bu yılki kutlamalar sadece bir geceyle sınırlı kalmayacak; tüm hafta sonuna yayılan etkinliklerle müzik, korku ve dans bir arada yaşanacak.

Öne Çıkan Partiler ve Detayları

Fright at the Museum

  • Mekân: Natural History Museum, South Kensington, Londra 

  • Tarih / Saat: 31 Ekim 2025, 19:00 itibariyle 

  • Bilet Fiyatı: £45 (normal) / £40.50 (müze üyesi) 

  • İçerik: Canlı müzik, sessiz diskotek (silent disco), “vampir balosu” ve gece boyunca müzenin koleksiyonları arasında gezinti imkânı 

DRUMSHEDS Presents Halloween

  • Konum: DRUMSHEDS, Edmonton, Kuzey Londra 

  • Program: Grime, house, DnB setleriyle üç farklı oda (X, Y, Z) kullanılarak gece boyunca müzik yayını olacak 

  • DJ’ler / İsimler: Kurupt FM bu etkinlikte sahne alacak isimlerden biri 

Cirque Du Soul: Halloween Special

  • Mekân: The Cause (Royal Docks) 

  • Tarih: 31 Ekim akşamı 

  • Özellikler: Dört farklı oda, korkutucu dekorlar, yiyecek stantları, “house of horrors” temalı sahneler ve DJ performansları 

Art of Dark Halloween

  • Mekân: FOLD, Canning Town

  • Tarih / Saat: 25 Ekim 2025, gece yarısından sonra başlayacak.

  • Özellikler: Daha çok house / elektronik odaklı DJ’lerle yapılacak bir “karanlık atmosfer” partisi 

The London Cabaret Club — El Dia of the Dead

  • Mekân: Victoria House, Bloomsbury Square, Londra 

  • Tarihler: 30 Ekim, 31 Ekim ve 1 Kasım 2025 

  • Bilet Fiyatı: £75 başlangıç fiyatı (welcoming drink dahil)

  • Program: Müzik, dans, burlesk performanslar ve temalı gösteriler.

Kaynak: Time Out

 

Londra’da Bizimkiler’in yazarı Faruk Eskioğlu: “Bir yılda bitiririm dedim, yazdıkça çıktı, kazdıkça çıktı, sekiz yılda ancak bitirdim”

1 comment

11 October 2025

Gazeteci, yazar Faruk Eskioğlu, “Londra’da Bizimkiler” adını taşıyan ansiklopedi boyutunda üç ciltlik kitabını yayımlayalı tam üç yıl oldu. Göçten, çalışma hayatına, kültür-sanat etkinliklerinden, toplumun öne çıkan isimlerine kadar Londra’da yaşayan bizim toplumun hikâyesinin anlatıldığı “Londra’da Bizimkiler”, yıllar geçse de güncelliğini yitirmeyecek bir başvuru kaynağı olma özelliği taşıyor. Bisikletli Gazete Söyleşileri’nin bu bölümünde, gazeteci Kemal Erdemol'un, gazeteci, yazar Faruk Eskioğlu'yla LONDRA'DA BİZİMKİLER adlı üç ciltlik kitabı üzerine yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.





Gazeteci, yazar Kemal Erdemol
  

Kemal Erdemol (K.E): Sevgili dostlar merhaba, gazeteci, yazar Faruk Eskioğlu dostumun evindeyim bugün. Sağ olsun çok harika bir kahvaltı sofrasında buluştuk. Faruk benim çok eski bir dostum, eski bir daha doğrusu eskimeyen bir dostum. Halen meslektaşım ve yol arkadaşım kuşkusuz. Biz Londra'dan uzun yıllar birlikte birçok şey paylaştık sevgili Faruk'la. Faruk çok çılgın bir işe girişti. Duyanlarımız vardır kuşkusuz. Ben şimdi bundan özellikle söz etmek istiyorum. Burada ne yaşadıysa, başkalarıyla ne yaşadıysa, kendisinin dışında başkaları ne yapmışsa, ne üretmişse bu ülkede, oturdu, üç ciltlik, olağanüstü, devasa denebilecek boyutta bir kitapta topladı. Bu nedenle Faruk’a hem kişisel olarak hem de bu ülkede yaşayan toplumun bir ferdi olarak toplum adına teşekkür etmek için biraz da yanına geldim. Çünkü çok iyi bir araştırmacı, mesleğe çok bağlı bir gazeteci, hem kendi dilini seven hem de başka dillere saygısı olan bir arkadaşım. Bu savunduğu dünya görüşüyle doğrudan doğruya ilgili bir tutum kuşkusuz. Şimdi olağanüstü güzel bir çalışma yaptı. Ben bu çalışmadan haber alan arkadaşlarımla bu kitap üzerinde konuşurken diyorum ki bu tür kitapların basılması için vakıfların, derneklerin kurulduğu bir toplumumuz var bizim burada ama bugüne kadar bu boyutta bir çalışma elimize geçmedi. Tek başına Faruk Eskioğlu bir derneğin, bir vakfın yapması gereken, ondan beklenen bir çalışmayı başarmış oldu. Bu heyecan verici bir şey. Yıllar sonra antropologlar, sosyologlar bu ülkede Türkçe konuşanların ne yaptıklarını, ne ettiklerini araştırdıkları zaman başvuracakları çok temel bir kaynak yazmış oldu Faruk Eskioğlu. O nedenle birtakım sorular sorayım istedim Faruk'a. Bu çalışma hakkında herhalde siz de ne tür bir süreçten geçmiştir Faruk Eskioğlu'nu anlamak, öğrenmek istersiniz. O nedenle sizin adınıza da hem kendi merakını ilerlemek hem de sizi bu konuda bir parça olsun bilgilendirmek için Faruk'a çeşitli sorular sorayım istedim. Sen bir kere yorulmayan bir adamsın. İnan bana olağanüstü güzel bir iş. Devasa bir şey yaptın. Türkçe konuşan toplum sana çok şey borçlu. Zaten şunları görenler, şu üç cildi elini alanlar benim demek istediğimi çok iyi anlayacaklar. Burada bu toplumun her şeyini göreceksiniz. Peki ne oldu, bunu yapmaktaki derdin neydi Faruk?

Faruk Eskioğlu


"YAZDIKÇA ÇIKTI, KAZDIKÇA ÇIKTI"

Faruk Eskioğlu (F.E.): Vallahi doğrusu biraz kaşındık. Şimdi biz sosyalist gazeteciler toplumsal sosyal haberlere çok önem veriyoruz. Bu haberler, makaleler birikmişti. Bir de fotoğraf arşivim vardı. Dedik bunları mezara götürmeyelim, kitaplaştıralım bari. Çünkü bizim toplumda arşivcilik bilinci de yok. Solcular polisin eline geçmesin diye fotoğraf çektirmemişler, yazı biriktirmemişler. Sağcıların ise bilinçsizlikten dolayı böyle bir arşivleri yok. İşte bunları toparlayalım kitapta diye yola çıktığımda bir yılda kurtarırım dedim. Takarız fişi bitiririz dedik. Ama yazdıkça çıktı, kazdıkça çıktı. Aynı bir arkeolojik araştırma gibi oldu. Sonra uzadıkça uzadı. O kadar bilgi birikti ki dedim herhalde bu bilgilerin altında kalacağım, kotaramayacağım.

K.E.: Her araştırmacı bu tür kaygıları duyar zaten. Belki de itici bir şey de olmuştur senin için.

F.E.: Yani hatta araştırmanın ortalarında ya ölüp gideceğiz bunlar gümleyecek dedim. Meğer her yazarda varmış bu duygu. Sekiz yıl sonunda işte üç kitaplık bir külliyat oldu.

K.E.: Çok titiz bir çalışma olduğu, çok belli. O sekiz yıl boşa geçmemiş asla. Okuyanlar da, görenler de aynı şeyi söyleyeceklerdir bundan hiç şüphem yok. Nasıl bir çalışma yöntemi izledin Faruk sen?

F.E.: Önce bir yöntem belirledim. Yani çatısını kurdum. Bu konuda akademisyenlerden de bilgi aldım. Zaten araştırma tekniklerini okumuştum yüksek lisansta. O yardımcı oldu. Çatıyı kurduktan sonra bölümlerde bir standart oluşturdum. Örneğin Kıbrıs'taki göçü anlatırken aynı başlıkları Türkiye'deki göçte de kullandım. Sonra bölümlerde standart kategoriler oluşturdum. Örneğin Kıbrıs'taki göçün alt maddelerini Türkiye'deki göçe de uyguladım. Böylece boşluk olmamış oldu kitabı yazarken.



K.E.: Bolca da sözlü tarih çalışması benzeri şeyler de yaptın değil mi? Çok söyleşiler gerçekleştirdin.

"BENİM ŞANSIM GAZETECİ OLMAM"

F.E: Doğru evet. Doktora tezlerine bakarsanız genelde metnin çoğu alıntıdır yani. Ama bu kitapta % 95'i benim kalemimden çıktı ve sözlü tarih çalışması da yaptım. Bu toplumdaki lokomotif olarak gördüğüm, -subjektif bir değerlendirme tabii-, sektörünü anlatabilecek, kendi özgeçmişleri toplum tarihiyle örtüşen isimleri seçtim ve onlarla röportaj yaptım. Bular “Toplumun Yüz’ü” olarak bu kitapta anlatıldı ve hemen hemen bütün sektörleri kapsamış oldu. Basından tutun da finansa kadar. Sonra ikinci kitapta kültür, sanat ve spor bölümünü yazdım. Onu da yine toplumdaki ilklerden başlayıp günümüze kadar getirdim. Birinci kitap göçü anlatıyordu ve kurumlaşmayı anlatıyordu. Benim şansım gazeteci olmam. Toplumu yakından tanımam. Bir de meslektaşlarım sağ olsunlar çok destek oldular. Sen de dahil. Bölümlerde kesinlikle yeri geldiğinde mesela uzmanların görüşlerini aktardım. Senin de çok değerli köşelerin var konusu geldiğinde. Yardım istediğimde arkadaşlarım bana bilgi ve fotoğrafları en kısa zamanda gönderdiler. Ben çok teşekkür ediyorum gerçekten. İlk göç eden, yaşlı insanlara ev ziyaretine gittim. Portatif bir tarayıcım vardı. Hiç kimseden orijinal fotoğrafı almadım. Kendime kopyaladım. Çoğu “ya fotoğraf, bilgi çok ama garajda duruyor, istiyorsan git bak” dedi. Böylece fareli bodrumlarda fareli garajlarda, fotoğraf araştırdım. Tabii bir kişiyle görüşmek en az bir hafta aldı yani çok uzun süre aldı. Randevulaşıyorsun, atlayıp arabaya gidiyorsun, sonra bilgileri derliyorsun, eve geliyorsun, onları yazıya döküyorsun, fotoğrafları kadrajlıyorsun, sonra o yazıları tekrar kendilerine gönderiyorsun. Onlar onaylıyorlar, sonra akıllarına bir şey geliyor mesela 10 gün sonra, diyor ki şunu da ekler misin ya da şunu çıkarır mısın falan…. Tabii kitap hem İngilizce hem Türkçe olarak ortaya çıkıyor.



K.E: Peki Faruk'cuğum bunca zamandır bu ülkede yaşıyorsun, bu çalışmayı yaparken yeni fark ettiğin bir şey oldu mu?

F.E: Oldu gerçekten. Mesela Kıbrıslılar. Hani biz Filistinleri biliyoruz. “Vatan için Filistin” mücadelesindeler, toprak mücadelesindeler. Hepimiz Filistinlere bir sempati diyoruz ama Kıbrıslılar bence Filistinlerden daha dava insanları. Çok ilginç yani. Bir kere her Kıbrıslı Kıbrıs sorununa karşı duyarlı. Doğru yanlış ama bir şekilde duyarlı ve bunu kuşaktan kuşağa aktarmışlar.

"BİZİM TOPLUMUN TARİHİNDE DE KORKUNÇ BİR EMEK SÖMÜRÜSÜ VAR"

İkinci fark ettiğim; tabii tarih çalışan, üreten, yaratan insanların tarihi, bizim toplum tarihinde de korkunç bir emek sömürüsü var, vay anasını dedirtecek kadar. İnsanlar köyden geliyorlar, çoğu köy kökenliler ve burada işçi oluyorlar, burada esnaf oluyorlar. Sonra burada patron oluyorlar. Hedefleri sınıf atlamak. Bunu yaparken her şeyi yapıyorlar. Kendi hemşerilerini işçi olarak çalıştırıyorlar. Bu ülkedeki asgari ücretin yarısından da az para veriyorlar. Korkunç bir sömür var. Bu ülkede sermaye birikirken bütün etik kurallar çiğneniyor. Ciddi bir emek sömürüsü var. Bu çalışmanın içine girince o görüldü gerçekten.



K.E: Yani emek üretim sürecinde “bizimkiler” diye adlandırdığın işte bu topluluk, çok da etik davranmıyor.

F.E: Kesinlikle. Bir üçüncü madde de eklemek isterim bunu. Türkiye'deki hükümetler ve Kıbrıs'taki yöneticiler yurt dışında bir şekilde yaşamak zorunda kalan bizleri hep sağmal inek olarak görmüşler. Hatta çok yakınlarımız bile bizim ağaçtan para topladığımızı falan düşünüyorlar galiba. O yüzden Londra'da “Bizim’kiler” dedik. Bir kelime oyunu yaptık. Burayı kiler depo olarak görüyorlar. Bir katkıları da yok doğrusu Türkiye'deki hükümetlerin. Burada bir dolu sorun var. Hatta olması gereken haklarımız var, seçme, seçilme gibi. Daha yeni kazanıldı, oy kullanma, seçme hakkı.

K.E.: Yeniden yazmak istesen bu kez ne tarafına el atmak istersin bizimkileri? Çünkü eminim, asla bu tamam demeyeceğini biliyorum. Burada şu da olsaydı, bu da olsaydı diyeceğin dünya kadar şey vardır belki. Ama şimdi yeniden sana bütün bu olanaklar verirse Faruk, desek ki 8 sene de sürmeyecek kardeşim, senin yerine söyleşileri de biz yapacağız, neyimizi incelemek isterdin bizim? Bu kitap yazılıp, bu ciltler yazılıp bittikten sonra bir de işin şu tarafına bakayım dediğin oldu mu?

"BU KİTABIN FİLMİ ÇEKİLMELİ"

F.E: Oldu tabii. Bu kitabın filmi çekilmeli diye düşünüyorum. Yani bu toplumun hikâyesinin bir belgeseli olması gerekir diye düşünüyorum. Bir yazılı materyal var, biriken fotoğraflar var, eski filmler var mesela. Kıbrıslıların yaptığı gösteriler falan var. Belgeselsiz, bu kitap öksüz kalır diye düşünüyorum. Bir kardeş gelmeli bu kitaba.

K.E: İleride böyle çalışma olacak demek ki. Ama bu ülkede, bu toplumda haklarını yemeyelim, iyi belgeselci arkadaşlarımız var, onları harekete geçirmek lazım. Sen bir kapı açtın önlerine, bir yol da göstermiş oldun. Bu temel üzerinden de giderek çok iyi bir şey yapabilirler doğrusu.

F.E: Belki, Mehmet Ali Dikerdem hoca, bu kitap pek çok teze konu olabilir diye düşündü. Mesela toplumda kadın bu konuda bir tez olursa, işte bazı veriler bu kitapta var. Kaynakça olabilir, iteleyebilir yani test çalışanlara. Tabii bir daha böyle bir proje yapmak istemem. Çünkü hani bir yılda bitiririm dedim. Sekiz yıl uzadı. Çok uzun bir süreç bu. Kızlarım yedi yaşındaydı. Bittiğinde on beş yaşında oldular. Hatta onların fotoğrafını koydum buraya çalışmaya başlarken ve bittiğinde…

K.E: Şunu fark ettim çok objektif davranmışsın. Orada şu olmasın, bu olmasın dediğini sanmıyorum. Herkes hemen hemen var. Seçimlerin çok doğru olmuş. Orada birçok figür var. O açıdan da ayrıca kutlarım seni. Çok emek sarf edildiği gibi çok objektif ve dürüstçe kaleme alınmış bir çalışma bu.

F.E.: Ben teşekkür ederim.

 

Londra’da Bizimkiler’i aşağıdaki linkten temin edebilirsiniz:

http://www.londradabizimkiler.com/


Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın!

Hükümetten kalıcı oturumu zorlaştırma planı: “Göçmenler kalıcı oturum için ülkeye katkılarını kanıtlamalı"

No comments

29 September 2025

İngiltere'de ırkçı Reform Partisi'nin anketlerde yükselişini gören hükümet Nigel Farage'dan rol çalmak için süresiz oturumu zorlaştıran bir dizi uygulama için düğmeye bastı. İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göçmenlerin kalıcı oturum hakkı kazanabilmesi için topluma katkılarını göstermeleri gerektiğini söyledi.



Labour Parti konferansında konuşan İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göçmenlerin İngiltere’de süresiz oturum hakkı elde etmesi için yeni şartlar getirileceğini açıkladı. Buna göre göçmenlerin iyi seviyede İngilizce öğrenmesi, temiz bir sabıka kaydına sahip olması ve gönüllü çalışmalara katılması gerekecek.

Mahmood, bu politikayla hem toplumsal birlikteliği güçlendirmeyi hem de Reform UK’nin “oturumu tamamen kaldırma” önerisine karşı net bir çizgi çizmeyi hedeflediklerini belirtti. İngiltere’ye katkıda bulunan göçmenlerin kabul görmesi gerektiğini söyleyen bakan, “Burada yaşamanın şartı, bu ülkeye katkıda bulunmaktır” dedi.

Labour hükümeti, göçmenlerin süresiz oturum alabilmesi için gerekli süreyi 5 yıldan 10 yıla çıkarmayı planlıyor. Bunun yanında göçmenlerin çalıştıklarını, sigorta primi ödediklerini ve sosyal yardımlardan faydalanmadıklarını kanıtlamaları da beklenecek. Öte yandan, ülkeye önemli katkı sağlayan veya özel becerilere sahip olanların daha erken oturum alabilmesi gündemde.

Konuşmasında kişisel deneyimlerine de yer veren Mahmood, ailesinin İngiltere’ye göç hikâyesinden söz etti. Çocukken ailesinin dükkânında çalışırken yaşadığı hırsızlık olaylarını hatırlatan bakan, “Düşük seviyeli” olarak görülen suçların aslında insanlarda büyük bir etki yarattığını vurguladı. Bu nedenle kış boyunca ülke genelinde polis ve esnaf iş birliğiyle bir “hırsızlıkla mücadele seferberliği” başlatılacağını duyurdu.



Müge Çetinkaya deneme tadındaki yazılarını “Londra Notları"nda topladı

1 comment

16 September 2025

Müge Çetinkaya’nın pandemi döneminde tuttuğu notlardan oluşan; arkadaş ilişkilerini, yalnızlığı, kültür-sanat olaylarını konu alan  “Londra Notları” adlı kitabı Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından Türkiye'de ve İngiltere'de yayımlandı.

 

                                                          




                                

 

Yirmi yılı aşkın bir süredir Londra’da yaşayan Müge Çetinkaya, geçtiğimiz günlerde “Londra Notları” adını taşıyan ilk kitabını yayımladı. Yazarla, kitabının yazılış serüveni ve içeriği hakkında sohbet ettik.

Müge, seni kısaca tanıyabilir miyiz?

Özümde çocukluğundan beri dünyayı güzelleştirmeye, değiştirmeye çalışan birisiyim. İyi yürekliyim. Bu özelliklerimle doğmuş olmalıyım ki etrafımda ne yaşanırsa yaşansın onları hiç kaybetmedim ve bunu yakın bir geçmişte aldığım bir eğitim sırasında fark ettim.

Ben bir yazarım. Bunu kitabımın resmî olarak yayınlandığı 28 Mart 2023 tarihinde önce kendime sonra da başkalarına yüksek sesle söylemeye başladım. Hatta o gün bisikletime atlayıp, yakınlardaki Pophams Kafe’ye gittim, kendime güzel bir çörek ve kahve söyledim. Önünde dalları bahar çiçekleri açmış tarihi St.James Klisesi’nin manzarası ve mavi gökyüzünün altında keyifle kahvemi yudumlayarak bunu kutladım. 

Beni gerçekten tanıyan ve seven arkadaşlarıma sorsanız “deli kız” derler. Onlar, içimdeki iyilik ve güzel enerjiyi açıkça ve özgürce ortaya koymama fark etmeden alan açan dostlarımdır. Yanlarında kendim olabildiğim, neşeme ortak olan, kendi iyilik ve enerjilerinden beni mahrum etmeyen arkadaşlarım. Akışta olmak tam da böyle bir yer. 

Kendimi toplum kural ve kurumları tarafından kabul edilmek, onlara uyum sağlamak kaygısıyla alınmış ve verilmiş statü ve kimliklerimden ayrı düşünmeyi öğrendim. O nedenle bu soruya klasik bir cevap vermiyorum. Fakat soran olursa benim için, eğitimini aldığım ve aktif olarak devam ettirdiğim roller üzerinden; sosyolog, nöromindfulness koçu, kriz müdahale gönüllüsü, aktivist, yazar ve iyi bir arkadaş diyebilirsiniz. Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şeyden biri de olabilirim.

Londra Notları kitabının yazılma öyküsünden kısaca söz eder misin?


Aslında Londra Notları kendi yazılma sürecini de anlatan bir kitap.

Yazmayı sevdiğimi ve bu konuda yetenekli olduğumu henüz ilkokuldayken öğrenmeye başlamıştım. Bu, eğitim hayatım boyunca taçlanarak devam etti. Cinedergi ve Aktivist Dergisi’ne yazılar yazdım. Okuyucularım tarafından daha fazlasını yazmaya teşvik edildim. Bilgisayarımın başına oturup bir kitap yazmaya başlamam ise tam anlamıyla bir ilham perisinin omuzuma dokunmasıyla oldu. Ya da başımdan aşağıya o sihirli tozdan döktü sanırım. Bir anda bundan ne kadar keyif aldığımı anımsadım ve düzenli olarak yazmaya devam ettim. Yazma sürecim de benim için akışta olabildiğim bir dönem oldu. 20 seneyi aşkındır Londra’da yaşıyorum. O nedenle bu kitabı yazmak, benim için hem hatırlamak hem de yeni bilgilere erişmek ve onları işlemek açısından muazzam bir tecrübeydi.

Pandemi süreci seni ve bu kitabın yazılma sürecini olumlu/ olumsuz nasıl etkiledi?

Pandemi sürecinde ne kadar da mutluymuşum!

Büyük kayıplar verildi, büyük acılar çekildi. Dünyanın herhangi bir yerinde belki de binlerce insan hâlâ yas tutuyor. Ama şu an yani depremden sonra hissettiğim acıyı, o zaman bu kadar yoğun hissetmemiştim. Adını bilmediğim, yüzünü görmediğim insanlar ve diğer canlılar için canım çok acıyor. Pandemi dönemindeki kısıtlamalar sebebiyle kontrolümüz dışındaki olaylar yüzünden çaresizlik yaşıyorduk. Yer değiştiremedik. Bizlerin yapabileceği işleri, bizim yerimize başkaları yaptı. Bir yandan da belki de ilk defa, kısıtlanmış hayatlarımız sebebiyle hemen hemen eşit şartlarda yaşadık. Ama deprem ve sonrasında yaşadığım çaresizlik hissi çok başka. Evlerimize kapandığımız o günlerde bile bu kadar izole olmuş, bu kadar yalnızlaşmış hissetmemiştim. Bunları söylerken bile boğazım düğümleniyor. Türkiye’deki eşitsizlik yüzümüze hiç bu kadar sert çarpmamıştı.

Pandemi süreci yazma konusunda bana ihtiyacım olan vakti sağladı. Yazmaktan keyif alıyor olmam da başka şeylerle oyalanma isteği olmadan motive olmamı. Ayrıca yazmak zorlayıcı duygularla baş etme metotlarından biri. Koçluk seanslarımda danışanlarıma da bunun pratiğini yapmalarını söylüyorum. Evlerimize kapandığımız o günlerde bana da destek oldu. Kitabımın gündelik hayata yer verdiğim bölümlerinde pandemi sebebiyle tekrara düşmeye başlayacağımı hissettiğim anda, hafızamdaki ve dosyalarımdaki arşivlerime dönerek devam ettim. Pandemi süreci içimdeki araştırmacı ruhu da besledi. Merak kediye kitap yazdırdı.

Kitabın bir günlük gibi ama öte yandan sohbet eder gibi yazılmış deneme tadında bölümler de var. Sen kitabını hangi kategoriye koyuyorsun?


Ben artık kitapçılarda “Dışavurumcu” kategorisi de olsun istiyorum.

Hayatı çok ciddiye alan biriyim. Biriydim. Pandemi süreci bana bunu yumuşatmamı ve yaratıcı yanlarımla kendimi ortaya koyma cesaretini öğretti. Yazı aracılığıyla…

Kitabımın taslak halini okuyarak benimle değerli fikirlerini paylaşan dostlarım ikiye ayrılmıştı; “Daha iyisini yazabilirsinciler” ile “Sana bravo, mutlaka tanıtmalısın, İngilizceye de çevirmelisinciler.” İlk grup Türkiye’den, diğeri ise İngiltere. Daha fazlasını söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama kısaca iki kültür arasındaki farkı burada görebilirsiniz. Şu ana kadar tecrübe ettiğim kadarıyla İngiltere hep yeniliğe, bir sonrakine, herkesin kendi yöntemleriyle kendini ifade etmesine açık bir kültür olarak öne çıkıyor. Bizim kültürümüz kalıplara uymayı ve uyanları daha çok sever.

Bu ilk kitabındı. Bir sonraki için planlarını merak ediyorum.

Umut veren kitaplar yazmak istiyorum.

Pandemi başlangıcından beri travma konusu ile çalışıyorum. Eğitim arkadaşlarım, danışanlarım, dayanışma gruplarım ve son olarak da psikolojik ilk yardım gönüllüsü olduğum dernek aracılığıyla ulaştığım insanlar arasında travma, kaygı bozukluğu ve depresyon o kadar yaygın ki. Sosyal medyanın olumsuz etkileri sebebiyle acı çeken gencecik insanlar var. Beden imajı, yeme bozuklukları, okullarda akran zorbalığı. Bu sorunlar yaşamlarını sonlandırma arzusuna kadar gidebiliyor. Yolda yürürken yanınızdan geçen kişilerden pek çoğunun zorlayıcı duygularla baş ettiğini bilmek, bir o kadar da özgürleştirici.

Bu insanların şifalanmasına destek olmak beni çok mutlu ediyor. Bana yalnız olmadığımı hatırlatıyorlar. Onlara yalnız olmadıklarını hatırlatan satırları yine onların hikayeleri ile yazmayı düşünüyorum. Yeni bir kişisel gelişim kitabı yazmayı düşünmem ama kütlesel birleşime hizmet etmeyi ve bunun anlaşılabilmesini çok isterim. Olumlu yönde değiştirmek istediğim dünyanın yolu aslında buradan geçiyor. Umarım bu ilk kitabım beni, benim gibi düşünen insanlarla buluşturur.

Türkiye'de yola çıkmayı, yani gerçekten bir şehirden diğerine giderek gözlem yapabileceğim bir yola çıkmayı ve onları yazmayı çok istiyorum. Başkalarının hikayelerini duymak beni çok heyecanlandırıyor. Örneğin, geçenlerde Hyde Park’ta birlikte yürüyüşe gittiğim grupta tanıştığım bir Kolombiyalıdan, onların daha yedi yaşındayken kahve içmeye başladıklarını öğrendim. Yeni bir bilgiye hem de ilk ağızdan ulaşmak beni mutlu ediyor.

Aslında bir senaryo yazmak ve film çekmek hayalim de var ama şu anda en iyi bildiğim, dışavurumcu yazmak.

Kitabınla ilgili en çok sevdiğini şey nedir?

Zamansız olması. En azından benim için.
Yayına hazırlarken titiz çalıştık. Bu süreçte ekip arkadaşlarımı; editörüm ve tasarım ekibimi beklerken belli aralıklarla kitaptan uzak kaldım. Aldığım bu molalar sonrasında kitabımı pek çok kez baştan sona okudum.

İkisi arasında geçen epey bir zaman var ama ilk okumamda da sonuncuda da hep “Iyl ki yazmışım” dedim. Tarihe benden küçük bir not, bir saygı duruşu.

Kendime, okuyucuma ve evrene benden hediye.

 

👉Müge Çetinkaya'nın Londra Notları Türkiye'de kitap yurdu'ndan ve Dionysus Yayınları  sayfasından, İngiltere'de ise Press Dinoysus'un sayfasından ve Amazon, Barnes and Noble ve Waterstones gibi platformlardan edinilebilir. 


Müge Çetinkaya


Müge Çetinkaya kimdir?

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Eğitimine Londra’da Ravensbourne College of Design and Communication ve Arts Marketing Association’da aldığı kurslarla devam etti. BBC London, MTV Europe gibi medya kurumlarında, ardından da sanat, kültür alanında uluslararası PR etkinlik ve koordinasyonunda 17 yıl görev yaptı. Aktivist Dergisi ve Cinedergi’ye yazılar yazdı. Green Peace ve British Lung Foundation’da gönüllü olarak çalıştı. 2020 yılında kendisi için dönüştürücü, iyileştirici birer tecrübe olan nefes, mindfulness pratikleri ve yoga felsefesiyle tanıştı. Yoga, mindfulness ve öz şefkatli farkındalık konularında uzmanlaşarak önce Yoga Alliance, ardından International Coaching Federation, ICF Mindfulness Koçluk sertifikalarını aldı.

Yazar halen Neuro-Mindfulness Koçu ve kriz müdahale gönüllüsü olarak çalışmakta, yazılar yazmaya devam etmektedir.


* Bu yazı ilk defa 13 Nisan 2023'te Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

Müge Çetinkaya’nın “Londra Notları” kitabı yayımlandı | Olay Gazetesi Turkish Newspaper in London

Göçmenlikte orta yaş krizi

1 comment

04 September 2025

 Göçmenler ekonomik anlamda tam rahata erdikleri ve bulundukları ülkeye uyum sağladıkları bir dönemde kendilerini sorgulama sürecine girebilirler.



Tuncay Bilecen

tuncaybilecen@gmail.com

Göçün ilk yıllarında ekonomik, sosyal ve kültürel birçok sorunla boğuşan kişi yaşama dört elle sarılabilir. Bu biraz da mecburiyetin verdiği direngenliktir. Bir görüşmeci şöyle açıklamıştı bu durumu: “o kadar yoğun çalışıyordum ve o kadar yalnızdım ki ilk yıllarda hasta olmaya bile cesaret edemedim!”

GÖÇMENLİKTE ORTA YAŞ KRİZİ

Göçün ilk yıllarında çile çekeceğini bile bile yola çıkan göçmen önüne çıkan zorluklar karşısında bildiği örneklerden cesaret alarak kendisini bu günlerin geçici olduğuna ikna etmekte, bu da onda hayata tutunma konusunda bir kararlılık ve direnç oluşturmaktadır. Bu yüzden çoğu görüşmeci yıllar sonra “şimdi geri dönüp baktığımda o zor koşullarda beni ne ayakta tutmuş, merak ediyorum” diye sormadan edemez.

Benim “göçmenlikte orta yaş krizi” olarak tanımladığım durum ise tam da kişinin ekonomik ve sosyal ihtiyaçlarını karşıladığı noktada başlıyor. Bunu Maslow’un ihtiyaçlar hiyerarşisiyle de açıklayabiliriz. Artık fizyolojik, güvenlik, sosyal gibi ihtiyaçlar karşılansa da değer verilme ve kendini gerçekleştirme konusunda sıkıntılar yaşanmaktadır. Ne de olsa göçün ilk yıllarında hayatta kalma mücadelesi vermekten, ekonomik problemlerle ve uyum sorunlarıyla boğuşmaktan kendi içine ayna tutmak için vakit bulamamıştır kahramanımız. 



"NEŞE KARABÖCEK DİNLEMEYE BAŞLADIM"

 İşler tam anlamıyla yoluna girdiğinde ise derin bir sorgulama süreci başlayabilir. Bu da kendi kültüründen insanlarla daha fazla sosyalleşmek, daha fazla kendi memleketine ilişkin filmler, diziler izlemek, şarkılar dinlemek, memleketi daha fazla ziyaret etmek şeklinde tezahür edebilir. 

Bir görüşmeci bu bakımdan kendisinde gözlemlediği değişim sürecini şu şekilde ifade etmekteydi: “Türkiye’deyken hiç dizi izlemiyordum. Dizi izlemeye başladım. Yabancı müzik dinliyordum. Burada birdenbire Neşe Karaböcek dinlemeye başladım.”



"TÜRKİYE'Yİ ÇOK ÖZLEMEYE BAŞLADIM"

Londra’nın kültürel hayatını son derece renkli ve hareketli bulan, bir başka görüşmeci ise son yıllarda benzer bir değişim içine girdiğini ifade etmektedir: “Türkiye’yi çok özlemeye, oturup her gün Türk haberlerine bakmaya ve Türkiye politikasını takip etmeye başladım. Müzik dinlemeye, dizi seyretmeye başladım. Ara sıra film seyrediyorum Yeşilçam’ın eski dönem filmlerini. Oturup Hababam Sınıfı izliyoruz. Türk dizisi izlemeye başladığımı söylemeye utanırım, çünkü hep dalga geçerdim herkesle. Neden bilmiyorum. Bunlar son iki seneden beri böyle…”

KÖKLERE DÖNME

Bu dönemde, “köklere dönme” duygusuyla kişi birdenbire kendi kültürüne daha fazla ilgi duyar ve arkadaş çevresini de topluluk üyelerinden seçmeye başlar. Oysa göçün ilk döneminin ardından kendi toplumundan biraz uzaklaşma kararı alan da aynı kişidir. Bu sefer yıllar sonra yeniden “yuvaya dönüş” yaşanır. 

Yine bir görüşmeciye kulak verelim: “Bir ara arkadaşlarım hep İngiliz’di. Özellikle ben onun için uğraştım. Şunu fark ettim yaşım ilerledikçe Türklere dönmeye başladım ve şu anda en yakın arkadaşların kimler dersen, Türkler derim sana. (…) Bir anda bir özlem başladı. Ölüp gideceğim ama ailemi, dostlarımı göremiyorum. Onlarla vakit geçirmek istiyorum. Aynı dönemde anneannemi kaybettim. O kadar üst üste geldi ki.”


SUÇLULUK DUYGUSU

Göçmenlikte orta yaş krizinin bir başka görünümü ise kişinin kendisini suçlu hissetmesidir. Bu suçluluk duygusu “acaba kendi hayatımı heba mı ettim?” korkusundan beslendiği gibi Türkiye’de bırakılan aile bireyleriyle, tanıdıklarla yakından ilgilenememe kaygısıyla da dışa vurulabilir. İlkinde her şeye geç kalındığı, artık trenin kaçtığı kaygısı yaşanır, ikincisinde ise "ailemi yalnız bıraktım" kaygısı. Bu ruh halinin neticesinde ani geri dönüş kararları alınması sıkça rastlanılan bir durumdur. Bu karar çoğu zaman hayata geçirilemese bile göçmenin zihninde ve dilinde hep yankısını bulur. Öte yandan, göçmenlikte orta yaş krizi kendini yeniden bulmak ve yaratmak için bir imkândır aslında. Bu imkânı bilinci ölçüsünde zorlayarak kişinin hayatında yeni bir sayfa açması, kendini gerçekleştirme yönünde esaslı adımlar atması da mümkündür.


👉Kaynak: Tuncay Bilecen, Politik Sığınmacılardan Ankara Anlaşmalılara: Türkiye'den Birleşik Krallık'a Göçler

 


Mültecilik: suç işledikçe görünür, ezildikçe görünmez olmak

No comments

13 August 2025

Heykel: Bruno Catalano


Tuncay Bilecen, tuncaybilecen@gmail.com

Bugün 20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü…

Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre, 2020'nin sonu itibariyle dünyada 82,4 milyon mülteci veya sığınmacı bulunuyor. BM, mültecilği: "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi" şeklinde tanımlıyor.

Genel kullanımda “göçmen”, “sığınmacı”, “mülteci” kavramlarının karıştırıldığı ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı görülse de mültecilikte “zorunlu bir göç” olgusunun bulunduğunu ve “mülteciliğin” aynı zamanda hukuksal bir statü olduğunu belirtelim.

ASAYİŞ VE SOSYAL DÜZENE TEHDİT

Güvenlikçi politikaların, temel insan hakları ve hukuk devletinin önüne geçtiği günümüzde mültecilik ve mülteciler bir hukuksal statü olarak değil asayiş ve sosyal düzene bir tehdit olarak algılanıyor.

11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından yaygınlaşan güvenlikçi söylem, kapitalizmin yapısal ve döngüsel krizleri derinleştikçe hedef tahtasına en kırılgan ve kolay hedef olan göçmenleri koydu. Sağ popülizmin söylem dünyasında bereketli bir malzeme teşkil eden göçmenler artık her türlü fenalığın, bozulmanın, kötülüğün müsebbibi idi.

-       Ekonomi kötüye gidiyor?

-  Çünkü çok göçmen geldi, tüm yardımları alıyorlar. Bütçeni çoğu bedavadan geçinen göçmenlere gidiyor.

 

- Asayiş bozuldu, sosyal sorunlar var.

- Çünkü çok göçmen geldi. Toplumun yapısını, kimyasını bozdular. O yüzden ahlakımız da bozuluyor.

 

- İşsizlik artıyor.

- Çünkü çok göçmen geldi. Ucuza çalıştıkları için elimizdeki işleri de aldılar.

İNSAN-ALTI BİR KATEGORİ

Sağ popülist siyaset bu bereketli malzemeyi tepe tepe kullandıkça ekonomik kriz nedeniyle eski konforunu yitiren, güvencesizleşen ve gelir kaybına uğrayan kesimler için çok kullanışlı bir nefret objesi ortaya çıktı: göçmenler… 

British jobs for British workers” sloganının gölgesinde gerçekleştirilen Brexit referandumundan Fransa’dan, İsveç’e, İtalya’dan Almanya’da ırkçı partilerin tırmanışına kadar Batı dünyasında göçmenlerin söylem düzeyinde bir nefret objesi olarak kullanım alanının yaygınlaştığını görüyoruz. Burada “obje” özne olamamış, özne dahi kabul edilmeyen, edilgen, eğreti bir varoluşu sembolize ediyor. İrfan Aktan’ın gerçekleştirdiği söyleşide Tanıl Bora bu durumu şu şekilde ifade ediyor: Göçmenler insan-altı bir kategori gibi görülüyorlar. Kayıt dışı ve insan dışılar, kağıtsızlar, statüsüzler; bir ‘fazla’ veya ‘artık’ nüfus teşkil ediyorlar; onlara her şey yapılabilir. Bir yandan da müthiş bir tehdit kaynağı sayıldıkları için, üzerlerinde tepinilebilecek bir yığın olarak görülüyorlar. Kendilerini ‘yerli’ kabul eden, hasbelkader bir memlekette yerleşik olan insanların tehdit algılarına hitap etmeye çok elverişliler.”

"BEN GÖÇMENLERE KARŞI DEĞİLİM AMA BU KADARI DA FAZLA!"

Elbette göçmen, mülteci karşıtlığı ve düşmanlığını sadece sağ popülist siyasete mal edemeyiz. Dolaşıma girdikçe çoğalan ve yaygınlaşan bu söylemlerin her kesimden birçok alıcısı bulunuyor. Bu konudaki neşriyat arttıkça nefret kervanına katılanların sayısı da artıyor. “Ben göçmenlere karşı değilim ama bu kadarı da fazla!” diye başlayan yakınmalar, göçmenlere “artık” negatif ayrımcılık uygulanması gerektiğini hatırlatan tehditkâr cümlelerle bitiyor: “Hepsini göndereceksin geldiği yere!” Bu yönüyle mültecilik makul ve makbul vatandaşlığa da bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla aynı suçu makbul vatandaşın işlemesiyle zaten potansiyel tehlike olan mültecinin işlemesi farklı yorumlara yol açıyor. Temel insan haklarına, hukukun en temel prensiplerinden biri olan suçta ve cezada yasallık ilkesine aykırılık teşkil etse de bunu savunan kişiler güvenlikçi bahanelerin arkasına kolayca sığınabiliyor.

SUÇ İŞLEDİKÇE GÖRÜNÜR, EZİLDİKÇE GÖRÜNMEZ OLMAK

Günden güne yayılan mülteci karşıtlığının ilginç bir boyutu da tekil örneklerle yapılan genellemelerin meselenin özünün kaçırılmasına yol açması… Bu sayede göçmenler şeytanlaştırılırken; ülkenin olmayan sınır politikası, olmayan göçmen politikası ve olmayan entegrasyon politikası tartışma konusu bile edilmiyor. Ezcümle, kamusal alanda göçmen tartışmaları meseleyi ortaya çıkaran nedenlerle değil, bu nedenlerin yol açtığı kriminal tekil örnekler üzerinden yapılıyor. Böylece sınıfsal piramidin en altında yer alan; güvencesiz, kayıtsız, kağıtsız, ucuz işgücü olan göçmenlerin sınıfsal konumları da kendileri gibi görünmez hale geliyor. Ne yazık ki milyonlarca yoksul göçmen ancak suç işlediklerinde görünür oluyorlar.  

Yazıyı, Kemal Siyahhan’ın mülteci kitabından, bir Afgan mülteci olan Abdülmelik’in sözleriyle bitirelim: “Dünyanın neresine giderseniz gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.”

 

Sınırların ve pasaportların olmadığı bir dünya özlemiyle… 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan