haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
haber etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Bizim ne işimiz var burada!

8 yorum

13 Haziran 2025

Güzel kardeşim mis gibi işin, şahane maaşın var; orada düzenin kurulu, ne işin var Londra’da? Buranın havası hava değil, canım memleketimin yeşili ayrı yeşil denizi ayrı deniz, ne ararsan elinin altında, boş ver sen kal ülkende... Yıllarını göçmen olarak yurt dışında yaşamış bazı güzidelerimiz başka diyarlara göç etme niyeti olanlara böyle akıl veriyor bazen.



                                                                                                          Charlie Chapter


Öyle mi? Buyurun o zaman sizi alalım güzel yurdumuza...


Göçmenliğimin ilk günlerinde bir tanıdık vasıtasıyla Türkçe yayınlanan bir gazeteye iş görüşmesine gitmiş, çok bilmiş beyefendiye CV'mi uzatmıştım. Şöyle bir göz ucuyla bakmıştı cv'me ve sonra bana "Burası öyle bir memleket ki hanımefendi, havalimanına iner inmez şimdiye kadar yaptığınız her şeyi unutmalısınız, burada cv'nizin ne kadar iyi olduğunun bir önemi yok" demişti.

Burası bambaşka bir dünyaydı ve ben özgeçmişimle birlikte burada bir böceğe dönüşmüştüm. Usulca cv'mi önünden alıp çantama geri koyup sonra da esenlikler dileyerek yanından uzaklaşmıştım.


Izgarada bacon pişiyordu ve kafede son ses Sibel Can çalıyordu. İngiliz müşteriler “kapa artık şu müziği” diyor, patron kimseyi iplemiyor müziğin sesini sonuna kadar açıyordu. Londra'nın göbeğinde kimliğinin hakkını veriyordu abimiz. Büyük dayım bir görüşmemizde "kızım sen caaanım plazadan çık, kafede çalışmaya başla olacak iş değil" diye burun kıvırmıştı yeni kariyerime. Ben ise kafedeki mesaime doğru ilerlerken kendimi Stanley and Iris filmindeki Jane Fonda kadar güçlü ve gururlu hissediyordum.  Alnımın teriyle çalışmamın nesi tuhaftı? Değişik insanlar görüyor onları izliyor küçük notlar alıyordum arada. Her şey gayet normal ve güzeldi bence.

Bir keresinde çok sevdiğim Londra'ya turist olarak geldiğimde, caddenin birinde gecenin bir vakti mini eteğimle kendimi bir aşağı bir yukarı nedensizce koşarken bulmuştum. O zamanların sevgilisi şimdilerin çocuğumun babası yarim, deli danalar gibi koştuğumu görünce bana “ne yapıyorsun?” diye sormuştu gülerek, "ben bu ülkede kendimi çok özgür hissediyorum!" diye haykırmıştım. Gezi'den hemen sonraydı.  Özgürlüğümün kısıtlandığını daha çok hissetmeye başladığım günlerdi.  Beyaz yakalılar dünyasındaki çetrefilli ilişkiler ve etrafımdaki insanların samimiyetsiz tavırları derken her şey bir araya gelmiş, yoğun bıkkınlık hissiyle kaçmış buralara gelmiştim. Üstelik geldiğimde her şey bugünkü kadar kötü de değildi canım memleketimde. Hayatımın öngörüsüydü belki de ve göçme kararı almıştım.

İlk işim tezgâhtarlıktı. Afrika kumaşları satılan minik bir dükkândı. Siyah tenli beyaz dişli bir arkadaşımla beraber dükkânı açıp kapıyorduk. Esnaf olmuştum. Kendi kendime dükkânın önüne iki iskemle bir de tavla attık mı, bir de demlik ve çaydanlık ayarladım mı bu iş tamam, diyordum. Özgür ve mutluydum; geleceğe güvenle bakıyordum fakat tezgâhtarlık konusunda pek muvaffak olamamıştım. İnci dişli güzel kardeşim benimle iletişim kurmamış, beni biraz incitmişti ama olsundu.  Günü gelecek tüm bunları bir yerde yazacaktım. Hayatı boyunca pek fazla dibe batmamış biri olarak bunlar heybeciğime attığım bir avuç malzeme, geleceğe  manidar bir yatırım gibi geliyordu. Hem pek çok yazar çizer hep zor günlerden geçmemiş miydi; işte bunlar da benim o günlerimdi.

Evde kuru fasulye pilav pişiyor, cacıkla rakı içiliyor, Neşet Ertaş dinleniyordu.  Çok şükür bu yaştan sonra asimile olacak halimiz yoktu. Yerimiz yurdumuz belliydi. Londra'nın göbeğinde vatanımızın geleceği için oy kullanırken gözümüzden hıçkırıklı gözyaşı dökmüşlüğümüz vardı. İnsan gurbette daha farklı oluyordu. Güreş müsabakasında dünya birincisi olmuşken ve ay yıldızlı bayrağımız en yukarıya taşınırken hissedilen tüylerin diken diken olma hali gibiydi gurbette oy verme.  

Bence havalimanları bir şehir ve ülke hakkında pek çok ipucu verir. Vatanıma her gittiğimde daha havalimanında bile birçok farklılık hissetmeye başlamıştım. Orada kalan dostlarım arkadaşlarım zaten değişimin artık daha hissedilir olduğundan söz ediyorlardı. Sen uzaktan maval okuma diyenler oluyordu elbette ama hepimizin bildiği üzere bazı şeyler uzaktan daha iyi fark edilebiliyordu. Üzülüyorduk, çok üzülüyordum. Kaçıp gideceğine ülkende kalsaydın diyen dostlarımın da ülkemizde benim gibi üzülmek dışında bir şeyler yaptığına bir eyleme geçtiğine şahit olamamıştım. Olsun onlar benden daha vatanseverdi; çünkü Türkiye sınırları içindeydiler.


Sonra birçok arkadaşım bana göç etme niyetinden bahsetti. Kimseye sakın gelme demedim. Aksine herkese bildiğim kadarını anlattım, onlara elimden geldiğince cesaret vermeye çalıştım. Ben yapabildiysen siz de yapabilirsiniz dedim, dönmek isteyene gitme, dayan dedim. Bir avukat mesleğini burada yapamayacağını bile bile buralara gelmeyi göze aldıysa mutlaka bunun bir nedeni vardır. Yılların mühendisi ben bisikletle pizza dağıtıcam diyorsa bir şeyler canına tak etmiştir. Bir yazar çocuğunu alıp başka dillere doğru yollara düşüyorsa, bir marangoz bana orada daha çok değer verirler diyorsa ya da bir kız çocuğu kendini daha özgür hissetmek için, bir erkek çocuğu baskılara dayanamadığından, bir öğretmen yıllardır atanamadığı ve aç kalmak istemediği için buralara geliyorsa birilerinin gözü dönmüş ve bir şeyler ters gidiyor demektir. Birileri oralarda mutsuz demektir. Hakkettiği mutluluğu aramak isteyen canım insanlara “ne işin var buralarda ya da ne işin var oralarda?” deniyor.

Bir kız çocuğu ve bir kız çocuğunun annesi olarak ben kararımdan ötürü mutluyum. Başka bir ülkede, o ülkenin vatandaşı bile değilken daha çok saygı duyulduğunu hissediyorum. Kendi ülkemde duymadığım kadar çok teşekkür ediliyor, özür dileniyor. Ya sıradayken kuyruktayken birinin araya kaynamaması bile birini huzurlu hissettirir mi? İnşaatın altından geçerken kafama tuğla düşer mi diye endişelenmemek, yaya kaldırımdan geçerken bu araba acaba durur mu diye düşünmemek, daha birçok gündelik ve basit örnek sıralanabilir elbette... Bunlar kendimi iyi ve huzurlu hissettiriyor. Sırf bu nedenlerle bile evet bizim işimiz var buralarda. Gönül ister ki vatanımıza aynı iç huzuruyla yasayabilecek günler gelsin, hepimizin güneşli günleri olsun.


İngiltere’de net göç rakamları yarı yarıya düştü

Hiç yorum yok

31 Mayıs 2025

Birleşik Krallık’ta 2024 yılında net göç, bir önceki yıla kıyasla neredeyse yarı yarıya azalarak 431.000’e geriledi. Ulusal İstatistik Ofisi (ONS), bu keskin düşüşün arkasında “özellikle öğrencilerin aile üyeleri olmak üzere, çalışmak ve eğitim amacıyla gelenlerin sayısındaki azalma” olduğunu açıkladı. 2023’teki net göç 800.000’in üzerindeyken, son rakamlar hükümet politikalarının ve pandeminin gecikmiş etkilerinin göç dengelerini nasıl şekillendirdiğini gözler önüne serdi. 



Muhafazakar Politikaların Etkisi 

ONS analizine göre, düşüşün temel nedeni, eski Muhafazakar hükümetin 2023 sonunda getirdiği kısıtlamalar. Bakım işçilerinin ve öğrencilerin ailelerini ülkeye getirmesini yasaklayan düzenlemeler, özellikle “öğrenci dependant” kategorisinde 100.000 kişilik bir azalmaya yol açtı. Ayrıca, AB dışından gelen çalışanların sayısı 100.000, bu kişilerin aile üyeleri ise 80.000 azaldı. Muhafazakar siyasetçiler, düşüşteki paylarını vurgularken, pandemi takip eden dönemde uluslararası hareketliliğin normalleşmesinin de etkili olduğu belirtiliyor. 

Labour Hükümeti İçin “Memnuniyet Verici” Ama Yol Uzun

Geçen yılki seçim kampanyasında göçü azaltma sözü veren Labour hükümeti, bu düşüşü “önemli ve memnuniyet verici” olarak nitelendirdi. İçişleri Bakanı Yvette Cooper, “Beyaz Kitap’ta net göçü daha da düşürmek için radikal reformlar önerdik” açıklamasını yaptı.

Zorunlu Geri Gönderimler Artıyor Ancak AB Engeli Devam Ediyor

Göçmen politikalarındaki sıkılaşma, zorunlu geri dönüşlerde de kendini gösterdi. Son bir yılda 30.000 kişi (başarısız sığınmacılar, suçlular ve vizesizler) ülkeden çıkarılırken, zorla geri gönderimler pandemi öncesine kıyasla %20 artışla 7.000’i aştı. Labour’ın 1.000 ek personel istihdam etmesi, bu artışta etkili oldu. Ancak AB ile varılan Brexit anlaşması sonrası geri dönüş protokolünün olmaması, Fransa’ya iadeleri imkansız kılıyor. Küçük botlarla gelen 38.000 kişiden  2.240’ı geri gönderildi.  

Afganlar En Büyük Grup, Sığınma Başvurularında Artış

İltica başvurularında Afganlar (%16) başı çekerken, Mart 2025’e kadar 109.343 kişi sığınma talebinde bulundu. Bu, bir önceki yıla göre %17’lik bir artış anlamına geliyor. Başvuruların üçte biri küçük botlarla, diğer üçte biri ise vizeyle gelenlerden oluşuyor. 

Sonuç: Rakamlar Düşüyor Ama Siyasi Tartışma Bitmiyor

Net göçteki düşüş, hükümetlerin politikalarının istatistiklere yansıdığını gösteriyor. Ancak sığınmacı akını ve AB ile yaşanan geri dönüş sorunu, göç meselesinin hâlâ İngiltere’nin gündeminde üst sıralarda yer alacağının işareti. Labour’ın “radikal reform” vaadiyle Reform partisine kayan seçmenleri geri kazanma manevraları ne kadar ne kadar etkili olacağını zaman gösterecek. 


“Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası” 27-31 Mayıs'ta

Hiç yorum yok

24 Mayıs 2025

Londra’nın kültür sanat takviminde yerini alan Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, bu yıl ikinci kez 27-31 Mayıs 2025 tarihlerinde Tower Theatre’da izleyiciyle buluşuyor.

                                                                                                        


                                                  

İstanbul’dan Londra’ya uzanan sanat yolculuğunu sahneye taşıyan Mavi Production ekibi, Eda Çatalçam ve Fatih Dönmez öncülüğünde bu yıl da yepyeni hikâyelerin peşinden koşarak “umuda, direnişe ve güzelliğe” yelken açıyor.

Mavi Production çatısı altında gerçekleştirilecek olan II. Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, çağdaş metin yorumlarından performatif deneylere, disiplinler arası işbirliklerinden atölye sunumlarına kadar uzanan yoğun bir programla seyirciyi selamlıyor.

“Yaşasın Bağzı Şeyler!” sloganıyla bİR arada

“Gelin, birlikte ‘Yaşasın bağzı şeyler!’ diyelim” çağrısıyla izleyicileri bir araya getirmeyi hedefleyen etkinlik, 5 gün boyunca tiyatro oyunları, söyleşiler ve atölyelerle renklenecek.

II. Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, yalnızca sahne performanslarından oluşmuyor. Kollektif yaratım süreçlerine dair atölyeler, söyleşiler, Dünyada Kitap’ın desteğiyle gerçekleşen yazar buluşmaları ile dolu bir haftaya ev sahipliği yapıyor. Gençlerin üretimin bir parçası olmasını çok önemseyen Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, 27-31 Mayıs’a denk gelen ara tatilde gençler için de çok eğlenceli atölyeler düzenliyor.

Neden Mevsİmlİk?”

Mevsimlik Oyuncular kavramı, sabit bir tiyatro kumpanyasından çok, üretim ve eğitim süreçlerinin iç içe geçtiği, geçici ama derin bağların kurulduğu bir yapıyı ifade ediyor. Katılımcılar sezon boyunca atölye, prova ve sahneleme süreçlerine dahil oluyor; her bir üretim hem bireysel bir gelişim alanı hem de kolektif bir sahneleme biçimi olarak kurgulanıyor. Mavi Production çatısı altında yürütülen bu program, Türkiyede ve Avrupada benzeri az görülen bir sanatsal model oluşturuyor.

Nasıl Katılabilİrsİnİz?
Tower Theatre’ın 16 Northwold Rd, N16 7HR adresinde gerçekleşecek etkinliğin biletleri ve detaylı programı, linktr.ee/maviproduction üzerinden ve Tower Theatre’ın web sitesi üzerinden erişime açık. Tiyatronun büyülü dünyasında farklı kültürlerin izlerini keşfetmek isteyenler, bu beş günlük şölene davetli. Ayrıca “herkes için tiyatroyu” mottosuyla yola çıkan tiyatro haftası boyunca “askıda bilet” uygulamasıyla tiyatro severlere tiyatro bileti hediye edebilirsiniz.

 


FestivalProgramı ve Diğer Etkinlikler

 

 


Ama Ya Doğru Söylüyorsa?

Ekonomik kriz diye bir şey yoktur. Ekonomi bizzat kendisi bir krizdir."
Henrik Ibsen

Ekonomi nedir? Ekonomi, aslında her şeyin alınıp satıldığı, para ve kaynakların paylaşıldığı dev bir oyun alanıdır. Bizler ekonomi için ne anlama geliyoruz peki? Formüller, yüzdeler, rakamlar (mı)? Yoksa sadece tüketmesi gereken organizmalar mı? Biz, ekonominin öznesi miyiz yoksa bir nesnesi mi? Yoksa ekonomideki rakamlar karşılığımız kadar mı özne olabiliriz? "Ama Ya Doğru Söylüyorsa?" tam da bu sorulara eğlenceli bir şekilde yanıt veriyor. Bu oyun, yalnızca ekonomi üzerine bir tartışma değil; aynı zamanda bu devasa sistemin içinde insan olmanın ne anlama geldiğini sorgulayan, özneyle nesnenin, varlıkla yokluğun sınırlarını zorlayan bir deneyim sunuyor. Grotesk anlatımıyla seyirciyi oradan oraya savururken hiçbir şey yerinde durmayacak; her şey sürekli değişecek ve aniden, eğlence patlayacak!

 

28, 30 Mayıs 2025
Saat: 14.30
Mekan: Tower Theatre

 

31 Mayıs 2025
Saat: 19.00
Mekan: Tower Theatre
Yaş sınırı: +12

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/ama-ya-dogru-soyluyorsa/




Keşke Anlattıklarım Yalan Olsa

“Bu Dünya nasıl kendi evim gibi tanıdık olabilir, kendi evim nasıl bütün Dünya gibi yabancı, anlat bana.”

Orhan Pamuk

Hayat bazen, aklımızın ulaşamayacağı kadar distopik hikayelerle doludur. Bu hikayeleri distopik kılan şey, aslında gerçeğe dönüşmelerinin gizeminde yatar. "Keşke Anlattıklarım Yalan Olsa" fragman fragman, bu dünyayı kendilerine yuva yapmaya çalışan insanların çelişkilerle dolu öykülerini anlatıyor. Yer yer gerçekçi, yer yer absürt bir tınıyla şekillenen anlatımı, izleyiciyi eglenceli bir yolculuğa çıkaracak. Oyun, izleyenleri coğrafya ve kültür sınırlarını aşarak, ortak bir coşkuda buluşmaya davet ediyor.

 

29, 31 Mayıs 2025
Saat: 14.30
Mekan: Tower Theatre

30 Mayıs Cuma
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş sınırı: +12

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/keske-anlattiklarim-yalan-olsa/




Uykusuz Bir Rüya, Salim

Adanada ailesi ile yaşarken, İstanbula amcasının yanına gönderilen Salim’in hikayesine odaklanan Uykusuz Bir Rüya, Salim; amcasına ait kebapçı dükkanında çalışırken gördüklerini ve ‘çaresizlik’ duygusunu izleyiciye aktarıyor.

Berkay Ateş’in yazdığı oyunda usta oyuncunun tek kişilik performansı ile de izleyiciye unutulmaz anlar yaşatmaya hazırlanıyor.

2024 yılında Direklerarası Tiyatro Ödülleri 2024 - “Tek Kişilik Performans” ile birlikte İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri 2024 -Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu”, Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri 2024 - Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu”, Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri 2024- Ferhan Şensoy En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nün sahibi olan Uykusuz Bir Rüya, Salim; son zamanların en başarılı tek kişilik performansları arasında üst sıralarda yer alıyor.

 

27 Mayıs 2025
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş sınırı: +12

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/03/uykusuz-bir-ruya-salim/




 9/8’lik Kıyamet

Yakın gelecek.
İklim krizinin vurduğu bir dünyada, kıyamet gelmiş ama tam da gelmemiş. Hiçbir ülkenin kabul etmediği göçebe topluluklar — Parazitler — yeni bir yaşam biçimi kurmak zorunda kalmış.
Ve o topluluğun içinden bir hikâye anlatıcısı: Diyar.
Her akşam ateş başında darbukasıyla hikâyeler anlatan Diyar, bu kez bizi kıyametin ilk günlerine, İstanbula götürüyor. Açlık, susuzluk, isyan ve ihanetin iç içe geçtiği bu anlatıda, yükselen muhafazakâr bir hareket — İzan — ve Diyar’ın kaderini altüst eden gizemli bir kız: Leylâ yer alıyor.
Diyar’ın Gözleri”, büyük yangınların, göçlerin ve kayıpların ortasında şekillenen bir aşk ve vicdan hikâyesi.
Ve temel bir soru soruyor:
Dünya elimizden kayarken, biz kimin elini tutacağı
z?

 2025 Direklerarası Tiyatro Ödülleri “Tek Kişilik Performans” ödülü ile ödülleri toplamaya başlayan “9/8’lik Kıyamet” in bu sene pek çok ödülü daha alacağına eminiz.

 

28 Mayıs 2025
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş Sınırı: +16

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/9-8lik-kiyamet/




Dansöz

Meryem isimli bir oryantalin hikâyesini ‘bakış’ çerçevesinde ele alan oyun, tiyatronun Antik Yunandan beri bakışla tanımlandığı teorik bir alanı (theatron, bakılan/seyredilen yer” anlamına geliyor), oryantaldeki ekol farklarıyla birlikte sahneye taşıyor.

“Birilerine bakmak için özel olarak tasarlanmış bir alanda, yine özel bir bağlam içinde, bakış’ın ne anlama geldiğini araştıran” oyunda tek kişilik performansı ile Sezen Keser göz dolduruyor.

Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri 2020 - “En İyi Çıkış Yapan Kadın Oyuncu”, Direklerarası Tiyatro Ödülleri 2020 - “Tek Kişilik Performans” ödüllü oyun Londra’da izleyicisi ile buluşmaya hazırlanıyor.

29 Mayıs 2025
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş Sınırı: +16

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/dansoz/




Atölye: Yaz Yaz Yaz! Bugün Hemen Şimdi

Gördüğünüz gözden, hissettiğiniz yerden, duyduğunuz seslerden bir dünya kurmaya ne dersiniz?

Ödüllü Yazar Hande Ortaç ile gerçekleştirilecek bu yaratıcı yazı atölyesinde, örnek metinler üzerinden çalışacak, kendi öykünüzü kaleme alma fırsatı bulacaksınız.

Atölyemiz hem Türkçe hem de İngilizce yürütülecektir. Böylece, içinizden gelen dili seçerek kelimelerle özgürce oynayabilirsiniz.

Bu atölyeye katılmak için önceden yazma deneyiminiz olması gerekmez; sadece yeni şeylere keşfetmeye açık olmanız yeter!

Kelimelerden nasıl yeni bir dünya yaratıldığını merak eden tüm gençleri bekliyoruz.

 

28 Mayıs 2025
Saat: 12.00 - 14.00,
* 12 - 16 Yaş
Mekan: Tower Theatre

 


Atölye: Ben Senin Yerinde Olsam

Sahneye sadece izlemek için değil, değiştirmek için çıkıyoruz!

Forum Tiyatro uzmanı Mengü Türk’ün liderliğinde gerçekleştirilen Forum tiyatro atölyemizde bir hikâyeyi birlikte izliyor, sonra Ben senin yerinde olsam ne yapardım?” diyerek sahneye müdahale ediyoruz. Oyunun akışını birlikte değiştiriyor, karakterlerin yerine geçip olaylara farklı çözümler getiriyoruz.

Rol alabilir, fikirlerini sahneye taşıyabilir ya da izleyici olarak tartışmaya katılabilirsin. Deneyim gerekmez — sözünü söylemek isteyen herkes bu sahnede yer bulabilir.

*Atölye dili Türkçe ve İngilizcedir.

 

30 Mayıs 2025
Saat: 12.00
*  12 - 16 Yaş
Mekan: Tower Theatre

 


Lemonade Stand Up

Eren Erdoğan, Suat Eroğlu ve Yunus Dalgıç
gülmenin bilimini sahneye taşıyor!

II. Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası’nda, acıya merhem, derde deva, yüzlere ise yoga olmaya geliyorlar! Gündelik hayatın saçmalıkları, kuyrukta beklerken akla gelen büyük sorular, Türk usulü dertleşmeler ve kahkahanın evrensel diliyle buluşuyor.
Yani evet, bu üçlü yine sahnede ve yine absürt zekânın zirvesindeler!
Hazır olun: Bu gösteri sizi hem güldürecek, hem düşündürecek, hem de ben de tam bunu yaşıyorum” dedirtecek.

 30 Mayıs 2025

Saat: 21.30
Mekan: Tower Theatre

 



 Söyleşi: Tiyatro Göçer Mi?

Tiyatro, sabit bir sahneye mi bağlıdır, yoksa yolculuk eden bir anlatı mıdır? Bir yerden başka bir yere taşındığında köklerini de beraberinde götürür mü, yoksa gittiği yerde yeniden mi filizlenir?

Bu söyleşide tiyatronun tarihsel olarak göçer doğasından yola çıkarak; mekân, kimlik, aidiyet ve dönüşüm meselelerine uzanacağız. Sanatın sınır tanımayan doğasını, hem fiziksel hem de zihinsel göç deneyimleri üzerinden birlikte tartışacağız.

Göçün yalnızca acı ve kayıp değil; aynı zamanda yaratıcılık, direnç ve yeniden inşa için bir alan olduğunu hatırlamak istiyoruz.

Tiyatro Göçer mi?” sorusu yalnızca biçimsel bir arayış değil, aynı zamanda varoluşsal bir sorgudur.

 Bu göçerlik hâlinin tiyatroya nasıl yansıdığını birlikte düşünmek, konuşmak, belki de yeniden tarif etmek için…

Eda Çatalçam, Fatih Dönmez, Memet Ali Alabora ve Philip Arditti sahnede bu soruya yanıt arayacak.

Söyleşiye katılmak için tiyatro haftasındaki oyunlardan birine bilet almanız yeterli.

 

31 Mayıs 2025
Saat: 17.00
Mekan: Tower Theatre

 

 


Konser: The Third Culture Collective

Third Culture Collective, farklı kültürlerin ve yaratıcı ifade biçimlerinin kesişiminden doğmuş çığır açıcı bir sanat projesidir. Misyonumuz, müziğin birleştirici gücünü keşfetmek; etnik ezgileri, cazı ve psikedelik etkileri harmanlayarak izleyiciyi içine çeken canlı performanslar yaratmaktır.

Gerçek zamanlı doğaçlama ve görsel sanatçılarla işbirliği yoluyla, sadece bir konser değil; bağ kurma, iyileşme ve hikâye anlatımı yolculukları sunuyoruz. Kollektif, izleyicileri yalnızca izleyen değil, sürekli gelişen bir anlatının parçası olmaya davet eder. Sanatın sınırları aşarak kişisel düzeyde derinlemesine yankı bulduğu bir deneyim yaşatmayı amaçlıyoruz. Sesin, kültürün ve topluluğun sınırlarını yeniden tanımladığımız bu olağanüstü etkinliğe siz de katılın.

Jomy Jai – Klavye & Elektronikler
Salih Korkut Peker – Elektro Cümbüş / Çift Saplı (çağlama – perdesiz gitar)
Gökhan Demirdöğmez – Sol Klarnet
Cana Çankaya – Trompet
James Heggarty – Davul

 

27 Mayıs 2025
Saat: 22.00
Mekan: Tower Theatre

 



 

 

“Yazı yazmak tuğla örmeye benzer”

Hiç yorum yok

10 Mayıs 2025

Kâzım Altan’ın birbirine bağlı üç uzun öyküden oluşan “Pantelis” adlı kitabı Türkçe ve İngilizce olarak yayımlandı. Kıbrıs göçmeni olan eğitimci Kâzım Altan’la kitabı “Pantelis” hakkında konuştuk. 

Tuncay Bilecen

Kâzım Bey, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Kıbrıs’ın Baf köylerinden biri olan Ayia Varvara’da (Engindere’de) doğdum. İlkokul ve lise eğitimim Baf kasabasında geçti. O yıllarda Baf Kazası, Kıbrıs’ın mahrumiyet bölgesiydi, şimdilerde ise Güney Kıbrıs’ın önemli turistik merkezlerinden biridir. Baf’ta Kurtuluş Lisesi daha yeni kurulmuştu.  Annem hep avukat olmamı isterdi. Babam ise bu konuda pek renk vermiyordu. Buna rağmen daha iyi bir eğitim alabilmemiz için bizi kasabadaki ilkokula kaydetmekte ısrarlıydı. Şimdi geriye baktığımda köyümüzün ilkokulundan mezun olanların çoğunun yüksek eğitim aldığını görüyorum.  

KIBRIS YILLARI

Babamın,  kasabada evi ve o evin etrafında da birkaç arsası vardı. Babamın ben ilkokula başlamadan önce ailesini bir araya toplama hayali başlamıştı bile. Büyük kız kardeşime daha evlenmeden bir ev yaptı. Arkası da geldi. Bu kabile kültürü çerçevesinde ben de diğer kardeşlerim gibi, köyden kasabaya göç etmiş onun acısını yaşamıştım.

Taşımacılığın ilkel olduğu bir zamanda annemin köyle kasaba arasında mekik dokuduğu o zor günlerin, benliğimde derin bir iz bıraktığını düşünüyorum.  

Edebiyatı ilk kez lise yıllarımda sevdim diyemem; çünkü ben kulaktan kulağa geçen ve tarlada, bağda, bahçede, insanımın kendine has bir tarzla anlattığı masallara, gerçek hayat hikâyelerine, atışmalı söyleşilere ve halk müziğimize çocukluğumdan beri âşıktım.  

TİYATROYA OLAN İLGİSİ

Okulun kütüphanesi yoktu. Evimizde de kitap kültürü yok denecek kadar azdı. O yıllarda, çevremde “roman okumak, sinemada film izlemek, edebi bozar” inancı hakimdi. Böyle düşünmeyenler ise benimle kitaplarını paylaştılar. Bu yüzden onlara müteşekkirim.

Bizim dönemimizde okul müsamerelerine sadece beş ve altıncı sınıflar katılabilirdi. Tiyatroya ilgi duyduğumu fark eden edebiyat hocamız o ekibe, erkenden beni de kattı. Öykü yazma hevesim o yıllarda başladı. Bu hevese, ikinci kez göç etmemin sonucunda perde düşse de edebiyat hep içimde bir yerdeydi.

Londra’ya göç edince; geçim derdi, İngilizceye hakim olma çabası, üniversite yılları, eğitim alanında kariyerim, ailevi sorumluluklarım derken okuma ve yazma hevesim devam etti. İki lisana da eşit hakimiyetim olduğu halde, üç öykü içeren Pantelis’i, İngilizce yazdım, sonra da Türkçeye çevirdim.

Birbiriyle bağlantılı üç öyküden oluşan ve Pantelis adını taşıyan öykü kitabınız yakın zamanda yayınlandı. Bu öykülerin ortaya çıkma sürecinden biraz söz eder misiniz?

Daha önce de belirttiğim gibi kitap yazmak her zaman içimde vardı. Bunu yaşam mücadelesinden dolayı erteledim. Göç etmek kendi dilimden, kültürümden kopup başka bir kültüre uyum sağlamak ve onu kendi kültürümle harmanlamak kolay olmasa da bunu yapmak mecburiyetindeydim.

Yazı bir sanattır. Fakat öykülere doğru bilgi katmak için yazarın araştırmacı olması da elzemdir. Bir iki deneyimden sonra Haringey’de buluşan bir yazar gurubuna katıldım. Üyeler çoğunlukla gençti. Sıram gelince onlara Panteli’nin ilk paragrafını okudum. Amacım onlardan, olumlu veya olumsuz, bir tepki almaktı. “Devam et” dediklerinde “dilini sevdik” mesajını aldığıma karar kıldım. Bir de yazılarımın diğerlerinden farklı olduğunu anladım.

Kitaptaki üç öyküde, anlatıdan uzaklaşmaya, olay ve duyguları mümkün olduğunca göstermeye çalıştım. Yazma serüvenimde kitap okuma tarzım değişti. Artık yalnız kurguya kapılıp gitmiyor, yazı tekniğini inceliyordum. Demek ki yazı yazmak biraz da Panteli’nin tuğla örmesine benzer diye düşündüm çoğu zaman.

Öykü çok uzamıştı. Onu iki veya üç öyküye bağlantılı olarak bölmeye karar verdim.




Kitabınızın başında Panteli’nin Kıbrıs’tan Londra’ya uzanan öyküsüne şahit oluyoruz. Siz de Kıbrıslı bir yazarsanız. Panteli gerçek bir karakter mi? Biraz Panteli karakterinden söz edebilir misiniz?

Panteli bir Kıbrıslı Rum kadınla sevgilisi Kıbrıslı Türkün oğludur.  Ama bu karakter bir Kıbrıslı Türk kadınla bir Rum gencinin oğlu da olabilirdi.  Bence, duygular sınır tanımaz. Eminim, hepimiz, farklılıkları göz ardı ederek birlikteliğe karar veren çok insan tanıyoruz. Öyküde bu iki insan sadece bir aşk yaşadı.          

Az önce de belirttiğim gibi, Panteli’de konular ve karakterler hayat tecrübemin hayal gücümle harmanlanması sonucunda ortaya çıktı. Bu öykü aynı zamanda, farklı coğrafyalarda doğmuş, şu veya bu sebepten dolayı ülkelerinden göç etmek mecburiyetinde kalmış insanların da öyküsüdür. İç savaş, belki toplumdan dışlanma veya ekonomik sıkıntılar göçün başlıca sebebidir. Kaderi kırmak için çalışmak didinmek de bu insanların ortak mücadelesidir. O mücadeleyi Panteli’yle birlikte yaşıyoruz. Onun, kalabalık Londra şehirdeki yalnızlığına rağmen, dürüst ve düzenli çalışmaları, sebatı, tutumlu olması, köyüne, insanına olan bağımlılığı, azınlık toplum fertlerinin çabalarını ve duygularını yansıtır.

 

Öykülerinizde hangi konuları işlediniz?

Yazılarımda konuşulması gereken “tehlikeli” konular var. Hayat maalesef bir gül bahçesi değil; ama sanırım, ben konuların en zorunu seçtim. Sinirsel sağlık bu zor konulardan biridir.

Üç öyküde, belki de ilk iki yavrusunu kaybeden annenin öfkesi, çocuksuz yaşama mahkum olan anne adayının feryadına karışır. Babasını hiç bilmeyen Pantelis’nin sessiz isyanı da aynı koro içindedir. Anlayamadıkları sebeplerden dolayı “gerçek” neyse, onu görmekte güçlük çeken, topluma bir türlü ayak uyduramayan sinir hastalarının halleri yine o harmanlanmış hayat tecrübemden çıkmıştır. Bu sınıfımda bir öğrencimin ruhsal değişiminin farkındalığı olabilir. Sokakta kendi kendine konuşan bir hastanın beynimde bıraktığı iz de olabilir. Sinir hastalarını her zaman tehlikeli ya da komik gören toplum bireylerinin tepkileri de bir şekilde kendini bu satırların içinde gösterir.

Kurgu tecrübe, araştırma ve hayal gücünün yarattığı sinerjinin ürünüdür. Yazmak ise öğrenilmesi gereken bir tekniktir.

Yazar bu üçlüyü bağdaştırmak için didinip durur. Bazen başarılı olur, editörün alkışını duyar, bazen de kurguya perde düşer, o ilham denilen şey neyse, onu oturup bekler ya da beklerken başka şeyler yapar. Perde düşünce ben de öyle yaptım.         



Kitabınızın başında Pantelis’nin Kıbrıs’tan Londra’ya uzanan öyküsüne şahit oluyoruz. Siz de Kıbrıslı bir yazarsanız. Pantelis gerçek bir karakter mi? Biraz Pantelis karakterinden söz edebilir misiniz?

Pantelis bir Kıbrıslı Rum kadınla sevgilisi Kıbrıslı Türkün oğludur.  Ama bu karakter bir Kıbrıslı Türk kadınla Rum gencinin oğlu da olabilirdi.  Bence, duygular sınır tanımaz. Eminim, farklılıkları göz ardı ederek birlikteliğe karar veren çok insan tanıyoruz. Öyküde bu iki insan sadece bir aşk yaşadı.           

Az önce de belirttiğim gibi, Pantelis’de konular ve karakterler hayat tecrübemin hayal gücümle harmanlanması sonucunda ortaya çıktı. Bu öykü aynı zamanda, farklı coğrafyalarda doğmuş, şu veya bu sebepten dolayı ülkelerinden göç etmek mecburiyetinde kalmış insanların da öyküsüdür. İç-savaş, belki toplumdan dışlanma veya ekonomik sıkıntılar göçün başlıca sebebidir. Kaderi kırmak için çalışmak didinmek de bu insanların ortak mücadelesidir. O mücadeleyi Pantelis’le birlikte yaşıyoruz. Onun, kalabalık Londra şehirdeki yalnızlığına rağmen, dürüst ve düzenli çalışmaları, sebatı, tutumlu olması, köyüne, insanına olan bağımlılığı, bence, etkileyicidir.     

 

Kitabınızda üç öykünün ortak noktalarından biri, Sinir ve Ruh Sağlığıdır. “Ruh Sağlığı” konusunun öykülerinizin odağında yer alması konusunda ne söylersiniz?

Birçok ülkede olduğu gibi, Kıbrıs’ta da ruh hastalıkları gizli tutulmaya çalışılır.  Halbuki dünya nüfusunun altıda birinin hayatları boyunca en az bir kez bu tür hastalıklara maruz kaldığı kanıtlanmıştır. Bunların arasında lise ve üniversite yıllarımda hastalanan arkadaşlarım, öğrencilerim, savaş mağdurları, şiddet sonucu kendilerini kaybeden anneler ve çocuklar da var.

Üç öyküde, sinir hatalıklarını bağlayıcı konu olarak işlemek zor fakat benim açımdan, ilginçti. Bu konu şık hayatları sergilemiyor. Ama o hayatı kitaptaki kahramanlarla biraz olsun yaşamak, hepimize iyi gelir sanırım. 

Kitabın geliri Kuzey Kıbrıs’ta, varsa eğer, sınır ve ruh hastaları ve ailelerine destek olmaya çalışan bir gönüllü kuruluşa adanmıştır. Arayışım devam ediyor.

 💬 Pantelis Türkçe ve İngilizce iki ayrı kitap olarak Press Dionysus tarafından yayımlandı...


👉  Pantelis'i Türkiye'de Kitap Yurdu'ndan temin etmek için tıklayın...


👉Pantelis'i UK içinde ücretsiz kargoyla edinmek için tıklayın


👉Pantelis'i  Fieldseat Cafe’den (665 High Rd, Tottenham, London N17 8AD) temin edebilirsiniz.




* Bu röportajın bir kısmı 17 Kasım 2020 tarihli Olay Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 




 

Annesi yazdı, küçük kızı çizdi, ortaya bu kitap çıktı!

1 yorum

30 Nisan 2025

Kuzey Londra’da yaşayan Çağrı Oral, kızı Zehra’ya her akşam kendi zihninden hikâyeler anlatıyordu. Kızı anlattığı hikâyeleri çok beğenince diğer çocuklar da sever diye “The Little Girl with a Big Heart” isimli bir kitap yazdı. Yola çıktığı illüstratörle yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle çizim işi yarıda kalınca 6 yaşındaki kızı “Anne sen üzülme kitabın resimlerini ben çizerim!” dedi ve ortaya bu tatlı ve duygusal resimli çocuk kitabı çıktı.

Fotoğraflar: Deniz Kavalalı


Halil Yetkinlioğlu

İngilizce olarak Londra merkezli yayınevi Press Dionysos tarafından okuyucuyla buluşturulan kitabın yayımlanma hikâyesi de gerçekten çok ilginç! The Little Girl with a Big Heart’ı yazan Çağrı Oral ve resimleyen Zehra ile kitabın ortaya çıkış serüveni hakkında sohbet ettik.

 

Bu sizin ilk çocuk kitabınız? Çocuk kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ben çok uzun yıllar Türkiye’de reklam yazarlığı yaptım. Birçok ünlü markanın reklam kampanyalarında yaratıcı ekipte yer aldım. Ayrıca üniversitede sinema okudum. Dolayısıyla yazma eylemini farklı bir kulvarda zaten gerçekleştiriyordum. Yayınlanmış öykülerim de var. Sözlü yazılı hikâye anlatmayı seven biriyim. Hikâyenin etkisine çok inanırım. Çocuk kitabı konusuna gelince asıl itici güç kızım oldu. Ona hikâyeler anlatıyor, kitaplar okuyor, masallar uyduruyordum. Bildiğimiz klasik masalların beğenmediğim bölümlerini değiştiriyor, adapte ediyordum. Ama çoğunlukla uyduruyordum ve kızımın çok hoşuna gidiyordu anlattıklarım. Bir gün dedim ki ya ben her akşam uyku saati değişik değişik hikâyeler uyduruyorum doğaçlama, bunu kâğıda döksem ya. Kızım seviyorsa diğer çocuklar da sevebilir. Sonra bir akşam bilgisayarın başına oturdum ve yazdım.

Peki, The Little Girl with a Big Heart’ın hikâyesinin çıkış noktası ne?

Aslında bu öykü için gerçek hayattan alınmıştır desem çok yanlış olmaz. Tamamen kızımdan esinlendim. Kitap, küçük bir kızın koşarken birden durup kalp atışını duyup çocuk merakıyla yüreğine yolculuğunu anlatıyor. Mesela anneannesi kızım Zehra’yı bahçede salıncakta sallarken kızım “ben kelebek oldum ben kelebek oldum” demişti ve bunu hikâyemde kullandım. Zehra ne zaman bir kedi görse çok mutlu olur ve onları beslemek şefkat göstermek ister bu da kitapta yer alan bir bölüm. Çocuklar o kadar doğal ve etkileyici ki onlardan ilham almamak ne mümkün! Benim esinlenmem de bana bu hikâyeyi yazdıran şey oldu.

The Little Girl with a Big Heart İngilizce bir kitap. Neden anadilinizde değil de İngilizce yazdınız kitabı?

Onun da hikâyesi enteresan. Ben aslında hikâyeyi önce Türkçe yazdım. Hatta ismi “Kalbinin Derinliklerine Giden Kız”dı. Sonra Türkiye’de üç farklı yayınevine gönderdim dosyayı. Hepsi reddetti. Bunun için de çeşitli gerekçeler sıraladılar. Örneğin, biri “hikâye çok güzel ve samimi” dedi. Çok sevindim. “Ama basamayız” dedi sevincim kursağımda kaldı. “Neden?” diye sordum. “Ya sosyal medyada çok takip edilen biri ya da aktiviteler düzenleyen ünlü bir öğretmen olmanız lazım” dedi. Dedim ki “bu saatten sonra öğretmen olmam zor.” Güldük beraber. Bir diğeri “kâğıt çok zamlandı, maliyetler arttı” dedi. Öbürü de benim ritim olsun, metne şiirsellik katsın diye kullandığım tekrarları fazla buldu. Oysaki bir sürü yabancı çocuk kitabında bu tarz tekrarları görmüş ve okumuştum. 

Türkiye’deki yayınevleri tarafından reddedilmek sizi nasıl etkiledi?

Ben aslında çok çabuk demoralize olan biriyimdir. Oldum da. Demek ki hikâyem o kadar da güzel değil diye düşündüm. Neyse ki etrafımda edebiyat dünyasından yazar çevirmen ve çocuk kitapları konusunda bilirkişi diyebileceğimiz insanlar vardı. Onlara reddedildiğimi anlattığımda yazar arkadaşım “Türkiye’de yayınevlerinde de çeteleşme yok mu sanıyorsun” dedi. Diğer konusunda uzman arkadaşlarım da hikâyemin iyi olduğu konusunda beni ikna etti. Ve ben de ikna olmuş olmalıyım ki Türkiye olmadıysa Dünya olur deyip oturup hikâyeyi İngilizceye çevirdim. Anlayacağınız bana kendi dilimde bir hikâye kitabı çıkartmadılar. :)

Sonrasında süreç nasıl gelişti?  

Ben metni İngilizceye çevirdim ama edebi çeviri bambaşka bir şey. Türkçedeki müzik ve ritimli formu yakalamak her İngilizce bilenin yapacağı şey değil. Bir arkadaşım beni Özge Çalık Spike ile tanıştırdı. Özge zaten Türkçeden İngilizceye çeviriler yapan çok başarılı bir çevirmen. Eşi Matt de Edinburgh Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’nde kürsüsü olan bir akademisyen. Onlara gönderdim metni. Özge de Matt de çok beğendiler metni. Yalan yok, özellikle Matt’in bana videolu bir görüşmemizde Türkçe olarak hikâyeyi çok beğendiğini söylemesi beni çok cesaretlendirdi. Sonra Özge çeviriyi yaptı bana gönderdi metni bir okudum. İnanamadım. Öyle bir dokunmuş ki hikâyeye bazı kelimeleri o kadar özenle seçmişti ki çok etkilendim. Benim Türkçede yapmaya çalıştığım müzikli anlatımı o İngilizce yapmıştı. Hatta İngilizcesi Türkçesinden daha etkileyici oldu diye bile düşündüm.

Peki, kitabın İngiltere’de basımı nasıl oldu?

Çizer bir arkadaşım hikâyeyi çok beğenmişti. Beraber yola çokalım dedim. Çünkü hikâyenin yanında görseller olduğu zaman yayınevlerini ikna etmek daha kolay olur diye düşünüyordum. Nitekim öyle oldu. Sunum dosyasını birkaç görselle birlikte gönderdim. Press Dionysus çok kısa sürede yanıt verdi. Ben bu kitabı basarım dedi. İmzalar atıldı.

Kitabın illüstrasyonlarını kızınız yaptı, buna nasıl karar verdiniz?

Kitabın yayınlanmasına çok az bir zaman kala çizer arkadaşımla yollarımızı ayırmak zorunda kaldık. Çizdiklerini çok beğenmiştim ve benimsemiştim ama bazen ilişkileri yönetebilmek zor olabiliyor. Çok üzülmüştüm çünkü kitapla ilgili özellikle yayıneviyle anlaştıktan sonra çok hayal kurmuştum. Umut bağlamıştım. Kitabın çıkmasına çok az kalmıştı ama ortada çizimler yoktu. Çok üzgün olduğum anda kızım Zehra geldi yanıma ve “Ağlama anne, üzülme kitabın resimlerini ben çizerim hem de çok güzel çizerim” dedi. Altı yaşındaydı o zaman ve hayatım boyunca o anı unutmayacağım. Ve hemen bir kalem kâğıt alıp bana nasıl şeyler çizebileceğini gösterdi. Sonra gerçekten düşündüm kitap küçük bir kızın kalbine yolculuğunu anlatıyor. Kız kalbine gidiyor ve yüreğinde gördüklerini resmediyor. Çok güzel örtüştü hikâyeyle. Yayımcıyı aradım. “Çok iyi fikir Çağrı” dedi. “Hiç acele etme, zaman problemin yok; çünkü insan her zaman kitap çıkaramıyor” dedi. Çok rahatladım. Minnettarım. Zehra üzerinde zaman baskısı oluşsun istemedim. Böylelikle kızım kitabın illüstratörü oldu. İyi ki de öyle oldu.

Zehra için süreç nasıl geçti? 

Uzun zamana yaydık çizimleri. Bazen iki hafta bir şey çizmedi. Ben ona paragraf okudum, o zaman ben buraya şöyle bir şey çizeyim dedi çoğunlukla… Benim de müdahalelerim oldu zaman zaman. “Acaba şuraya bir de pusula mı çizsen” dedim mesela… Bana “Sen karışma anne, bu kitabın çizeri benim demişliği” de var ayrıca… İşi sahiplendi gerçekten ve sorumluluk hissetti ve beğenmediği çizimini olmadı bu diyerek yırtıp attı. Ben de hayretler içinde onu izleyip kızımla gurur duydum.

Kitap ile ilgili ilk tepkiler nasıl?

Aslında Zehra’nın çizimleri hikâyenin önüne geçti. Kitabın yazarı olarak kendimi ikinci planda hissediyorum (gülerek). Bu da beni çok gururlandırıyor. Örneğin bir çocuk terapistinin yorumu geldi şu an aklıma. “Tam bir terapi kitabı hem çok güçlü mesajı var hem de bu mesajı çok yalın bir şekilde veriyor” dedi. Çok hoşuma gitti. Okuyan herkes çok beğeniyor. Zehra’nın hayranları bir hayli fazla. Sık rastladığım bir başka yorum da bu sadece bir çocuk kitabı değil, büyükler de okumalı. Evet doğru zaten biz yetişkinlerin çocuk kitaplarından öğreneceği çok şey var. Büyüdükçe unuttuğumuz şeyler hatırlatıyorlar bize çünkü.

 


Zehra sen nasıl çizmeye karar verdin?

Zehra: Annemin kitabını ilk çizen kişi bıraktı. Annem çok üzüldü. Ben de “Ben çizerim anne” dedim. Annemin üzülmesini istemedim.

Peki nasıl çizdin kitabı?

Zehra: Çok eğlenerek çizdim. Çizerken annem bana hangi konuyla ilgili çizeceğimi okudu. Ben de aklıma gelenleri çizdim.

Kitapta en çok sevdiğin bölüm hangisi?

Zehra: Bir tane et yiyen bitki çizdim. Kızın elinde kalpten balon var. Ben en çok o sayfayı beğendim.

Hangi boya kalemlerini kullandın?

Zehra: Kuru kalemlerle çizdim. Annem bana yeni illüstrasyon kalemleri aldı. 

Çizerken en çok neyde zorlandın?

Zehra: Kızı her sayfada aynı çizmem lazımdı. Başka kişi olduğunu zannetmesinler diye.

Anne ve kız çok güzel bir işe imza attınız. Çok güzel bir duygu olmalı…

İnanılmaz. Tarifi yok. Her şeyden önce çok kıymetli bir anı ikimiz için de. Bir de şöyle güzel bir yanı var bu kitabın. Bu ülkede bandrollü bir kitap yayınladığınızda başta British Library olmak üzere ülkenin çok önemli kütüphanelerine kitabı yollamanız gerekiyor ve kitap arşivleniyor. Yani yıllar sonra Zehra’nın torunu British Library’e gitse The Little Girl with a Big Heart’ı bulup okuyabilecek. Bunu ilk duyduğumda çok etkilendim. Dünyaya dikili bir ağaç bırakmışız gibi geldi.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Teşekkür etmek isterim. Başta kızıma. Beni yüreklendiren arkadaşlarıma, Kitabın sanat yönetmenliğini yapan arkadaşım Jülide Lokman’a, editör ve çevirileri yapan Özge Calik Spike’a, yayınevim Press Dionysos’a, emeği geçen herkese. 

Bu kitap gönüllü olarak saatini, emeğini, çocuğuyla geçireceği vakti bu öykü için özveriyle paylaşan ve beni yüreklendiren kadın arkadaşlarım sayesinde gerçekleşti. Kadın dayanışmasının güzel bir örneği oldu. Buradan teşekkür ediyorum hepsine. 

 

https://pressdionysus.com/product/the-little-girl-with-a-big-heart-cagri-oral/




© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan