latest

Yönetmen Gülseren Daş ile “Kızkardeşliğin türküsü: Rengin” belgeseli üzerine konuştuk

29 Haziran 2025

/ by Bisikletli Gazete

Gülseren Daş’ın hazırladığı “Kızkardeşliğin türküsü: Rengin” adını taşıyan belgesel, Londra’da Rengin Kadın Korosu çatısı altında müziğin ortak dilinde buluşan kadınların umut ve direniş dolu yolculuğunu anlatıyor.  Yönetmen Gülseren Daş’la Rengin Kadın Korosu belgeseli hakkında konuştuk.  

 




Sizi tanıyabilir miyiz?

Sanırım hayattaki zor şeylerden biri kendimizden bahsetmek. Kısaca anlatayım, Elbistan’da doğdum, On beş yaşımda lise eğitimi için ailemle Mersin’e taşındık, sonrasında da Ankara İletişim Fakültesi’nde lisans eğitimimi tamamladım. 

Türkiye’de başta Gündem gazetesi olmak üzere çeşitli gazete, televizyon ve dergilerde haber müdürlüğü, dış haberler editörlüğü, editörlük ve fotoğrafçılık yaptım. 2009 yılında evlenerek yerleştiğim Londra’da belgesel fotoğrafçılığı alanında yüksek lisansımı yaptım. Bütün çocuklar gibi kendileri de çok tatlı olan Welat, Heja ve Eyşan’ın annesiyim. 2020 yılında kurulduğundan bu yana da Rengin Kadın Korosu’nun bir üyesiyim. 

Kızkardeşliğin Türküsü; Rengin, belgeselinizde kadınların koroya katılma hikâyelerine yer verdiniz, siz de koronun bir üyesisiniz ve bir dönem yürütmesinde sorumluluk aldınız, bu kez siz bize Rengin’e katılma hikâyenizi aktarır mısınız?

Pandemi nedeniyle global bir hapis dönemi geçirdiğimiz 2019-20 yıllarında annem Elif Daş, pankreas kanseri ile mücadele ediyordu. Hem Elbistan’da yaşadığı için hem de pandemi yasakları nedeniyle çok az yanında bulunabildim. Vefatı, karantinanın kısa süreliğine kaldırıldığı 2020 Temmuz ayına denk geldi ve kendisi ile vedalaşma imkânı buldum. Her ölüm insanı etkiler, anneminki de ailemizi derinden sarstı. Ben de herkes gibi bir hayat muhasebesi yaptım kendi içimde, hiçbir şeyi ertelememeye karar verdim.

 Annem bağlama çalmamı çok isterdi, yıllarca ertelemiştim, ancak onun anısına öğrenmeye karar verdim. Rengin ile de yolum bağlama aracılığıyla kesişti. Göçmen İşçiler Derneği’nin (GİKDER) Facebook’ta yayınladığı bağlama atölyesi ilanına başvurdum. Derslere başlayınca aynı dernek bünyesinde Rengin Kadın Korosu’nun da bulunduğunu öğrendim ve gerçekten kötü olduğunu düşündüğüm sesime rağmen koroya katıldım. 

Filmin ortaya çıkış sürecinden bahsedelim biraz…

Sanırım basından geldiğim ve fotoğrafa merakım olduğu için biraz mesleki bir deformasyon denebilir, kayıt altına alma alışkanlığım var. Ben de hayatı mercekten bakarak anlamlandıran insanlardanım. Koroya başladıktan kısa bir süre sonra kameramı da çalışmalara getirir oldum. Belgesel fikri ise zamanla oluştu. Benim merakımın dışında aslında belgesel biraz da kendini dayattı diyebilirim. 

Pandemi gibi bir süreç, hepimizin ayarları ile az buçuk oynanmış ve Londra’nın kuzeyinde gettolaşma dediğimiz şeyin dibine kadar yaşandığı bir bölgede kadın türküleri yükseliyor… Siz isteseniz de istemeseniz de belgesel ‘ben buradayım’ diyor. Pandemi sonrasında da İran’daki Mahsa Amini eylemleri, genel olarak mülteci sorunu vs. derken Rengin Kadın Korosu sanırım, bünyesindeki kadınlar için bir dış dünyaya bağlanma köprüsü oldu. Kadınların evden çıkması, özgüvenlerinin gelişmesi, sahnede türkü söylemeleri ve dünyada olup bitenle ilgili bir sözlerinin olması inanılmazdı. Belgesel doğallığında yapılacaktı…

Koronuzda seksenin üzerinde kadın var, tabii herkes ile görüşme yapma ve belgeselde yer erme imkânınız teknik olarak yok, peki belgeselde izlediğimiz kadınları neye göre belirlediniz, bunlarla görüşmeliyim dedirten ne oldu?

Aslında bütün kadınların anlatacakları ve göstermeye değer birer hikâyesi var. Tabii dediğiniz gibi teknik nedenlerle hepsine yer vermek imkânsız. Ama belgeseli kurgularken genel hissiyatı vermeyi ve belli bir temsiliyet oluşturmayı hedefledim. 

Korodaki ve ayrıca İngiltere’de göçmen olarak yaşayan diğer Türkiye kökenli kadınların hem kadın hem anne hem de göçmen olarak ortak bir paydada buluşabileceği hikâyeler olmasına özen gösterdim. Örneğin, neden Londra’ya geldik sorusunu sorarken; Türkiye’deki siyasi atmosferin etkisiyle bavulunu sırtlayan kadınları da, evlenerek aşk uğruna yola düşenleri de ekonomik kaygılarla kendini burada bulanları da temsil etmek istedim. Ya da annelik üzerine düşünürken, koromuzda bile azımsanmayacak sayıda özel ihtiyaçlı çocuk ebeveyni olan kadın varken, ki biri de benim, onların/bizim bu deneyimini de es geçemeyeceğime karar verdim. Koromuzda son dönemde birçok kadın arkadaşımız göğüs kanseri teşhisi ile tedavi görmeye başladı, kadınlık üzerine konuşurken bunu da görmezden gelemezdim. Sonuç itibariyle bütün bu göçmenlik, annelik ve kadınlık hikâyelerimiz Rengin Kadın Korosu’nun mayasını oluşturdu. Ve doğal olarak da belgeselde yer verdim.

Belgeselin aynı zamanda kurgusunu, çekimlerinin büyük bölümünü yaptınız. Rengin Kadın Korosu ile birlikte yapımcılığını da üstlendiniz. Bu deneyimlere bakışınız ne, sizi nasıl etkilediler?

Londra’ya 2009 yılında evlenerek yerleştim ve kısa aralıklarla üç çocuğum doğdu. En büyük çocuğum Welat’ın sağlık sorunları nedeniyle mesleğimi uzun bir süre yapamadım, son birkaç senedir oğlumun da büyümesi ile birlikte, küçük adımlarla korka korka bir şeyler üretmeye başladım. Bu belgesel de sanırım biraz benim mesleğe dönüş, yeniden üretme çabamın bir ürünü. 

Uzun zaman sevdiği şeyleri yapamayınca insan biraz maymun iştahlı oluyor. Onu da yapayım, bunu da yapayım gibi. Ben de hem bu mesleğe dönüş heyecanına kapıldığım için hem de çocuklardan arta kalan zamanlarda üretmek zorunda olduğumdan sanırım tek başına çalışmayı ve birden fazla işi üstlenmeyi alışkanlık edindim. 

Çalışmaların birçoğuna zaten kameram ile gidiyordum, konserde sahnede olduğum zamanlar hariç, büyük bir bölümünü kendim çektim. Amatör bir kamera kullanımına yer yer rastlayacaktır seyirciler, bunun bir sebebi tanıklık etmek, estetik kaygılar duymadan hikâyeyi anlatmak ise diğer bir sebebi de çekerken öğrenmemdir. 

Bir kurgucuyla çalışmak yerine YouTube videolarından kurgu öğrenerek, uygun olduğum zamanlarda kurguyu yaptım. Yapımcılık için Rengin’den destek alarak çalıştım. Bütün bu deneyimler benim için çok öğretici oldu. Özellikle kurgu beni gerçekten zorladı diyebilirim. İki yüz saati aşkın bir görüntüyü elemek ve onu bir hikâyeye oturtmak hele de minimum teknik bilgi ve YouTube videosu ile kurgu yapmak deli işi. Bir sonraki projemde bir ekip ile işleri bölüşerek yapmak sanırım daha zahmetsiz ve aynı zamanda daha sağlıklı olacaktır. Dışardan bakan bir göz, sizin kıyamadığınız görüntülere çok rahat kıyabilir ve daha zahmetsiz bir kurguya ulaşır diye düşünüyorum. 

Yaşadığınız zorluklar oldu mu?

Yukarıda bahsettiğim teknik zorlukların dışında yine altını çizmek isterim; anne olmak ve bütün üretim sürecinizi çocuklardan arta kalan zaman üzerinden planlamak inanılmaz yorucu. Eğer çocuk bakımı konusunda destek alırlarsa kadınların üretim süreçlerine katılımlarının artacağını tekrar tekrar anlamış oldum. 

Diğer bir zorluk da yıllar boyunca yapılan çekimleri elemek oldu. Saatler süren görüntüleri kullanmak tabii ki mümkün değil ama ayrıca seçim yapmak çok sancılı bir süreç. Bu konuda baita koro şefimiz Zuhal Yıldırım olmak üzere Rengin Kadın Korosu’nun yürütmesinde yer alan Bedriye Avcıl, Şirin Akgül, Funda Akça, Hatice Dağdelen, Nukhet Esetekin, Melda Bulat ve Suna Boyraz’ın hakkını teslim etmem gerek. Tıkandığım yerlerde bana yol gösterdiler, hatta elediğim bazı görüntülere yer vermem konusunda beni yönlendirdiler. İyi ki de öyle yapmışlar, sonuçta Rengin’de kollektif üretim esas alınıyor ve belgesel bir istisna olamazdı.

Bu arada eklemek isterim çeviri süreci de uzun sürdü belgeselin. Benim açımdan bir dile hakim olamamak da büyük bir zorluktu. Neyseki Gik-Der bünyesinde oluşturulan bir çeviri grubu bu sorunu çözdü. Başta İbrahim Avcıl olmak üzere çeviri ekibine de tekrar teşekkür etmek isterim.

Şunu da yapsaydım dediğiniz ve belki bir sonraki çalışmanızda size ışık tutacak şeyler oldu mu?

Bu proje biraz doğaçlama oldu, koşullardan dolayı. Belki tek tabanca yerine bir teknik ekip ile çalışmak, hikâyenin yolda oluşmasını beklemektense bir ön araştırma ve planlama yapmak yerinde olurdu… 

Bu aynı zamanda bir göç belgeseli, belki giderek hayatımızdan ve hafızalarımızdan silinmekte olan bir kültürü yaşatma ve aktarma çabası da… Türküler, gurbet ve göç aslında çok iç içe geçen kavramlar, buna bir de Londra’yı ekliyorsunuz…

İngiltere genelinde büyük bir Türkiyeli nüfusu var. Maraş katliamıyla Aleviler, 80 darbesiyle solcular, 90’lardaki katliamlarla Kürtler akın akın İngiltere’ye gelmiş. Buna 2000’li yıllarda ve sonrasında eklenen ekonomik göçü, Ankara Anlaşmalıları, Türkiye’deki rejimin baskısıyla gerçekleşen Gezi sonrası göçü de eklerseniz sayı azımsanmayacak rakamlara ve aynı zamanda binlerce hikâyeye ulaşır. 

Her göçmenin korkulu rüyası asimilasyon olduğundan, ilk etapta içe kapanma ve kültürünü koruma refleksi gösteriliyor. Ancak on yıllardır İngiltere’de yaşayan ve en az üç kuşaktır buralı olan bir topluluk için artık refleksten çıkıp bir entegrasyon sürecine girdiğini görürüz. Dolayısıyla Rengin’de de refleksten ziyade daha bilinçli bir oluşumla göçmen olmanın bilinci ile kültürünü yaşatma ve gelecek kuşağa aktarma amacı var. 

Yüzyıllar boyunca direnişin, sevincin, ölümün taşıyıcısı olan türküler Londra’da ise göç hikâyelerimizi sırtlandı. Biz de Rengin'de türküler aracılığıyla dostluklar kurup, günlük sıkıntılarımızdan sıyrılırken aynı zamanda hem tarihimize hem de birkaç nesil sonrasına köprüler atıyoruz. 

Seyirci bu belgeseli izledikten sonra salondan nasıl bir duygu ile ayrılsın istersiniz, özellikle kadın seyirci için direkt mesajınız veya satır aralarında vermek istediğiniz mesaj nedir?

Genel olarak seyircinin umutlu bir şekilde salondan ayrılmasını diliyorum. Uygun koşullar yaratıldığında kadınların üretmekte sınır tanımadığını fark etmelerini isterim. 

Kadın izleyici ise en yakınındaki kadına sarılsın ve dünyayı birlikte yaşanılabilir bir yer yapacaklarını bilsin.

Bundan sonraki projeleriniz neler?

Aslında temel projem tabii ki çocuklarımı yetiştirmek, ancak fotoğraf ve belgesel sinemanın da büyük bir yeri var hayatımda. Birkaç fotoğraf projem hali hazırda devam ediyor. Onları bitirmeyi ve uzun zamandır yapmak istediğim ama bir türlü imkân yaratamadığım, bir belgesel projesini hayata geçirmeyi umuyorum. Henüz emekleme aşamasında olduğu için şimdilik bahsetmeyeyim konusundan, ama umarım onun üzerine de bir gün söyleşi yapma fırsatımız olur. Röportaj için çok teşekkür ediyorum. 


 Yer: Londra Cemevi, Woodgreen

Tarih: 4 Temmuz, Cuma

Saat: 19:30


Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan