Gülseren Daş’ın hazırladığı “Kızkardeşliğin türküsü: Rengin” adını taşıyan belgesel, Londra’da Rengin Kadın Korosu çatısı altında müziğin ortak dilinde buluşan kadınların umut ve direniş dolu yolculuğunu anlatıyor. Yönetmen Gülseren Daş’la Rengin Kadın Korosu belgeseli hakkında konuştuk.
Sizi
tanıyabilir miyiz?
Sanırım
hayattaki zor şeylerden biri kendimizden bahsetmek. Kısaca anlatayım,
Elbistan’da doğdum, On beş yaşımda lise eğitimi için ailemle Mersin’e taşındık,
sonrasında da Ankara İletişim Fakültesi’nde lisans eğitimimi tamamladım.
Türkiye’de
başta Gündem gazetesi olmak üzere çeşitli gazete, televizyon ve dergilerde
haber müdürlüğü, dış haberler editörlüğü, editörlük ve fotoğrafçılık yaptım.
2009 yılında evlenerek yerleştiğim Londra’da belgesel fotoğrafçılığı alanında
yüksek lisansımı yaptım. Bütün çocuklar gibi kendileri de çok tatlı olan Welat,
Heja ve Eyşan’ın annesiyim. 2020 yılında kurulduğundan bu yana da Rengin Kadın Korosu’nun
bir üyesiyim.
Kızkardeşliğin
Türküsü; Rengin, belgeselinizde kadınların koroya katılma hikâyelerine yer
verdiniz, siz de koronun bir üyesisiniz ve bir dönem yürütmesinde sorumluluk
aldınız, bu kez siz bize Rengin’e katılma hikâyenizi aktarır mısınız?
Pandemi
nedeniyle global bir hapis dönemi geçirdiğimiz 2019-20 yıllarında annem Elif
Daş, pankreas kanseri ile mücadele ediyordu. Hem Elbistan’da yaşadığı için hem
de pandemi yasakları nedeniyle çok az yanında bulunabildim. Vefatı,
karantinanın kısa süreliğine kaldırıldığı 2020 Temmuz ayına denk geldi ve
kendisi ile vedalaşma imkânı buldum. Her ölüm insanı etkiler, anneminki de
ailemizi derinden sarstı. Ben de herkes gibi bir hayat muhasebesi yaptım kendi
içimde, hiçbir şeyi ertelememeye karar verdim.
Annem
bağlama çalmamı çok isterdi, yıllarca ertelemiştim, ancak onun anısına
öğrenmeye karar verdim. Rengin ile de yolum bağlama aracılığıyla kesişti.
Göçmen İşçiler Derneği’nin (GİKDER) Facebook’ta yayınladığı bağlama atölyesi
ilanına başvurdum. Derslere başlayınca aynı dernek bünyesinde Rengin Kadın
Korosu’nun da bulunduğunu öğrendim ve gerçekten kötü olduğunu düşündüğüm sesime
rağmen koroya katıldım.
Filmin
ortaya çıkış sürecinden bahsedelim biraz…
Sanırım
basından geldiğim ve fotoğrafa merakım olduğu için biraz mesleki bir
deformasyon denebilir, kayıt altına alma alışkanlığım var. Ben de hayatı
mercekten bakarak anlamlandıran insanlardanım. Koroya başladıktan kısa bir süre
sonra kameramı da çalışmalara getirir oldum. Belgesel fikri ise zamanla oluştu.
Benim merakımın dışında aslında belgesel biraz da kendini dayattı
diyebilirim.
Pandemi gibi
bir süreç, hepimizin ayarları ile az buçuk oynanmış ve Londra’nın kuzeyinde
gettolaşma dediğimiz şeyin dibine kadar yaşandığı bir bölgede kadın türküleri
yükseliyor… Siz isteseniz de istemeseniz de belgesel ‘ben buradayım’ diyor.
Pandemi sonrasında da İran’daki Mahsa Amini eylemleri, genel olarak mülteci
sorunu vs. derken Rengin Kadın Korosu sanırım, bünyesindeki kadınlar için bir
dış dünyaya bağlanma köprüsü oldu. Kadınların evden çıkması, özgüvenlerinin
gelişmesi, sahnede türkü söylemeleri ve dünyada olup bitenle ilgili bir
sözlerinin olması inanılmazdı. Belgesel doğallığında yapılacaktı…
Koronuzda
seksenin üzerinde kadın var, tabii herkes ile görüşme yapma ve belgeselde yer
erme imkânınız teknik olarak yok, peki belgeselde izlediğimiz kadınları neye
göre belirlediniz, bunlarla görüşmeliyim dedirten ne oldu?
Aslında bütün
kadınların anlatacakları ve göstermeye değer birer hikâyesi var. Tabii
dediğiniz gibi teknik nedenlerle hepsine yer vermek imkânsız. Ama belgeseli
kurgularken genel hissiyatı vermeyi ve belli bir temsiliyet oluşturmayı
hedefledim.
Korodaki ve
ayrıca İngiltere’de göçmen olarak yaşayan diğer Türkiye kökenli kadınların hem
kadın hem anne hem de göçmen olarak ortak bir paydada buluşabileceği hikâyeler
olmasına özen gösterdim. Örneğin, neden Londra’ya geldik sorusunu sorarken;
Türkiye’deki siyasi atmosferin etkisiyle bavulunu sırtlayan kadınları da,
evlenerek aşk uğruna yola düşenleri de ekonomik kaygılarla kendini burada
bulanları da temsil etmek istedim. Ya da annelik üzerine düşünürken, koromuzda
bile azımsanmayacak sayıda özel ihtiyaçlı çocuk ebeveyni olan kadın varken, ki
biri de benim, onların/bizim bu deneyimini de es geçemeyeceğime karar verdim.
Koromuzda son dönemde birçok kadın arkadaşımız göğüs kanseri teşhisi ile tedavi
görmeye başladı, kadınlık üzerine konuşurken bunu da görmezden gelemezdim.
Sonuç itibariyle bütün bu göçmenlik, annelik ve kadınlık hikâyelerimiz Rengin
Kadın Korosu’nun mayasını oluşturdu. Ve doğal olarak da belgeselde yer verdim.
Belgeselin
aynı zamanda kurgusunu, çekimlerinin büyük bölümünü yaptınız. Rengin Kadın
Korosu ile birlikte yapımcılığını da üstlendiniz. Bu deneyimlere bakışınız ne,
sizi nasıl etkilediler?
Londra’ya
2009 yılında evlenerek yerleştim ve kısa aralıklarla üç çocuğum doğdu. En büyük
çocuğum Welat’ın sağlık sorunları nedeniyle mesleğimi uzun bir süre yapamadım,
son birkaç senedir oğlumun da büyümesi ile birlikte, küçük adımlarla korka
korka bir şeyler üretmeye başladım. Bu belgesel de sanırım biraz benim mesleğe
dönüş, yeniden üretme çabamın bir ürünü.
Uzun zaman
sevdiği şeyleri yapamayınca insan biraz maymun iştahlı oluyor. Onu da yapayım,
bunu da yapayım gibi. Ben de hem bu mesleğe dönüş heyecanına kapıldığım için
hem de çocuklardan arta kalan zamanlarda üretmek zorunda olduğumdan sanırım tek
başına çalışmayı ve birden fazla işi üstlenmeyi alışkanlık edindim.
Çalışmaların
birçoğuna zaten kameram ile gidiyordum, konserde sahnede olduğum zamanlar
hariç, büyük bir bölümünü kendim çektim. Amatör bir kamera kullanımına yer yer
rastlayacaktır seyirciler, bunun bir sebebi tanıklık etmek, estetik kaygılar
duymadan hikâyeyi anlatmak ise diğer bir sebebi de çekerken öğrenmemdir.
Bir
kurgucuyla çalışmak yerine YouTube videolarından kurgu öğrenerek, uygun olduğum
zamanlarda kurguyu yaptım. Yapımcılık için Rengin’den destek alarak çalıştım.
Bütün bu deneyimler benim için çok öğretici oldu. Özellikle kurgu beni
gerçekten zorladı diyebilirim. İki yüz saati aşkın bir görüntüyü elemek ve onu
bir hikâyeye oturtmak hele de minimum teknik bilgi ve YouTube videosu ile kurgu
yapmak deli işi. Bir sonraki projemde bir ekip ile işleri bölüşerek yapmak
sanırım daha zahmetsiz ve aynı zamanda daha sağlıklı olacaktır. Dışardan bakan
bir göz, sizin kıyamadığınız görüntülere çok rahat kıyabilir ve daha zahmetsiz
bir kurguya ulaşır diye düşünüyorum.
Yaşadığınız
zorluklar oldu mu?
Yukarıda
bahsettiğim teknik zorlukların dışında yine altını çizmek isterim; anne olmak
ve bütün üretim sürecinizi çocuklardan arta kalan zaman üzerinden planlamak
inanılmaz yorucu. Eğer çocuk bakımı konusunda destek alırlarsa kadınların
üretim süreçlerine katılımlarının artacağını tekrar tekrar anlamış oldum.
Diğer bir
zorluk da yıllar boyunca yapılan çekimleri elemek oldu. Saatler süren
görüntüleri kullanmak tabii ki mümkün değil ama ayrıca seçim yapmak çok sancılı
bir süreç. Bu konuda baita koro şefimiz Zuhal Yıldırım olmak üzere Rengin Kadın
Korosu’nun yürütmesinde yer alan Bedriye Avcıl, Şirin Akgül, Funda Akça, Hatice
Dağdelen, Nukhet Esetekin, Melda Bulat ve Suna Boyraz’ın hakkını teslim etmem
gerek. Tıkandığım yerlerde bana yol gösterdiler, hatta elediğim bazı
görüntülere yer vermem konusunda beni yönlendirdiler. İyi ki de öyle yapmışlar,
sonuçta Rengin’de kollektif üretim esas alınıyor ve belgesel bir istisna
olamazdı.
Bu arada
eklemek isterim çeviri süreci de uzun sürdü belgeselin. Benim açımdan bir dile
hakim olamamak da büyük bir zorluktu. Neyseki Gik-Der bünyesinde oluşturulan
bir çeviri grubu bu sorunu çözdü. Başta İbrahim Avcıl olmak üzere çeviri
ekibine de tekrar teşekkür etmek isterim.
Şunu da
yapsaydım dediğiniz ve belki bir sonraki çalışmanızda size ışık tutacak şeyler
oldu mu?
Bu proje
biraz doğaçlama oldu, koşullardan dolayı. Belki tek tabanca yerine bir teknik
ekip ile çalışmak, hikâyenin yolda oluşmasını beklemektense bir ön araştırma ve
planlama yapmak yerinde olurdu…
Bu aynı zamanda
bir göç belgeseli, belki giderek hayatımızdan ve hafızalarımızdan silinmekte
olan bir kültürü yaşatma ve aktarma çabası da… Türküler, gurbet ve göç aslında
çok iç içe geçen kavramlar, buna bir de Londra’yı ekliyorsunuz…
İngiltere
genelinde büyük bir Türkiyeli nüfusu var. Maraş katliamıyla Aleviler, 80
darbesiyle solcular, 90’lardaki katliamlarla Kürtler akın akın İngiltere’ye
gelmiş. Buna 2000’li yıllarda ve sonrasında eklenen ekonomik göçü, Ankara Anlaşmalıları,
Türkiye’deki rejimin baskısıyla gerçekleşen Gezi sonrası göçü de eklerseniz
sayı azımsanmayacak rakamlara ve aynı zamanda binlerce hikâyeye ulaşır.
Her göçmenin
korkulu rüyası asimilasyon olduğundan, ilk etapta içe kapanma ve kültürünü
koruma refleksi gösteriliyor. Ancak on yıllardır İngiltere’de yaşayan ve en az
üç kuşaktır buralı olan bir topluluk için artık refleksten çıkıp bir
entegrasyon sürecine girdiğini görürüz. Dolayısıyla Rengin’de de refleksten
ziyade daha bilinçli bir oluşumla göçmen olmanın bilinci ile kültürünü yaşatma
ve gelecek kuşağa aktarma amacı var.
Yüzyıllar
boyunca direnişin, sevincin, ölümün taşıyıcısı olan türküler Londra’da ise göç hikâyelerimizi
sırtlandı. Biz de Rengin'de türküler aracılığıyla dostluklar kurup, günlük
sıkıntılarımızdan sıyrılırken aynı zamanda hem tarihimize hem de birkaç nesil
sonrasına köprüler atıyoruz.
Seyirci bu
belgeseli izledikten sonra salondan nasıl bir duygu ile ayrılsın istersiniz,
özellikle kadın seyirci için direkt mesajınız veya satır aralarında vermek
istediğiniz mesaj nedir?
Genel olarak
seyircinin umutlu bir şekilde salondan ayrılmasını diliyorum. Uygun koşullar
yaratıldığında kadınların üretmekte sınır tanımadığını fark etmelerini
isterim.
Kadın
izleyici ise en yakınındaki kadına sarılsın ve dünyayı birlikte yaşanılabilir
bir yer yapacaklarını bilsin.
Bundan
sonraki projeleriniz neler?
Aslında temel
projem tabii ki çocuklarımı yetiştirmek, ancak fotoğraf ve belgesel sinemanın
da büyük bir yeri var hayatımda. Birkaç fotoğraf projem hali hazırda devam
ediyor. Onları bitirmeyi ve uzun zamandır yapmak istediğim ama bir türlü imkân
yaratamadığım, bir belgesel projesini hayata geçirmeyi umuyorum. Henüz emekleme
aşamasında olduğu için şimdilik bahsetmeyeyim konusundan, ama umarım onun
üzerine de bir gün söyleşi yapma fırsatımız olur. Röportaj için çok teşekkür
ediyorum.