latest
haber

KÜLTÜR-SANAT

VIDEO

video

VELESPIT HİKAYELERİ

velespit hikâyeleri

GÖÇMENLERİN GÜNDEMİ

YEREL HABERLER

LONDRA GÜNLÜKLERİ

The Womb'un yazarı oyuncu Aylin Rodoplu ve oyuncu Tara McMillan ile tiyatro üzerine söyleşi

Hiç yorum yok


Co Theatre topluluğunun kurucularından, The Womb adlı absürt komedi oyunun yazarı ve oyuncusu Aylin Rodoplu ve oyuncu Tara McMillan ile tiyatro üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik.

 

Bisikletli Gazete Söyleşileri’nden herkese merhaba, yanımızda tiyatro oyuncuları Aylin ve Tara var. Yakın zamanda sahnelenen oyunları “The Womb” ve tiyatro üzerine konuşacağız. Sizleri biraz tanıyabilir miyiz?

Ben, Aylin Rodoplu, 25 yaşındayım yaklaşık 4 senedir Londra'da yaşıyorum. Buraya okumak için geldim 2 hafta önce de East 15 Acting School'dan oyunculuk bölümünden mezun oldum. Çok taze bir oyuncuyum. Şu anda da kendi oyunumun yapımcılığını yapıyorum, oyunumun yazarlığını da yaptım.  

Senin hikayen dinleyelim kısaca.

Ben Tara. Ben de babam Jamaikalı, annem Türk. Ömrüm boyunca Türkiye'de yaşadım. Türkiye'de doğdum, büyüdüm. Ben de East 15 Acting School'da yüksek lisans yaptım.

Orada mı tanıştınız?

Evet. Onun öncesinde İstanbul'da Mimar Sinan Devlet Konservatuarı’nda oyunculuk bölümü bitirdim. Oyuncuyum.

Sen ne zaman geldin Londra'ya?

Benim de iki yıl oluyor buraya geleli. Geçtiğimiz yıl mezun oldum. Sonrasında yine okuldan bir kadroyla Edinburgh Festivali için bir oyun yapmıştık. Onu sergiledik. Bu yılda başka bir oyundaydım. Onun dışında kahve yapıyorum, kafede çalışıyorum. Her oyuncu gibi. Büyük bir klişeyim yani.

Güzel. Orada da aslında oyunculukla ilgili çok öğrenecek şeyler var. Gözlem yapılacak çok şey var gerçekten.

Peki Aylin sana dönelim. Senin tiyatroya olan ilgin nasıl başladı, nasıl gelişti, neler yaptın bugüne kadar tiyatroya ilgili?

Küçüklükten beri hep böyle içimde bir ben oyuncu olmak istiyorum diye bir his vardı ama yani ne özgüvenim vardı ne böyle çok dışarı dönük bir insandım. Sadece bu istek vardı ve böyle şu anda da geriye dönüp eskiden not aldığım defterlere baktığımda böyle yazmışım, ben oyuncu olacağım, yani manifestlemişim ben bunu. İşe de yaradı yani bir şekilde. Lise döneminde ailemin desteğiyle birkaç böyle bir kursa gittim hem oyunculuk, sinemada kamera önü dersleri falan da aldım ama dediğim gibi o zaman böyle özgüvenim çok düşüktü çok zevk almadım. Daha sonra ben İTÜ'de İç Mimarlık'ı kazandım, hazırlık yaptığım dönemde okulun tiyatro grubuna katıldım, İTÜ sahnesi. Orada böyle insanların amatör olarak tiyatro yapması beni çok etkiledi ve bir prodüksiyon çıkardık, o prodüksiyonla da Türkiye turnesine çıktık. Birlikte bir şey yapmak, böyle o arkadaş, o topluluk hissiyatı benim gerçekten çok hoşuma gitti. Ve hiç mimarlık okumaya başlamadan dedim ki ben okulu bırakacağım ve konservatuar sınavlarına hazırlanacağım.



Bu çok radikal bir karar değil mi?

Gerçekten öyle yani. Ailem de karşı çıktı. Yani uzun bir süre engel olmak istediler aslında. Hani İTÜ'yü kazanmışsın, nasıl bırakacaksın? Çünkü ben İTÜ'ye de çok hazırlanarak girmiştim. Başarılı da bir öğrenciydim aslında. O içimdeki his, o küçüklükten gelen bir şekilde bunu yapmam gerektiğini hep hatırlattı bana. İngilizcem de çok yoktu. Hazırlık okusam da yani hazırlı böyle zor bela geçmiştik. Dedim ki siz bana destek olun ailem maddi olarak. İngilizce kursuna gitmek istiyorum. Aynı zamanda da biriyle çalışmak istiyorum beni yurt dışına hazırlayacak. Aslında hiç Türkiye'de konservatuar düşünmedim. Bunun bir sebebi de yok. Hep yurtdışına gitme isteği vardı içimde sebepsiz. Sonradan konservatuar sınavlarına hazırlandım, başvurdum. İlk sene girdiğim sınavlarda lisans bölümünü kazanamadım. Beni sadece hazırlık bölümüne... Bir çok yere başvurdum, en sonunda East 15'e de girdim.

Annemle biz Londra'ya geldik. Bir ay burada bir Airbnb'de yaşadık. O zaman pandemiden önceydi. Yüz yüze sınavına girdim. Ben şey böyle, insanlara bakıyorum falan, % 90 herkes İngiliz. Ben dedim burada ne arıyorum yani yarım yamalak İngilizcemle özgüvenim de yok, bir şeyim de yok. Ama o dönemde özgüvenim gelişmeye başladı bu adımları atarak. Daha sonra East 15'de Foundation bölümünü kazandım. Bana şey dediler, yeteneklisin ama hazır değilsin lisans okumak için. Ben de bunu evet kabul ediyorum yani gerçekten daha çömezdim o dönem.

Zaten kaç yaşındaydın? 20 yaşında falan mıydın?

Evet o zaman 20 yaşındaydım.

Biraz da çömez ol yani 20 yaşında da.

Sonradan pandemiye denk geldi. Okulun yarısını Türkiye'ye döndüm. O şekilde okudum. Okurken tekrardan... Online'a döndü çünkü. Aynen öyle. Tekrardan sınavlara girdim. Bu sefer de dediler ki çok yeteneklisin ama bizim kontenjanlarımız doldu. Seneye tekrar dene. O dönem bir ameliyat geçirdim dizimden. 6-7 ay kadar bir iyileşme süreci geçti. O dönemde tekrardan ben hazırlandım. Yani yaklaşık 3 kere kere sınavlara hazırlandım. Gerçekten, pes etmedim.

Yine Tara'a dönmek istiyorum. Peki senin ailen tiyatro ile olan ilişkin nasıl karşılanıyor?

Oldukça şaşırdılar aslında çocukluğumdan beri hep benim daha çok müzikal tiyatroya ilgim vardı küçükken. Ve evde de biraz İngilizce konuşuluyordu. Ben yine Türkçe konuşmaya zorluyordum, çünkü okulda Türkçe konuşuyorum. Anadilimi Türkçe ama yine de birazcık daha avantajlıydım yabancı dil konusunda diğer arkadaşlarımla. O yüzden hep böyle müzikaller istedim, babam zaten çok büyük bir Sound of Music fanıydı mesela. Onlar dönüyordu hep evde ya da işte küçük bir çocuk için Annie müzikali çok, Annie the Orphan, onları izliyordum ya da Mary Poppins vesaire. Çok seviyordum. Baştan sona bütün o kasetleri sürekli döne döne izliyordum. Benim için tiyatro aslında müzikal tiyatroydu yani. Böyle bir gösteri dünyası ve müzikle iç içe olan bir şeydi. Ben de küçük yaştan itibaren müzik eğitimi aldığım için işte ilkokulda keman çalmaya başladım. Daha sonra lisede de müzik okudum. Ankara Güzel Saatler Lisesi mezunuyum. Orada kontrabas, piyano, koro eğitimleri aldım. Aslında hep benim hayatım böyle müzik doğrultusunda gidiyordu. Ta ki üniversitenin sonuna kadar. Orada Aylin'in de dediği gibi zaten çoğu tiyatrocunun hep böyle içinde olan bir şeydir. O küçük yaştan itibaren, hep böyle bir oyuncu olayım, bir sahnelere atayım kendimi. Hani içten içe artık o bir şekilde büyüttüm, besledim ben o umudu ve isteği. Lise sonda kesinlikle karar verdim, müzik okumak istemiyordum artık. Ve böyle bir anda çıkıp ben oyuncu olacağım dediğim zaman herkes bir şaşırdı tabii ki. Genel reaksiyon şey oldu, oyuncular hani yırtık olursan çok utangaçsın, nereden geldi aklına, olur mu ki?

Bazıları ama sahnede devleşiyor değil mi? Çok utangaç oyuncular da biliyoruz ama sahnede bambaşka insanlar oluyorlar.

Doğru. Aileme söylediğimde de aslında çok şaşırmadılar çünkü hayatları boyunca benim müzik kariyerimi veya müzik eğitimimi desteklediler. İkisi de aslında çok sanatçı ruhlu insanlar ama onlara olanak tanınmamış. Onlar kendileri gençken daha böyle normal meslekler edinmiş insanlar. O yüzden beni hep desteklediler.

Çünkü onların içinde kalan bir ukde var.

Evet, öyle bir şey var, doğru.

Biz yapamadık, sen yap. Bu güzel. Aslında ikiniz, anladığım kadarıyla ikinizde de ortak olan bir nokta, aile köstek olmamış, destek olmuş.

Evet. Bu çok iyi bir şey yani.

(Aylin) Kesinlikle. Yani böyle hani, sırtımdan da itmediler hani. Şey de yapmadılar, itmediler derken böyle, çok da destekli olmadılar ama izin verdiler. (…) Onların kaygılarını da anlayabiliyorum. Özellikle şu anda işin içine profesyonel olarak girdiğim için. Anlıyorum yani maddi olarak çok kaygıları vardı. Çok anlaşılabilir kaygılar ama Tara'nın da dediği gibi içindeki o his olunca onu bırakmak ve hayata devam etmek çok zor oluyor. Çünkü bir şekilde hayata bağlayan bir his. Ve şu anda da yani bu işi yapmamdaki en büyük şey bu yani öbür maddi, manevi her şeyden önce bu hissi aslında tamamlamak. O yüzden imkansızdı benim için başka bir şey yapmak.

Ve yapmasaydınız içinizde bir ukde kalacaktı her zaman.

Evet kesinlikle. Aslında ben şunu yapacaktım, aslında ben bunu yapacaktım diyen belli bir yaşa gelmiş bir sürü mutsuz insan var.  

Evet.

Peki biraz önceki kaldığım yere döneceğim yine öyle bir tur yapalım. Iıı ne umdun ne buldun sorusu bu işte de aslında hani işin içine girdiğinde dışarıdaki yani böyle sahnedeki alkışları alan ve böyle kendi dünyasında her şeyi halletmiş insanla onun arka planı hazırlanması şusu busu bilmem nesi çok daha zahmetli mi geldi yoksa bunun bir parçası olarak mı kabul ettiniz? Nasıl gördünüz?

Yani arka plan aslında bana bunlar çok zevkli geliyor, o hazırlanma süreci vs. Bana zor gelen şey şu anda sektörün bulunduğu durum ve inanılmaz bir hiyerarşi olması. Özellikle genç sanatçılara, hani herkes çok yardım ederiz, işte elinizden tutarız muhabbeti yaparken hiç de o şekilde olmaması, küçük görülmesi birazcık özellikle düşük bütçeli ekiplere karşı.  

Burada bir hiyerarşik bir şey var değil mi?

 Var. Çünkü ben daha önceden tiyatrolarda asistanlık da yaptım ve çok güzel şeyler öğrendim ama oradayken de ben çok bunu gördüm bu hiyerarşinin yani mesela ben gönüllü olarak gitmişim ama o insanlar buna çok fazla değer vermeyip, küçük görüp vesaire bu şekilde davranışlar. Yani genel olarak sektörde ben bunu çok beklemiyorken bundan şu anda rahatsızım. Bunun değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Onun dışında hani bu hazırlık olsun, genel yaptığımızdaki işte, yani gözükmeyen kısımlar benim çok hoşuma gitti.

Yani işin mutfağı seni yormadı ve üzmedi, öyle mi?

Yok.

Seni Tara?

Yani genel olarak ilk okula başladığımda zaten oyunculuk okumaya başladığımda çok bir şey düşünmeden böyle körü körüne evet benim bir tutkum var bunun için uğraşacağım. Zaten okula başladığınız zaman da tiyatro okumak mükemmel bir şey. Yani bedava sahnen var, bütün gün oyunu oynuyorsun aslında, oyuncuyuz gerçekten.

İyi hocalardan bedava ders alıyorsun.

Evet, en iyi hocalarla çalışıyorsun, inanılmaz ekip arkadaşların oluyor. Onlar artık sınıf arkadaşların değiller. Bir de daha küçük sınıflarda gerçekleşiyor bizim eğitimlerimiz genelde. Yani 15 kişilik, 10 kişilik, 12 kişilik vesaire. İnanılmaz ekip olmayı öğreniyorsun, müthiş büyüleyici bir süreç oluyor. Tiyatro okulları, bazıları için de kabus gibi geçiyor tabi ama benim için öyle olmadı, çok şanslı hissettim o süreçte. O yüzden ilk mezun olduğumda, böyle bir o klişeleşmiş, sudan çıkmış balığa dönme durumu benim için de oldu. Yani her gün okula gidip tiyatronun içinde boğulurken, böyle şen şakrat bir eğitim hayatı geçirmişken bir anda, bir de ben pandemi mezunuyum. Bir anda bütün eğitimim zoom'a döndü yılın ortasında. Mezun olduktan sonra şimdi nasıl iş bulacağız, şimdi nasıl geçineceğiz kaygısı…  Böyle ekstra bir anda sırtıma bindi yani yük olarak. Ama şunu fark ettim, durmadığın zaman, evde oturduğun zaman kimse gelip de şöyle şöyle bir oyuncu vardı, biz hadi onu bir delikten bulalım çıkaralım demiyor.

Ve o dönemde zaten bir dizi yaptım. Daha sonrasında yine bir boşluğa düştüm birkaç ay. Ne yapacağım, ne yapacağım? Hani hiçbir oyun yok. Yeni bir iş gelmiyor. Ne yapabilirim? Evet, hep yüksek lisans yapmak istiyordum. Hadi, İngiltere'ye o zaman. Şimdi buradan mezun oldum. Bu konuda açgözlü bir insanım o yüzden her şeye atlarım ben. Yani potansiyel gördüğüm veya hoşuma giden her şeye atlıyorum. Hiç de pişman olmuyorum ama tabii ki çok zor. Çünkü ekonomik olarak çok büyük bir getirisi olmayan bir şey özellikle küçük bir ekipsen, düşük bütçeli bir ekipsen. O yüzden bir yandan bütün gün kahve servis edip, bir yandan akşam provaya yetişip, benim yarın mesaim var mesela, burada iki gün oyun oynadım. Şimdi geçip kahve yapacağım. O yüzden çok fazla iteleme istiyor, çok fazla özveri isteyen bir şey. Çok özveri isteyen bir şey. Ama mükafatını da görüyorsun.

Peki Londra'ya dair neler düşünüyorsunuz?

(Aylin) Valla ben çok merkezde yaşamadım şu ana kadar. Okulum benim Eping'e yakın. Hep orada yaşadım. Okulda haftanın beş günü, dokuz, altı arası artı, ondan sonra okul sonrası provaları vs. derken, üç sene yorucu bir dönemdi. Şu anda yeni yeni Londra’da sahneleri görmeye geliyorum. Arada tabii yine oyun izlemeye geliyordum. Ama dediğiniz gibi yani bana herkes soruyor işte burada kalmak istiyor musun yoksa dönmek mi istiyorsun? Şu anda kesinlikle kalmak istiyorum çünkü bu fırsat evet herkese verilmiyor, gerçekten şanslı hissediyorum ve böyle bir fırsat ve içimde böyle bir ateş varken bunu değerlendirmek istiyorum.

Londra'nın da bu konuda işte Tara'nın da dediği küçük ekiplere aslında çok fazla opsiyonu var. Evet belki bir maddi olarak bir kazancınız olmuyor ama biz zaten bu işe maddi bir öyle bir istekle bu işe girmedik.

İnsanın severek yaptığı bir işten para kazanması gibi de bir şey yok.

Evet, tabii ki.

O konuda da mütevazı olmamak ve gerçekten bununla ilgili para kazanacağınız olanakları, opsiyonları araştırmak gerekli ki bence Londra'da bunlar da sınırsız. Yani bir sürü funding var, bir sürü şey var.

Evet.

Peki o zaman son yaptığınız oyuna işe dönelim. Sen bu oyunun yazarısın. Prodüksiyonu ortaya koyan kişisin. Oyuncularından atan birisisin. Bu oyunun ortaya çıkış sürecinden bahsedelim.

Oyun aslında geçen sene, Kasım ayında bir okul projesi için yazılmış bir oyun. Bizim okulda bölümde bir proje var. Hepimiz bir oyun yazıyoruz ve hocamız bu oyunlar arasında altı tane oyun seçiyor. Mesela benim yazdığım oyunu benim yine sınıf arkadaşım yönetti. Sınıf arkadaşlarım oynadı, ben başkasının oyununu yönettim. Böyle bir projemiz var aslında, International Festival adında. Yani oyunu tamamen bunun için yazdım. Hayatımda daha önceden hiçbir oyunu yazmamıştım. Yazarlığa karşı, yani oyun yazarlığına karşı hiçbir ilgim yoktu.

Peki sizde oyunculuk bölümünde böyle bir ders yok muydu?

Ders, yani şöyle yaklaşık 3-4 tane workshop tarzı, yani yazarlığa başlangıç tarzı derslerimiz oldu. Çok detaylı değildi. Bir tek onlar vardı. Bir tane de kitap aldım okudum. Hiç de böyle özgüvenli de değildim asla. Bazı arkadaşlarım birinci seneden ne yazmak istediklerini düşünüyorlardı, karar vermişlerdi vesaire. Dediğim gibi ben ne yazacağım konusunda da hiçbir fikrim yoktu. Ama bu atölyelerde şeyi fark ettim. Yazdığım herhangi bir diyalog hep absürt oldu.

Sen absürt yazmak istemedin, yazdıkların absürt oldu.

Aynen öyle yani. Ben bir şey yazmaya çalışırken hep oraya kaydığını fark ettim ve arkadaşlarıma da sordum yani ben bir şey yazamıyorum aklıma hiç de bir şey gelmiyor yani kafamın içi bomboştu. Ne yazabilirim? Daha önceden yine okul için yazdığım bir monolog vardı kendi tecrübemle yine bir feminist monologtu. Arkadaşlarım da dedi ki senin bu konuya karşı ekstra bir hassasiyetin var bunun üzerine git. Bu oyunda aslında zaten 31 tane kısa sahneden oluşuyor ve tabii ki de hepsi benim tecrübelerimden ortaya çıkmadı ama başlangıcı öyle başladı diyebilirim. Daha önceden hayatımda başıma gelmiş olayları absürt bir dille yazmaya başladım. Bu şekilde çıktı. Oyunu okulda oynadık ve Tara dahil değildi çünkü biz Tara ile aynı sınıfta da değildik. Başka biri vardı. Okulda çok güzel geri dönüşler aldık. Hem hocalarımdan hem arkadaşlarımdan. Ve oyunun yönetmeniyle biz bir araya geldik. Dedik ki biz bu oyunu devam ettirmek istiyoruz. Bir şeyler yapmak istiyoruz. Ve tiyatro ekibimizi kurduk. Co-Tiyatro.

Bu sizin ilk oyununuz değil mi?

Evet ilk oyunumuz. Ocak ayından beri de bu oyunun prodüksiyonunu yapıyoruz. Festivallere başvurduk. Tara dahil oldu. Onunla birlikte oyun çok çok daha güzel oldu.

Tabi oyuncular oyunu güzelleştirir doğru.

 Evet. Üç kişilik bir oyun. Çok güzel bir dinamik yakaladığımızı düşünüyorum. O şekilde yani daha önceden geçen ay Kingston'da Fuse Festival'da oynadık oyunu ilk profesyonel olarak.

Stockholm'a gideceksiniz.

Buradan sonra da Stockholm'a gidiyoruz. Camden Fringe'den sonra. Daha sonradan Lambeth Fringe'de oynayacağız. Eylül ayında. Türkiye'ye götürme gibi bir hayalimiz de var.

Peki seyirci nasıl tepki verdi oyuna?

Ya seyirci, bence seyirci çok seviyor bir şekilde. Seyirci nasıl reaksiyon veriyor? Seyirci çok gülüyor. Yani oyun, ya ben oyunu yazarken bu kadar komik olduğunu düşünmemiştim. Yani seyirci bir şekilde hem empati hem de sempati kuruyor karakterlerle. Özellikle kadınlar, bir feminist bir oyun olduğu için ve bizim yaşadığımız tecrübeleri anlatan bir oyun olduğu için kadınların çok ilgisini çekiyor. Hatta dün bir arkadaşımız izledi, ben yeni tanıştım. Oyunu izledikten sonra erkek arkadaşından ayrılmaya karar verdi. İnsanlar bir aydınlanma yaşıyor. Seyirciden şu ana kadar çok güzel tepkiler aldık. Bu da beni çok mutlu ediyor yani.

Evet, yani bence tiyatronun ölçüsü, barometresi seyircinin verdiği reaksiyon. Tekst çok güzel bir tekst olabilir. Oyunculuk şöyle böyle olabilir, iyi olabilir ama seyirciye geçiyorsa bu. Evet. Değil mi?

Seyircinin verdiği tepki bence o önemli.

Peki, bir oyuncu olarak bu oyunun bir parçası olmak sana neyi hissettiriyor?

(Tara) Ben Aylin'in de dediği gibi ekibe sonradan eklendim. Başta tabii ki birazcık daha, şimdi onlar sınıf arkadaşları oldukları için 3 yıldır birlikte okuyorlar. Ve zaten ortak bir dilleri var, zaten iyi anlaşıyorlar, zaten bu oyunu bir kez çıkardılar. Ben dahil olduktan sonra da yine bir alışma, ısınma süreci oldu ama ben ekip olarak çok iyi anlaştığımızı düşünüyorum ve sahnede de güzel bir enerji yakaladığımıza inanıyorum. O yüzden çok keyifli bir çalışma süreci oldu. Ben prova yapmayı performanstan daha çok bile seviyor olabilirim. Çok keyifli bir şey prova yapmak. Özellikle bu oyunla, çünkü çok fazla, ben ilk okuduğumda da ilk izlediğimde de onu düşündüm yani çok fazla yere çekilebilecek bir şey reji anlamında da yani çok doğurgan bir oyun ve çok keyifliydi onları keşfetmesi de. Bir sürü yeni şey ekledik, bir sürü şeyi değiştirdik. Sürekli her prova, son provada bile biz bir şeyi değiştiriyoruz veya bir şeyi ekliyoruz. Çok güzel. Dinamik bir oyun olması çok güzel. Bir de oyuncunun bir oyunu herhalde severek oynaması, çok daha üstüne koyarak giden bir şey. Biz dün onu fark ettik. Dün kostümlü provamız vardı. Aslında çok disiplinli bir ekibiz ama kostümlü provada birkaç kere güldük biz. Normalde çok kabul edilebilir bir şey değil bu. Hatta gittik sonradan yönetmenden özür diledik falan ama şeyi düşündük. Yani bizim gülmemiz çok fazla zevk aldığımız için. Çok eğlendik biz o provada ve bu gerçekten benim çok hoşuma gitti. Çünkü biz bir sürü kez oynadık ve tabii ki de oyundan bıkmak çok doğal bir his. Ama şu anda öyle bir şey yok ve biz her oynadığımızda farklı bir şey keşfediyoruz. Farklı bir tarafı komik geliyor, farklı bir şekilde eğleniyoruz. Bunun olması aslında seyirciye o yüzden bence güzel geçiyor.

 O zaman sen de çok zengin bir tekst yazmışsın.

Teşekkür ederim.

Çünkü düz, didaktik bir tekst yazsaydın o çok seyirciye geçen bir şey değil. Peki bundan sonrası için ne düşünüyorsunuz?

Bundan sonrası için çok böyle gelecek planı yapan biri değilim ben aslında. Ama bu oyunu şu anda oynamaktan çok zevk alıyorum. Bu ekipte bulunmaktan da çok mutluyum. Oyunun daha gideceği yollar olduğunu düşünüyorum ve şu anda aslında benim yakın gelecek planım hep bu oyunu daha yukarıya nasıl taşıyabilirim. Onu zenginleştirme. Farklı sahnelerde. Evet farklı sahnelerde daha bir şekilde level'ı arttırabilirim. Burada yaşamayı düşünüyorum. Yaratmaya devam etmeyi düşünüyorum.

Belki de yazarlık yönünü tekrar geliştireceksin.

Evet, bunu bana çok soruyor başka oyunlar var mı kafanda, şu anda yok ama neden olmasın yani.

Tara sen?

Benim için de ben de böyle bir, evet şimdi 5 yıla burada West End'de olacağım, 10 yıla şunu şunu yapacağım gibi planlar kurmuyorum hiçbir zaman. Genelde yani çok çalışıp, sürece odaklanıp, bulunduğum işlerden keyif almaya veya keyif alacağım işlerde olmaya veya mesajının arkasında durabileceğim işler yapmaya çalışıyorum. O yüzden biraz böyle rüzgar nereye götürürse tarafım var benim de. Ama bu tiyatro için, bu topluluk için, Aylin ne kadar sıcak bakıyor buna bilmiyorum, arada bir yokluyorum ama ben de şeyi düşünüyorum yine haddim olmayarak bir biraz ufak Sevim Burak'ın işte baş İşte Gövde İşte Kanatlar oyununu kendi kendime böyle bir çevirmeye başladım. İngilizcesini burada oynasak nasıl olur? Evet mesela Aylin'i yokluyorum ben. Bunun gibi yani hayalim olan projeler var. Ama şu aşamada çok da böyle evet kesin şimdi şu oluyor, şimdi bu oluyor diyemiyorum.

Ama anladığım kadarıyla ortak noktanız hayaller konusunda tiyatroyla iç içe olmak niyetindesiniz…

Tara'nın da daha önceden dediği gibi birilerinden telefon beklemek, iş beklemek çok bence bu iş için uygun bir olay değil. Bence mental sağlığımız için de çok uygun bir olay değil. Evet gelecekte biz hâlâ bir şeyler yaratıyor olacağız birlikte.

Bu yolda yürümeye devam edeceğiniz için çok daha güzel şeylerle karşı karşıya kalacağımızdan eminim. Çok teşekkür ederim katıldığınız için.

Biz teşekkür ederiz.







AB, göçmenlere yönelik ihlaller nedeniyle Tunus’a yaptığı yardım ödemelerini yeniden düzenliyor

Hiç yorum yok

Avrupa Birliği (AB), Tunus’ta göçmenlere yönelik cinsel şiddet, dayak ve insan kaçakçılığına iş birliği gibi çok sayıda insan hakları ihlalinin ortaya çıkmasının ardından bu ülkeye yaptığı yardım ödemelerini yeniden düzenliyor.



Guardian gazetesinin yayımladığı soruşturma raporunda, Tunus Ulusal Muhafızlarının göçmenlere tecavüz ve şiddet uyguladığı, hatta bazı durumlarda insan kaçakçılarıyla ortak hareket ettiği ileri sürülmüştü. Bu vahim iddialar, AB’nin Tunus ile olan mali iş birliğini sorgulamasına yol açtı.

AB Komisyonu, gelecekteki yardım ödemelerinin, insan hakları ihlali olmadığının doğrulanması şartına bağlı olacağını duyurdu. Yeni düzenlemeler, önümüzdeki üç yıl boyunca Tunus’a aktarılması planlanan milyonlarca avroyu kapsayacak. Bu karar, AB’nin 2023 yılında Tunus ile yaptığı ve eleştirilere konu olan göç anlaşmasında insan haklarından çok, göç akışını azaltmaya odaklandığına dair tartışmaları yeniden gündeme getirdi.

Guardian’ın raporu, Tunus’ta göçmenlerin sistematik bir şekilde tecavüz ve dayak gibi uygulamalara maruz kaldığını ortaya koymuş, bu durum uluslararası kamuoyunda büyük yankı uyandırmıştı. Özellikle çocukların da bu şiddet döngüsüne dahil edilmesi, AB’yi harekete geçmeye zorlayan önemli bir faktör oldu.

AB Komisyonu, bu insan hakları ihlallerine karşı daha sıkı önlemler alınacağını ve 2027’ye kadar insan haklarını merkeze alan bir dizi alt komite kurularak denetim mekanizmalarının geliştirileceğini belirtti. AB Komisyonu Sözcüsü, bu değişimi bir “yeniden dinamizm kazandırma” adımı olarak tanımladı.

Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said’in geçen yıl ikinci kez seçilmesinin ardından, ülkede göçmen hakları aktivistlerine ve medyaya yönelik baskılar arttı. Bu durum, Tunus’un otoriter bir yönetim anlayışına kaydığı eleştirilerini beraberinde getirdi.

AB Ombudsmanı Emily O’Reilly, AB’nin göç politikalarında insan haklarının göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguladı. O’Reilly, özellikle AB fonlarının insan hakları ihlalleri durumunda askıya alınması için açık kriterlerin belirlenmesi gerektiğini ifade etti.

İnsan hakları örgütleri, AB’nin Tunus’a karşı sergilediği daha sert tutumun, diğer göç anlaşmaları yapılan Mısır ve Moritanya gibi ülkeler için de benzer bir örnek teşkîl edebileceğini düşünüyor.


Kaynak: The Guardian

 

Mahalle (The Neighbourhood): Direniş ve Yaratıcılık Hikayesi Rio Sineması’nda

Hiç yorum yok

15 Şubat 2025'te Londralılar, övgüyle karşılanan Mahalle (The Neighbourhood) filmini, Londra’nın ikonik sineması Rio Cinema’da izleme şansı bulacak. Gösterim saat 13:00’te başlayarak izleyicilere İstanbul’un sosyo-politik mücadelelerinin tam kalbine uzanan etkileyici bir yolculuk sunacak.



Hızla değişen bir İstanbul mahallesinde geçen “Mahalle”, halkın mahallelerini kentsel dönüşüm ve sömürü güçlerine karşı koruma mücadelesini anlatıyor. Hikâyenin merkezinde ise gerilimin tırmandığı bir ortamda aşkları gelişen genç bir çift, Rüstem ve Aslı yer alıyor. Film, miraslarını korumaya kararlı bir halkın duygusal, kültürel ve politik çalkantılarını gözler önüne seriyor.

Çığır Açan Bir Yapım

İnan Altın’ın yönettiği ve Selma Altın’ın yapımcılığını üstlendiği Mahalle, canlı aksiyon ile animasyonu harmanlayan benzersiz bir sinema tarzına sahip. Yapım süreci, hikâyenin ruhunu yansıtarak teknisyenlerden sanatçılara kadar binlerce gönüllünün ücretsiz destek verdiği kolektif bir çaba sonucu hayata geçirildi. Devrimci müzik grubu Grup Yorum tarafından desteklenen film, hem ekranda hem de kamera arkasında dayanışma ve kolektif emeğin özünü barındırıyor.

Zorluklara Rağmen Tamamlanan Bir Yapım

Mahalle'nin yapım süreci çeşitli zorluklarla doluydu. Çekimlerin ortasında setin polis tarafından basılması, ekibi yaratıcı çözümler bulmaya yöneltti. Yeşil ekran ve animasyonlu arka planlar kullanılarak çekimlere devam edildi. Tüm politik ve lojistik engellere rağmen film 2021 yılında tamamlandı ve 2022'de Avrupa turuna başladı. Yenilikçi hikâye anlatımı ve güçlü temalarıyla büyük beğeni topladı.

Evrensel Bir Direniş Hikayesi

İstanbul’un belirli bir bağlamına sıkı sıkıya bağlı olsa da Mahalle, evrensel bir yankı uyandırıyor. Dünya çapında kent toplulukları yerinden edilme ve kentsel dönüşümle mücadele ederken, filmin dayanışma, sevgi ve yaratıcılık temaları evrensel bir duyguya hitap ediyor. Film, müzik, animasyon ve etkileyici hikâye anlatımının canlı bir karışımıyla hem duygusal olarak bağlayıcı hem de görsel olarak büyüleyici bir deneyim sunuyor.

Gösterim Detayları

Mahalle’nin Londra gösterimi, 15 Şubat 2025’te saat 13:00’te Rio Cinema’da gerçekleşecektir. Biletler şu adresten online olarak temin edilebilir:
https://www.dbmusiclondon.com/product/the-neighborhood-film-screening-a-story-of-istanbul/

Sanat, aktivizm ve insanlık mücadelesini bir araya getiren bu filmi izleme fırsatını kaçırmayın. Bağımsız sinemaya ilgi duyuyorsanız ya da direniş hikâyelerine çekiliyorsanız, Mahalle, Londra’nın kültür takviminde mutlaka görülmesi gereken bir etkinlik.

 

Taril: 15 Şubat 2025, Cumartesi

Saat: 13:00

Yer: Rio Cinema

Adres: 107 Kingsland High St, London E8 2PB

Annesi yazdı, küçük kızı çizdi, ortaya bu kitap çıktı!

Hiç yorum yok

Kuzey Londra’da yaşayan Çağrı Oral, kızı Zehra’ya her akşam kendi zihninden hikâyeler anlatıyordu. Kızı anlattığı hikâyeleri çok beğenince diğer çocuklar da sever diye “The Little Girl with a Big Heart” isimli bir kitap yazdı. Yola çıktığı illüstratörle yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle çizim işi yarıda kalınca 6 yaşındaki kızı “Anne sen üzülme kitabın resimlerini ben çizerim!” dedi ve ortaya bu tatlı ve duygusal resimli çocuk kitabı çıktı.

Fotoğraflar: Deniz Kavalalı


Halil Yetkinlioğlu

İngilizce olarak Londra merkezli yayınevi Press Dionysos tarafından okuyucuyla buluşturulan kitabın yayımlanma hikâyesi de gerçekten çok ilginç! The Little Girl with a Big Heart’ı yazan Çağrı Oral ve resimleyen Zehra ile kitabın ortaya çıkış serüveni hakkında sohbet ettik.

 

Bu sizin ilk çocuk kitabınız? Çocuk kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ben çok uzun yıllar Türkiye’de reklam yazarlığı yaptım. Birçok ünlü markanın reklam kampanyalarında yaratıcı ekipte yer aldım. Ayrıca üniversitede sinema okudum. Dolayısıyla yazma eylemini farklı bir kulvarda zaten gerçekleştiriyordum. Yayınlanmış öykülerim de var. Sözlü yazılı hikâye anlatmayı seven biriyim. Hikâyenin etkisine çok inanırım. Çocuk kitabı konusuna gelince asıl itici güç kızım oldu. Ona hikâyeler anlatıyor, kitaplar okuyor, masallar uyduruyordum. Bildiğimiz klasik masalların beğenmediğim bölümlerini değiştiriyor, adapte ediyordum. Ama çoğunlukla uyduruyordum ve kızımın çok hoşuna gidiyordu anlattıklarım. Bir gün dedim ki ya ben her akşam uyku saati değişik değişik hikâyeler uyduruyorum doğaçlama, bunu kâğıda döksem ya. Kızım seviyorsa diğer çocuklar da sevebilir. Sonra bir akşam bilgisayarın başına oturdum ve yazdım.

Peki, The Little Girl with a Big Heart’ın hikâyesinin çıkış noktası ne?

Aslında bu öykü için gerçek hayattan alınmıştır desem çok yanlış olmaz. Tamamen kızımdan esinlendim. Kitap, küçük bir kızın koşarken birden durup kalp atışını duyup çocuk merakıyla yüreğine yolculuğunu anlatıyor. Mesela anneannesi kızım Zehra’yı bahçede salıncakta sallarken kızım “ben kelebek oldum ben kelebek oldum” demişti ve bunu hikâyemde kullandım. Zehra ne zaman bir kedi görse çok mutlu olur ve onları beslemek şefkat göstermek ister bu da kitapta yer alan bir bölüm. Çocuklar o kadar doğal ve etkileyici ki onlardan ilham almamak ne mümkün! Benim esinlenmem de bana bu hikâyeyi yazdıran şey oldu.

The Little Girl with a Big Heart İngilizce bir kitap. Neden anadilinizde değil de İngilizce yazdınız kitabı?

Onun da hikâyesi enteresan. Ben aslında hikâyeyi önce Türkçe yazdım. Hatta ismi “Kalbinin Derinliklerine Giden Kız”dı. Sonra Türkiye’de üç farklı yayınevine gönderdim dosyayı. Hepsi reddetti. Bunun için de çeşitli gerekçeler sıraladılar. Örneğin, biri “hikâye çok güzel ve samimi” dedi. Çok sevindim. “Ama basamayız” dedi sevincim kursağımda kaldı. “Neden?” diye sordum. “Ya sosyal medyada çok takip edilen biri ya da aktiviteler düzenleyen ünlü bir öğretmen olmanız lazım” dedi. Dedim ki “bu saatten sonra öğretmen olmam zor.” Güldük beraber. Bir diğeri “kâğıt çok zamlandı, maliyetler arttı” dedi. Öbürü de benim ritim olsun, metne şiirsellik katsın diye kullandığım tekrarları fazla buldu. Oysaki bir sürü yabancı çocuk kitabında bu tarz tekrarları görmüş ve okumuştum. 

Türkiye’deki yayınevleri tarafından reddedilmek sizi nasıl etkiledi?

Ben aslında çok çabuk demoralize olan biriyimdir. Oldum da. Demek ki hikâyem o kadar da güzel değil diye düşündüm. Neyse ki etrafımda edebiyat dünyasından yazar çevirmen ve çocuk kitapları konusunda bilirkişi diyebileceğimiz insanlar vardı. Onlara reddedildiğimi anlattığımda yazar arkadaşım “Türkiye’de yayınevlerinde de çeteleşme yok mu sanıyorsun” dedi. Diğer konusunda uzman arkadaşlarım da hikâyemin iyi olduğu konusunda beni ikna etti. Ve ben de ikna olmuş olmalıyım ki Türkiye olmadıysa Dünya olur deyip oturup hikâyeyi İngilizceye çevirdim. Anlayacağınız bana kendi dilimde bir hikâye kitabı çıkartmadılar. :)

Sonrasında süreç nasıl gelişti?  

Ben metni İngilizceye çevirdim ama edebi çeviri bambaşka bir şey. Türkçedeki müzik ve ritimli formu yakalamak her İngilizce bilenin yapacağı şey değil. Bir arkadaşım beni Özge Çalık Spike ile tanıştırdı. Özge zaten Türkçeden İngilizceye çeviriler yapan çok başarılı bir çevirmen. Eşi Matt de Edinburgh Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’nde kürsüsü olan bir akademisyen. Onlara gönderdim metni. Özge de Matt de çok beğendiler metni. Yalan yok, özellikle Matt’in bana videolu bir görüşmemizde Türkçe olarak hikâyeyi çok beğendiğini söylemesi beni çok cesaretlendirdi. Sonra Özge çeviriyi yaptı bana gönderdi metni bir okudum. İnanamadım. Öyle bir dokunmuş ki hikâyeye bazı kelimeleri o kadar özenle seçmişti ki çok etkilendim. Benim Türkçede yapmaya çalıştığım müzikli anlatımı o İngilizce yapmıştı. Hatta İngilizcesi Türkçesinden daha etkileyici oldu diye bile düşündüm.

Peki, kitabın İngiltere’de basımı nasıl oldu?

Çizer bir arkadaşım hikâyeyi çok beğenmişti. Beraber yola çokalım dedim. Çünkü hikâyenin yanında görseller olduğu zaman yayınevlerini ikna etmek daha kolay olur diye düşünüyordum. Nitekim öyle oldu. Sunum dosyasını birkaç görselle birlikte gönderdim. Press Dionysus çok kısa sürede yanıt verdi. Ben bu kitabı basarım dedi. İmzalar atıldı.

Kitabın illüstrasyonlarını kızınız yaptı, buna nasıl karar verdiniz?

Kitabın yayınlanmasına çok az bir zaman kala çizer arkadaşımla yollarımızı ayırmak zorunda kaldık. Çizdiklerini çok beğenmiştim ve benimsemiştim ama bazen ilişkileri yönetebilmek zor olabiliyor. Çok üzülmüştüm çünkü kitapla ilgili özellikle yayıneviyle anlaştıktan sonra çok hayal kurmuştum. Umut bağlamıştım. Kitabın çıkmasına çok az kalmıştı ama ortada çizimler yoktu. Çok üzgün olduğum anda kızım Zehra geldi yanıma ve “Ağlama anne, üzülme kitabın resimlerini ben çizerim hem de çok güzel çizerim” dedi. Altı yaşındaydı o zaman ve hayatım boyunca o anı unutmayacağım. Ve hemen bir kalem kâğıt alıp bana nasıl şeyler çizebileceğini gösterdi. Sonra gerçekten düşündüm kitap küçük bir kızın kalbine yolculuğunu anlatıyor. Kız kalbine gidiyor ve yüreğinde gördüklerini resmediyor. Çok güzel örtüştü hikâyeyle. Yayımcıyı aradım. “Çok iyi fikir Çağrı” dedi. “Hiç acele etme, zaman problemin yok; çünkü insan her zaman kitap çıkaramıyor” dedi. Çok rahatladım. Minnettarım. Zehra üzerinde zaman baskısı oluşsun istemedim. Böylelikle kızım kitabın illüstratörü oldu. İyi ki de öyle oldu.

Zehra için süreç nasıl geçti? 

Uzun zamana yaydık çizimleri. Bazen iki hafta bir şey çizmedi. Ben ona paragraf okudum, o zaman ben buraya şöyle bir şey çizeyim dedi çoğunlukla… Benim de müdahalelerim oldu zaman zaman. “Acaba şuraya bir de pusula mı çizsen” dedim mesela… Bana “Sen karışma anne, bu kitabın çizeri benim demişliği” de var ayrıca… İşi sahiplendi gerçekten ve sorumluluk hissetti ve beğenmediği çizimini olmadı bu diyerek yırtıp attı. Ben de hayretler içinde onu izleyip kızımla gurur duydum.

Kitap ile ilgili ilk tepkiler nasıl?

Aslında Zehra’nın çizimleri hikâyenin önüne geçti. Kitabın yazarı olarak kendimi ikinci planda hissediyorum (gülerek). Bu da beni çok gururlandırıyor. Örneğin bir çocuk terapistinin yorumu geldi şu an aklıma. “Tam bir terapi kitabı hem çok güçlü mesajı var hem de bu mesajı çok yalın bir şekilde veriyor” dedi. Çok hoşuma gitti. Okuyan herkes çok beğeniyor. Zehra’nın hayranları bir hayli fazla. Sık rastladığım bir başka yorum da bu sadece bir çocuk kitabı değil, büyükler de okumalı. Evet doğru zaten biz yetişkinlerin çocuk kitaplarından öğreneceği çok şey var. Büyüdükçe unuttuğumuz şeyler hatırlatıyorlar bize çünkü.

 


Zehra sen nasıl çizmeye karar verdin?

Zehra: Annemin kitabını ilk çizen kişi bıraktı. Annem çok üzüldü. Ben de “Ben çizerim anne” dedim. Annemin üzülmesini istemedim.

Peki nasıl çizdin kitabı?

Zehra: Çok eğlenerek çizdim. Çizerken annem bana hangi konuyla ilgili çizeceğimi okudu. Ben de aklıma gelenleri çizdim.

Kitapta en çok sevdiğin bölüm hangisi?

Zehra: Bir tane et yiyen bitki çizdim. Kızın elinde kalpten balon var. Ben en çok o sayfayı beğendim.

Hangi boya kalemlerini kullandın?

Zehra: Kuru kalemlerle çizdim. Annem bana yeni illüstrasyon kalemleri aldı. 

Çizerken en çok neyde zorlandın?

Zehra: Kızı her sayfada aynı çizmem lazımdı. Başka kişi olduğunu zannetmesinler diye.

Anne ve kız çok güzel bir işe imza attınız. Çok güzel bir duygu olmalı…

İnanılmaz. Tarifi yok. Her şeyden önce çok kıymetli bir anı ikimiz için de. Bir de şöyle güzel bir yanı var bu kitabın. Bu ülkede bandrollü bir kitap yayınladığınızda başta British Library olmak üzere ülkenin çok önemli kütüphanelerine kitabı yollamanız gerekiyor ve kitap arşivleniyor. Yani yıllar sonra Zehra’nın torunu British Library’e gitse The Little Girl with a Big Heart’ı bulup okuyabilecek. Bunu ilk duyduğumda çok etkilendim. Dünyaya dikili bir ağaç bırakmışız gibi geldi.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Teşekkür etmek isterim. Başta kızıma. Beni yüreklendiren arkadaşlarıma, Kitabın sanat yönetmenliğini yapan arkadaşım Jülide Lokman’a, editör ve çevirileri yapan Özge Calik Spike’a, yayınevim Press Dionysos’a, emeği geçen herkese. 

Bu kitap gönüllü olarak saatini, emeğini, çocuğuyla geçireceği vakti bu öykü için özveriyle paylaşan ve beni yüreklendiren kadın arkadaşlarım sayesinde gerçekleşti. Kadın dayanışmasının güzel bir örneği oldu. Buradan teşekkür ediyorum hepsine. 

 

https://pressdionysus.com/product/the-little-girl-with-a-big-heart-cagri-oral/




Laken Riley Yasası ABD Temsilciler Meclisi’nden Geçti: Göçmenlere Yönelik Sert Önlemler Yolda

Hiç yorum yok

ABD Temsilciler Meclisi, göçmenlik yasalarının daha sıkı uygulanmasını öngören ve kaçak göçmenlerin hırsızlıkla ilgili suçlardan dolayı gözaltında tutulmasını zorunlu kılan Laken Riley Yasası’nı onayladı.



Yasa tasarısı, Başkan Donald Trump’ın imzasına sunularak, yeni başkanın katı göçmenlik politikaları doğrultusunda ilk yasal düzenleme oldu.

Yasa tasarısı, Temsilciler Meclisi’nde 263’e karşı 158 oyla kabul edildi. Oylamada 46 Demokrat, tüm Cumhuriyetçilerle birlikte tasarı lehine oy kullandı. Bu gelişme, yasanın Senato’da 64’e karşı 35 oyla onaylanmasının ardından geldi. Tasarı, adını geçtiğimiz yıl bir Venezuelalı göçmen tarafından öldürülen 22 yaşındaki hemşirelik öğrencisi Laken Riley’den alıyor.

Yasa, “hırsızlık, ev soygunu, dükkan hırsızlığı” gibi suçlarla suçlanan göçmenlerin ABD Göç ve Gümrük Muhafaza (ICE) tarafından zorunlu olarak gözaltında tutulmasını öngörüyor. Ayrıca eyalet başsavcılarına, federal hükümetin göçmenlik yasalarını uygulamaması durumunda dava açma yetkisi veriyor.

Yasa tasarısı üzerine yapılan tartışmalar oldukça hararetli geçti. Demokratlar, bu düzenlemenin ABD’nin göçmenlik krizini çözmeyeceğini, aksine ırk temelli ayrımcılığı ve korku kültürünü artıracağını savundu. Cumhuriyetçiler ise bu yasanın hayat kurtaracağını ve kamu güvenliğini artıracağını iddia etti.

Alabama Senatörü ve yasanın önde gelen destekçilerinden Katie Britt, bu düzenlemeyi “on yıllardır Kongre’den geçen en önemli göçmenlik uygulama yasası” olarak nitelendirdi. Britt, bunun Trump’ın başkan olarak imzalayacağı ilk yasa olacağını vurguladı. Ancak yasa, ICE’ın yeterli kaynaklara sahip olmaması nedeniyle uygulamada büyük zorluklarla karşılaşma riski taşıyor.

Demokrat Parti içerisindeki bazı üyelerin bu yasa için destek vermesi, ilerici grupların sert eleştirilerine neden oldu. İlerici bir grup olan Indivisible’ın yöneticisi Mari Urbina, Demokratların Trump’ın göçmen karşıtı gündemine boyun eğdiğini belirterek, bu tutumu “politik bir yenilgi” olarak tanımladı.

Sivil haklar örgütleri ve göçmen hakları savunucuları, bu yasanın federal otoriteyi zayıflatabileceği ve masumiyet karinesini göz ardı ederek toplu sınır dışı uygulamalarına kapı aralayabileceği uyarısında bulundu. Amerikan Sivil Özgürlükler Birliği’nden (ACLU) Sarah Mehta, düzenlemenin, çocuklar ve aileler dahil olmak üzere çok sayıda göçmeni kapsayan zorunlu gözaltı politikalarını genişleteceğini söyledi.

Yasa tasarısının yarattığı tartışmalar sürerken, Trump’ın tasarıyı hızlı bir şekilde imzalayarak yasalaştırması bekleniyor. Bu durum, önümüzdeki yıllarda Trump’ın göçmenlik politikaları etrafında daha birçok hukuki mücadelenin yaşanacağının sinyalini veriyor.

 Kaynak: The Guardian

Başpiskopos Budde’den Trump’a “Merhamet” Çağrısı

Hiç yorum yok

Washington Piskoposu Right Rev Mariann Budde, ABD Başkanı Donald Trump’a göçmenler ve LGBTQ+ bireylere yönelik politikalarında “merhamet göstermesi” için açık bir çağrıda bulundu.

 


Budde yaptığı konuşmada “Demokrat, Cumhuriyetçi ve bağımsız ailelerde yaşayan eşcinsel, lezbiyen ve trans çocuklar var. Bazıları yaşamlarından kaygı duyuyor” dedi.

Budde, Trump’ın Tanrı’nın inayetiyle korunduğu yönündeki konuşmasına göndermede bulunarak, “Tanrı’nın sevgi dolu elini hissettiniz. Ülkemizde şu an korku içinde olan insanlara merhamet etmenizi rica ediyorum,” diye ekledi. Budde’nin bu eleştirisi, Trump’ın yüzünde taş gibi bir ifade bırakırken, tören sonrası gazetecilere konuşan Trump, vaazı “heyecansız” ve “kötü bir servis” olarak nitelendirdi.

Trump, eleştirilerini sosyal medyaya taşıyarak, Budde’yi “Radikal Solcu bir Trump düşmanı” olarak tanımladı ve Budde’nin “kamuoyundan özür dilemesi gerektiğini” söyledi.

Budde’nin sözleri, Trump’ın görevinin ilk günlerinde aldığı tartışmalı kararlar bağlamında yankı uyandırdı. Trump göreve gelir gelmez transgender Amerikalılara yönelik korumaları geri çeken, doğumla vatandaşlık hakkını kaldırmaya yönelik adımlar atan ve mülteci kabul programını askıya alan yürütme emirlerini imzalamıştı. Budde, konuşmasında göçmenlerin çoğunun suçlu olmadığını, vergi ödeyen ve komşuluk ilişkileri güçlü bireyler olduklarını belirterek, “Tanrımız bize yabancıya merhamet etmemiz gerektiğini öğütlüyor,” ifadelerini kullandı.

Bu, Budde’nin Trump ile ilk karşı karşıya gelişi değil. 2020 yılında George Floyd protestoları sırasında Trump’ın St. John Episkopal Kilisesi önünde İncil tutarak poz vermesine tepki göstermişti. Budde’nin son eleştirileri, Trump müttefiklerinden sert tepkiler aldı. Georgia Milletvekili Mike Collins, Budde’nin vatandaşlığına rağmen “sınır dışı edilmesi gerekenler listesine eklenmesini” talep etti.

Törende yaşananlar, hem dini hem siyasi tartışmaları alevlendirdi ve Budde’nin cesur duruşu kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.


Kaynak: The Guardian

 

İngiltere’de eVize sistemine geçişle ilgili endişeler artıyor

Hiç yorum yok


 


İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın eVize uygulamasını başlatması, özellikle AB dışı ülkelerden gelen göçmenlerin haklarının korunması konusunda endişelere yol açıyor. Freedom of Information (Bilgi Edinme Hakkı) talebine verilen bir yanıta göre, İçişleri Bakanlığı, milyonlarca kişinin haklarını etkileyen bu dijital vize sistemine geçiş için gerekli değerlendirmeleri tamamlamadan uygulamayı yürürlüğe koydu. Bu durum, hem parlamentodan hem de kamuoyundan sert eleştiriler aldı.

"Dijital Adaletsizlik ve Eşitsizlik Riski"
Göçmen hakları grupları, özellikle dijital becerisi düşük olan yaşlı bireyler ile güvenilir internet erişimi olmayan kişilerin eVize sisteminden olumsuz etkilenebileceğini söylüyor. Open Rights Group’un bir raporunda, bu kişilerin siber suçlara, özellikle kimlik avı saldırılarına ve kötü amaçlı yazılımlara karşı daha savunmasız olduğuna dikkat çekildi. Raporda, “Dil engelleri ve düşük dijital okuryazarlık, göçmenlerin hesaplarının ve dolayısıyla göçmenlik statülerinin siber saldırılara açık hale gelmesine neden olabilir,” ifadelerine yer verildi.

Değerlendirme Eksiklikleri
İçişleri Bakanlığı’nın şu ana kadar yalnızca AB göçmenleri için eVize geçişine yönelik bazı değerlendirmeleri yaptığı, ancak AB dışı göçmenlerin durumu için eşitlik ve veri koruma değerlendirmelerinin henüz tamamlanmadığı ortaya çıktı. Göçmen hakları savunucuları, 4 milyon kişinin etkilenmesi beklenen bu geçiş sürecinde mevcut politikaların etkisini anlayabilmek için güncel ve kapsamlı değerlendirmelerin derhal yayımlanması gerektiğini söylüyor.

Praxis adlı göçmen hakları kuruluşundan Josephine Whitaker-Yilmaz, “Hükümetin bu politikaları, koruma altındaki grupların nasıl etkilendiğine dair ciddi bir belirsizlik sergiliyor. Aceleyle yürütülen bu geçiş süreci, hükümetin eşitlik yükümlülüklerini yerine getirmediğini gösteriyor,” dedi.

Teknik Sorunlar ve Ertelemeler
eVize sistemine geçişin son tarihi, teknik aksaklıklar ve düşük başvuru oranları nedeniyle 2024 sonundan 2025 Mart’ına ertelendi. 4 milyon kişiden yaklaşık dörtte biri hala bu sisteme geçiş yapmadı. Ancak 2025 yılı itibariyle eski biyometrik oturum kartları (BRP’ler) göçmenlik statüsünü kanıtlamak için geçerli değil. Bu durum, dijital sisteme henüz geçiş yapmamış kişiler için ciddi sorunlar yaratabilir.

Hükümetten Savunma
İçişleri Bakanlığı ise mevcut eşitlik değerlendirmelerinin geçerli ve ilgili olduğunu, sürecin adil ve erişilebilir olmasını sağlamak için sürekli gözden geçirildiğini belirtti. Ancak kampanyacılar ve hak savunucuları, sürecin daha şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerektiğini savunuyor.

İngiltere’nin eVize sistemine geçişi, dijitalleşmenin toplumun farklı kesimlerini nasıl etkilediğini ve bu geçişin adil bir şekilde yönetilmesinin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Göçmenlerin haklarını korumak ve siber güvenlik gibi konularda daha proaktif adımlar atılması gerekiyor.


Kaynak: The Guardian

 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan