latest
haber

KÜLTÜR-SANAT

VIDEO

video

VELESPIT HİKAYELERİ

velespit hikâyeleri

GÖÇMENLERİN GÜNDEMİ

YEREL HABERLER

LONDRA GÜNLÜKLERİ

Bisikletten toplum sağlığına: Londra Bisiklet Kulübü'nun kurucularından Özgür Korkmaz'la söyleşi

Hiç yorum yok

Londra Bisiklet Kulübü (LBK), düzenlediği etkinlikler ve gerçekleştirdiği projelerle Londra’da yaşayan Türkiyeli toplumun bisikletle buluşmasına önemli katkılar sağlıyor. LBK’nin kurucularından Özgür Korkmaz ile yürüttükleri projeler ve çalışmaları hakkında sohbet ettik.

 

                                                                                                    Tuncay Bilecen

 

 


Yaklaşık dört yıl önce kurulan ve yürüttüğü projelerle başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere toplumun bisikletle buluşmasında önemli katkılar sağlayan LBK, yeni dönem bisiklet eğitimlerine başladı.

LBK, toplumdan gelen yoğun talep üzerine pazar sabahları da Edmonton’da bulunan Pymmes Park’ta yeni sınıflar açarak bisiklet eğitimlerine devam edecek. Ücretsiz olarak verilen bisiklet eğitimlerinde LBK ayrıca derslerde kullanılan bisikletleri ve kaskları da ücretsiz olarak sağlıyor.

LBK’nin kurucularından Özgür Korkmaz ile kulübün çalışmaları hakkında sohbet ettik.

Londra Bisiklet Kulübü ne zaman kuruldu?

LBK, 2019 Mayıs'ta kuruldu. İlk 3 ay sosyal sürüşler yaptık. Bu üç ayın sonunda toplumumuzda başta kadınlar ve çocuklar olmak üzere bisiklet kullanımının yaygın olmadığını fark ettik. Ondan sonra da hiçbir yerden destek almadan bisiklet eğitimi projesini başlattık. Britanya Alevi Federasyonu (BAF) sağ olsun bize yerleşkesini açtı. Burada eğitimlere başladık. Ardından bisikletle ilgili projelere başvurduk.

Aslında önce sosyalleşmek için kurulan Kulüp, amacını aşarak çocuklara, kadınlara, bizim toplum üyelerine ve diğer toplum üyelerine yönelik bisiklet eğitimlerinin verildiği bir platforma dönüşmüş gibi.

Evet, aynen öyle oldu. Önce sosyal sürüşler yaparız diye başladık. Ama bir baktık ki toplumda böyle bir ihtiyaç var. O ihtiyaca göre kendimizi şekillendirmek, yeniden dizayn etmek zorunda kaldık. Kadınlara ve çocuklara yönelik ayrı projeler yazdık, TFL’le, Enfield Belediyesi ile iletişime geçtik ve şunu anladık ki biz bunu kendi başımıza yapamayacağız. Bunu yapabilmemiz için yerel belediyelerle, yerel toplum merkezleriyle işbirliği yapmamız gerekiyor. Bu işbirliklerini gerçekleştirdiğimizde de yaptığımız iş bir anlam kazandı.

 


Bunun yanı sıra bisiklet workshopları ve tamir atölyeleri de düzenlediniz diye hatırlıyorum.

Evet, tamir kursları vermeye başlamıştık. İlk 6-7 aylık dönemden sonra 2020'nin başında pandemi başladı. Biz de Alevi Federasyonu bünyesinde bisikletlerimizle acil gıda yardımlarının taşınmasına katkı sağladık. Bunların tabi ki çoğu arabalarla yapıldı. Bizim de 10 kişilik bir bisikletli ekibimiz vardı. Dönüşümlü olarak gıda paketi teslimatı yaptık.

 

Peki, genel olarak Londra'da yaşayan bizim toplumun bisikletle olan ilişkisini nasıl değerlendiriyorsun ve Londra Bisiklet Kulübü bu noktada nerede duruyor, nasıl bir katkı sağlıyor?

Aslında buradaki toplumu ikiye ayırıyorum. Birincisi, son 7-8 yılda başta Ankara Anlaşması'yla Türkiye'nin daha çok şehirlerinden gelen eğitimli arkadaşlarımız var. Onların zaten bir kısmı bisiklet kullanmayı biliyor, bir kısmının ise özgüveni yok. Ama buraya 20-30 yıl önce gelmiş göçmen toplumu düşünürsen bu toplumun büyük çoğunluğu kırsaldan gelmiş. Ondan dolayı özellikle kadınların bisiklet kullanmak gibi bir fırsatları hiçbir zaman olmamış. Bir kısım erkek arkadaşlar ise biraz utandıkları için uzak duruyorlar. Aslında bilmiyorlar. Bilmiyorum dememek için uzak duruyorlar. O yaştan sonra öğrenmekten utanıyorlar falan.

Tabii bir de şu da var; göçmen olarak buraya geldiğimiz için bisiklet sürmek sanki daha gelir düzeyi düşük insanların yaptığı bir şey gibi algılanıyor. Genelde göçmen toplumlar statülerini belli etmek için pahalı lüks arabalara binmeyi tercih ediyorlar.

 


Sanki bisiklete binerse statüsünü kaybedecek gibi bir izlenim oluyor değil mi?

Tabii, tabii. Bir Mercedes'le gezmek varken bisiklete binerse etrafında sanki böyle parası yokmuş gibi algılanacağını düşünüyor.

 

Peki çocukları?

Burada doğan, büyüyen çocuklar anne babaları gibi düşünmüyorlar. Ama şunu fark ettik. Özellikle babalar burada çoğunlukla işte mini kamp yapıyorlar. Ne bileyim, restoranlarda çalışıyorlar. Daha çok uzun süreli çalışıyorlar. Şunu anladık, birçok baba çocuğuyla zaman geçirmeyi bilmiyor. Belki kimisinin ekonomik şartları uygun olmadığı için bunu sağlayamıyor. O açığı da gördük.

 

Bu çalışma koşullarıyla çok ilintili, güzel yakalamışsınız onu.

Evet, haftada günde 12 saat, haftada 6 gün minikap yapan biri izin gününde kendi işlerini mi halletsin, çocuklarıyla mı ilgilensin, bu biraz da şartlarla ilgili bir durum.

 

Özgür Korkmaz

Şimdi burada biraz önce bir eğitim vardı ve onlarca çocuğun katıldığını gördük. Veliler de, anneleri, babaları da kenarda bekliyorlar çocuklarının eğitimleri sırasında. Bisiklet Kulübü bu anlamda yıllar içerisinde nasıl bir değişim dönüşüm yarattı? Neler gözlemlediniz? Velilerden nasıl geri dönüşler aldınız?

Çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Biz tam dört yıl oldu bu çalışmalara başlayalı… Bir defa ailelerle ilişkilerimiz çok iyi. Onları anlıyoruz. Onlar da bizim bu işi gönülden yaptığımızı görüyorlar zaten. Bisiklet Kulübü kâr amacı gütmeyen bir yapılanma. Ondan dolayı da zaten yaptığımız çalışmalardan elimizden geldiğince ya ücret almamaya çalışıyoruz ya da çok cüzi bir ücret alıyoruz. Çünkü istiyoruz ki herkes gelebilsin. Yani ekonomik durumu ne olursa olsun, şartlar ne olursa olsun eğitimlere gelebilsinler.

Ailelerle kurduğumuz iletişimde annelerin de mesela birçoğunun bisiklete binmeyi bilmediğini görüyoruz. Onları da yavaştan teşvik etmeye çalışıyoruz. Sadece bisiklet  de değil, çünkü herkes illa ki bisikletle ilgilenecek diye bir kaide yok. Örneğin dokuz aydır yaptığımız kadınlara yönelik wellbeing programımız var. İçerisinde yoga, plates, step aerobik, fitness ve bir de bir walking grubumuz var. Londra'nın 5-6 bölgesinde aynı anda bu şekilde gruplar oluşturmak istiyoruz.

 

Aslında amaç biraz bisikleti aşıp toplum sağlığına ve farklı alanlara doğru kaymış.

Kesinlikle, insanları aktivite yapmaya teşvik ediyoruz. İstiyoruz ki bisiklet sadece spor olarak değil aynı zamanda bir ulaşım aracı olarak da kullanılsın. Tabii ki gönlümüzden geçen daha çok insanın en azından kısa yolculuklarını bisikletle yapmaları… Annelerin, babaların çocuklarını okula bisikletle götürüp getirmeleri. Bizim en büyük hedefimiz bu zaten, yani idealimiz bu. Onun dışında da bir babanın, bir annenin kendi çocuğuyla beraber parkta ya da herhangi bir yerde bisikletle gezmesi ve kaliteli zaman geçirmesi. Bizim hedeflediğimiz aslında bu açıkçası.

 

Sohbetin başında projelerden bahsetmiştin, birtakım desteklerden bahsetmiştin ve partnerlerden bahsetmiştin. Tabi belediye burada önemli bir partner, Enfield Belediyesi… Britanya Alevi Federasyonu zaten buraya bir imkân sağlayarak büyük bir destek sağlıyor. Kesinlikle. Biraz bu desteklerden, projelerden bahsedebilir miyiz?

Biz bu işe 7-8 arkadaş başladık. Bize ilk desteği BAF verdi, buranın kullanılmasını, bisikletler için depo yapabileceğimiz yerin kullanılmasını hiçbir ücret talep etmeden sağladılar. Bu çok kıymetliydi. Ondan sonra Enfield Belediyesi'nde dedik ki bakın biz bunları yapmak istiyoruz, bir grup gönüllüyüz ama imkanlarımız yok. Onlar da bize bir konteyner desteği sağladılar ilk etapta. Ondan sonra destekler oluşmaya başladı. Ve zaman içerisinde biz yerel kampanya grupları ile ilişkiye geçtik. Sonrasında London Cycling Campaign gibi dünyanın sayılı büyük bisiklet organizasyonundan birisiyle community partnership olduk.

 

Hatta yanılmıyorsam bir de ödül aldınız.

Evet, 2021’de bisikleti geliştirenler ödülünü aldık. Kurulduğumuzdan daha bir buçuk yıl sonra böyle bir ödül almak bizim için sevindiriciydi. Ondan sonra da diğer işbirlikleri için proje yazmaya başladık.

Son dönemde iki tane çok heyecanlı projemiz var. Birincisi, BAF dışında Edmonton'da bulunan Pimms Park'ta da bir yerimiz olacak çok kısa bir zaman içinde. Ve orada da çok yeni bir uygulama yapacağız; bisiklet kütüphanesi.

 

Nasıl? Biraz açar mısın?

Adını Family Bike Library koyduk. Buradaki özel hedef kitlemiz aileler, düşük gelirli aileler. Ailelerin bisiklete ulaşımını ve özgüveni geliştirmeyi hedefliyoruz. Bir kütüphaneye nasıl gidip orada kayıt oluşturup bir kitabı ödünç alıyorsan, burada da kütüphaneden ücretsiz kitap alır gibi bizden 3-4 saatliğine, 1 günlüğüne, 2 haftalığına, maksimum 4 haftalığına bisiklet alabilecekler. Burada amaç düşük gelirli aileleri desteklemek. Düşünün, bir babanın çocuğuna ve kendisine bisiklet alması, kask alması, malzeme alması, gidip bir parkta onu denemesi bir maliyeti gerektiriyor. Bunu yapabilen de olabilir ama çocuğunun bundan hoşlanıp hoşlanmayacağını da bilmiyor. Bir denemek istiyor, kendini görmek istiyor, çocuğunu görmek istiyor. O yüzden biz o bisiklete ulaşımı sağlıyoruz.

Bisikletle tanışma sürecinde kolaylaştırıcı bir rol oynuyorsunuz.

Yani çünkü biz yaptığımız araştırmalarda, okuduğumuz raporlarda en büyük iki engel gördük bisiklete erişimde; bir bisiklete ulaşımın o anda olmayışı, ikincisi de özgüven eksikliği, yani yolda sürememe. Şimdi biz birinci bariyeri ortadan kaldırıyoruz. Diyoruz ki buyurun arkadaşlar bizim bisikletimizi kullanabilirsiniz. İkinci bariyer de eğer özgüven eksikliği varsa bu ailelerde ya da çocuklarında. Gelin diyoruz, biz size eğitim vereceğiz. Her yaş grubuna uygun programlar yaparak o çocuklara temel bisiklet eğitimlerini vereceğiz. Ondan sonra da çocuklar özgüven sağlayacaklar.

Aslında temel hedef, ailelerin çocuklarıyla beraber okula bisikletle gidip gelmelerini, kısa yolculuklarını bisikletle yapmalarını sağlayabilmek. Bu 10 yıl önce, hatta 5 yıl önce bile Enfield'ta mümkün çok değildi çünkü bisiklet yolu yoktu.

 

Ama Enfield Belediyesi bu konuda en hızlı gelişme kaydeden belediyelerden biri oldu.

Kesinlikle. Özellikle son 5 yılda diyebilirim çok fazla bisiklet yolu yaptılar, altyapıyı kurdular, şu ana kadar yapılması gereken birçok şeyi yaptılar. O anlamda sıkıntı yok. Ama bakıyoruz bisiklet süren yeterince insan hâlâ yok. Londra'nın belli bölgelerinde işte Walton Forest gibi bölgelerde bisiklet kullanımı yaygınlaştı. Ama burada yaygınlaşamadı yeterince. Şimdi burada da bize rol düşüyor. Bizim ciddi bir misyonumuz var, çünkü biliyoruz ki Enfield'taki en aktif grup biziz. O nedenle biz de öyle bir misyon kendimize edindik. Dedik ki biz çocukları ve aileleri eğitelim. Ondan sonra onlar okula gitmeye başlasınlar. Yani değişim dönüşüm biraz zaman alıyor. Belediye işini yaptı, altyapıyı kurdu. Bizim gibi organizasyonlar işin içerisine girip insanların özgüvenini geliştirip, belediyenin desteğiyle insanları teşvik etmeli. Eğitim başında geliyor.

 

Eğitimler demişken son olarak Britanya Alevi Federasyonu’nun yerleşkesindeki eğitimlerden biraz bahsedelim. Ne zaman oluyor? Katılmak isteyenler nasıl size ulaşabilirler? Verilen eğitim seviyesi ve niteliği nedir?

Evet, şimdilik cumartesi günlerini belirledik. Her cumartesi sabah 10.00-12.00 arasında eğitimler yapıyoruz. Dediğim gibi önce temel eğitimler veriyoruz. Öğrencilere sıfırdan başlayarak aşama aşama bisiklet öğretiyoruz. ve zaman içerisinde özgüvenleri geliştiği zaman da yakınlardaki bisiklet yollarında ve arka sokaklarda trafikte sürüş eğitimi vermeye devam ediyoruz. Buradaki hedef kitle çocuklar. Zaten bu proje sadece çocukları kapsıyor. Önümüzdeki cumadan itibaren de kadınlar için eğitimlerimiz başlayacak. Bu eğitimi, cuma günleri 10-12 arasında yapmayı planlıyoruz.

Bunun dışında bir de Wellbeing programımız var. O da haftada ortalama iki defa oluyor. Bir gün yürüyüş yapılıyor, bir gün yoga, fitness ya da diğer sportif aktiviteler yapılıyor.

 


Son olarak bundan sonrası için neler düşünüyorsunuz?

Şu anda Family Bike Library bizim için en önemli proje. Daha önce benzeri projeler yapılmış ama çok küçük çapta yapılmış. Bizim şu andaki hedefimiz ilk defa bunu büyük çapta yapmak. Hatta istiyoruz ki Londra Bisiklet Kulübü bu projeyle hatırlansın. Sadece Türkiyeli kamuoyu değil, İngiltere toplumu da bizi böyle tanısın istiyoruz.

Geçtiğimiz sene biz 100'den fazla bisiklet bağışı yaptık. Birçok toplum merkezine, ilkokula, sanat merkezlerine bisiklet bağışlarımız oldu. Hatta 10 tane de NHS hastanesine verdik. Orada da istedik ki insanların bisiklete ulaşımları kolay olsun. Bu da aslında onun bir parça devamı niteliğinde.

Bir plan daha var. Fonları sağladık başlangıç anlamında ama bunu ilerletebilmemiz için daha büyük fonlara başvurmak istiyoruz ve özellikle de toplumu da işin içine katmak istiyoruz. Örneğin, insanlardan bize bisiklet bağışı yapmasını isteyeceğiz. Evinde kullanmadıkları bisikletleri. Ama bunun için öncelikle bir hazırlık yapmamız gerekiyor. Storage sorununu halletmemiz lazım. Tamircilerimizi bulmamız lazım. Ve bunun için de bir para gerekiyor. Hatta Metropolitan Polis’iyle de iletişim içine gireceğiz. Daha önce de girmiştik zaten. Onların topladığı çalıntı bisikletler için talepte bulunacağız. Sonra da bu bisikletleri gidip başka yerlere bağışlayacağız. Bisiklet geri dönüşüm kampanyası gibi bir şey. Biz bu yaptığımız işin ne kadar çevreci, sağlıklı ve toplumu birleştiren bir iş olduğunu biliyoruz.

 

Aşağıdaki formu online olarak doldurarak çocuğunuz için ücretsiz bisiklet eğitimi kaydı yaptırabilirsiniz.

https://forms.gle/7eVpqmNhDzJE3RRo8

Tel: 07917343007

E-posta: londoncyclingclubcic@gmail.com


Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın!

Melis Bilen’den yeni tekli: “İmajdır Her Şey”

Hiç yorum yok

Londra’da yaşayan şarkıcı Melis Bilen, sözleriyle günümüzün trend odaklı yaşam tarzını tiye aldığı yeni teklisi "İmajdır Her Şey"i yayınladı.

 


Beş yıldan bu yana Londra’da yaşayan, aynı zamanda Manchester ve Cheshire'da modellik yapan şarkıcı Melis Bilen, “İmajdır Her Şey” adlı teklisini geçtiğimiz günlerde yayınladı. Şarkıcı, sözleri ve müziği kendisine ait olan teklisinde, enerjik pop-funk ve disco-dans esintilerini bir araya getiriyor. Düzenlemesi Emrah Türken tarafından yapılan şarkının klibi Manchester'da Luma Film tarafından çekildi. Klibin fotoğraflarında ise “Senem Peace” imzası var.



İmaj ve gösteri dünyasını tiye aldığı klibinde Melis Bilen, iki farklı karakteri yan yana getirerek izleyenleri sembolik bir yolculuğa çıkarıyor. Bilen, bir sahnede Ferrari'nin direksiyonunda, görüntüsüne fazlasıyla önem veren, gösterişli ve kendini beğenmiş bir karakteri canlandırarak, imajın yüzeydeki parıltı olduğunu vurguluyor. Buna karşılık, başka bir sahnede Melis, golf arabasıyla keyifli anların tadını çıkararak, içten bir ruhla anın tadını çıkartan bir karakteri canlandırıyor. Sonunda, her iki sahnede de kendine özgü ve eğlenceli pozlar veren şarkıcı gerçek mutluluğun kendi olmak ve içten olmakla mümkün olduğunu vurguluyor.

Şarkı, sözleriyle toplumsal güzellik standartlarına ve imaja uyma baskısının insanlar üzerindeki etkilerini sorgularken, bireylerin kendilerine olan sadakatinin ne kadar değerli olduğunu vurguluyor.

Melis Bilen'in son teklisi "İmajdır Her Şey," birçok müzik platformu ve video paylaşım siteleri üzerinden dinlenebilir.

Melis Bilen, 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı vesilesiyle, 28 Ekim 2023, Cumartesi akşamı Manchester Radisson Blu Hotel’de sahne alacak.

 

Instagram: @melisbilenmusic

Youtube: www.youtube.com/piyannooo

Tiktok: @melisbilenmusic

Facebook - https://www.facebook.com/melisbilen

Twitter - https://twitter.com/melisbilen

Website: www.melisbilen.com

 

https://www.youtube.com/watch?v=3gdflG52EPA

 

Fieldseat / Kit@pEvi Kafe’de meyhane günleri devam ediyor: Sonraki buluşma 22 Eylül Cuma günü

Hiç yorum yok

Kuzey Londra’da, Tottenham bölgesinde faaliyet gösteren Fieldseat / Kit@pEvi Kafe'de meyhane günleri devam ediyor.  Fieldseat Organik Meyhane konseptiyle hizmet veren mekân, konuklarına masada rakının eksik olmadığı dost meclisleri vadediyor.





Dünyanın sayılı şehirlerinden biri olan Londra lezzet durakları bakımından da şanslı bir şehir. Londra’da dünyanın dilediğiniz mutfağına rahatlıkla ulaşabilirsiniz. Anadolu mutfağı bunlardan biri… Son yıllarda Türkiye’den artarak devam eden göçlerle birlikte Londra’da geleneksel meyhane deneyimini yeni lezzetlerle buluşturacak mekânlara duyulan ihtiyaç da arttı. İşte Fieldseat Organik Meyhane bunlardan biri. 

İşletme yöneticisi İrfan Şahin, yeni buluşmaya ilişkin şunları söylüyor: “22 Eyül Cuma günü, akşam masalarımızı kuruyoruz... Organic Meyhane’de Hicazkar da var, şiir de…Münir Nurettin de, Müzeyyen de…Ahmet Kaya da… Şalgam da var, demleme ara çayı da… Yarasın…Bir maniniz yoksa bekleriz efem."🍻🥃🥂



Peki nasıl?

Bunun cevabını da yine İrfan Şahin veriyor: “Masalarda bağırmadan konuşabilmek, arka fonda herkesin birbirini duyabileceği tatlı bir müzik ve gönlünüz ne arzu ederse; rakı veya şarap… Rakının yanına dilerseniz Anadolu lezzetlerini katık edesiniz dilerseniz yeni bir deneyimlere açığım deyip dünyanın başka bir lezzetini de katabilirsiniz. Yeter ki dost meclisinde hoşça vakit geçirelim.”

Fieldseat Organic Meyhane’deki bir sonraki buluşma 22 Eylül Cuma günü, saat 19:00-22:30 arasında gerçekleşecek. Yerler sınırlı olduğu için şimdiden rezervasyon yaptırsanız iyi olur.

Yer ayırmak ve ayrıntılı bilgi için WhatsApp’ta: 07946376776 iletişim kurabilirsiniz…

 

Fieldseat / Kit@pEvi Cafe

665 High Road - Tottenham N17 8AD London

+44 20 8808 2525

http://www.fieldseat.co.uk/











Londra’da Bizimkiler’in yazarı Faruk Eskioğlu: “Bir yılda bitiririm dedim, yazdıkça çıktı, kazdıkça çıktı, sekiz yılda ancak bitirdim”

Hiç yorum yok

Gazeteci, yazar Faruk Eskioğlu, “Londra’da Bizimkiler” adını taşıyan ansiklopedi boyutunda üç ciltlik kitabını yayımlayalı tam üç yıl oldu. Göçten, çalışma hayatına, kültür-sanat etkinliklerinden, toplumun öne çıkan isimlerine kadar Londra’da yaşayan bizim toplumun hikâyesinin anlatıldığı “Londra’da Bizimkiler”, yıllar geçse de güncelliğini yitirmeyecek bir başvuru kaynağı olma özelliği taşıyor. Bisikletli Gazete Söyleşileri’nin bu bölümünde, gazeteci Kemal Erdemol'un, gazeteci, yazar Faruk Eskioğlu'yla LONDRA'DA BİZİMKİLER adlı üç ciltlik kitabı üzerine yaptığı söyleşiyi yayınlıyoruz.





Gazeteci, yazar Kemal Erdemol
  

Kemal Erdemol (K.E): Sevgili dostlar merhaba, gazeteci, yazar Faruk Eskioğlu dostumun evindeyim bugün. Sağ olsun çok harika bir kahvaltı sofrasında buluştuk. Faruk benim çok eski bir dostum, eski bir daha doğrusu eskimeyen bir dostum. Halen meslektaşım ve yol arkadaşım kuşkusuz. Biz Londra'dan uzun yıllar birlikte birçok şey paylaştık sevgili Faruk'la. Faruk çok çılgın bir işe girişti. Duyanlarımız vardır kuşkusuz. Ben şimdi bundan özellikle söz etmek istiyorum. Burada ne yaşadıysa, başkalarıyla ne yaşadıysa, kendisinin dışında başkaları ne yapmışsa, ne üretmişse bu ülkede, oturdu, üç ciltlik, olağanüstü, devasa denebilecek boyutta bir kitapta topladı. Bu nedenle Faruk’a hem kişisel olarak hem de bu ülkede yaşayan toplumun bir ferdi olarak toplum adına teşekkür etmek için biraz da yanına geldim. Çünkü çok iyi bir araştırmacı, mesleğe çok bağlı bir gazeteci, hem kendi dilini seven hem de başka dillere saygısı olan bir arkadaşım. Bu savunduğu dünya görüşüyle doğrudan doğruya ilgili bir tutum kuşkusuz. Şimdi olağanüstü güzel bir çalışma yaptı. Ben bu çalışmadan haber alan arkadaşlarımla bu kitap üzerinde konuşurken diyorum ki bu tür kitapların basılması için vakıfların, derneklerin kurulduğu bir toplumumuz var bizim burada ama bugüne kadar bu boyutta bir çalışma elimize geçmedi. Tek başına Faruk Eskioğlu bir derneğin, bir vakfın yapması gereken, ondan beklenen bir çalışmayı başarmış oldu. Bu heyecan verici bir şey. Yıllar sonra antropologlar, sosyologlar bu ülkede Türkçe konuşanların ne yaptıklarını, ne ettiklerini araştırdıkları zaman başvuracakları çok temel bir kaynak yazmış oldu Faruk Eskioğlu. O nedenle birtakım sorular sorayım istedim Faruk'a. Bu çalışma hakkında herhalde siz de ne tür bir süreçten geçmiştir Faruk Eskioğlu'nu anlamak, öğrenmek istersiniz. O nedenle sizin adınıza da hem kendi merakını ilerlemek hem de sizi bu konuda bir parça olsun bilgilendirmek için Faruk'a çeşitli sorular sorayım istedim. Sen bir kere yorulmayan bir adamsın. İnan bana olağanüstü güzel bir iş. Devasa bir şey yaptın. Türkçe konuşan toplum sana çok şey borçlu. Zaten şunları görenler, şu üç cildi elini alanlar benim demek istediğimi çok iyi anlayacaklar. Burada bu toplumun her şeyini göreceksiniz. Peki ne oldu, bunu yapmaktaki derdin neydi Faruk?

Faruk Eskioğlu


"YAZDIKÇA ÇIKTI, KAZDIKÇA ÇIKTI"

Faruk Eskioğlu (F.E.): Vallahi doğrusu biraz kaşındık. Şimdi biz sosyalist gazeteciler toplumsal sosyal haberlere çok önem veriyoruz. Bu haberler, makaleler birikmişti. Bir de fotoğraf arşivim vardı. Dedik bunları mezara götürmeyelim, kitaplaştıralım bari. Çünkü bizim toplumda arşivcilik bilinci de yok. Solcular polisin eline geçmesin diye fotoğraf çektirmemişler, yazı biriktirmemişler. Sağcıların ise bilinçsizlikten dolayı böyle bir arşivleri yok. İşte bunları toparlayalım kitapta diye yola çıktığımda bir yılda kurtarırım dedim. Takarız fişi bitiririz dedik. Ama yazdıkça çıktı, kazdıkça çıktı. Aynı bir arkeolojik araştırma gibi oldu. Sonra uzadıkça uzadı. O kadar bilgi birikti ki dedim herhalde bu bilgilerin altında kalacağım, kotaramayacağım.

K.E.: Her araştırmacı bu tür kaygıları duyar zaten. Belki de itici bir şey de olmuştur senin için.

F.E.: Yani hatta araştırmanın ortalarında ya ölüp gideceğiz bunlar gümleyecek dedim. Meğer her yazarda varmış bu duygu. Sekiz yıl sonunda işte üç kitaplık bir külliyat oldu.

K.E.: Çok titiz bir çalışma olduğu, çok belli. O sekiz yıl boşa geçmemiş asla. Okuyanlar da, görenler de aynı şeyi söyleyeceklerdir bundan hiç şüphem yok. Nasıl bir çalışma yöntemi izledin Faruk sen?

F.E.: Önce bir yöntem belirledim. Yani çatısını kurdum. Bu konuda akademisyenlerden de bilgi aldım. Zaten araştırma tekniklerini okumuştum yüksek lisansta. O yardımcı oldu. Çatıyı kurduktan sonra bölümlerde bir standart oluşturdum. Örneğin Kıbrıs'taki göçü anlatırken aynı başlıkları Türkiye'deki göçte de kullandım. Sonra bölümlerde standart kategoriler oluşturdum. Örneğin Kıbrıs'taki göçün alt maddelerini Türkiye'deki göçe de uyguladım. Böylece boşluk olmamış oldu kitabı yazarken.



K.E.: Bolca da sözlü tarih çalışması benzeri şeyler de yaptın değil mi? Çok söyleşiler gerçekleştirdin.

"BENİM ŞANSIM GAZETECİ OLMAM"

F.E: Doğru evet. Doktora tezlerine bakarsanız genelde metnin çoğu alıntıdır yani. Ama bu kitapta % 95'i benim kalemimden çıktı ve sözlü tarih çalışması da yaptım. Bu toplumdaki lokomotif olarak gördüğüm, -subjektif bir değerlendirme tabii-, sektörünü anlatabilecek, kendi özgeçmişleri toplum tarihiyle örtüşen isimleri seçtim ve onlarla röportaj yaptım. Bular “Toplumun Yüz’ü” olarak bu kitapta anlatıldı ve hemen hemen bütün sektörleri kapsamış oldu. Basından tutun da finansa kadar. Sonra ikinci kitapta kültür, sanat ve spor bölümünü yazdım. Onu da yine toplumdaki ilklerden başlayıp günümüze kadar getirdim. Birinci kitap göçü anlatıyordu ve kurumlaşmayı anlatıyordu. Benim şansım gazeteci olmam. Toplumu yakından tanımam. Bir de meslektaşlarım sağ olsunlar çok destek oldular. Sen de dahil. Bölümlerde kesinlikle yeri geldiğinde mesela uzmanların görüşlerini aktardım. Senin de çok değerli köşelerin var konusu geldiğinde. Yardım istediğimde arkadaşlarım bana bilgi ve fotoğrafları en kısa zamanda gönderdiler. Ben çok teşekkür ediyorum gerçekten. İlk göç eden, yaşlı insanlara ev ziyaretine gittim. Portatif bir tarayıcım vardı. Hiç kimseden orijinal fotoğrafı almadım. Kendime kopyaladım. Çoğu “ya fotoğraf, bilgi çok ama garajda duruyor, istiyorsan git bak” dedi. Böylece fareli bodrumlarda fareli garajlarda, fotoğraf araştırdım. Tabii bir kişiyle görüşmek en az bir hafta aldı yani çok uzun süre aldı. Randevulaşıyorsun, atlayıp arabaya gidiyorsun, sonra bilgileri derliyorsun, eve geliyorsun, onları yazıya döküyorsun, fotoğrafları kadrajlıyorsun, sonra o yazıları tekrar kendilerine gönderiyorsun. Onlar onaylıyorlar, sonra akıllarına bir şey geliyor mesela 10 gün sonra, diyor ki şunu da ekler misin ya da şunu çıkarır mısın falan…. Tabii kitap hem İngilizce hem Türkçe olarak ortaya çıkıyor.



K.E: Peki Faruk'cuğum bunca zamandır bu ülkede yaşıyorsun, bu çalışmayı yaparken yeni fark ettiğin bir şey oldu mu?

F.E: Oldu gerçekten. Mesela Kıbrıslılar. Hani biz Filistinleri biliyoruz. “Vatan için Filistin” mücadelesindeler, toprak mücadelesindeler. Hepimiz Filistinlere bir sempati diyoruz ama Kıbrıslılar bence Filistinlerden daha dava insanları. Çok ilginç yani. Bir kere her Kıbrıslı Kıbrıs sorununa karşı duyarlı. Doğru yanlış ama bir şekilde duyarlı ve bunu kuşaktan kuşağa aktarmışlar.

"BİZİM TOPLUMUN TARİHİNDE DE KORKUNÇ BİR EMEK SÖMÜRÜSÜ VAR"

İkinci fark ettiğim; tabii tarih çalışan, üreten, yaratan insanların tarihi, bizim toplum tarihinde de korkunç bir emek sömürüsü var, vay anasını dedirtecek kadar. İnsanlar köyden geliyorlar, çoğu köy kökenliler ve burada işçi oluyorlar, burada esnaf oluyorlar. Sonra burada patron oluyorlar. Hedefleri sınıf atlamak. Bunu yaparken her şeyi yapıyorlar. Kendi hemşerilerini işçi olarak çalıştırıyorlar. Bu ülkedeki asgari ücretin yarısından da az para veriyorlar. Korkunç bir sömür var. Bu ülkede sermaye birikirken bütün etik kurallar çiğneniyor. Ciddi bir emek sömürüsü var. Bu çalışmanın içine girince o görüldü gerçekten.



K.E: Yani emek üretim sürecinde “bizimkiler” diye adlandırdığın işte bu topluluk, çok da etik davranmıyor.

F.E: Kesinlikle. Bir üçüncü madde de eklemek isterim bunu. Türkiye'deki hükümetler ve Kıbrıs'taki yöneticiler yurt dışında bir şekilde yaşamak zorunda kalan bizleri hep sağmal inek olarak görmüşler. Hatta çok yakınlarımız bile bizim ağaçtan para topladığımızı falan düşünüyorlar galiba. O yüzden Londra'da “Bizim’kiler” dedik. Bir kelime oyunu yaptık. Burayı kiler depo olarak görüyorlar. Bir katkıları da yok doğrusu Türkiye'deki hükümetlerin. Burada bir dolu sorun var. Hatta olması gereken haklarımız var, seçme, seçilme gibi. Daha yeni kazanıldı, oy kullanma, seçme hakkı.

K.E.: Yeniden yazmak istesen bu kez ne tarafına el atmak istersin bizimkileri? Çünkü eminim, asla bu tamam demeyeceğini biliyorum. Burada şu da olsaydı, bu da olsaydı diyeceğin dünya kadar şey vardır belki. Ama şimdi yeniden sana bütün bu olanaklar verirse Faruk, desek ki 8 sene de sürmeyecek kardeşim, senin yerine söyleşileri de biz yapacağız, neyimizi incelemek isterdin bizim? Bu kitap yazılıp, bu ciltler yazılıp bittikten sonra bir de işin şu tarafına bakayım dediğin oldu mu?

"BU KİTABIN FİLMİ ÇEKİLMELİ"

F.E: Oldu tabii. Bu kitabın filmi çekilmeli diye düşünüyorum. Yani bu toplumun hikâyesinin bir belgeseli olması gerekir diye düşünüyorum. Bir yazılı materyal var, biriken fotoğraflar var, eski filmler var mesela. Kıbrıslıların yaptığı gösteriler falan var. Belgeselsiz, bu kitap öksüz kalır diye düşünüyorum. Bir kardeş gelmeli bu kitaba.

K.E: İleride böyle çalışma olacak demek ki. Ama bu ülkede, bu toplumda haklarını yemeyelim, iyi belgeselci arkadaşlarımız var, onları harekete geçirmek lazım. Sen bir kapı açtın önlerine, bir yol da göstermiş oldun. Bu temel üzerinden de giderek çok iyi bir şey yapabilirler doğrusu.

F.E: Belki, Mehmet Ali Dikerdem hoca, bu kitap pek çok teze konu olabilir diye düşündü. Mesela toplumda kadın bu konuda bir tez olursa, işte bazı veriler bu kitapta var. Kaynakça olabilir, iteleyebilir yani test çalışanlara. Tabii bir daha böyle bir proje yapmak istemem. Çünkü hani bir yılda bitiririm dedim. Sekiz yıl uzadı. Çok uzun bir süreç bu. Kızlarım yedi yaşındaydı. Bittiğinde on beş yaşında oldular. Hatta onların fotoğrafını koydum buraya çalışmaya başlarken ve bittiğinde…

K.E: Şunu fark ettim çok objektif davranmışsın. Orada şu olmasın, bu olmasın dediğini sanmıyorum. Herkes hemen hemen var. Seçimlerin çok doğru olmuş. Orada birçok figür var. O açıdan da ayrıca kutlarım seni. Çok emek sarf edildiği gibi çok objektif ve dürüstçe kaleme alınmış bir çalışma bu.

F.E.: Ben teşekkür ederim.

 

Londra’da Bizimkiler’i aşağıdaki linkten temin edebilirsiniz:

http://www.londradabizimkiler.com/


Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın!

Oyuncu Feride Morçay’la göçmenlik ve tiyatro üzerine söyleşi: “Tiyatro bana var olduğumu hissettirdi”

Hiç yorum yok


 Feride Morçay, 19 yaşında medya ve film eğitimi için geldiği Londra’da araya giren birçok eğitim ve iş deneyiminin ardından bugün hayatını oyuncu olarak sürdürüyor. Başrolünü oynadığı Hayfever aldı oyunun ‘’Keep it Fringe Fund’ ödülünü almasıyla bu sıra dışı oyunu iki hafta boyunca sergilemek üzere Edinburgh’a giden Feride Morçay’la göç hikâyesi, oyunculuk ve tiyatro üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

 


                                                                                               

                                                                                                     Tuncay Bilecen

Feride seni Londra’ya hangi rüzgâr attı?

Londra’ya ilk geldiğimde 19 yaşındaydım. Aslında çok plan yaparak gelmedim. Hayatımı burada geçireceğimi bile düşünmedim, sadece kalbimin sesini dinledim diyebilirim. Daha öncesinde Avusturya Lisesi’nde okurken AFS ile lise değişim programıyla ABD’ye Ohio’ya gitmiştim. Ailem Türkiye'de kalmamı tercih ediyordu aslında. Koç Üniversitesi’nde Medya bölümünü burslu kazanmıştım. Aynı zamanda Londra’daki üniversitelere de başvurdum. Film yönetmeni olmak istiyordum.  Derken buradaki üniversiteden kabul aldım. Zaten içimdeki ses bana gitmem gerektiğini söylüyordu. O rüzgârla Londra’ya geldim.

Daha önce yurt dışı tecrübesi yaşamış olman bu kararında etkili olmuştur diye tahmin ediyorum.

Çok kolay olmadı. Ailem o sırada gitmemi çok istemiyordu. Kimseyi tanımıyordum, daha önce hiç Londra’ya gelmemiştim. Bir gün yanıma gelip "kızım sana güveniyoruz" dediler kendi harçlığımı kendim kazanmam şartıyla Londra maceram başladı. Okurken çalışmaya başladım.

Peki, Londra’da ne umdun ne buldun?

Şunu fark ettim; İstanbul’daki çevremin hep aynı tip insanlardan oluştuğunu, burada hayatın daha zor olduğunu gördüm. Avusturya Lisesi öncesinde de özel okula gidiyordum. Burada ise arkadaşlarım çalışıp ailelerine para gönderiyorlardı. Bunun gibi bir örnekle İstanbul’da kendi çevremde pek karşılaşmamıştım. O küçük yaşta gözüm açıldı. Daha çabuk büyüdüm herhalde.

Londra seni olgunlaştırmış.

Umarım. Tek başına bir hayat kurmaya çalışınca ister istemez hayatının bütün sorumluluğu senin elinde oluyor.

Bu sırada nerede okuyordun?

Goldsmith University of London’da Medya, İletişim ve Film Yapımı okudum üç sene. Bunu yaparken Cambridge’te bulunan Balık Art adında kâr amacı gütmeyen şirkette çalıştım. Proje yönetmenliği yaptım. Yaklaşık beş film şirketinde staj yaptım. Mezun olduktan sonra iş bulmak için çeşitli film şirketlerine mailler attım. Yüzlerce mailden iki tanesine geri dönüş aldım. O sırada bir Rus film şirketinden kabul aldım. Oraya girdiğim için Londra’da kalabildim. Çünkü o zamanlar mezun olduktan sonra öğrenci vizesini devam ettiremiyordun. Böylece full time çalışma hakkını elde ettim ve Ankara Anlaşması’na başvurup freelance çalışmaya başladım. İki sene boyunca film sektöründe yapımcı asistanlığı yaptım.

Bu dönemde hiç oyunculuk tecrüben oldu mu?

Olmadı. Lisede olmuştu. Amerika’da gittiğim okulda, müzikalde, tiyatroda ve koroda yer almıştım. Ama kendime hiç sanatçı gözüyle bakmamıştım, sonradan geldi bu. Ben yönetmen, yapımcı olacağım, sanatçıları çok seviyorum, onların içinde olacağım diyordum. Herhalde kendime karşı çok dürüst değildim ya da kendimi çok tanımıyordum o yaşta.

Peki, ilk şimşek nasıl çaktı oyunculukla ilgili?

Burada yazar, yapımcı, oyuncu olan bir arkadaşım var, müzikal bir oyun yazmıştı. “Bu oyunun yapımcılığını yapar mısın? Cambridge festivaline götürmek istiyorum” dedi. Bir anda çevrem tiyatrocularla doldu. Tiyatro ve oyunculuk üzerine okumaya başladım. Birden aşık oldum. Bir şimşek çaktı, işte bu dedim ve her şeyi geride bıraktım.

Yıllar sonra sahneye çıktığında ne hissettin?

Kendimi denemek için Identiy School of Acting’in seçmelerine katıldım. O seçmelerde özgürlük duygusunu hissettim. Tiyatro bana var olduğumu hissettirdi. Sesimde ve bedenimdeki yılların verdiği alışkanlıkları kırmak için oyunculuk okumayı seçtim Çünkü 'kendinin farkına varmakla' başlıyor bence oyunculuk.

Ardından ben artık oyuncu olurum dedin mi?

Bu sırada yapımcı asistanlığına devam ediyordum. Warner Brothers’la ilgili bir proje vardı. Bu aslında bir dolandırıcılık projesiymiş. Benim bir anda dünyam karardı. Bu işte herkesin düşündüğüm kadar iyi kalpli olmadığını fark ettim. Bir anda Londra’dan gitmeye karar verdim ve apar topar İstanbul’a geldim. İstanbul’da bir sene kalacağım derken üç ay kaldım. Şahika Tekand’ın Nişantaşı’nda bulunan Stüdyo Oyuncuları’na üç ay gittim. Oradaki ortam çok hoşuma gitti. Mehmet Ergen o sırada Gerçek adlı oyunu yapıyordu. Onun gönüllü asistanlığını yaptım. Gerçek oyunundaki metni oyuncularla birlikte çalışırken kendimi gördüm. Sahne önünde olmam gerektiğini fark ettim.

Sonra Identity’den İleri seviye oyunculuk part-time bölümüne kabul aldığıma dair haber geldi.  Gitmezsem vizemi de kaybedecektim böylece üç ay sonra tekrar Londra’ya geldim.

Londra’ya geri döndükten sonra neler yaptın?

Yaklaşık altı ay kadar Identity School of Acting’e giderken, Arcola Tiyatrosu’ndaki Alaturka Türk Oyuncuları’nın seçmelerine şans eseri katıldım, Deli Dumrul oyununu yapıyorlardı. Küçük bir karakter olan Can Kız karakterini oynadım. O zamanlar kendime yeterince güvenmiyordum. Ama sahneye çıkmak bir kapı açtı. Ertesi sene Shakespeare Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Eleni karakterini oynadım. Bu da benim için çok güzel bir deneyim oldu.

Oyunu izlemeye gelen akademisyen, oyuncu Elif İskender ile tanıştım. Onun da burada atölyesi var. Birebir olarak iki sene çok yoğun çalıştık. Üzerimde çok büyük emeği var. Kamera önü oyunculuk, psikolojik olarak kendimi tanımamla ilgili. Şunu da fark ettim, Londra’da bu işi yapmam çok kolay değil. Benim bedenimle ve sesimle ilgili öğrenmem gereken çok şey var. Üniversiteye gitmeye karar verdim. Drama okullarına başvurdum. Rose Bruford College’de mastera kabul aldım. O sırada halen kendime yüzde yüz güvenim gelmemişti. Oyunculuk yapabilir miyim, bilmiyordum. Master programı iki sene sürdü. Tez projesi olarak Güngör Dilmen’in “Ben Anadolu’yum” oyununu yapayım derken pandemi nedeniyle 40 dakikalık bir film oldu. Elif İskender hocam da benim supervizörüm olarak projeye katıldı. Daha sonra bu film festivallerde ödüller aldı.

Londra’da Lamda’ya gitmeyi çok istiyordum. Shakespeare üzerine üç aylık bir kurs vardı ve pandemi sırasında daha indirimliydi. Eğitime devam edeyim dedim, bu eğitimin yarısı yüz yüze oldu. Sonra bana ücretsiz ‘audition’ hakki verdiler. Mastera kabul alınca, buna devam ettim. Master programı pandemi sebebiyle yaklaşık iki sene sürdü. 2022, Kasım’ında bitti, asıl olarak oyunculuk üzerine beni güçlendiren eğitim bu oldu. Sabahtan akşama kadar hafta sonları dahil sadece oyunculuk üzerine çalışıyordum. İnanılmaz bir fırsat oldu benim için. Mezun olduktan sonra altı kısa filmde oynadım. Mausoom adlı kısa bir filmde Zara karakterini oynadım, film Raindance Film Festivali’nde Kasım’da Londra’da gösterilecek. Son olarak da ANANKE adlı 25 dakikalık bir filmde başrol olarak genç sanatçı uyuşturucu bağımlısı Juliana adlı karakteri oynadım.



Yavaş yavaş ödüllü Hayfever oyununa gelelim mi? Bu oyuna nasıl dahil oldun?

Bir gün Lamda’da koridorda yürürken bir arkadaşım beni durdurdu. “Hayfever adlı oyunun okuması yapılacak. Göçmen bir kızın hikâyesi ve bence bu kız sen olabilirsin. Bence bu oyunun okumasına git” dedi. Dinleyici olarak gittim. En sonunda yönetmen Roxane Cabassut bize ne düşündüğümüzü sordu. Aylar sonra mezuniyete hazırlanırken Roxane’den mesaj aldım, festivalden kabul aldığını, bu oyun için beni düşündüğünü söyledi. Ertesi gün seçmeler oldu. Beraber çalışmaya başladık. Bu sırada okulda da bir oyun yapıyordum. Peckham Frinde Festivali’ne üç hafta vardı. Kendi kendime anı yaşa, yaparsın dedim. Festivalde çok güzel tepkiler aldık. Roxane oyunu Edingburg Frinde’e götürmek istiyordu, bundan önce de Arcola’da bir hafta oynadık.

Seyirci oyuna nasıl tepki verdi?

Oyun, klasik bir oyundan çok farklı. Gidip arkanızı yaslanıp oyunu izlemiyorsunuz. Her an her şey olabilir. Siz de aktif bir şekilde oyunun bir parçası olabilirsiniz. Seyirci oyunu durdurabiliyor, herhangi bir karakterden o anda nasıl hissettiğini şarkı, monolog yoluyla anlatmasını istiyor. Bunun dışında oyunda göçmen kızın İngiliz sevgilisinden ayrılıp ayrılmayacağına sevgilisi karar veriyor. Polisler ölüyor mu ölmüyor mu? Göçmen kız adamı tren istasyonundan atıp öldürüyor mu, öldürmüyor mu? Bunların hepsine seyirci karar veriyor. Oyuncu da o sırada seyirci hangisini seçerse ona göre oynuyor. Aynı zamanda oyundaki her şey satılık. Oyuncu oyunu durdurup “ben şuradaki masayı satın almak istiyorum” diyebiliyor. Bir anda oyun duruyor ve açık arttırma başlıyor, burada günümüzdeki tüketiciliğe bir gönderme yapılıyor. Oyun hayata bütünsel bakış acısıyla bakıyor.

Oyunda aynı zamanda resimler de satılıyor.

Oynadığım karakter Moyna, aynı zamanda bir ressam. Ben de resim yaptığım için bu denk geldi. Set tasarımcının ve benim yaptığım resimler oyundan sonra satılıyor.

Bu resimleri oyun sırasında mı yapıyorsun?

Hayır. Kendimi bu karakter olarak düşünüp evde yapıyorum. Bu resimler, Feride olarak benim yaptığım resimlerden farklı oldu. Bu beni şaşırttı.

Moyna karakterinin göçmen olması senin de bir göçmen olman bu oyunun üstesinden gelmende etkili olmuştur diye düşünüyorum.

Empati kurmamı kolaylaştırdı tabii ki. Ait olmamak hissi, kimlik arayışı, bütün bunlar ilk geldiğim dönemde hissettiğim duygulardı.

Oyunu Edinburgh’ta oynayacaksınız.

11-27 Ağustos arasında Edinburgh’ta TheSpaceUK Venue 45’de oynayacağız.

Ödülden bahsettik mi?

Bahsetmedik. Şöyle, oyunuz yaklaşık 3000 oyun arasından Phoebe Waller Bridge’in organize ettiği funding’de ilk 50 oyun arasına girdi. Phoebe Waller Bridge’in kişisel olarak seçip festivalde yer almasını istediği bir oyun.

Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsun?

Eylül ayı için başka bir oyundan kabul aldım. Oyunun adı Düşünce Virüs’ü Çin’de Uygur Türklerinin yaşadıklarını anlatan bir oyun. Önümüzdeki dönemde birkaç film projem daha olacak. Netleşince onları da konuşuruz.

Feride çok teşekkürler katıldığın için.

Ben teşekkür ederim. Biz burada bireysellikten bahsettik ama hepimiz birimiz için varız. Çok uyuşuk bir dönemde yaşıyoruz. Medya bizi uyuşturuyor, televizyon bizi uyuşturuyor. Ne olursa olsun, algılarımızı açıp etrafımızda neler olup bitiyor bakıp kalbimizle hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorum. 

 

Söyleşiyi Spotify’dan dinlemek için tıklayın!


 

 

Süslü Kadınlar Bisiklet Turu yağmurda da güzel!

Hiç yorum yok

İlk defa tarih öğretmeni Sema Gür tarafından 2013’te İzmir’de organize edilen ve ünü kısa sürede tüm dünyaya yayılan Süslü Kadınlar Bisiklet Turu bu yıl Londra’da dördüncü defa düzenlendi.

 

 

Her yıl Eylül ayının üçüncü pazarında kadınların toplumla etkileşim kurmalarına ve bisikletleriyle kamusal alanlarında görünür olmalarına katkı sağlamak amacıyla düzenlenen Süslü Kadınlar Bisiklet turu, Londra'da yaklaşık 200 şehirle eş zamanlı olarak 17 Eylül, Pazar günü gerçekleştirildi.

Yağmurlu havaya rağmen Buckingham Palace önünde toplanan kadınlar etrafı karnaval yerine çevirirken etraftaki turistlerin de yoğun ilgisini çektiler. Süslü Kadınlar Bisiklet Turu’nun Londra etabı bu yıl da Esra Kanat tarafından organize edildi.

Esra Kanat, Süslü Kadınlar Bisiklet Turu’nun açılış konuşmasında şunları söyledi: “Biz kadınlar ve çocuklar Londra’da belki bisiklet sürme bakımından avantajlı konumdayız. Ancak farklı ülkelerde ve şehirlerde yaşayan kadınlar ve çocuklar maalesef bizim kadar şanslı değiller, biz bu etkinlikte yarattığımız farkındalıkla onların da sesi olmak istiyoruz. Yağmurlu havaya rağmen geldiğiniz ve çocuklarınız da getirdiğiniz için teşekkür ederim.”

Esra Kanat’ın konuşmasının ardından hafif tempoda sürüşle başlayan Süslü Kadınlar Bisiklet Turu, Hyde Park boyunca devam etti ve yağmur altında yaklaşık 30 dakikalık bir sürüşle Holland Park yakınında bulunan Yunan Ortodoks Kilisesi'nin önünde sona erdi. Tur sonunda Yunan Ortodoks Kilisesi'nin Süslü Kadınlar Bisiklet Turu katılımcılarına tahsis ettiği bahçe ve salonunda bir araya gelen kadınlar bu günü birlikte eğlenerek kutladılar.

 


© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan