latest
haber

KÜLTÜR-SANAT

VIDEO

video

VELESPIT HİKAYELERİ

velespit hikâyeleri

GÖÇMENLERİN GÜNDEMİ

YEREL HABERLER

LONDRA GÜNLÜKLERİ

GİK-DER 33. Kongresi’nde, “saldırılara karşı birlikte mücadele” kararı alındı

Hiç yorum yok

Göçmen İşçiler Kültür Derneği yeni yönetimini seçtiği 33. Genel Kurulu’nda, artan saldırılara karşı örgütlenme çağrısı yaptı.

 


GİK-DER 33. Olağan Genel Kurulu’nu 20 Ekim pazar günü dernek binasında gerçekleştirdi. Yüzü aşkın kişinin katıldığı kongrede siyasal gündem, geçmiş dönem faaliyetleri değerlendirildi, yeni dönem için hedefler belirlendi. Demokratik Güç Birliği, Britanya Kürt Halk Meclisi, Britanya Alevi Federasyonu, DAYMER ve Yüz Çiçek Açsın Kültür Merkezi, Tutsakların Sesi Platformu, Aveg-Kon ve Young Struggle Londra temsilcileri yaptıkları konuşmalarda geçtiğimiz yaz İngiltere'de göçmenlere dönük artan saldırılara karşı birlikte mücadele çağrısında bulundu.

Tilkililer, Alxas Com, El-Com, Kürecikliler, Türkiye İşçi Partisi – Britanya, Kırkısraklılar Dayanışma Merkezi, Göksunlular Dayanışma Merkezi ise dayanışma mesajları ile kongreyi selamladı.

Kongrede, Ekim'de ırkçı Tommy Robinson'un yapmak istediği merkezi eyleme karşı güçlü bir yanıt verilmesi gerektiği vurgulandı ve ırkçı faşist politikalara geçit vermemek adına antifaşist kuruluşlar tarafından Robinson'a karşı düzenlenecek merkezi eyleme katılım çağrısı yapıldı.

Gençliğe yönelik çeteleşme saldırılarına karşı mücadele etmenin önemine de değinilen kongrede, Divan Kurulu’nun oluşturulmasının ardından geçmiş dönem faaliyetleri değerlendirildi. Derneğin başta İngiltere gündemi olmak üzere Türkiye, Kürdistan gündeminin yakından takip ederek refleks gösterdiği belirtildi. Başta Ruanda politikası olmak üzere göçmenlere dönük saldırılara karşı aktif bir mücadele yürütüldüğünün altı çizilen kongrede bu sayede kurumun bilinirliğinin arttığı vurgulandı.

Kurslar, film gösterimleri, tiyatro çalışmaları gibi sosyal faaliyetlerle geniş bir kesimle temas kuran GİK-Der’in, “Park Şenliği”ne ise 3 bini aşkın kişi katılmıştı.

Faaliyet raporunun sunulmasının ardından kongreye sunulan Mali Rapor oybirliği ile onaylandı ve yeni yönetim belirlendi.

Kongrede, kurumun özellikle gençler bakımdan bir çekim merkezine dönüşmesi, kitleselleşme ve sahiplenme düzeyinin arttırılması gerektiği hatırlatıldı.

 

London School of Economics’te Türkiye semineri

Hiç yorum yok


Londra school of Economics’te (LSE) 31 Ekim, Perşembe günü  “Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın ‘Türkiye Paktı’ Önerisinin AB, Birleşik Krallık ve İsviçre Tarafından Uygulanabilirliğinin Siyasi Olanakları” başlığında bir söyleşi gerçekleştirilecek.

 


LSE’de Çağdaş Türk Çalışmaları ve Avrupa Enstitüsü tarafından düzenlenen, 31 Ekim, Perşembe günü, 18:00 – 19:30 saatleri arasında gerçekleştirilecek Çağdaş Türk Çalışmaları Başkanı Yaprak Gürsoy’un moderatörlüğünü yapacağı söyleşiye Kemal Kirişçi, Friedrich Püttmann, Virgine Guiraudon ve John Alty davetli konuşmacı olarak katılacaklar.

Etkinliğe ilişkin detaylar şöyle:  

Konuşmacılar ve Proje Araştırmacıları:

Kemal Kirişci, Non-resident Senior Fellow, Center on the United States and Europe, Brookings Institution

Friedrich Püttmann, PhD Candidate, European Institute, LSE

Tartışmacılar:

Virginie Guiraudon, Sciences Po Center for European and Comparative Studies in Paris

John Alty, Visiting Professor in Practice, European Institute, LSE

 

Moderatör:

Yaprak Gürsoy, Professor of European Politics and Chair in Contemporary Turkish Studies, LSE



Tarih: Perşembe, 31 Ekim 2024
Saat: 18:00 - 19:30 Yer: 
LSE Lecture Theatre, CBG, LSE

 https://www.lse.ac.uk/contemporary-turkish-studies/upcoming-events/2024-25/20241031

* Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı, 2022’de Türkiye'deki politika yapıcıları, uluslararası örgütleri ve sivil toplum aktörlerini, donör hükümetleri ve özel sektörü, dünyanın en büyük mülteci nüfusuna ev sahipliği yapan Türkiye'yi desteklerken, mülteciler ve ev sahibi topluluk için istihdam yaratmayı teşvik etmek amacıyla ticaret tercihlerini kullanacak yeni, yenilikçi ve tamamlayıcı bir kazan-kazan yaklaşımı olan bir Türkiye Paktı oluşturmaya çağrısında bulunmuştu.


Ece Temelkuran’ın “Düğümlere Üfleyen Kadınlar” romanından uyarlanan tiyatro oyunu Arcola Tiyatrosu’nda

Hiç yorum yok

Yazar Ece Temelkuran’ın büyük ilgi gören ödüllü romanı “Düğümlere Üfleyen Kadınlar”ın tiyatro uyarlaması 24 Ekim – 23 Kasım tarihleri arasında İngilizce olarak Hackney'de bulunan Arcola Tiyatrosu’nda sahnelenecek.

 


“Women Who Blow on Knots” adıyla İngilizce olarak sahnelenecek olan oyunun romandan uyarlamasını Arcola Tiyatrosu’nun kurucularından biri olan Leyla Nazlı yaparken, yönetmenliğini ise İngiltere’de ilk yönetmenlik deneyimini yaşayacak olan Lerzan Pamir üstleniyor. 

Livia Arditti, Antonia Salib, Gamze Şanlı, Mercedes Assad, Öncel Camcı ve Sara Diab’ın sahne alacağı oyunun kostüm tasarımını Neil Irish, ışık tasarımını Richard Williamson, ses tasarımcılığını ise Oğuz Kaplangı üstlenirken, yardımcı yönetmen koltuğunda Balim Kar oturuyor.

Arap Baharı'nın arka planına karşı geçen "Düğümlere Üfleyen Kadınlar", dört olağanüstü kadının Tunus'tan Suriye'ye, Lübnan'a uzanan bir yolculukta, hayatlarının seyrini değiştiren maceralı bir yolculuğa atılırken yaşadıkları hikâyeyi anlatıyor.

Ece Temelkuran’ın "Düğümlere Üfleyen Kadınlar" eseri İngiliz PEN Ödülü ve Edinburgh Uluslararası Kitap Festivali ödüllerine layık görülmüştü. Yirmi dile çevrilen kitap Türkiye'de 300.000'den fazla kopya sattı.

Temelkuran, romanının tiyatroya uyarlanması konusunda şunları söylüyor: “Hayatımın en zor zamanlarında hayatta kalmak için yazdığım bir roman. Şimdi sahnede iyileştirmek ve ilham vermek için yeniden hayat bulacağı için çok heyecanlıyım. Bu hikâyeyi, Tunus’ta on iki yıl önce, küçük bir bahçede, her şeyimi kaybettiğimde yazmıştım. Yarattığım karakterler ve inşa ettiğim dünya, tüm engellere rağmen devam etmem için bana güç veriyordu. Bu hikâyenin 22 dilde okuyuculara ilham vereceğini ve sonunda Londra'da güzel bir oyuna dönüşeceğini asla hayal etmemiştim. Yaşam çok nadir olarak dünyaya ve insanlara olan inancınız için size sihir sunar ve sanırım bu, bu nadir anlardan biri."


Tarih ve saat: 24 Ekim - 23 Kasım 2024. Pazartesi - Cumartesi 19:30 + Cumartesi matine gösterimleri 15:30
Yer: Arcola Tiyatrosu

Adres: 24 Ashwin Street, London, E8 3DL
Her gösterimde Türkçe altyazı mevcuttur.

Bilet fiyatları: ön gösterimler: £ 12  - £ 30 / normal gösterimler: £ 15 - £ 37
Gişe: 020 7503 1646 /
boxoffice@arcolatheatre.com 

 

Timur Öztürk gazetecilik anılarını “40 Yılın Hikâyesi"nde topladı

Hiç yorum yok




Londra’da yaşayan gazeteci ve radyo programı yapımcısı Timur Öztürk’ün “40 Yılın Hikâyesi – Unutamadıklarım” adını taşıyan kitabı yakın zamanda Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlandı. Okuyucuyu kendi tanıklıkları üzerinden Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’nin yakın tarihinde bir yolculuğa çıkaran Timur Öztürk ile kitabı hakkında sohbet ettik.



Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Kıbrıs Mehmetcikli olan babam Türkiye’de şehirler arası yolculuk yaparken Ege bölgesinde Aydın ili civarında mola vermiş.  Yanındaki yardımcısının teklifiyle az ilerideki kuru incir mağazasına gitmişler. Orada kadınlar kuru incir paketliyorlarmış. Onların arasında bir kadına gözü takılmış. Hemen sorup soruşturmuş, niyetini belli etmiş. Gel zaman git zaman evlenmişler. Aydının o cennet kasabasında yani Sultanhisar’da dünyana gelmişim. Sonra ailemle yola çıkıp Kıbrıs’a dönmüşüz. Oradan da buralara gurbet ellere.          

Bu kitabın yazılış hikâyesinden biraz söz eder misiniz?

Bu kitaptakiler benim 40 yıldır aldığım notlardır. Yaşadıklarım, hissettiklerim, acılarım, tatlılarımdır. Hepsi benim yaşamımın parçalarıdır. Son yıllarda torun sahibi olunca bu notları derlemeye başlamıştım. Bir gün Facebook’tan Sıcağı Sıcağına isimli bir gruptan bana katılma teklifi geldi. Daha önceleri de olmuştu. İnceledim baktım samimi ve güzel insanlar. Gruba katıldım. Beni aralarında görmekten çok mutlu oldular. Onları Sıcağı Sıcağına’yı bu kadar sahiplenmiş görünce hoşuma gitti. Kitap işini hızlandırdım ve gerçekleşti.   

Gazeteciliğe ne zaman ilgi duymaya başladınız? Gazeteciliğe başlamanız nasıl oldu?

Babam benim okuyup yazmamı, kalem kâğıt ile uğraşmamı istemezdi. Annem de tam aksine beni sürekli heveslendirirdi. Çünkü annem okur yazar değildi. Çok başarılı bir öğrenciydim. Ama babam elimde kalem görünce kızıp döverdi. “Zanaatkar ol para kazan, yazar olup aç kalma” derdi. Beni tamirhaneye çırak olarak verdi. Ben yine not almaya bir şeyler okuyup yazmaya devam ettim. Yakalandığımda babam her şeyi imha ederdi ama ben yine de yazardım. Askerlik döneminde gazeteci ağabeyim Akay Cemal ile tanıştım. Onun da yardımıyla bu kaçak yazışmalar daha ciddi boyuta ulaştı. 17 yaşımda evimden ve babamdan uzaklaştım, hayatımın tümünü ve eğitimimi gazetecilik üzerine yoğunlaştırdım. İyi ki de öyle yapmışım. 



40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım’da Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’deki gazetecilik deneyimlerinize yer veriyorsunuz. Sizin için bu üç farklı ülkede gazetecilik yapmak nasıl bir deneyimdi? Hangisinde daha çok zorlandığınızı düşünüyorsunuz?

Gazetecilik bazı meslekler gibi evrensel değerleri birdir. Dili, dini, milliyeti, rengi farklı havası yoktur. Doktorsunuz ve ben Afrika’da hasta muayene edemem diyemezsiniz. Gazetecilik de aynı temel üzerine çalışır. Sadece haberi yazdığınız dil değişir, coğrafya değişir ve zaman değişir. Sonuçta haberi nerde yaparsanız yapın temeli ve nedeni hep aynıdır. Görevimiz o haberi ulaştırmaktır. Sadece haberi yapıp yayınladığınız toprakların yasaları, kültürü ve siyasetçilerin sindirim sistemine bağlı olarak zor veya kolay haber olur. Türkiye’de zaman zaman zorlandığım oldu. Ama o zorluklar artık beni bağlamıyor.

 

1990’lı yılların kaotik politik ikliminde gazetecilik yaptınız. Susurluk kazası ve onun kopardığı fırtınaya da şahitlik ettiniz. Bu dönemi, bir gazeteci gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet 1990’lı yıllar çok zor unutulacak bir dönemdi. Yalnız gazetecilik değil, birçok alanda zorlukların yaşandığı bir dönemdi. Ben o dönemi çok gerçekçi biçimde yaşadım. İliklerime kadar hissederek yaşadım. Başıma ağrılar çıkıp, gözlerim kararırcasına yaşadım. Haber programları veya Show Tv’de yaptığım haberler bana sıkıntılı günler yaşattı. Kitabımın adını veren Unutamadıklarım bunlardır. Yaşandı, bitti ve gitti diyorlar ama...

 

Gazetecilik hayatınızda sizi en çok zorlayan haber/ röportaj hangisi olmuştu?

1990’lı yıllar, Susurluk Kazası ve artçılarının etkileri dedik ya, habere ve haberciye de zararı dokunmuştur. Susurluk Kazası’ndaki S500 siyah arabayı kazadan önce bir kadın kullanmış. İstanbul’da kaza yapmış ve karşı taraf şikayetçi olunca aracı ve sürücüyü Bakırköy Bahçelievler polis karakoluna götürmüşler. Herkesten gizlenmiş. Ben bulup ortaya çıkardım. Bir gazeteci olarak mükemmel bir haber. Patron ve müdürler habere bayıldılar. Haberim ShowTv ana haberde yayınlandı. Beş dakika sonra Reha Muhtar beni yanına çağırdı, “bu haberdeki aracı kullanan kadının kocası bizi aradı çok sinirlenmiş” dedi. Hemen ardından kadının eşi beni de aradı, ağzına geleni söylemeye başladı. Her cümlenin başı, “sen beni tanıyor musun?” oldu. Her cümlesinin sonu da “gelip seni 8. kattan aşağıya atacağım” oldu. Sonradan öğrendim ki o kadın, Türkiye güzeli bir mankenmiş ve evlendiği adam da büyük bir holding sahibiymiş. Şimdi gelin siz bir sonraki habere aşk ile gidin. Buna benzer ne haberler oldu.

Yayınlanmayanlar da oldu. Örneğin; Söz Fato’da programı için bir haber yaptım. Günlerimi haftalarımı aldı. Kocaman bir dosya hazırladım. Fatma Girik alnımdan öptü, çok beğendi. Haber sıraya girdi yayını bekleme başladı. Baktım haberim programda yayınlanmadı. Fatma ablayı aradım. “Kusura bakma Timur haberin ucu kimlere kadar uzanıyor yayınlayamayız” dedi. Daha ne yazayım?

            

Kitabınızda bu Sıcağı Sıcağına’nın adeta mutfağına giriyor okuyucu. Sıcağı Sıcağına programı 1990’lı yılların televizyonculuk dünyasında yerini alan önemli yapımlardan biriydi. Bu programda çalışmanın zorlukları nelerdir?

Sıcağı Sıcağına programı benim prematüre evladım gibidir. Onun yeri başkadır. Şoföründen, kameramanına kadar emeği geçen herkesin işinin hakkını verdiği bir programdı. Onun için her çarşamba gecesi Türkiye’de hayat dururdu. Muhabir ekibi olarak da çok iyi anlaşan kişilerdik. Bu programda çalışmak ve o programa emeğimin geçmesi benim en büyük kazancımdı. Hiçbir zorluğu olmadı. Şimdi bu yaşımda yine aynı programda çalışmak isterim.

 

Bu kitapta yer verdiğiniz anılardan sizi en çok hangisi etkiledi?

40 yıl bu dile kolay, neler yaşadım. Her haberim benim için önemliydi.Bu kitaba aldıklarım sadece kolaylıkla elime gelenler. ‘Unutamadıklarım’ seri olacak bir kitap. Bu kitaptakiler dediğim gibi hepsinin yeri başka. Ama arife gecesi yaşamını yitirip elindeki bayramlık ayakkabılarıyla gömülen küçük kızı unutamam. Beni yoldan çeviren yaşlı kadını, milyonlar kazandığı gün evine giderken kaza yapıp ölen adamı da unutamam. Yani hepsini bendeki yeri aynı ve unutulmazlar. 

    

Londra’da uzun yıllardır yaşayan bir gazeteci olarak Birleşik Krallık’taki Türkiyeli toplumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Londra’ya 1982 yılında genç bir gazeteci olarak tayin oldum. Geldiğim haftanın sonunda bir düğüne davetliydim. Gelin ve damatla tanıştırdılar. Onlar da benim yaşlarımdaydı. Görüşmeye devam ettik ve hâlâ görüşmekteyiz. 1983 yılında bir oğulları 1985 yılında da bir kızları dünyaya geldi. Samet ve Sevda isimli çocuklar büyüdüler ben onların da düğünlerine gittim. Şimdi Samet ve Sevda’nın da çocukları oldu. Yani ben Birleşik Krallıkta yaşayan Türk Toplumu’nu çok iyi tanıyorum. Kimse geçmişleri hakkında bana bir şey söyleyemezler. Ama ben söyleyebilirim.

1983 yılında Londra haftalık bir gazete çıkarıyordum. Arşivden çıkarım zaman zaman o gazete sayfalarına göz atarım. Neredeyse aradan 40 yıl geçmiş değişen bir şey yok. Hep aynı terane. Yani o günlerde de birlik olalım deniliyordu, bugün de bir türlü birlik olamıyoruz deniliyor. Ego ve hırs toplumu bir türlü bir araya getirtmiyor. Benim gibi olacaksınız, hiç bir şeyin aşırısına kaçmadan sadece ihtiyacın kadarına sahip olmak isteyeceksiniz. Maddiyat sadece araç olacak. İşte o zaman ego ortadan kayboluyor.

Yalın, akıcı anlaşılır bir yazım diliniz var. Başka kitap çalışmalarınız var mı?

Yetenekli insanların bir araya geldiği ve bu işi bilinçli bir şekilde yapan Press Dionysus ile çalışıyorum. Editörüm Tuncay Bilecen uyuyan devleri uyandırma konusunda uzman. Çok candan ve cesaretlendirici birisi. Ona söz verdim kitapların arkası gelecek. Yıllardır notlarını aldığım 1935 Kıbrıs Göçünün hikâyesi var. Ayrıca, 1900’lu yıllarda kaybolmuş iki kardeşin büyük torunlarının yüz yıl sonra buluşmalarının hikayesi var. Ha bir de benim sevdiğim ve yirmi yıldır yazıp notlarını bir kenara bıraktığım,1570 yılında başlayan ve bugün hâlâ devam eden bir ailenin hikâyesi var. Kısacası bundan sonra torun bakıp kitaplarımı derleyeceğim. Yeter ki Press Dionysus ile soluk almaya devam edeyim.

 

 Timur Öztürk'ün "40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım" kitabını Türkiye'den

https://tinyurl.com/55kwy92w adresinden ve Türkiye dışından

Unutamadıklarım – Timur Öztürk – Press Dionysus adresinden 

Londra'da ise Fieldseat Cafe'den edinebilirsiniz. (665 High Road - Tottenham N17 8AD Londra, Birleşik Krallık)


Fieldseat Cafe


Right pointing backhand index40 Yılın Hikâyesi'ni Kitap Yurdu'ndan almak için tinyurl.com/55kwy92w

* Bu röportajın bir kısmı 27 Temmuz 2021 tarihli Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 


ROTÎNDA ile Kürtçe müzikal bir yolculuk

Hiç yorum yok

ROTÎNDA'nın Kürt coğrafyasının zengin melodilerini ve içten ritimlerini Londra'ya taşıyacağı konseri 19 Ekim Cumartesi akşamı, Stoke Newington’da bulunan Old Chuch’te gerçekleştirilecek.  Bu müzikal ziyafete Suna Alan da misafir sanatçı olarak katılacak.

 


Büyüleyici sesi ve eşsiz müzikal hikâye anlatımıyla Kürt kültürüne ve geleneklerine büyülü bir yolculuk vaat eden Rotinda’nın “Echoes of the Homeland” başlıklı konseri 19 Ekim, Cumartesi akşamı, saat:19:00’da, Old Church’te gerçekleştirilecek.

Suna Alan'ın özel konuk olarak katılacağı konser, katılımcılarını Kürt coğrafyasında müzikli bir yolculuğa çıkaracak.

TARİH: 19 Ekim, Cumartesi

SAAT: 19:00

YER: The Old Church, Stoke Newington Church St, Londra, N16 9ES

BİLETLER: £20

 Buy tickets – Echoes of the Homeland: A Kurdish Musical Journey with ROTÎNDA – The Old Church (tickettailor.com)

............................................................................................................................................................................

Echoes of the Homeland: A Kurdish Musical Journey with ROTÎNDA

Join us for an unforgettable evening of Kurdish music as ROTÎNDA brings the rich melodies and heartfelt rhythms of his homeland to London. 

Experience the vibrant culture and timeless traditions of Kurdistan through his captivating voice and unique musical storytelling.

We are also delighted to announce a special guest performance by Suna Alan, adding her soulful touch to this magical night.

Looking forward to seeing you there!

DATE: 19th October, Saturday
TIME: 7pm
VENUE: The Old Church, Stoke Newington Church St, London, N16 9ES
TICKETS: £20


“Bir Garip Orhan Veli” Müzikali Londra’da seyirciyle buluşuyor!

Hiç yorum yok

 

Türk edebiyatının unutulmaz şairi Orhan Veli Kanık’ın şiirleriyle hayat bulan “Bir Garip Orhan Veli” müzikali, tiyatro severleri şiir ve müzikle dolu büyülü bir yolculuğa davet ediyor. Türkiye’de kapalı gişe sahnelenen oyun 1 Kaşım 2024 tarihinde saat 19:30’da Londra Millfield Theatre’da sahnelenecek.

 

 


Edebiyatımızın garip akımının öncüsü Orhan Veli’nin sade ama derin şiirlerinden yola çıkan bu özel müzikal, sanatçının yaşamını, duygularını ve dünyaya bakış açısını sahneye taşıyor. Usta oyuncu Reha Özcan’ın tek kişilik oyunu “Bir Garip Orhan Veli Muzikali” 4. yılında Türkiye sınırlarını aşarak 1 Kasım, Cuma akşamı Kuzey Londra’da bulunan Millfield Teatre’da seyirciyle buluşacak.

“Mucize Doktor”, “Seksenler”, “Üç Kız Kardeş” gibi dizilerden de yakından tanıdığımız usta oyuncu Reha Özcan bu sefer; yüksek tempodaki oyunculuğu, dansları ile Türk şiirinin unutulmaz şairi Orhan Veli’yi canlandırıyor. Seyircisiyle interaktif şekilde okunan şiirler, sohbet ve danslar eşliğinde gerçekleşen bu eşsiz performans şairin ruhunu ve dünyasını seyirciye daha yakından hissettiriyor.

Orhan Veli’nin hayata dair tutkusunu, umudunu, aşklarını, İstanbul sevdasını şairin dizeleri ve usta yazar/şair Murathan Mungan’ın tiyatral düzenlemesiyle sahneye taşıyan “Bir Garip Orhan Veli Müzikali” izleyenlere unutulmaz bir sahne deneyimi sunacak.

Londra’da daha önce birçok konser ve etkinliğe imza atan RBN Music Organizasyon bu kez de tiyatro etkinliği ile sanatseverlerle buluşacak.

Türk şiirinin en özgün isimlerinden birinin hayatına şiirler ve müzikler eşliğinde tanıklık etmek için siz de yerinizi ayırtın. “Bir Garip Orhan Veli” müzikali, izleyenlere unutulmaz bir sanat deneyimi sunacak.

 

Biletler tüm satış noktalarında ve online platformlarda satışta!

 

 Online bilet icin link https://www.eventbrite.co.uk/e/bir-garip-orhan-veli-muzikali-tickets-1007005900757

 

RBN Music Organisation instagram : https://www.instagram.com/stereomusic_event_technology/?hl=tr

 

 

 

Annesi yazdı, küçük kızı çizdi, ortaya bu kitap çıktı!

Hiç yorum yok

Kuzey Londra’da yaşayan Çağrı Oral, kızı Zehra’ya her akşam kendi zihninden hikâyeler anlatıyordu. Kızı anlattığı hikâyeleri çok beğenince diğer çocuklar da sever diye “The Little Girl with a Big Heart” isimli bir kitap yazdı. Yola çıktığı illüstratörle yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle çizim işi yarıda kalınca 6 yaşındaki kızı “Anne sen üzülme kitabın resimlerini ben çizerim!” dedi ve ortaya bu tatlı ve duygusal resimli çocuk kitabı çıktı.

Fotoğraflar: Deniz Kavalalı


Halil Yetkinlioğlu

İngilizce olarak Londra merkezli yayınevi Press Dionysos tarafından okuyucuyla buluşturulan kitabın yayımlanma hikâyesi de gerçekten çok ilginç! The Little Girl with a Big Heart’ı yazan Çağrı Oral ve resimleyen Zehra ile kitabın ortaya çıkış serüveni hakkında sohbet ettik.

 

Bu sizin ilk çocuk kitabınız? Çocuk kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ben çok uzun yıllar Türkiye’de reklam yazarlığı yaptım. Birçok ünlü markanın reklam kampanyalarında yaratıcı ekipte yer aldım. Ayrıca üniversitede sinema okudum. Dolayısıyla yazma eylemini farklı bir kulvarda zaten gerçekleştiriyordum. Yayınlanmış öykülerim de var. Sözlü yazılı hikâye anlatmayı seven biriyim. Hikâyenin etkisine çok inanırım. Çocuk kitabı konusuna gelince asıl itici güç kızım oldu. Ona hikâyeler anlatıyor, kitaplar okuyor, masallar uyduruyordum. Bildiğimiz klasik masalların beğenmediğim bölümlerini değiştiriyor, adapte ediyordum. Ama çoğunlukla uyduruyordum ve kızımın çok hoşuna gidiyordu anlattıklarım. Bir gün dedim ki ya ben her akşam uyku saati değişik değişik hikâyeler uyduruyorum doğaçlama, bunu kâğıda döksem ya. Kızım seviyorsa diğer çocuklar da sevebilir. Sonra bir akşam bilgisayarın başına oturdum ve yazdım.

Peki, The Little Girl with a Big Heart’ın hikâyesinin çıkış noktası ne?

Aslında bu öykü için gerçek hayattan alınmıştır desem çok yanlış olmaz. Tamamen kızımdan esinlendim. Kitap, küçük bir kızın koşarken birden durup kalp atışını duyup çocuk merakıyla yüreğine yolculuğunu anlatıyor. Mesela anneannesi kızım Zehra’yı bahçede salıncakta sallarken kızım “ben kelebek oldum ben kelebek oldum” demişti ve bunu hikâyemde kullandım. Zehra ne zaman bir kedi görse çok mutlu olur ve onları beslemek şefkat göstermek ister bu da kitapta yer alan bir bölüm. Çocuklar o kadar doğal ve etkileyici ki onlardan ilham almamak ne mümkün! Benim esinlenmem de bana bu hikâyeyi yazdıran şey oldu.

The Little Girl with a Big Heart İngilizce bir kitap. Neden anadilinizde değil de İngilizce yazdınız kitabı?

Onun da hikâyesi enteresan. Ben aslında hikâyeyi önce Türkçe yazdım. Hatta ismi “Kalbinin Derinliklerine Giden Kız”dı. Sonra Türkiye’de üç farklı yayınevine gönderdim dosyayı. Hepsi reddetti. Bunun için de çeşitli gerekçeler sıraladılar. Örneğin, biri “hikâye çok güzel ve samimi” dedi. Çok sevindim. “Ama basamayız” dedi sevincim kursağımda kaldı. “Neden?” diye sordum. “Ya sosyal medyada çok takip edilen biri ya da aktiviteler düzenleyen ünlü bir öğretmen olmanız lazım” dedi. Dedim ki “bu saatten sonra öğretmen olmam zor.” Güldük beraber. Bir diğeri “kâğıt çok zamlandı, maliyetler arttı” dedi. Öbürü de benim ritim olsun, metne şiirsellik katsın diye kullandığım tekrarları fazla buldu. Oysaki bir sürü yabancı çocuk kitabında bu tarz tekrarları görmüş ve okumuştum. 

Türkiye’deki yayınevleri tarafından reddedilmek sizi nasıl etkiledi?

Ben aslında çok çabuk demoralize olan biriyimdir. Oldum da. Demek ki hikâyem o kadar da güzel değil diye düşündüm. Neyse ki etrafımda edebiyat dünyasından yazar çevirmen ve çocuk kitapları konusunda bilirkişi diyebileceğimiz insanlar vardı. Onlara reddedildiğimi anlattığımda yazar arkadaşım “Türkiye’de yayınevlerinde de çeteleşme yok mu sanıyorsun” dedi. Diğer konusunda uzman arkadaşlarım da hikâyemin iyi olduğu konusunda beni ikna etti. Ve ben de ikna olmuş olmalıyım ki Türkiye olmadıysa Dünya olur deyip oturup hikâyeyi İngilizceye çevirdim. Anlayacağınız bana kendi dilimde bir hikâye kitabı çıkartmadılar. :)

Sonrasında süreç nasıl gelişti?  

Ben metni İngilizceye çevirdim ama edebi çeviri bambaşka bir şey. Türkçedeki müzik ve ritimli formu yakalamak her İngilizce bilenin yapacağı şey değil. Bir arkadaşım beni Özge Çalık Spike ile tanıştırdı. Özge zaten Türkçeden İngilizceye çeviriler yapan çok başarılı bir çevirmen. Eşi Matt de Edinburgh Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’nde kürsüsü olan bir akademisyen. Onlara gönderdim metni. Özge de Matt de çok beğendiler metni. Yalan yok, özellikle Matt’in bana videolu bir görüşmemizde Türkçe olarak hikâyeyi çok beğendiğini söylemesi beni çok cesaretlendirdi. Sonra Özge çeviriyi yaptı bana gönderdi metni bir okudum. İnanamadım. Öyle bir dokunmuş ki hikâyeye bazı kelimeleri o kadar özenle seçmişti ki çok etkilendim. Benim Türkçede yapmaya çalıştığım müzikli anlatımı o İngilizce yapmıştı. Hatta İngilizcesi Türkçesinden daha etkileyici oldu diye bile düşündüm.

Peki, kitabın İngiltere’de basımı nasıl oldu?

Çizer bir arkadaşım hikâyeyi çok beğenmişti. Beraber yola çokalım dedim. Çünkü hikâyenin yanında görseller olduğu zaman yayınevlerini ikna etmek daha kolay olur diye düşünüyordum. Nitekim öyle oldu. Sunum dosyasını birkaç görselle birlikte gönderdim. Press Dionysus çok kısa sürede yanıt verdi. Ben bu kitabı basarım dedi. İmzalar atıldı.

Kitabın illüstrasyonlarını kızınız yaptı, buna nasıl karar verdiniz?

Kitabın yayınlanmasına çok az bir zaman kala çizer arkadaşımla yollarımızı ayırmak zorunda kaldık. Çizdiklerini çok beğenmiştim ve benimsemiştim ama bazen ilişkileri yönetebilmek zor olabiliyor. Çok üzülmüştüm çünkü kitapla ilgili özellikle yayıneviyle anlaştıktan sonra çok hayal kurmuştum. Umut bağlamıştım. Kitabın çıkmasına çok az kalmıştı ama ortada çizimler yoktu. Çok üzgün olduğum anda kızım Zehra geldi yanıma ve “Ağlama anne, üzülme kitabın resimlerini ben çizerim hem de çok güzel çizerim” dedi. Altı yaşındaydı o zaman ve hayatım boyunca o anı unutmayacağım. Ve hemen bir kalem kâğıt alıp bana nasıl şeyler çizebileceğini gösterdi. Sonra gerçekten düşündüm kitap küçük bir kızın kalbine yolculuğunu anlatıyor. Kız kalbine gidiyor ve yüreğinde gördüklerini resmediyor. Çok güzel örtüştü hikâyeyle. Yayımcıyı aradım. “Çok iyi fikir Çağrı” dedi. “Hiç acele etme, zaman problemin yok; çünkü insan her zaman kitap çıkaramıyor” dedi. Çok rahatladım. Minnettarım. Zehra üzerinde zaman baskısı oluşsun istemedim. Böylelikle kızım kitabın illüstratörü oldu. İyi ki de öyle oldu.

Zehra için süreç nasıl geçti? 

Uzun zamana yaydık çizimleri. Bazen iki hafta bir şey çizmedi. Ben ona paragraf okudum, o zaman ben buraya şöyle bir şey çizeyim dedi çoğunlukla… Benim de müdahalelerim oldu zaman zaman. “Acaba şuraya bir de pusula mı çizsen” dedim mesela… Bana “Sen karışma anne, bu kitabın çizeri benim demişliği” de var ayrıca… İşi sahiplendi gerçekten ve sorumluluk hissetti ve beğenmediği çizimini olmadı bu diyerek yırtıp attı. Ben de hayretler içinde onu izleyip kızımla gurur duydum.

Kitap ile ilgili ilk tepkiler nasıl?

Aslında Zehra’nın çizimleri hikâyenin önüne geçti. Kitabın yazarı olarak kendimi ikinci planda hissediyorum (gülerek). Bu da beni çok gururlandırıyor. Örneğin bir çocuk terapistinin yorumu geldi şu an aklıma. “Tam bir terapi kitabı hem çok güçlü mesajı var hem de bu mesajı çok yalın bir şekilde veriyor” dedi. Çok hoşuma gitti. Okuyan herkes çok beğeniyor. Zehra’nın hayranları bir hayli fazla. Sık rastladığım bir başka yorum da bu sadece bir çocuk kitabı değil, büyükler de okumalı. Evet doğru zaten biz yetişkinlerin çocuk kitaplarından öğreneceği çok şey var. Büyüdükçe unuttuğumuz şeyler hatırlatıyorlar bize çünkü.

 


Zehra sen nasıl çizmeye karar verdin?

Zehra: Annemin kitabını ilk çizen kişi bıraktı. Annem çok üzüldü. Ben de “Ben çizerim anne” dedim. Annemin üzülmesini istemedim.

Peki nasıl çizdin kitabı?

Zehra: Çok eğlenerek çizdim. Çizerken annem bana hangi konuyla ilgili çizeceğimi okudu. Ben de aklıma gelenleri çizdim.

Kitapta en çok sevdiğin bölüm hangisi?

Zehra: Bir tane et yiyen bitki çizdim. Kızın elinde kalpten balon var. Ben en çok o sayfayı beğendim.

Hangi boya kalemlerini kullandın?

Zehra: Kuru kalemlerle çizdim. Annem bana yeni illüstrasyon kalemleri aldı. 

Çizerken en çok neyde zorlandın?

Zehra: Kızı her sayfada aynı çizmem lazımdı. Başka kişi olduğunu zannetmesinler diye.

Anne ve kız çok güzel bir işe imza attınız. Çok güzel bir duygu olmalı…

İnanılmaz. Tarifi yok. Her şeyden önce çok kıymetli bir anı ikimiz için de. Bir de şöyle güzel bir yanı var bu kitabın. Bu ülkede bandrollü bir kitap yayınladığınızda başta British Library olmak üzere ülkenin çok önemli kütüphanelerine kitabı yollamanız gerekiyor ve kitap arşivleniyor. Yani yıllar sonra Zehra’nın torunu British Library’e gitse The Little Girl with a Big Heart’ı bulup okuyabilecek. Bunu ilk duyduğumda çok etkilendim. Dünyaya dikili bir ağaç bırakmışız gibi geldi.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Teşekkür etmek isterim. Başta kızıma. Beni yüreklendiren arkadaşlarıma, Kitabın sanat yönetmenliğini yapan arkadaşım Jülide Lokman’a, editör ve çevirileri yapan Özge Calik Spike’a, yayınevim Press Dionysos’a, emeği geçen herkese. 

Bu kitap gönüllü olarak saatini, emeğini, çocuğuyla geçireceği vakti bu öykü için özveriyle paylaşan ve beni yüreklendiren kadın arkadaşlarım sayesinde gerçekleşti. Kadın dayanışmasının güzel bir örneği oldu. Buradan teşekkür ediyorum hepsine. 

 

https://pressdionysus.com/product/the-little-girl-with-a-big-heart-cagri-oral/




© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan