latest
haber

KÜLTÜR-SANAT

VIDEO

video

VELESPIT HİKAYELERİ

velespit hikâyeleri

GÖÇMENLERİN GÜNDEMİ

YEREL HABERLER

LONDRA GÜNLÜKLERİ

İsmail Kaygusuz’un ardından: Kavga / Kervan dergilerinde Kaygusuz'un izleri

Hiç yorum yok

Alevilik üzerine birçok değerli çalışmaya imza atan İsmail Kaygusuz, 3 Şubat 2022’de İstanbul’da vefat etti. Bu yazıda, Kaygusuz’un Kavga ve Kervan dergilerinde yazdıkları üzerinden Alevilik düşüncesine yaptığı katkıya değiniyorum.

 Tuncay Bilecen

Kavga ve Kervan dergileri üzerine akademik çalışmalar yapana kadar İsmail Kaygusuz’u tanımıyordum. Daha sonra kendisiyle Emek Araştırmaları Vakfı’nın (EMAR) Londra’da düzenlediği Gaye Yılmaz söyleşisinde yüz yüze tanışma fırsatı bulduğum Kaygusuz, bir hayata sığdırdığı onca çalışma, araştırma makale, kitap ve romana rağmen içten, mütevazı bir kişilikti.

Kavga ve Kervan’ın felsefi yükünü çekiyordu

Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Londra kanadı tarafından Mart 1991 – Aralık 1998 tarihleri arasında çıkan (71 sayı yayımlanmıştır) Kavga ve Kervan dergilerinin politik yükünü Rıza Yürükoğlu (Nihat Akseymen) felsefi yükünü ise İsmail Kaygusuz sırtlıyordu. İsmail Kaygusuz, Alevilik konusundaki engin tarihi ve mitolojik bilgi birikimi nedeniyle derginin entelektüel ayağını oluşturuyordu.

İsmail Kaygusuz, dergideki yazılarında Alevilikle sosyalizm arasında tarihsel, sınıfsal ve diyalektik bağlar kurmuş ve Alevi kimliğinin İslamiyet’ten azade bir kimlik olarak tanınması için yaşamı boyunca uğraş vermiştir. Bu bakımdan Alevilik inancının müstakil bir inanç olarak tanınmasında, onu zengin tarihsel ve felsefi kökleriyle buluşturmada ve özellikle de yurt dışında yaşayan Alevilerin diasporik bir kimlik kazanmalarında Kaygusuz’un rolü yadsınamaz. Örneğin, Kervan dergisinin 24. sayısında, 1993’te İşçi Birliği’nin girişimiyle Londra’daki ilk cemi şöyle anlatıyor Kaygusuz: “İlk toplanan cemde, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş, genç-yaşlı, kadın-erkek canlarda başlangıçta, uzun yıllar ceme katılmamış olmanın ya da ilk kez katılmanın verdiği bir heyecan, ürkeklik vardı. Ancak, cemde canların sorduğu sorulara Dede’den doyurucu yanıtlar geldikçe saatlerin ilerlemesine rağmen canların Dede’nin ağzından çıkanı can kulağıyla dinleme isteği daha ağır bastı. Cemevi’nin gerekliliği üzerine görüş birliği oluştu.” (Kaygusuz, Kervan 24, sy.16).



Londra’da ilk cemin yapılmasına ön ayak oluyor

1990’ların ikinci yarısından itibaren Alevi örgütlenmesinde yaşanan gelişmeler Alevilerin kamusal ve siyasal alanda görünür olmalarını sağlamıştır. Özellikle Almanya’daki Alevilerin örgütlenmesiyle başlayan görünürlük yurt dışında yaşayan diğer Alevileri de örgütlenme konusunda motive etmiştir. Bu dönemde Kaygusuz’un da yazılar kaleme aldığı Kervan dergisi Türkiye’de ve yurt dışında açılan cemevlerinin haberlerini okuyucuya duyurmakta, “Cemevlerimizi her yerde açacağız.”, “Nerede Alevi varsa orada Cemevi kuralım”, “Her semte cemevi, her hafta cem gerekli”, “Gençleri ‘cem ve kültürevi’ne çekelim” gibi başlıklarla cemevlerinin Alevilerin olmazsa olmazı olduğunu sürekli vurgulamaktadır.

“Sünnilikle, Aleviliğin ortak paydası yoktur”

Kaygusuz, Alevilik felsefesini materyalizmle ilişkilendirme eğilimindedir. “Sonsuz olan maddedir. Tanrı da uzay ve zaman gibi, maddenin bir varoluş biçimi olarak tanımlanamaz mı? Öyle ya da değil, ama tanrıyı en gelişmiş madde olan insanda varoluşa (yokoluşa) götüren Alevi-Bektaşi inancı, onun, maddenin dışında var olamayacağını ispatlamıştır (Kaygusuz, Kervan 58, sy.14). Aleviliğin materyalist düşünceyle ilişkilendirilmesi Sünni inancının ister istemez “metafizik” olarak kodlanmasına yol açacaktır. Bu da inanç felsefesi boyutunda Sünnilik ve Aleviliği iki zıt kutba yerleştirmek anlamına gelmektedir: “Alevilik inanç olarak dinin metafizik göğünde asılı duran değerlerin bazılarını reddetmiş, bazılarını ise yere indirip insanlaştırmış, maddeleştirmiştir. Bu nedenle, İslam metafizik değerlerinin kendi öz mantığı içinde, ‘vahiyle akıl arasında çelişki yoktur’ diyerek mantıkla bağdaşamayan ve aklı dine uyduran Sünnilikle, Aleviliğin ortak paydası yoktur (Kaygusuz, Kervan 70, sy. 3-4).

“Hak=Halk!”

Kaygusuz, Alevilik’i bir taraftan tarihsel kökleriyle buluşturmaya ve onu dünyevileştirmeye çalışırken bir taraftan da onunla İslami düşünce arasına mesafe koymaya çalışır. Bir yazısında “Enalhak” düşüncesine karşı çıkarak “Tanrı Halktır Halk da Tanrıdır” görüşüne varır. “Yolunu, süreğini unutmuş Cemevi’ne Cami gözüyle bakan; Cemlerde niçin Dede’nin önünde yeri öptüğünü, pirine mürşidine rehberine, musahibine, cem erenlerine neden niyaz ettiğini bilmeyen günümüz Alevilerinden bazıları da soruyor: ‘Allah insan, insan allahtır! Nasıl olur bu milyarlarca allah mı var?’ Bir Alevi bunu soruyorsa şeriatçıdan farklı düşünmüyor demektir. (…) Kaldı ki, “Hakk Halktır, halk da Hakk’tır belgisinden yola çıkmış olan, Hacı Bektaş Veli Hurdaname’sinde, ‘Şeriatta bu senin bu benim, Tarikatta hem senin hem benim, Hakikatta ise ne senin var ne benim. Cümle varlık Hakk’ındır, yani Halk’ındır’ buyuruyor. Demek ki, tasavvufta ve onun halka indirilmiş Alevilik inancında bu ‘dünyanın tek sahibi var: Hak=Halk! Ve bütün var olanlardan eşit biçimde yararlanılmalıdır” (Kaygusuz, Kervan 49, sy. 19).

Aleviliğin ve sosyalizmin özde bir olduğu görüşü Kaygusuz’un kaleminde Sol-Alevi ütopya diyebileceğimiz bir dünyanın yaratılmasına yol açmıştır. Örneğin “İşçiler ve Aleviler omuz omuza rıza şehrini kurmaya” başlıklı yazısında Marx, More ve Campenalla’dan yola çıkarak Alevi mitolojisinde kurulan “rıza şehri, “paranın geçmediği her şeyin rıza ile yapıldığı mülkiyetin olmadığı bir ütopya” olarak tasvir edilmektedir.



İşçi sınıfı ile Aleviliği musahip etme çabası

Kaygusuz Türkiye solunun Alevi inancına bakışını iki noktada eleştirir. Bunlardan ilki Alevi meselesinin görmezden gelinmesi ve geleneksellik olarak aşağılanmasıdır; ikincisi ise kendi toprağında yetişen muhalif, devrimci tarihsel damarın görmezden gelinmesidir. Kaygusuz’a göre Alevilerin muhtaç olduğu teorik yaklaşım zaten bu inançta mündemiçtir. “Aleviliğin ve Alevi toplumunun arzu ettiği dünyayı ve yönetimini, beş yüz yıl önce ihtilalci Kızılbaş siyaseti saptamıştır. Rıza şehri kurmak! Komünizmin ve komünistlerin de istediği bu dünyadır. Kızılbaşlığınızı yadsımayın ve ihtilalci Kızılbaş siyasetine sahip çıkınız! İşte bunun içindir ki ‘işçiler ve Aleviler yol musahibidirler’” (Kaygusuz, Kervan 55, sy.8-9). Alevilerin ve işçilerin yol musahibi olduğu görüşü Kaygusuz ve Yürükoğlu’un Kavga ve Kervan sayfalarında, konuşmalarında ve diğer yazılarında bıkmadan usanmadan tekrar ettikleri bir düşüncedir. Öyle ki dergide reklamı yapılan kasetler dahi “İşçi sınıfı ile Aleviliği musahip etmede mütevazi bir adım” şeklinde tanıtılır.

Alevilik ve sosyalizm arasındaki fikirsel akrabalık sadece tarihten örneklerle değil, güncel siyasî gelişmeler üzerinden de vurgulanmaktadır. Örneğin derginin 10 Eylül 1993’te düzenlediği panelin başlığı “Alevi işçi gönül gönüle”dir. Panelde “Alevi ve işçi yol musahibidir” ifadesi öne çıkartılır. Dergi çevresi, Alevilerin tarihsel, sınıfsal ve diyalektik bir zorunluluk olarak sosyalist mücadele saflarında yer almaları gerektiğini defalarca yinelemektedir. Bu adeta bir zorunluluktur. “Bugün Aleviliğin yer alabileceği tek siyasî platform vardır, o da sol düşüncedir” (Metin, Kervan 67, sy.7).



ALEVİLERE YAPILAN SALDIRILARIN KARŞISINDA YER ALIYORDU

İsmail Kaygusuz’un bir başka misyonu da Alevi topluluğuna yönelik fikri saldırılarla mücadele etmektir. Örneğin İzzettin Doğan’ın 17 Ağustos 1995’te Milliyet’te kaleme aldığı yazıya ilişkin şunları yazar: “Alevi İslam yoktur sayın Doğan, Alevilik vardır. İstanbul Belediye başkanının da (Tayyip Erdoğan) daha pek çoklarının da söylediği gibi ‘İslam demek Şeriat demektir.’ Alevi İslam da olmaz Alevi şeriatı da. Alevilik, İslamın materyalizme dönük yüzüdür. Alevilik İslam dininden çıkmış ama islamın kendisi değildir. İslamın insanı öne alan ve sevgiye, nesnel dünya yaşamına dönük yorumudur. (Kaygusuz, Kervan 53, sy.22). Kaygusuz, Alevilerin Sünni devletle hemhal edilme projelerine ve bu projelerin değişmez isimlerine yönelik tavrını her daim ortaya koyan biriydi. Cem Vakfı başkanı İzzettin Doğan’ın marifetiyle Alevilerin Diyanet’e bağlanma çabasına ilişkin olarak şunları yazmıştı: “Alevi burjuvazisinin kurduğu, sözcülüğünü ve başkanlığını Prof. İzzettin Doğan’ın yapmakta olduğu Cem Vakfı’nın bu toplantısı tesadüf olmadığı gibi, bilimsellikten de uzaktır. Alevi toplumunun kendisine ne icazet ne de yeti vermiş olduğu Prof. İzzettin Doğan, babasından kalan miras ve vasiyetle kol kola bulunduğu devlet tarafından ‘Alevi dedesi’ olarak atanmayı başarmış birisidir! O günden beri kendi kendini yetkili kılarak, Aleviler adına devletle uzlaşma pazarlıkları yapıyor.”, devlet eliyle toplanmak istenen Ehli Beyt kurultayına da karşı çıkarak Alevileri bu konuda uyarmaktadır. “Kapitalistinden, sağ-tutuculardan, dinci-milliyetçilere kadar çeşitli görüşlerdeki kişilerin devletin teşvik ve desteğiyle, hiç hakları olmadığı halde Alevilik adına oluşturdukları kurultay, ne Aleviliği ne de Alevileri hiçbir zaman temsil etmemektedir. (…) Bu kurultay aynı zamanda devletin, bazı sözde Aleviler aracılığıyla, Alevi toplumuna yaptığı tehdittir: bunlar gibi olacaksınız, yoksa ‘Kerbela vakaları’ yaşarsınız!” (Kaygusuz, Kervan 60, sy. 16).

“İncindiğimiz yerde inciteceğiz”

Kaygusuz, Alevi toplumunu, onları devletle hemhal etmeye çalışan, Alevi değerlerinin özünden uzaklaştıran “Alevilere” karşı uyarmayı kendisine bir nevi vazife edinmiştir. “Tüm Alevi – Bektaşi örgütlenmeleri, bu tehditten korkmamalı; devrimci saflarda birleşip toplumunu mücadeleye hazırlamalıdır. Hacı Bektaş Veli’nin ‘İncinsen de incitme sözü’, bireysel ilişkileri düzenleyen, dostlukları perçinleyen bir Alevi güzel ahlak kuralıdır. Ama Alevi – Bektaşi toplumsal hareket düsturu değildir. Bu inancı bin yılı aşkın süredir yaşanan zulme, baskıya ve eşitsizliğe başkaldırışıdır. Haksızlığa karşı direnmesidir. İncindiğimiz yerde inciteceğiz. Bu böyle biline! Bu toplum bir daha Çorum, Sivas ve Gazi gibi” Kerbela Vakaları’ yaşamayacak. Küfeli ihanetçileri de aralarında asla barındırmayacaktır.” (Kaygusuz, Kervan 68, sy.7). 

İsmail Kaygusuz, verdiği onca eserin yanı sıra, Türkiye sosyalist düşüncesini Aleviliğin değerleriyle buluşturma ve Alevileri  sosyalist mücadele saflarına katma konusundaki çabaları nedeniyle her zaman hatırlanacak…

 

 İsmail Kaygusuz’un araştırma-inceleme Kitapları:

  • Onar Dede Mezarlığı ve Şeyh Hasan Oner , Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul-1983
  • Musahiblik, Alev Yayınları, İstanbul-1991(genişletilmiş 2.Baskı, Alev Yay.İstanbul, 2004)
  • Alevilik’te Dar ve Pirleri, Alev Yayınları, İstanbul-1993
  • Alevilik İnanç Kültür ve Siyaset Tarihi I, Alev Yayınları, İstanbul-1995
  • Görmediğim Tanrıya Tapmam, 2.Baskı, Su Yayınları, İstanbul, 2009
  • Hünkar Hacı Bektaş Veli, Alev Yayınları, İstanbul-1998
  • Alevilik, Diyanet Siyaset, Alev Yayınları, İstanbul- 2004
  • Hasan Sabbah ve Alamut (Öğretisi,tarihi, felsefesi),  Su Yayınları,  İstanbul-2004
  • Anadolu Bilgeleri (Anadolu’yu aydınlatan düşün ve eylem adamları), Su Yayınları, İstanbul-2005
  • İslam İmparatorluklarında İktidar Mücadeleleri ve ALEVİLİĞİN DOĞUŞU, Su Yayınları, İstanbul-2005
  • Müslümanlık ve Hristiyanlığın İnanç Öğretilerinde ÖTEKİ GERÇEKLER, Su Yayınları, İstanbul-2006
  • Abdal Musa Sultan Velâyetnamesi, Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları, İstanbul, 2008
  • Makalat-ı Şeyh Safi, Alevi Akademisi Yayınları, Ankara, 2009
  • Ummü’l Kitab,  Demos Yayınları, İstanbul, 2009

Romanları:

  • Son Görgü Cemi (Roman), Alev Yayınları,  İstanbul- 1991
  • Kentin Kızı PLANKİA MAGNA (Roman), Alev Yayınları, İstanbul-1997
  • Perge’nin Kızı Plancia Magna (Tarihsel roman), 2.Baskı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008
  • SAVAŞLI YILLAR 1-2, Son Görgü Cemi/Çileli Günler (Roman), Alev Yayınları, İstanbul, 2006

Tiyatro Oyunları:

  • Silvanlı Kadınlar, Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Satılık (Evlilik Oyunu),Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Kısır, Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Pascal ile Stephanie (Paris’te bir Kafe Tiyatro’nun doğuşuna katkı), Alev Yayınları,  İstanbul-1999
  • Plankia Magna, Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Oğlan Şeyh Maşuki Duruşması,  Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Baba Erenler, Alev Yayınları,  İstanbul-1999
  • “Dünya mülkü halkındır”dedi Baba Resul, Alev Yayınları, İstanbul-2001
  • Arkeolog (Baskıya hazır)
  • İnsanoğlu Çifttir/July ile Jale (Baskıya hazır)              

Anı-Öyküler:

  • Darbe Günleri (Üniversite ve Bilim-Araştırma Çevresinden Yaşanmış Öyküler ve Anılar), Alev Yayınları, İstanbul-2001
  • Dünden Bugüne Alevi Olmanın Bedeli (Yaşanmış Öyküler), Alev Yayınları, İstanbul-2004
  • Şarabi Öyküler, Su Yayınları, İstanbul, 2008


Çeviri:

  • Karam Khella, (Çev.İsmail Kaygusuz), Tarihin Yeniden Keşfi ÜNİVERSALİST TARİH  Avrupa Merkezci Tarih Bilincinin Yıkımı, Su Yayınları, İstanbul-2005

 

Kaynakça:

Bilecen, Tuncay, (2020). The Struggle to Unite Diaspora Alevis and the Working Class: Alevism in the Kavga/Kervan Magazine. Kurdish Studies8(1), 91-112.

Kaygusuz, İsmail, (1993) “Londra’da ilk cem. Cem tutalım yola gidelim”, Kervan 23, s.16.

Kaygusuz, İsmail, (1996) “Makamı nazda Tanrıyı sorgulama eleştiri ve yoksama”, Kervan 58, s.14

Kaygusuz, İsmail, (1998) “Türk Müslümanlığı Çıkışıyla, Türk-İslam Sentezi Resmileşiyor (mu?)”, Kervan, 70, s.3-5.

Kaygusuz, İsmail, (1995), “Tanrının İnsanda Nesneleşmesi”, Kervan 49, s.15-19.

Kaygusuz, İsmail, (1995) “Aleviliğin ‘Ütopya’’sı: Rıza Kenti’nde Canı Cana Malı Mala Katmak”, Kervan 55, s.8-9.

Metin, İsmail, (1998), “Alevilik ve ‘sol’ bağlamı üzerine”, Kervan 67, s.7

Kaygusuz, İsmail, (1995) “Alevi toplumundan elinizi çekin”, Kervan 53, s.22-23.

Kaygusuz, İsmail, (1996) “Alevi İslam, Emevi İslam ve Diyanete yeni düzen”, Kervan 60, s.16-17

Kaygusuz, İsmail, (1998) “Alevi Bektaşi örgütlerinde yaşananlar ve Ehli Beyt Kurultayı”, Kervan 68, s.6-7

 https://www.biyografya.com/biyografi/10274

http://www.ismailkaygusuz.com/

 

Londra Kitap Şenliği’nde son dört gün

Hiç yorum yok

Kuzey Londra’da bulunan Fieldseat Kit@pEvi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen Londra Kitap Şenliği’nde son dört güne girilirken okurlar ve yazarlar bir araya gelmeye devam ediyor.



  

Londra’da Türkçe konuşan toplumun okur ve yazarlarını bir araya getiren 6. Londra Kitap Şenliği devam ediyor. Etkinliğin ilk gününde Uluslararası Pen Başkanı Burhan Sönmez’in moderatörlüğünde “Bir Diplomatın Kızı” ve “The Fugitive of Gezi Park” kitabının yazarı Deniz Goran ve gazeteci – yazar Semiha Durak okurlarıyla bir araya geldi.

Söyleşide, Deniz Goran, Gezi Parkı’na ilişkin romanını, Semiha Durak ise BirGün gazetesinde düzenli olarak yazdığı yazılardan oluşan “Yarının Kayıp Şarkısı” kitabını kaleme alma serüvenini anlatarak okurlardan gelen soruları cevaplandırdı.



Şenliğin ikinci gününün ilk söyleşisinde ise akademisyen Tuncay Bilecen’in moderatörlüğünde; Londra’da yaşayan yazar Dursaliye Şahan, senarist ve romancı Gülsüm Öz ve Londra’da emek mücadelesinin sembol isimlerinden Ali Rıza Aksoy konuşmacı olarak yer aldılar.

Dursaliye Şahan, İngilizceye Tottenham Boys olarak çevrilen kitabı üzerinden toplumdaki çetecilik ve uyuşturucu konusuna dikkat çekerken, Gülsüm Öz ise yakın zamanda Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından İngilizce olarak yayımlanan “Asylum” romanının gerçek bir hikâyeden yola çıkarak nasıl kurguladığını okurlarıyla paylaştı.

Söyleşide, Ali Rıza Aksoy, yaklaşık bir ay önce çıkan “Kasaba” adlı kitabında çocukluk yıllarına ilişkin anılarını nasıl bir araya getirdiğini anlattı. Aksoy, Londra yıllarına ilişkin kaleme aldığı anılarını önümüzdeki dönemde yayımlamayı düşündüğünü söyledi.



Şenliğin ikinci gününün ikinci söyleşi, gazeteci – yazar Faruk Eskioğlu, öykücü Mahir Ünsal Eriş ve şair Aliye Aybüke Özdemir’in katılımıyla gerçekleştirildi. Söyleşide; Faruk Eskioğlu, yazım süreci 8 yıl süren “Londra’da Bizim’kiler” başlıklı üç ciltlik kitabından söz ederken, Mahir Ünsal Eriş ise Londra’ya taşınmasının ardından yazarlık sürecinde yaşadığı değişimi anlattı.

Kapanışına dört gün kala, 6. Londra Kitap Şenliği’nde yazarlar ve okurlar bir araya gelmeye devam edecek. Etkinlikte 25 Kasım Cumartesi günü pandemi döneminde yazdığı notları “Londra Notları” adıyla kitaplaştıran Müge Çetinkaya, St. James’te bulunan Oxford ve Cambridge Centilmenler Kulübü’nde çalıştığı 38 yılın anılarını “Bir Barmenin Anıları” adıyla kitaplaştıran ve “Herkes Büyür Elbette” başlıklı kitabı geçtiğimiz günlerde yayımlanan, Cambridge’te yaşayan şair ve yazar Sultan Karakaş’ın katılımıyla bir söyleşi gerçekleştirilecek.




Söyleşinin ardından ise Çiğdem Aslan, George Tsolokis, Spiros Bolovinis Fieldseat Organic Stage’te bir müzik dinletisi verecekler. 



Adres: Fieldsea Kafe, 665 High Rd, London N17 8AD


* Bu haber ilk defa 23 Kasım 2023 tarihinde Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

Rengin Kadın Korusu’ndan yeni klip: “Dünyayı Ben Oynatırım”

Hiç yorum yok

Yaklaşık üç yıldır Londra`da faaliyetlerini sürdüren Rengin Kadın Korosu`nun heyecanla beklenen ve 25 Kasım “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Gününe” adanan “Dünyayı Ben Oynatırım” isimli klibi Youtube kanalında yayınlandı.

 



 


Rengin Kadın Korusu’nun “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” vesilesiyle yayınladığı şarkının sözleri, Rengin Kadın Korosu Sanatsal Üretim Komisyonu`nda yer alan Yeliz Uğur ile Dilek Dağdelen`e, müziği ise yine Yeliz Uğur`a ait.

70 kişilik kadının katılımıyla; Göçmen İşçileri Derneği (GİK-DER), Britanya Alevi Federasyonu Yerleşkesi, Londra Bisiklet Kulübü parkuru ve Enfield ilçesi meydanında yoğun bir tempoda çekimi gerçekleştirilen klibin yönetmenliğini müzisyen ve yönetmen Levent Canen üstlendi.





“Kadınlar Vardır” ve “Mahsa`nın Çığlığı” klipleriyle de bilinen koronun kolektif çalışmalarının devam edeceğini belirten Rengin Kadın Korosu Basın Komisyonu “Dünyayı ben oynatırım” şarkısının yaratım sürecini şöyle açıklıyor:

“Dünya yerinden oynar, kadınlar özgür olsa... 

Sınırlar, tabular, kalıplarla her geçen gün soluksuz bırakıldığımız, baskılandığımız, ikincil konuma atıldığımız, boynumuzu büküp dizimizi kırıp bir köşede sessizce oturmamızın beklendiği bu düzende kadın olarak var olmaya çalışmak, kendimiz olmak, sesimizi çoğaltmak ne zor... Hâlâ bu yüzyılda... ve hâlâ bunlar üzerine konuşmak, yazmak, çizmek ne acı... Nasıl konuşacağımızdan, ne giyeceğimize, ne kadar gülmemiz gerektiğinden, gece saat kaça kadar sokakta olabileceğimize, doğurup tamamlanıp doğurmayıp ‘eksik’ olacağımıza, evlenip başımızın göğe ermesinden, evde kalıp ‘kız kurusu’ kalacağımıza kadar her şey, her detay bizim için özenle düşünülmüş, tanımlanmışken, bu mutsuzluk, huysuzluk, bu şımarıklık da neyin nesi ama değil mi? Fazla mı oluyoruz acaba ‘karı kısmı’ olarak? Kararlar, ince düşünceli (!) eril zihniyet tarafından belirlenirken... ‘Kadın’ başımıza mı desem, ‘kız’ başımıza mı desem...  ‘Bayan’ mı daha uygun ‘hanım’ mı bilemedim... Neyse aklımızın ermediği işlere ‘elimizin hamuruyla’ karışmayalım, fazla ‘dır dır etmeden’, ‘çiçek olup’, ‘adam gibi’ ‘erkek sözü’ dinleyelim. Dilin gücünü, toplumun düşünce dünyasında yarattığı yansımalarını çok iyi biliyoruz. Şarkımız da şiddeti doğuran, tacizi, hakareti olumlayan bu düşünce yapısını ortaya çıkarmak, farkındalık oluşturmak, eni konu düşünülmesini sağlamak için yazıldı. Bir ışık olmak, bir değişim yaratmak umuduyla... Şarkılarımızı, kadın olmanın, kız kardeşliğin verdiği güçle ve inançla söylerken, bu cinsiyetçi dile yaklaşıma, eril zihniyete ‘illallah’  artık diyor, dudaklarımızda,  hayata yenik düşmeyen , inadına  gülümsememizle, ‘Dünya yerinden oynar,  kadınlar özgür olsa...’ diye haykırıyoruz.

 

Rengin Kadın Korosu Youtube kanalı ve sosyal medya hesapları şöyle:

Abone olmak için: https://youtube.com/@renginkadinkorosu

Instagram: https://www.instagram.com/renginkadinkorosu

Facebook: https://www.facebook.com/rengin.kadin.korosu

 

 

 

“Doğumla ilgili her an ulaşıp danışabilecekleri birinin olması ailelere çok iyi hissettiriyor"

Hiç yorum yok

Bebeklerin sağlıklı gelişimi için ailelerin hamilelik ve doğum sonrası süreçlere doğru hazırlanması büyük önem taşıyor. Doğum öncesine ve doğum sonrasına ilişkin ailelere çeşitli konularda profesyonel destekler sağlayan hemşire – doula Özge Aydoğan’la verdiği hizmetler hakkında sohbet ettik.

 





Özge Hanım, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

2006 yılında Akdeniz Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra hemşire olarak çalışmaya başladım. Türkiye’de 13 yıllık devlette hemşirelik tecrübem var. Kızım Alya’nın 2010’da doğumuyla birlikte kadınların doğum öncesi ve sonrası dönemlerinde ne kadar yalnız ve desteğe ihtiyacı olduklarını fark ederek bu alanda eğitimler almaya başladım.

İlk olarak hamile pilatesi eğitmenliğiyle başladı yolculuğum. Bu eğitimleri alırken de İstanbul Doğum Akademisi'nden haberdar oldum ve orada “Doğuma Hazırlık Eğitmenliği ve Doula” (anne adayının doğumdaki destekçisi) sertifikalarını aldım. Teorik eğitimlerin yanı sıra birçok farklı uzmanlık alanının pratik uygulamalarını da öğrendiğimiz, her aşamada süpervizyonlarımızın olduğu bu eğitimler yaklaşık iki yıl sürdü. “Keşkesiz Doğum” felsefesiyle eğitimler veren akademinin Türkiye'deki ilk eğitmenlerinden biri oldum.

Özge Aydoğan

Kapı kapıyı açtı ve bu alanda öğrenilmesi gereken ne kadar çok uygulamanın var olduğunu fark ettim. Ardından Hypnobirthing Enstitüsünden haberdar oldum ve Türkiye’deki eğitimlerine katılarak HYPNOBIRTHING eğitmeni oldum.

Türkiye’de bir devlet hastanesinde Gebe Okulu birimini kurarak orada eğitim vermeye başladım. Birkaç yıl sonra Sağlık Bakanlığı tarafından yürütülen Uluslararası Bebek Dostu Hastane Projesi kapsamında yapılan eğitime katılarak Emzirme Danışmanı ve Bebek Dostu Hastane değerlendirmecisi oldum. Çalıştığım il sağlık müdürlüğünde uzman olarak Anne ve Bebek Dostu Hastane çalışmalarını yürüttükten sonra hastanede Gebe Okulu ve Emzirme Danışmanlığı birimlerinde aktif olarak çalıştım.

Türkiye’de, Uluslararası Bebek Masajı Derneği (IAIM) üyesi ve “Bebek Masajı” eğitmeni olduktan sonra tüm bu uzmanlıklarımı bir araya getirerek Alya Bebek Spa ve Doğuma Hazırlık Merkezi’ni kurdum. 2021’de profesyonel olarak sürdürdüğüm bu iş üzerinden Ankara Anlaşmasına başvurdum ve Londra’ya geldim. Halihazırda doğum öncesi ve sonrasına ilişkin profesyonel hizmetlerimle Londra’da ailelere bu özel dönemlerinde destek oluyorum.

Öncelikle doğum öncesinde verdiğiniz eğitimlerden biraz söz edelim. Hypnobirthing ne demek?

Hypnobirthing daha ağrısız, bilinçli, kolay ve korkusuzca doğum yapmak için kullanılan bir doğuma hazırlık tekniğidir. Hypnobirthing Mongan Yöntemi olarak adlandırılan bu doğuma hazırlık programı, aynı zamanda doğal doğumu benimseyen bir felsefe olarak da görülür. Hypnobirthing, doğumda kadının bedenine ve iç sesine odaklanarak, içgüdüsel olarak doğumunu yapabilmesini sağlayan bir teknik. Kadınlar, bu tekniği öğrendiğinde doğumda ağrıyla baş etmeleri ve doğuma uyumlanmaları daha kolay oluyor.

Burada doğumun fizyolojisinin yanında pozisyonları, özel nefes tekniklerini, bebek ile bağ kurma egzersizleri, imgeleme teknikleri ve derin gevşeme tekniklerini öğretiyoruz. Birçok noktada kadının kendi gücünü keşfetmesini sağlıyoruz. Hypnobirthing deyince kadını hipnoz ediyormuşuz, sanki bilinç devreden çıkıyormuş gibi bir şey anlaşılıyor olsa da kadının algıları bu sırada tamamen açık, her şeyin farkında. Film izlerken o sırada önünden geçenleri nasıl görmez, etrafında olanları nasıl duymazsak, işte aslında doğumda da kadına bunu yapmasını öğretiyoruz. Doğumuna odaklanmasını, dış etkenlerden kendini koruyarak içgüdüsel olarak kendini doğuma bırakmasını sağlıyoruz.

Eğitimleriniz bireysel mi yoksa grup eğitimleri de veriyor musunuz?

Grup eğitimleri ya da birebir olarak ailenin evine giderek de eğitimler verebiliyorum. Ya da online olarak da dünyanın herhangi bir yerinden eğitimlerimi alabiliyorlar.

Eğitimler ne kadar sürüyor?

Doğuma hazırlık eğitimlerim 10 saat sürüyor, iki buçuk saatlik dört oturum şeklinde gerçekleştiriyoruz. Bunu 4 farklı günde yapabileceğimiz gibi 5 er saatlik buluşmalarla ailelerin 2 günlerini ayırmaları da yeterli oluyor. Planlamayı birlikte yapıyoruz.

Hamileliğin hangi sürecinde kadınların bu eğitim almasını tavsiye ediyorsunuz?

İlk üç aydan sonra herhangi bir zaman olabilir. Sadece son haftalara bırakmalarını çok önermiyorum. Çünkü son haftalar biraz daha telaşlı oldukları bir dönem. Eğitimden sonra oluşan farkındalıklarla doğuma hazırlık yapmaları için ailelerin önünde belirli bir zaman kalmasını öneriyorum. Bazen son haftalarda yaptığımız da oluyor. Önerim erken başlanması ama geç olması hiç olmamasından daha iyidir tabii.



Emzirme eğitimi de veriyorsunuz. Emzirme eğitimi nedir?

Emzirme Eğitimi anne ve baba adaylarını emzirme dönemine hazırladığım, doğru emzirme pozisyonunu öğrettiğim, bu dönmede yaşayabilecekleri sorunlara yönelik alabilecekleri önlemler ve çözüm yolları hakkında bilgilendirdiğim kapsamlı bir eğitim. 4-5 saat kadar sürüyor. Yüz yüze ya da online olarak planlayabiliyoruz.

Birçok anne emzirmeyi doğal bir süreç olarak görüyor ve bu konuda zaten bir sorun yaşamayacağını düşünüyor. Eskiden öyleydi evet. Çünkü medikal doğumlar yoktu. Mamalar, biberonlar havada uçmuyordu. O yüzden kadınların tek bildiği şey vardı o da emzirmekti. O dönem kalabalık ailelerde yaşıyorduk. Çevremizde emziren bir büyüğümüz mutlaka oluyordu. Ama şu an öyle değil maalesef. Bireysel yaşıyoruz ve birçok kadın hayatında bir bebeği bile kucağına almadan anne olabiliyor. O yüzden de maalesef beklendiği gibi olmayabiliyor. Bazen emzirmeye sadece mekanik bir olay gibi bakılıyor. Bebeğin memeyi emmesi ve karnını doyurması gibi. Bu, bu kadar basit bir süreç değil, çok başka boyutları var. Annenin nasıl hissettiği, bebekle nasıl bir bağ kurduğu, bebeğin anneye dokunmasının ne kadar önemli olduğu hep unutuluyor. O yüzden de birçok şeyi kaçırmamak için doğumdan önce emzirme eğitimi almalarını da çok önemsiyorum.



Sırası gelmişken DOULA’lıktan bahseder misiniz? Nedir Doula?

Doula Eski Yunancada “hizmet eden kadın” anlamına gelir. Doula, kadına doğum boyunca ve doğum sonrası dönemde profesyonel olarak destek olan kişidir.

Bir doula, kadını hamileliğin ilerleyen dönemlerinde doğum için hazırlamaya başlar. Doğum esnasında da yanında olarak onu yönlendirir, nefes alış-verişlerini düzenlemesine ve kasılmalarla baş etmesine yardımcı olur. Kadını masajla, bası noktaları, gevşeme, nefes teknikleri uygulayarak rahatlatır. Gerekirse suyun gücünden faydalanır, korkularını yenmesini sağlar.

Bu eğitimleri almanın sağladığı faydalar nelerdir?

Kadının öncelikle kendine olan güveni yükseliyor. Bunun yapabileceğine olan inancı oluşuyor. Özellikle doğumu durduran ve aslında birçok doğumun zor olmasına sebep olan doğum korkusu ortadan kalkıyor ya da kontrol edilebilir hale geliyor. Korkusuz bir doğum ile hormonlar ve beden olması gerektiği gibi çalışıyor, çok daha kolay bir doğumun kapıları açılıyor. Kadınlar bu öğrendikleriyle nasıl bir doğum yapmak istediğine karar veriyor ve doğumun sorumluluğunu alıyorlar.  

Eğitimde doğumu kolaylaştıran yöntemleri öğreniyorlar ve bu süreçte babalar da doğum koçu olarak eşlerine çok güzel destek olabiliyor. Çünkü gerçekten o doğum anında birbiriyle bütün olmak ve heyecanı birlikte yaşamak çiftleri birbirine bağlıyor. Bu anlamda da çok büyük katkısı oluyor.

Doula’lığını yaptığım, doğuma hazırlık eğitimi alan kadınların doğumlarında süreci büyük bir beceriyle yönettiklerini gözlemliyorum. Gerçekten eğitim birçok şeyi değiştiriyor.

Yaklaşık 10 yıldır birçok farklı doğumda ailelere destek oldum. Eğitim sonrası oluşan bilinçli doğum tercihlerine saygı duyarak nerede doğurmak isterlerse hayallerindeki gibi bir doğum yaşamaları için onlara destek oldum. Birçok evde suda doğum, aktif doğum, hypno doğum, lotus doğum ve sezaryen doğuma eşlik ettim. Keşkesiz doğum deneyimleri yaşamaları ve aşk ile bebeklerine kavuşmaları için profesyonel olarak onlara destek olmaktan büyük mutluluk duydum. Bebeklerin nasıl dünyaya geldiği çok önemli, bu ana yatırım yapmak çok kıymetli, çünkü o an bebeğin tüm hayatını etkiliyor. Bu olağanüstü anlarında ailelere destek olmak benim için bu yüzden çok kıymetli.

Biraz hamile pilatesi hakkında konuşalım. Hamile pilatesi nedir?

Kadının doğum yapabilmesi için bedeninin güçlü olması gerekiyor. Doğum efor isteyen bir eylem. Bir maratona katılacaksanız öncesinde iyi bir hazırlık yaparsınız değil mi? Doğumda da olması gereken budur. Doğumda bacakların güçlü olması, eklemlerin daha esnek olması, doğru doğum pozisyonlarında uzun süre kalabilmesi için tüm beden kaslarının güçlü olması gerekir. Güçlü karın kasları bebeği itmesinde kadına yardımcı olacaktır. Pilates doğuma ve doğum sonrasına yatırım yapacağınız harika bir egzersiz türlerinden biridir.



DOĞRU POSTÜR İÇİN HAMİLE PİLATESİ

Düşük riski ihtimaline karşı ilk 3 ay genelde egzersiz çok önerilmiyor, fakat kişinin daha öncesinde bir spor geçmişi varsa doktor onayıyla daha erken haftalarda da başlanabiliyor. Bunlar çok efor isteyen egzersizler olmuyor. Belli noktalarda bedeni destekliyoruz. Çünkü ağırlık merkezi değişiyor beden büyüdükçe. Doğru postür için hamile pilatesi çok önemli. Şöyle ki, kadınların birçoğu hamilelik sürecinde öne doğru eğiliyorlar. Memeler büyüyor, karın büyüyor, beden öne doğru eğilmeye başlıyor. Eğer omurga, iskelet sistemi ve kaslar sağlam değilse, hormonal dengenin değişmesi ve kalsiyum kaybıyla birlikte birçok kadının postürü değişiyor. Aynı zamanda rahmi ve idrar kesesini tutan iç pelvik kasların da çalışılması gerek ki doğum sonu dönemde yaşanabilecek yakınmaların önüne geçilsin.  O yüzden bu dönemde bedensel olarak kendilerini güçlendiriyor olmaları hem kolay bir doğumun kapısını açıyor hem de doğum sonrası dönemde, emzirme sürecinde ve sonrasında beden yakınmalarını azaltıyor.

Peki, doğum sonrasında ailelere nasıl bir destek sağlıyorsunuz?

Doğum sonrası hizmetlerimden biri emzirme danışmanlığı. İki tür emzirme danışmanlığı veriyorum. Birincisi, emzirmeye doğru başlama ve sürdürme için en erken zamanda emzirme sürecine dahil oluyorum. Aileler öncesinde bunun için randevu tarihi alıyorlar. Doğumdan sonra, en erken zamanda, bazen hastanede, bazen eve çıktıklarında ev ziyaretiyle doğum sonrası emzirme hizmetime başlıyorum. 2-3 saat kadar anneyle birlikte oluyorum ve emzirme eğitimi veriyorum.

Emzirme nasıl yapılır? Pozisyon uygun mu? Bebek doğru kavranıyor mu? Memede sorun var mı? Bebek yeteri kadar sıvı alıyor mu? İyi beslendi mi? Mama kullanımı olduysa eğer bunu geriletmek için neler yapabiliriz? Bütün bu sorular etrafında konuşuyor ve ona göre de bir yol haritası belirliyoruz.

İkincisi, bir sorun yaşadıklarında ailelerim bana ulaşıyor, soruna yönelik çalışma başlatıyoruz. Burada bebeğin kaç aylık olduğunun bir önemi olmuyor ne zaman destek almak isterlerse çalışabiliyoruz. Emme güçlüğü, kilo alamama, mama kullanımı, meme sorunları, süt arttırma, meme reddi gibi birçok sorun için danışmalık veriyorum. Her iki danışmanlık durumunda da önce ev ziyareti yapıyorum, sonrasında da online olarak bir hafta boyunca takip ediyorum. Aile bana günlük listeler gönderiyor, videolar atıyor ya da görüntülü görüşmelerle durumlarını takip ediyorum. Anneyle, bu süreci nasıl yönetiyor, anlattıklarımı nasıl uyguluyor, nerede zorluk yaşıyor, hangi alanda desteğe ihtiyacı var görmek için iletişimimi sürdürüyorum. Emzirme dışında da birçok konu ile ilgili her an ulaşıp danışabilecekleri güvendikleri birinin olması ailelere çok iyi hissettiriyor. Ayrıca emzirme sorunları kişiye özel oluyor, her bebek kendine özel, her doğum öyküsü farklı, her ailenin dinamiği başka. Bu yüzden emzirme sürecinde genel bilgilerle hareket etmek yerine kendi sorunlarına yönelik profesyonel destek almak her şeyi çok daha kolaylaştırıyor.

“MATERNITY NURSE OLARAK ANNELERİ DİNLENDİRİYORUM”

Doğum sonrasında verdiğiniz diğer destekler nelerdir?

Doğum sonrasında aynı zamanda bebek bakımıyla ilgili de destek veriyorum. Maternity Nurse deniyor buna, yani yeni doğan bebek bakımı. Bu süreçte gerçekten anneler çok uykusuz kalıyor, beslenmelerine çok dikkat edemiyor, kendi öz bakımlarına bile fırsat bulamıyor. Çünkü bebek çok yoğun bir şekilde emmek istiyor. Çok yoğun bir şekilde bakıma ihtiyaç duyuyor. Bu aşamada ailelere profesyonel olarak bebek bakımı konusunda destek oluyorum. 10 saatlik ziyaretler yapıyorum. Bu 10 saatlik ziyaretlerde; bebek banyosu, pozisyonu, kundaklama, giydirme, alt değiştirme, saç bakımı, tırnak kesimi gibi işlerle ilgileniyor ve bu konuda bilgilendirmeler yapıyorum. Genel olarak bütün her şeyi hem aileye öğretiyorum hem de o gün anneyi dinlendiriyorum. Eğer anne gece uyumak istiyorsa, bebek benimle kalıyor, bebeğin beslenmesini ben yapıyorum ya da emzirmek istiyorsa anneyi beslenme saatinde uyandırıyorum. Maternity Nurse olarak gece ve gündüz seçenekleriyle bu hizmeti ailenin talebine göre1 aylık, 2 aylık, 4 aylık gibi periyotlarla sunuyorum.



Sizin bir de “bebek masajı” hizmetiniz bulunuyor. Bebek masajı nedir?

Bebek masajı eğitimlerimi Türkiye'de grup eğitimleri olarak yapıyordum. Burada ailelere birebir yapıyorum. Tabii bunun için uygun koşullar olursa grup eğitimi de yapmak isterim. Bebek masajının hem bebeğin nörolojik gelişimi açısından hem de gaz problemlerinin çözülmesi açısından çok yararı var. Bebek masajı için adeta gaz problemlerini çözmek için ailenin elinde bulundurduğu sihirli bir dokunuş diyebiliriz.

BEBEK MASAJI: “BESLEYİCİ TEMAS”

Dokunmanın çok güzel bir büyüsü var, “besleyici temas” diyoruz biz buna. Bebek masajını anne veya baba düzenli olarak yapabilir. Bunu bölge bölge öğretiyorum ve dört oturumla aktarıyorum. Her oturumda farklı bir bölge konuşuyoruz ve aynı zamanda sadece masajı öğretmiyorum. Örneğin bebeğin duygu durumunu konuşuyoruz, ağlamalarını konuşuyoruz. Bebek ne demek istiyor? Ağlamasını çoğu kez aslında bizler bir problem gibi görüyoruz. Ama aslında aileler ağlamanın bebek için ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğunu fark ediyorlar. Hangi duygu durumunda bebeğe masaj yapabiliriz?  Mesela ben masaja gittiğim zaman aile “ben yapmak istiyorum ama durmuyor” diyor. Bunun da bir tekniği var. Önce annenin buna hazır ve aynı zamanda bebeğin uygun duygu durumunda olması lazım. Bebek ağlıyorken ya da huzursuzken ona masaj yapmak isterseniz rahatlaması mümkün değil. Önce onu rahatlatmak gerekiyor. Bunun dışında ailelerle genel olarak bebek gelişimi hakkında konuşuyoruz. Her oturumda masaj tekniklerinin yanında farklı bir konuyu ele alıyoruz ve bu ebeveynlere çok büyük katkı sağlıyor. Masajla birlikte bebeklerinin rahatladığını görmek annelere çok iyi hissettiriyor.

“BÜTÜN BU SÜRECİ AİLEYLE BİRLİKTE YAŞIYORUZ”

Birlikte çalıştığınız ailelerden nasıl geri dönüşler alıyorsunuz?

Çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Örneğin emzirmeyle ilgili mesela çok ciddi sorunlar yaşayıp benden destek aldıktan sonra problemsiz bir şekilde uzun bir dönem bebeğini emziren anneler, “Özge Hanım çok sağ olun bebeğim hâlâ emiyor ve siz bana o dönemde destek olmasaydınız belki ben bebeğime anne sütü veremeyecektim” diyorlar. Türkiye’de ilk doğumlarına yardımcı olduğum aileler ikinci doğumları için çağırıyorlar; gidebildiklerim oluyor, gidemediklerim oluyor. Bunlar da bizim işimizin en büyük motivasyon kaynağı. Tabii bunlar arada aileyle bir bağ kurmadan olamaz. Onların evini görüyorum, aile yaşantılarını görüyorum, doğuma ilişkin nasıl bir bakış açıları olduğunu görüyorum, bu süreci birlikte yaşıyoruz, anneye dokunuyorum, masaj yapıyorum, gözyaşlarını siliyorum. Özetle, aileyle profesyonel desteğin yanında, duygusal bir bağ da kuruyoruz. Ve sanırım bu bağ hepimize çok iyi geliyor...

 

Telefon:                 07417418707

Web:                      https://www.alyadoulaservices.co.uk/

Instagram:             @alyadoulaservices.uk

E-posta:                 info@alyadoulaservices.co.uk

 

 *Bu söyleşi ilk defa 2 Kasım 2023 tarihinde Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

“Anne-baba adayları hayatlarına daha kolay uyum sağlıyor” | Olay Gazetesi Turkish Newspaper in London


 



Evini sanat galerisine çevirdi

Hiç yorum yok

Londra’nın doğusunda, Hoxton bölgesinde yaşayan “Veysel Baba” ismiyle tanınan Veysel Yıldırım, binlerce sanat eserinin bulunduğu evinin kapısını sanatseverlerin ziyaretine açtı. Veysel Baba ile “Sistine Chapel London” namı diğer “Veysel Baba Sanatevi”’ni konuştuk.

 


                                                                                                    Tuncay Bilecen

 



Veysel Baba namıyla bilinen Veysel Yıldırım’ın Londra’nın Hoxton bölgesindeki evini sanat galerisine çevirdiğini kendisinden aldığım bir e-posta ile Ağustos ayında öğrenmiş, “Sistine Chapel London Sanatevi 1 Eylül’de açılıyor” başlığıyla bu konuyu Olay gazetesinde haberleştirmiştim.

Aylar sonra kendisinden aldığım davet üzerine bu sanat evini ziyaret ettim ve on beş bini aşkın eserin sergilendiği ve bu nedenle Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye hazırlanan evinde nevi şahsına münhasır kişilik Veysel Baba’dan “Sistine Chapel London”ın hikâyesini dinledim.

Veyse Baba, yaşadığı evi kocaman bir galeriye çevirmiş. Tuvaletinden, banyosuna, mutfağından, balkonuna kadar evin her yanı sanat eserleriyle dolup taşıyor. On beş bine yakın resmin bulunduğu evde saatten, çakmağa, değişik takılardan, oyuncaklara kadar yüzlerce obje de yer alıyor.

Ünlü ressamların resimleri sadece duvarlara asılmamış, mutfak dolaplarının içinden evin her odasının tavanına kadar baştan sona nizami bir şekilde evin her yerini kaplamış durumda. Üzerimdeki şaşkınlığı biraz attıktan sonra sohbete başlıyoruz.

“Veysel Baba, seni biraz tanıyalım. Biraz kendinden bahseder misin?”

“Ben bu ülkeye 1988'de geldim. İlk dönemim biraz sarsıntılı oldu. Londra’ya ilk geldiğimde İngiliz kültüründe çok önemli bir yeri olan pub kültürü beni çok etkilemişti. Bir caddede 10-15 tane pub olurdu. Bizdeki kahveler gibi insanlar orada toplanır, sosyalleşirlerdi. Ben de buralara sık sık gider, II. Dünya Savaşı'nı yaşamış yaşlı insanların anılarını dinlerdim. Londra'nın bombalanma dönemlerini falan anlatırlardı. O kuşak öyle yavaş yavaş vefat edip bu dünyadan çekilince yerlerini farklı insanlar doldurmaya başladı. İrlandalılar gibi direnenler olsa da sonra o kültür yok oldu.

Siz de o kültüre kendinizi kaptırdınız mı?

Kaptırdım yani. Şöyle ki belki 1000'e yakın puba gitmişimdir. Hepsinin başka bir tarafı beni çekerdi; bazılarının dışarıdan görünüşü, bazılarının camları, bazılarının dekorasyonu, bazılarınınsa insanları... Otobüste olsa iner, burada da bir şeyler içeyim havasını koklayayım derdim. Çünkü oraya insanlar 50 sene, 60 sene boyunca gitmiş, hayatları oraya sinmiş, gittiğinizde o enerjiyi alıyordunuz yani orada.

Peki bu sanata olan ilgi ne zamanlarda başladı?

Ben Türkiye'de serigrafiyi ilk yapan kişilerden biriyim. İtalyan baskı tekniği vardı. İpek baskı. O zaman bu tip matbaalar yoktu. Önce bir rengi basıyorduk, o kuruyunca da aynı kalıba başka bir rengi … Kartvizitler bile serigrafi ile yapılıyordu, 70'li yıllardan bahsediyorum. Örneğin bu şekilde TRT'nin ilk amblemini ben yapmıştım. O logoyu TRT kullandı birkaç sene.



Peki buraya gelince sanat işlerine nasıl yöneldiniz?

Sanattan hiç kopmadım. Burada bir gazetede 2-3 sene boyunca Karacaoğlan, Dadaoğlu, Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu Emrah gibi Anadolu erenlerinin hayatlarını 5-6 bölümlük diziler halinde yazdım. Sonra baktım çok fazla ilgi gösteren yok vazgeçtim. Yavaş yavaş kendimi toplumdan soyutladım. Pub hevesimi de bir kenara bıraktım tamamen koleksiyon işine yöneldim.

Ne zaman başladı bu merak?

Bu 2000'li yıllarda başladı. Önce kendi odamı bir sanat odası haline getirdim. Çok sık sanat galerilerine, antikacılara gitmeye başladım. Çok özel eşyalar oluyordu, I. Dünya Savaşı’ndan kalma madalyalar, kılıçlar, bıçaklar… Kitaplar, eşyalar, takılar… Özellikle kitaplar… Günde 10-15 tane kitap aldığım günler oluyordu. 50 sene sonra, 60 sene sonra bu kitaplar olmayacak diyordum. Belki birkaç kişide kalacak, alayım biriktireyim yani.

Böyle bir biriktirme merakı vardı mı sizde? Burada birçok değişik obje gördüm.

Var tabii. Altı yüz kırk yedi parça antikam vardı. Onlar bir defoda duruyordu. İşte o defo soyulunca bir kısmı gitti yani. Çünkü burada güvenlik dolayısıyla eve koyamıyordum. Çok değerli şeylerdi. Onlar öyle çalındı gitti. Sonra evim soyuldu. Tekrar başladım biriktirmeye. Bir daha soyuldu. Tekrar başladım.

Bir süre sonra çizim işine ağırlık verdim. Yeniden grafik işine başladım. Evi tamamen bir sanat evine dönüştürmeye karar verdim. 15-20 senelik çalışmayla burayı böyle bir sanat evine çevirdim. Akrilik işine yoğunlaştım. Şu anda 500-600 parça kendi resim çalışmam var. Bunlardan 50-55 tanesi akrilik.



Peki bu kadar çalışma nasıl sığacak bu eve?

İnan samimi söylüyorum. Çok rahatlıkla bir stadyumu dolduracak kadar şu anda elimde materyal var. Bununla ilgili olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na başvurduk. Guinness'ın Türkiye yetkilisi Aydın Bey var, ilgileneceğini söyledi. Burada 15 bin resim var şu anda, sayılması ve belgelenmesi çok masraflı. O yüzden çareler arıyoruz.

Bu evle ilgili planınız nedir geleceğe dair?

Bir vakıf kurarsam o vakıf aracılığıyla burayı kalıcı hale getirebilirim. Benim vefatımdan sonra o vakıf devam ettirebilir. Belediyeden satın almak istiyorum burayı, değer mi, değmez mi bilmiyorum, çok kararsızım bu noktada. Bazen buradaki her şeyi Tunceli’deki köye götüreyim ve orada bir müze kurayım diyorum. Orada hem bir cemevi gibi hem böyle müze gibi faaliyet gösterecek; insanlar kışın kar yağdığında gelecekler, kadınlar çocuklar sobanın etrafında oturacaklar ve sanat eserleriyle, duvarları resimlerle dolu yerde kalacaklar diye hayal kuruyorum. Vakıf aracılığıyla da burası sürekli ayakta kalabilir.

Buradaki eserler size ne hissettiriyor?

O kadar derin ki bazen bir resmin karşısında saatlerce oturabiliyorsunuz. O resme daldığında bir insanı alıp götürebilir yani. Bazı resimler var mesela, girdiğinde o resme çok rahatlıkla bir romanı doldurabilecek konu çıkarabilirsin. Anlıyor musun demek istediğimi? Renklerin karışımı, renklerin uyumu, oradaki şekiller… Tedavi gibi bir şey yani. Bu çalışmalar rehabilitasyon merkezlerindeki, tedavi merkezlerindeki kişilere iyi gelebilir, onları çok farklı bir dünyaya götürebilir.

 

Peki burada sergilenen eserler bakımından her odada farklı bir tema mı var?

Bir odayı tamamen Michelangelo'ya adadım. Sistine Chapel Roma'ya. Biraz dinsel terimler var yani bir odada. Orta salonda tamamen özgün türden çalışmalar var. Mutfak 30'lu yıllardan kalma poster artlarla dolu.  

Gördüğünüz gibi ayrıca birçok da eşya var. Örneğin 100’den fazla saati hediye etmişimdir. Çünkü evde koyacak yer yok. Yatak altlarına koyuyordum. Üzülüyor, birisi yeni bir yer açtığında ona hediye olarak götürüyordum.

Benim dünyam bu yani. Başka bir şey bilmiyorum; ya antikacıları dolaşacağım ya kitap alacağım ya sanat galerilerini dolaşacağım ya da evde çizim yapacağım, yazı yazacağım, hikâyeler, derlemeler kaleme alacağım.

Sanata ilgi duyan herkesi bu dünyaya dahil olmaya, buradaki sanat eserlerini görmeye davet ediyorum…

Veysel Bey çok teşekkür ederim beni burada ağırladınız.

Ben teşekkür ederim. Çok sağ olun.

 

Yer: Sistine Chapel London

Adres: Flat 8 Kinder House, Cranston Estate London N1 5EJ

Telefon: 020 76 83 04 81

 


 👉Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın!




© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan