Showing posts with label Göç. Show all posts
Showing posts with label Göç. Show all posts

Gik-Der’den hükümetin “göçmen düşmanı yasa ve uygulamalarına karşı mücadele” çağrısı

No comments

20 November 2025

Göçmen İşçiler Kültür Derneği  (Gik-Der) hükümetin göçmenlerin ve göçmen çocuklarının en temel haklarını hedef alan uygulamalarına yönelik bir basın bildiri yayınladı.



Gik-Der’in bildirisi şöyle:

İşçi Partisi hükümeti, derinleşen ekonomik krizin ve yıllardır süren yanlış politikaların sorumluluğunu bir kez daha en savunmasız kesim olan göçmenlere yüklemeye çalışıyor. İçişleri Bakanı Shabana Mahmood’un “ülkeyi yasadışı göç parçalıyor” söylemiyle duyurduğu yeni plan, hükümetin göçmenleri hedef alan ırkçı ve baskıcı yaklaşımının açık bir itirafıdır. Bu düzenlemeler yalnızca politik bir tercih değil, aynı zamanda insan haklarına, hukuka ve temel insani değerlere yönelmiş kapsamlı bir saldırıdır.

Hükümetin planına göre mültecilerin süresiz korunma hakkı tamamen kaldırılacak; her 30 ayda bir statüleri yeniden sorgulanarak insanlar sürekli bir güvencesizlik döngüsüne mahkûm edilecek. Kalıcı oturum için gerekli süre 5 yıldan 20 yıla çıkarılarak mültecilerin hayatlarını onlarca yıl beklemeye, belirsizliğe ve psikolojik baskıya zorlayan bir sistem yaratılıyor. “Güvenli ülke” bahanesiyle sığınmacıların hızla geri gönderilmesi planlanırken, insanların yaşadığı işkence, baskı veya savaş koşulları görmezden geliniyor.

Hükümet aynı zamanda en temel yardımları bile kısıtlama niyetinde. Sığınmacılara yapılan yardımlar ciddi şekilde daraltılacak, çalışma hakkı olsa bile geçimini sağlayamayanlar desteksiz bırakılacak. Yasal süreçlere uymayan ya da zor koşullar nedeniyle kayıt dışı çalışmak zorunda kalanların yardımları tamamen kesilebilecek. Aile birliğini koruyan temel hukuk ilkeleri hiçe sayılarak uygulaması daraltılıyor; binlerce ailenin parçalanmasının önü açılıyor. Çocuklu ailelerin dahi zorla sınır dışı edilmesi ihtimali gündeme getiriliyor.

Yaş tayininde yapay zekâ kullanılması, özellikle çocuk sığınmacılar için büyük bir hak gaspına dönüşebilir. Hatalı veya yanlı algoritmalar yüzünden çocukların yetişkin muamelesi görme riski artıyor; böylece korunma hakkı en baştan zedeleniyor.

Plan milyonlarca insanı uzun yıllar boyunca belirsizlik, güvencesizlik ve devlet eliyle uygulanan psikolojik baskı içinde bırakmayı hedefleyen sistematik bir saldırıdır. Göçmenler zaten zorlandıkları iş bulma, konut edinme, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi alanlarda daha da çıkmaza sürüklenecek; çocukların beslenme, barınma ve güvenli yaşam gibi en temel hakları dahi gasp edilecektir.

İşçi Partisi hükümetinin bu açıkça ırkçı, hukuksuz ve insanlık dışı planı yalnızca göçmenleri değil, bu ülkede yaşayan tüm emekçileri, tüm toplum kesimlerini tehdit ediyor. Çünkü hakların budanması, ayrımcılığın derinleştirilmesi ve hukukun zayıflatılması her zaman en zayıftan başlar ama herkesin özgürlüklerini hedef alır.

Göçmen işçileri, kadınları, gençleri ve tüm emekçileri, bu saldırgan ve adaletsiz plana karşı omuz omuza mücadele etmeye çağırıyoruz. Bu düzenleme ancak ortak bir direnişle durdurulabilir.

 

Shabana Mahmood'un radikal göçmenlik planları işleyecek mi?

No comments

17 November 2025

İçişleri Bakanı Mahmood’un sığınmacı statüsünü geçici hale getirme ve insan hakları yasalarını elden geçirme önerileri, Birleşik Krallık'ın en katı göçmenlik sistemlerinden birini yaratma yolunda ilerlerken, İşçi Partisi milletvekillerini bölmüş durumda.




Yeni İçişleri Bakanı Shabana Mahmood'un, Başbakan Sir Keir Starmer tarafından on hafta önce göreve getirilmesinden bu yana, Birleşik Krallık'ın göçmenlik sisteminde radikal değişiklikler yapma amacı güttüğü biliniyor. Son günlerde duyurulan cesur politikalar arasında, mülteci statüsünün geçici süreyle sınırlandırılması, sınır dışı etmeleri kolaylaştırmak için insan hakları yasalarında değişiklik yapılması ve suçluları ile yasadışı göçmenleri geri kabul etmeyen ülkelere vize yasağı tehdidi yer alıyor. Hükümet, bu değişiklikleri İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana sığınma sistemine yapılan en önemli reformlar olarak lanse ediyor. Oxford Üniversitesi Göç Gözlemevi'ne göre, bu reformlar Birleşik Krallık'ın sistemini Avrupa'nın en katı sistemlerinden biri haline getirecek.

Ancak, bu planların hem insani hem de pratik açıdan tartışmalı olduğu belirtiliyor. Sığınmacıları destekleyen Mülteci Konseyi gibi kuruluşlar, mülteci statüsünü geçici yapmanın "son derece pratik dışı" ve "insanlık dışı" olduğunu savunuyor. İçişleri Bakanı'nın ekibi, bu duyuruların gazete manşetlerinde ve televizyon yayınlarında yarattığı olumlu etki nedeniyle memnun olsa da, asıl zorluğun kendi partilerinin milletvekillerini bu planlara topluca oy vermeye ikna etmek olduğunun farkında.

Parti içindeki gerilimler şimdiden su yüzüne çıkmaya başladı. Hükümetin refah reformlarını daha önce eleştiren Rachael Maskell gibi bazı İşçi Partisi milletvekilleri, meslektaşlarının çoğunun bu planlardan "ciddi şekilde endişe duyduğunu" dile getirdi. Maskell, hükümetin göç konusunda "tamamen yanlış yöne" gittiğini ve insan hakları yasasının uygulama şeklini değiştirme planlarının "çok ileri bir adım" olduğunu belirtti. Bir diğer şüpheci vekil Brian Leishman da, "büyük çekinceleri" olduğunu ifade ederek, bakanları "sadece insanları şeytanlaştırmak isteyen Farage ve Reform Partisini taklit etmeyi bırakmaya" çağırdı. Reform UK lideri Nigel Farage'ın, "İçişleri Bakanı Reform destekçisi gibi konuşuyor" şeklindeki alaycı açıklaması, bu politikaların partisinin temel değerleriyle ne kadar çeliştiğini gösteriyor.

Mahmood'un müttefikleri, parlamentodaki muhalefet ihtimalini en aza indirmek için "reform için ikna edici ahlaki gerekçeyi" sunmak amacıyla son haftalarda İşçi Partisi milletvekilleri gruplarıyla toplantılar düzenliyor. Ancak özelde, bu politikalar ve beraberindeki retorikle birçok İşçi Partili'nin rahatsız olması nedeniyle dengenin zor kurulacağını kabul ediyorlar. Hem Muhafazakarlar hem de Reform UK, bu gerilimleri hissediyor ve bunlardan yararlanmaya çalışıyor; her ikisi de bu planların Avam Kamarası'ndan bile geçeceğinden şüpheli olduklarını belirtiyor.

Kaynak: BBC

 

Hollandalı doktoru kafaya alan Kayserili abla! (Gerçek yaşanmıs bir hikaye)

No comments

15 November 2025

 


Görsel: Gemini

Ramazan Yaylalı

 

1980'lerde, Hollanda‘da orta yaşlı bir Kayserili göçmen Türk abla, artık çok çalıştığını düşünerek erken emeklilik yollarını aramaya başlar. Ancak o dönemde Hollanda‘da, genç yaşta ve herhangi bir sağlık sorunu yoksa erken emekli olmak mümkün değildi.

Tesadüfen, ruh sağlığı sonradan bozulan kişilerin erken emekli olabileceğini öğrenir bizim Kayserili ablamız. Hemen en yakın tarihe bir psikiyatrist randevusu ayarlar. Birkaç hafta sonra randevu günü gelir çatar. Klinikte kaygılı ve heyecanlı bir şekilde beklerken, doktor onu odasına alır.

 Hollandalı psikiyatrist, kısa bir sohbetin ardından Kayserili ablaya şikayetlerini sorar. Tam o sırada abla, doktorun masasındaki çiçeği alıp çiğ çiğ yemeye başlar. Büyük bir şaşkınlık içinde olayı izleyen Hollandalı doktor, ne olup bittiğini anlamaya çalışır. Bizim Kayserili abla ise kimseyi umursamadan çiçekleri yemeye devam eder. Panik içinde doktor, asistanını çağırır.

 Asistan da şok olmuş bir halde, ablanın çiçekleri yapraklarıyla birlikte nasıl yediğini görür. Kısa süre sonra doktor, Kayserili ablanın "delirdiğini" raporlayıp ilgili yerlere gönderir. Ardından Hollanda Emeklilik Kurumu, ablanın erken emekli olmasına karar verir. Ablanın erken emekli olduğunu duyan Sivaslı bir abla da aynı doktordan randevu alır.

Tabii Kayserili abla gibi masadaki çiçekleri yiyerek şüphe uyandırmak istemez. O da kendine göre farklı bir taktikle, doktorun masasındaki kahveyi başına dökmeye başlar. Şaşkına dönen doktor, aynı şekilde Sivaslı ablayı da erken emekli olması için raporlayıp gönderir.

Birkaç ay içinde, erken emekli olmak isteyen ve bunun için aynı doktora gidip farklı yöntemlerle deli taklidi yapan ablalar artınca, iyi niyetli doktor durumun garipliğini fark eder. Bu oyuna bir son vermeye karar verir ve bir daha hiçbir ablaya rapor vermez.

 

 

 

İngiltere'de göç politikalarında Damirka modeline geçilmesi gündemde

No comments

08 November 2025

İngiltere'de hükümet, iltica ve aile birleşimi kurallarını sıkılaştırmak için Danimarka modeline geçmeyi düşünüyor. Ancak uzmanlar, Danimarka modelinin İngiltere’ye tam olarak uymayabileceğini söylüyor.



İngiltere hükümeti, göçmenlik sistemini Danimarka örneğine benzer biçimde yeniden şekillendirmeye hazırlanıyor. Yeni düzenlemeyle birlikte iltica başvurularının kısıtlanması, sığınmacılara kalıcı oturum hakkı yerine geçici izin verilmesi ve aile birleşimi şartlarının zorlaştırılması gündemde. Bu adım, son dönemde Kanal üzerinden ülkeye ulaşan göçmen sayısındaki artışın ardından gündeme geldi.

Danimarka modeli, Avrupa’nın en katı göç politikalarından biri olarak biliniyor. Ülkede mülteciler genellikle yalnızca geçici koruma statüsü alabiliyor ve aile birleşimi için yüksek gelir, yaş ve dil şartları aranıyor. İngiltere hükümeti bu politikaları “daha kontrollü ve adil bir sistem” kurmanın yolu olarak ifade etse de bu modele geçme planının arkasında desteği gün geçtikçe artan Reform Partisi'ne giden oyları geri alma düşüncesi var. 

Danimarka ve İngiltere’nin demografik yapıları, göçmen hareketlerinin ölçeği ve tarihsel geçmişleri birbirinden oldukça farklı. Bu nedenle, “aynı modelin doğrudan aktarılması” konusunda hem pratik hem de etik engeller bulunuyor. 

Yeni sistemin uygulanması durumunda, mültecilerin temel hakları açısından da ciddi tartışmalar yaşanabilir. Özellikle geçici oturma izinleri, aile birleşimi ve geri gönderim süreçlerinde uluslararası insan hakları standartlarıyla çelişme riski öne çıkıyor. İnsan hakları örgütleri, bu politikaların sığınmacıların güvenli yaşam hakkını tehlikeye atabileceğini vurguluyor.


Trump yönetimi yıllık mülteci sayısını 7500 ile sınırlandırıyor

No comments

01 November 2025

Trump yönetimi, beyaz Güney Afrikalılara öncelik tanıyacak yeni sığınma politikasını açıkladı. Amerika Birleşik Devletleri, 2026 mali yılı için kabul edeceği mülteci sayısını sadece 7.500 kişiyle sınırlayacağını duyurdu. 



The Guardian’ın haberine göre, bu sayı ülkenin modern tarihinde belirlenen en düşük mülteci kotası olarak kayıtlara geçti. Yeni politika, Trump yönetiminin göçmen ve sığınmacılara yönelik sert yaklaşımının devamı niteliğinde değerlendiriliyor.

Haberde, yönetimin bu kontenjan içinde “beyaz Güney Afrikalı” başvuru sahiplerine öncelik tanıyacağını vurgulayan bir maddeye yer verildiği belirtiliyor. Bu ifade, uluslararası kamuoyunda “ırk temelli ayrıcalık” tartışmalarını yeniden alevlendirdi. İnsan hakları savunucuları, söz konusu politikanın yalnızca hukuki değil, ahlaki açıdan da kabul edilemez olduğunu dile getiriyor.

Trump yönetimi ise kararı “ulusal güvenlik” ve “ekonomik öncelikler” gerekçesiyle savunuyor. Beyaz Saray sözcüsü, “ABD halkının refahını önceleyen dengeli bir göçmen sistemi inşa ettiklerini” öne sürdü. Ancak uzmanlara göre bu yaklaşım, ülkenin geleneksel mülteci kabul misyonuyla taban tabana zıt.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) ve birçok sivil toplum kuruluşu, Washington yönetimini uluslararası yükümlülüklerini ihlal etmekle suçladı. The Guardian’a konuşan bir yetkili, “Bu politika, küresel sığınma sistemine vurulmuş büyük bir darbe olabilir” ifadelerini kullandı.




Parlamento, 10 yıllık oturum planına ilişkin kanıt çağrısı başlattı

No comments

22 October 2025

Birleşik Krallık hükümetinin kalıcı oturum hakkını 5 yıldan 10 yıla çıkarma planı, göçmenlerde infial yaratmış ve bu konuda bir imza kampanyası başlatılmıştı. Bu tartışmaların ortasında Parlamento, “pathways to settlement” düzenlemelerinin etkilerini değerlendirmek üzere resmî bir Kanıt Çağrısı (Call for Evidence) başlattı.

 


“Call for Evidence” başlığı altında yayımlanan çağrıda, bu değişikliğin göç oranları, iş piyasası, göçmen haneler ve toplumsal entegrasyon üzerindeki olası sonuçlarına ilişkin bilgi toplanması hedefleniyor. Parlamento, süresiz oturum için bekleme süresini 10 yıla çıkarmanın hem ekonomik hem de sosyal etkilerini anlamaya çalışıyor: İşverenlerin yüksek vasıflı iş gücüne erişimi nasıl etkilenecek? Göçmen ailelerin mali yükü artacak mı? Uzun bekleme süresi, toplumla bütünleşmeyi zorlaştırır mı? gibi zaten cevabı bilinen sorulara cevap arıyor.

Bu süreçte, hükümetin planına karşı yasal göçmenlerin öncülük ettiği kampanya dikkat çekiyor. “Protect Legal Migrants: do not implement the 10-Year ILR proposal” başlıklı imza kampanyası 23 Kasım’a kadar sürecek olmasına rağmen 104 bini aşkın imzaya ulaştı. Katılımcılar, 5 yıl sonunda kalıcı oturum hakkı verileceği sözüne güvenerek hayat kurduklarını; kuralların geriye dönük olarak değiştirilmesinin adil olmadığını savunuyor.

Kampanyayı destekleyenler, özellikle sağlık ve bakım sektörlerinde çalışan göçmenlerin ülkenin en kırılgan hizmetlerini ayakta tuttuğunu, buna rağmen belirsizliğe mahkûm edildiklerini belirtiyor. Bu yasal düzel düzenleme gerçekleşirse henüz süresiz oturum almamış olan binlerce Ankara Anlaşmalı büyük bir yıkıma uğrayacak. 

Parlamentonun başlattığı Kanıt Çağrısı'na ilişkin metinde “mali etkiler, sosyal sonuçlar ve diğer ülkelerdeki örnekler” başlıklarıyla konunun kapsamlı biçimde inceleneceği belirtiliyor. Ancak bu durum İngiltere’de henüz süresiz oturumunu alamamış olan göçmenlerin endişelerini gidermiyor. 


Parlentonun başlattığı kanıt toplama çağrısına aşağıdaki linkten ulaşılabilir:

Call for Evidence - Committees - UK Parliament


Japonya’da göç konusu gündemde: Yabancı ebeveynlerden doğan bebek sayısı rekor kırdı

No comments

13 October 2025

Japonya’da yabancı ebeveynlerden doğan bebek sayısı 2024 yılında 22.878’e yükselerek doğumların yaklaşık yüzde 3,2’sini oluşturdu. Bu artış, uzun süredir nüfusun hızla yaşlanması ve doğum oranlarının düşmesiyle mücadele eden ülkede göç ve entegrasyon politikalarını yeniden gündeme taşıdı.



Sağlık Bakanlığı verilerine göre, aynı dönemde Japon ebeveynlerden doğan bebek sayısı 686.173’e gerileyerek bir önceki yıla göre 41 binden fazla azaldı. Uzmanlar, Japonya’nın demografik krizi karşısında yeni doğan çocukların giderek daha fazla yabancı kökene sahip olmasının, ülkenin kimlik tartışmalarını da derinleştirdiğini belirtiyor.

Yabancı anneler arasında en büyük grupları Çinli, Filipinli ve Brezilyalı kadınlar oluşturuyor. Ülkedeki yasal yabancı nüfusun 3,95 milyona yükseldiği, bu kişilerin çoğunun 20’li ve 30’lu yaşlarda olduğu bildiriliyor. Uzun vadede bu grubun Japonya’da kalıcı hale gelmesi ve ülkenin ekonomik iş gücü açığını kısmen kapatması bekleniyor.

Ancak bu gelişme, muhafazakâr çevrelerde göç karşıtı söylemlerin güçlenmesine yol açtı. Siyasi arenada özellikle Liberal Demokrat Parti içinde, yabancı işçilerin topluma entegrasyonu ve kamu düzeni üzerindeki etkileri konusunda sert tartışmalar yaşanıyor. Yerel yönetimlerin yabancı ailelere yönelik destek mekanizmalarının yetersiz olduğu da sıkça dile getiriliyor.

Japonya, hızla değişen demografik yapısıyla birlikte artık göçmen toplulukların kalıcı bir parçası haline geldiği yeni bir döneme giriyor. Uzmanlara göre, bu eğilim yalnızca nüfus politikalarını değil, aynı zamanda ülkenin toplumsal kimliğini de kökten dönüştürebilir.

Kaynak: The Guardian

Hükümetin süresiz oturumu 5 yıldan 10 yıla çıkarma planına karşı başlatılan imza kampanyasına destek büyüyor

No comments

12 October 2025



İngiltere hükümetinin süresiz oturum (ILR) hakkını 5 yıldan 10 yıla çıkarma planı, ülkedeki yüz binlerce yasal göçmeni ayağa kaldırdı. “Protect Legal Migrants” (Yasal Göçmenleri Koru) başlığıyla başlatılan imza kampanyası 12 Ekim tarihi itibariyle 98 bini aşkın imzaya ulaştı. Kampanya, İngiltere Parlamentosu’nun resmi platformu olan petition.parliament.uk adresinde devam ediyor.

Parlamentoda tartışma gündemde

Yürürlükteki mevzuata göre kampanya, 100.000 imzaya ulaştığında İngiltere Parlamentosu’nda tartışılmak zorunda. Hükümetin 10.000 imzayı aşan dilekçelere yanıt verme zorunluluğu da bulunuyor.

“Geriye dönük adaletsizlik olmaz”

Kampanyanın metninde, hükümetin bu planı “geriye dönük bir cezalandırma” olarak eleştiriliyor. İngiltere’de yasal yollarla yaşayan binlerce kişi, çalışma vizesiyle ülkede emek veriyor, vergisini ödüyor, topluma katkıda bulunuyor. Şimdi ise bu kişilere, “artık 10 yıl bekleyeceksiniz” denilmesi büyük tepki çekiyor.

Emek, umut ve belirsizlik

Birçok göçmen, sosyal medyada “beş yıl boyunca sabırla çalıştık, şimdi neden tekrar başa sarıyoruz?” diye soruyor. Kampanyayı destekleyenler, hükümetin “yasa dışı göçle mücadele” bahanesiyle yasal göçmenleri cezalandırdığını savunuyor.

 

New York'ta sınır dışı edilen göçmenler: "Bize hayvan gibi muamele ettiler"

No comments

11 October 2025



New York’taki 26 Federal Plaza binası, ABD’deki göçmenlerin sınır dışı edilme sürecinin en yoğun yaşandığı noktalardan biri hâline geldi. Ekvadorlu Rubén Abelardo Ortiz López’in eşi Monica Moreta Galarza, rutin bir mahkeme duruşması sonrası yaşadıkları şiddet anlarını “Bize hayvan gibi davrandılar” sözleriyle anlattı. 

Galarza, duruşma çıkışında eşiyle vedalaşırken göçmenlik görevlilerinin saldırısına uğradı; yere düşürüldü ve çocuklarının gözü önünde eşi gözaltına alındı. Olayın görüntülerinin sosyal medyada yayılması, kamuoyunda büyük tepki yarattı.

BBC’nin binada yaptığı gözlemler, bunun tekil bir olay olmadığını ortaya koydu. Gazeteciler ve avukatlar, federal ajanların göçmenleri duruşma salonlarından hızla çıkararak avukatlarıyla konuşmalarına izin vermediğini belirtiyor. Bazı tutuklamalar sessizce gerçekleşse de, son haftalarda yaşanan arbede ve şiddet vakaları, göçmenlerin ve yakınlarının travmatik deneyimler yaşamasına neden oluyor.

Ağustos ayının sonlarında yaşanan başka bir olayda, 26 Federal Plaza önünde bir baba, eşi ve küçük oğluyla birlikte beklerken onlarca ICE (Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza Dairesi) görevlisi tarafından çevrildi. Kadın, eşine sarılarak direnmeye çalışsa da zorla uzaklaştırıldı. Görüntülerde aynı memurun, daha önce Monica Moreta Galarza’yı da yere düşüren kişi olduğu iddia edildi. Olay sonrası İç Güvenlik Bakanlığı (DHS), memurun geçici olarak açığa alındığını açıkladı.

Geçen hafta ise iki gazetecinin gözaltı anını görüntülemeye çalışırken ICE görevlileri tarafından yere itilmesi, durumu daha da tırmandırdı. Foto muhabiri Olga Fedorova, BBC’ye yaptığı açıklamada “Daha önce federal ajanlarla hiçbir sorun yaşamamıştık. Bu, ilk kez böyle bir şiddetle karşılaşmamız” dedi. DHS Sözcüsü Tricia McLaughlin ise memurların “operasyonlarını engelleyen kişiler” nedeniyle müdahale ettiğini savundu.

Trump yönetiminin “kitlesel sınır dışı” politikası kapsamında, New York bölgesinde gözaltına alınan 3.320 göçmenin yarısının 26 Federal Plaza’da tutuklandığı bildirildi. Bu kişilerin büyük çoğunluğunun herhangi bir sabıka kaydı bulunmadığı belirtiliyor. Avukatlar, mahkemelere gelen göçmenlerin artık büyük korku yaşadığını ve çoğunun duruşmalarına katılmamayı tercih ettiğini söylüyor. Monica Moreta Galarza ise yaşadıklarının ardından “Ekvador’daki adaletsizlikten kaçtım ama burada da aynı muameleyi gördüm. Kendimi değersiz hissediyorum” diyerek çaresizliğini dile getirdi.

Hükümetten kalıcı oturumu zorlaştırma planı: “Göçmenler kalıcı oturum için ülkeye katkılarını kanıtlamalı"

No comments

29 September 2025

İngiltere'de ırkçı Reform Partisi'nin anketlerde yükselişini gören hükümet Nigel Farage'dan rol çalmak için süresiz oturumu zorlaştıran bir dizi uygulama için düğmeye bastı. İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göçmenlerin kalıcı oturum hakkı kazanabilmesi için topluma katkılarını göstermeleri gerektiğini söyledi.



Labour Parti konferansında konuşan İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göçmenlerin İngiltere’de süresiz oturum hakkı elde etmesi için yeni şartlar getirileceğini açıkladı. Buna göre göçmenlerin iyi seviyede İngilizce öğrenmesi, temiz bir sabıka kaydına sahip olması ve gönüllü çalışmalara katılması gerekecek.

Mahmood, bu politikayla hem toplumsal birlikteliği güçlendirmeyi hem de Reform UK’nin “oturumu tamamen kaldırma” önerisine karşı net bir çizgi çizmeyi hedeflediklerini belirtti. İngiltere’ye katkıda bulunan göçmenlerin kabul görmesi gerektiğini söyleyen bakan, “Burada yaşamanın şartı, bu ülkeye katkıda bulunmaktır” dedi.

Labour hükümeti, göçmenlerin süresiz oturum alabilmesi için gerekli süreyi 5 yıldan 10 yıla çıkarmayı planlıyor. Bunun yanında göçmenlerin çalıştıklarını, sigorta primi ödediklerini ve sosyal yardımlardan faydalanmadıklarını kanıtlamaları da beklenecek. Öte yandan, ülkeye önemli katkı sağlayan veya özel becerilere sahip olanların daha erken oturum alabilmesi gündemde.

Konuşmasında kişisel deneyimlerine de yer veren Mahmood, ailesinin İngiltere’ye göç hikâyesinden söz etti. Çocukken ailesinin dükkânında çalışırken yaşadığı hırsızlık olaylarını hatırlatan bakan, “Düşük seviyeli” olarak görülen suçların aslında insanlarda büyük bir etki yarattığını vurguladı. Bu nedenle kış boyunca ülke genelinde polis ve esnaf iş birliğiyle bir “hırsızlıkla mücadele seferberliği” başlatılacağını duyurdu.



Tuğçe Yaşar'ın "Kurtarılmış Zamanlar" kitabı üzerine

No comments

28 September 2025





Tuncay Bilecen

Tuğçe Yaşar’ın, Ocak 2023’te Sözcükler Yayınları tarafından yayımlanan Kurtarılmış Zamanlar başlıklı öykü kitabı birbirinden bağımsız on öyküden oluşuyor. Öyküler her ne kadar bu şekilde kurgulansa da Kurtarılmış Zamanlar’da; göç, uyum sorunu, dil yetersizliği, göçmenlerin Fransa’daki çalışma koşulları, farklı mekânsallıklarda yaşam sürmenin aşk, arkadaşlık ve aile ilişkilerine etkisi gibi göçmenliğe dair yaşanmışlıkların öne çıkan ortak izlekler olduğu söylenebilir. Bu da bir bakıma kurgusal olmasa da izleksel olarak öyküleri birbirine teyelliyor ve okuyucuda bir bütünlük hissi uyandırıyor.

Öykülerde, göç ve göçmenliğin ortak izlekler olması yazarın yaşamıyla da paralellik taşıyor, zira kitapta yer alan öz yaşam öyküsünden Tuğçe Yaşar’ın lise ve yüksek öğrenimini Fransa’da tamamladığını öğreniyoruz (s.1). Yazarın bu sırada yaptığı gözlem ve yaşadığı deneyimlerin Kurtarılmış Zamanlar’da göze çarpan, göç ve göçmenliğe dair yaşanmışlık hissi veren duygu durumlarının kaynağını oluşturduğu söylenebilir.

Yetmiş iki sayfadan oluşan kitapta yer alan on öykünün bir diğer ortak özelliği ise her birinin çok kısa metinlerden oluşması. Detaylı tasvirlere yer vermeden, “o an”a odaklanılması kurgusal olarak öyküleri karakterlerin geçmişinden uzaklaştırırken okuyucuyu da dolambaçlı olmayan yollardan öykünün meramına ve şimdiye getiriyor. Tuğçe Yaşar, sosyal medya kullanımının da etkisiyle odaklanma süresinin saniyelerle ölçüldüğü bir dönemde, öykülerindeki karakterleri ve olay örgüsünü çok derinleştirmeden öyküyü varacağı istikamete bir an önce ulaştırıyor. Her ne kadar olaylar çabuk gelişip çabuk serimlense bazen de netice okuyucuya bırakılsa da yazar bunu telaşlı bir anlatımla yapmıyor. Dolayısıyla bu kurgusal tutum okuyucunun da anda kalma duygusunu pekiştiriyor.    

Göçmenlerin “dil yetersizliği” nedeniyle yaşadığı sorunlar Kurtarılmış Zamanlar’ın ortak temalarından birini oluşturuyor. Örneğin “La Carte La Carte” başlıklı öyküde Hekimhan’dan Fransa’ya göç eden, gündüzleri inşaat işçiliği, hafta sonları ise düğünlerde zurnacılık yapan Kevî’nin Paris’teki yaşamına tanıklık ediyoruz. “Fransızcayı kahve istemeyi ve ağrıyan yerini anlatabilecek kadar” kavrayan Kevî, dört yıldır yaşadığı Fransa’da oturum alamadığı için halen kaçaktır. Mahkeme tarafından sürekli ret almaktan yorulan Kevî son duruşmaya paragöz avukatı olmadan bir tercüman yardımıyla çıkar. Kevî duruşma esnasında konuşulanları çat pat anlar ama müziğin evrensel dili Kevî’nin dil sorununu ortadan kaldırır: “Bu kez zurnasını çıkarıp Diyarbekir Yolunda Türküsü’nü çaldı. Salondaki Afrikalı, Çinli, Pakistanlılar alkış tuttu. Kimisi ayağa kalkıp dans etti” (s.25). Duruşma çıkışında arkadaşının durumuyla ilgili kötü bir haber alacak olsa da Kevî müziğin evrensel diliyle oturum sorununu şimdilik halletmiştir.

“Renkli Boya Kalemleri” adlı öyküde ise dil yeterliliği ve ayrımcılık ortak temalardır. Öykü göçmen çocuklarıyla dolu bir ilkokul sınıfının anlatımıyla başlar, öykü kahramanı dil yetersizliği yaşadığından çizerek anlatmayı daha çok sevmektedir, bu yüzden en sevdiği ders resim dersidir. Tuğçe Yaşar, bu öyküde dil bilmemenin verdiği çaresizliği çarpıcı bir şekilde tanımlamıştır:

Dil bilmeyen insanlar konu ne olursa olsun sohbet esnasında sık sık güler. Hem de olur olmadık yerde. Soru sorulduğunda anlamadığı zamanlar olur, evet ya da hayır deyip hemen gülmeye başlarlar. O gülüş, anlamış gibi yapmak değil de, “Bir gün bütünüyle anlayacağım, benimle sohbet etmeyi sürdür,” demek sanki (s.8).

Resim öğretmeni Madam Veziat, öğrencilerin arkadaşları Eflâ’nın okuldan atılmaması için verdikleri kâğıda destek imzası atmak yerine dolu olan kalem kutusuna başka bir boya kalemini sokmaya çalışarak dolu kalem kutusu metaforunu kullanır; “Bak Eflâ, bu kalem kutusu Fransa, bu tek kalem de sensin. (…) Ama bak bu kalem buraya girmiyor, çünkü artık yer yok” (s.10) der. Madam Veziat’ın bu sözleri öykü kahramanını derinden sarsar, bunu “Belki de hayatımda hiçbir Fransızca cümleyi bu kadar çabuk ve temiz, tek seferde anlamamışımdır” diyerek ifade eder.  

Öykünün sonunda ise mücadele ve dayanışma ruhu galip gelmiş, Madam Veziat’ın kullandığı kalem kutusu ve boya kalemleri metaforu tersine dönmüştür: “Hayet, Eflin ve Arthur, ‘Hepimiz göçmen çocuğuyuz!’ diye slogan atıyor. Her biri o bardaktaki renkli boya kalemlerine benziyor. Yan yana başları dik! Ben de rengimi onlara katıyorum” (s.10).

“Paris’in Şölen Yeri Geceleri” adlı öyküsünde ise göçmenlerin çalışma koşullarına tanıklık eder okuyucu, bu koşullar göç edilen ülkenin dilinin geç öğrenilmesinin ipuçlarını da ortaya koyar. Çünkü “hoparlördeki şarkılar işçiler diri kalsın diye hep yüksek sesteydi” (s.34). Bu da göçmenlerin kendi aralarında konuşmalarını ve sosyalleşmelerini engellemektedir. Bu yüzden ancak mesai bitiminde birbirleriyle konuşma fırsatı bulurlar. Hikâyenin Cezayirli ve Türk kahramanları kendi aralarında konuşurken, Cezayirli söze girer: “‘Birbirimizin yüzünü göremiyoruz, kaldı ki konuşacağız da dilini geliştireceksin! Allah iyiliğini versin abi’” (s.39).

Kitabın son öyküsü “Mavi Masa”da ise gurbette gerçekleştirilen çok kültürlü, çok dilli buluşmalara şahitlik eder okuyucu. Burada da müzik dost sohbetlerinin ortak dili olarak karşımıza çıkar. Sabaha eren gecenin sonunda dostlar birer birer ayrılırken geriye Veronika dışında sadece Türkiye’den göç edenler kalmıştır. “Artık sohbetin tek dili bütünüyle Türkçe olmuştu. Veronika da seheri bekleyenlerdendi. Konuştuklarımızdan bir şey anlamasa da can kulağıyla dinliyordu” (s.74).

Göçmenliğe ilişkin alışageldik bu olgu başka birçok göçmen yazarın yapıtlarında da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Menekşe Toprak’ın Temmuz Çocukları (2011) romanında da Hangi Dildedir Aşk (2009) adlı öykü kitabında da anadil korunaklı bir liman olma özelliğini çok kültürlü sohbetlerde sürdürür. Toprak, bunu bir güvence ve rahatlama olarak yansıtırken karşı tarafın tepkisine yer vermeyi de ihmal etmez;

Üstelik ikisinin aralarında Türkçe konuşması Polonyalı yazarı da, çevirmeni de rahatsız etmemişti. Belki de herkes ortak bir yabancı dili konuşmaktan yorulmuş, şimdi ana diline dönerek rahatlamıştı (Toprak, 2009, s.22).

Tuğçe Yaşar’ın öykülerinde dil meselesi sadece göçmenlerin yaşadığı dil sorunuyla sınırlı kalmaz, anadil de izleklerden biridir. “Taksi Balıkçısı” öyküsü, Paris’te çevirmenlik yapan Çiçek’in İstanbul’da arkadaşı Sedef’in evini ziyaretini konu alır. Çiçek, taksiyle Sedef’e giderken taksicinin telefonda Kürtçe konuşması üzerine ilkokul anılarına geri döner. Kürtçenin bir dil, anadili olduğunu o yıllarda yaşadığı bir olay üzerine annesinden öğrenmiştir.

Göçmenlerin emek piyasalarındaki görünümleri Yaşar’ın öykülerinin bir başka ortak izleğidir. “Tadeo Kalarov” adlı öyküsü Türkiye’de ekonomik olarak zorlanan Zafer ve Yade çiftinden, “Memlekette artık yaşanmaz” diyen Zafer’in pandemi döneminde Fransa’ya göçünü konu alır. Sahte Bulgar kimliği olan Zafer, Tadeo Kalarov ismiyle bilinir ve çoğu yeni gelen göçmen gibi bir inşaatta iş bulur. İşi ve odası arasında mekik dokuduğu rutin yaşamına başlar. Göçmenlerin gündelik yaşamlarına uzun uzadıya yer vermeyen yazar, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi bir an önce varacağı yere varır, Zafer inşaatta geçirdiği bir iş kazasında hayatını kaybeder. “Evleneli bir buçuk yıl olmuştu. Biraz para biriktirdikten sonra salgına da çare bulununca ailesini yanına aldıracaktı. Salgın gibi Zafer’in kaçakçılığı da sürerken, Tadeo’nun kıyafetleri ve Bulgar kimliği Zeynel Ustabaşına verildi” (s.18).

“Paris’in Şölen Yeri Geceleri” başlıklı öykü göçmenlerin zorlu çalışma koşullarına ilişkin detaylı tasvirlerle doludur. Bu öyküde göçmen işçiler arasındaki çekişmeler ve rekabetin yanı sıra göçmen işçi sirkülasyonu da yer alır. “Mavi yelekli ustalar her yorgunluğa, bıkkınlığa yetişemezdi. Kimi işçinin dayanamayıp molada istifasını verip çekip gittiği de olurdu. Sokak, okul, ev arasında öğrendikleriyle çelişip denge tutturamayan gençlerinse yerine başkalarının geçmesi uzun sürmezdi” (s.34). Bu öykü de tıpkı “Renkli Boya Kalemleri”nde olduğu gibi göçmenler açısından ümitvâr bir sonla biter ve tıpkı o öyküdeki gibi bir metaforu tersine çevirir yazar. Göçmenlerin birbirleriyle konuşmamaları ve tempolu çalışmaları için çalışma ortamında yüksek sesle dinletilen Dans sa bulle şarkısı grev marşı olup çıkmıştır.  

Kurtarılmış Zamanlar’ın bir başka ortak izleği ise farklı mekânsallıklarda yaşamanın arkadaş, aile ve aşk ilişkilerine yansımasıdır. Örneğin “Ardıç Kuşu” adlı öyküde öykü anlatıcısının Yunan sevgilisiyle yaşadığı aşk ilişkisini arkadaşı Zeynep’e anlatması konu edilir. Sonradan Yunanistan’a gittiği anlaşılan Yunan sevgili bir ara ortadan kaybolmuş, aylar sonra ise yeniden ortaya çıkmıştır. Ardıç kuşu bu yönüyle bir bakıma gurbet içinde gurbeti yaşamayı, göç edilen yerde köklü ilişkiler kuramamayı gösterir gibidir. “Ardıç Kuşu şimdi bir yerlerde gitarını çalıp şarkı söylüyordur. Bir kadının parmaklarına dokunup hangi enstrümanı çalabileceğini tartışıyordur” (s.45).

“Denize Atılan Taşlar” öyküsü ise araya giren mesafelerle birlikte dostluklar yıllara meydan okur mu? Biz ve geride bıraktığımız yıllar sonra bile aynı kişiler midir? sorularını sordurur. Bu öyküde göçmenlerin yaşadığı aidiyet sorununun arkadaş ilişkilerine yansıması örtük olarak kendisini hissettirir.

Tuğçe Yaşar’ın kendine özgü üslubu ve diliyle kaleme aldığı Kurtarılmış Zamanlar, göç ve göçmenliği çeşitli biçimleriyle aktarması ve yaşanmışlıklardan süzülen gerçekçi anlatımıyla göç yazınına ilgi duyanların keyifli okuyacağı bir kitap olma özelliği taşıyor.

 

Tuğçe Yaşar, Kurtarılmış Zamanlar, Sözcükler, 2022, 77 sayfa

 

Kaynakça:

Toprak, Menekşe, Hangi Dildedir Aşk, Yapı Kredi Yayınları, 2009

Toprak, Menekşe, Temmuz Çocukları, İletişim, 2011


* Bu yazı Göç dergisinin Kasım - 2023 sayısında yayınlanmıştır.

https://dergi.tplondon.com/goc/article/view/872

İngiltere’de zorunlu dijital kimlik dönemi başlıyor

No comments

26 September 2025

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, ülkede yaşayan vatandaşlar ve yasal oturum sahipleri için ücretsiz dijital kimlik uygulamasını hayata geçireceklerini duyurdu. Hükümet “Plan for Change” başlığı altında açıkladığı yeni adımla, yasa dışı göçün önüne geçmeyi hedefliyor.



Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre, dijital kimlik sistemi parlamentonun bu döneminin sonuna kadar “Right to Work” yani çalışma hakkı kontrollerinde zorunlu hale gelecek. Böylece işverenler, çalışanlarının yasal statüsünü dijital ortamda hızlıca doğrulayabilecek. Hükümet, bu adımın yasa dışı istihdamı azaltarak küçük teknelerle yapılan tehlikeli Kanal geçişlerini caydıracağını savunuyor.

Yeni sistem yalnızca göçmenleri denetlemekle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda vatandaşlara günlük yaşamda önemli kolaylıklar sağlayacak. Dijital kimlik, sürücü belgesi başvurusu, çocuk bakımı ve sosyal yardımlar gibi hizmetlere erişimi hızlandıracak. Kullanıcıların kimlik bilgileri, telefonlarındaki dijital cüzdanda saklanacak. Yetkililer, tıpkı NHS uygulaması ya da temassız ödemelerde olduğu gibi, güvenli şifreleme ve kimlik doğrulama teknolojilerinin kullanılacağını vurguluyor.

Starmer, yaptığı açıklamada “Çalışan insanlar bu ülkeye yönelik yasa dışı göçten kaygılı. Güvenli sınırlar ve kontrollü göç, makul taleplerdir. Bu hükümet dinliyor ve gereğini yapıyor” ifadelerini kullandı. Başbakan, dijital kimliğin yalnızca göçü kontrol etmek için değil, aynı zamanda vatandaşlara hızlı ve güvenli hizmet sunmak için “en büyük fırsatlardan biri” olduğunu belirtti.

Uygulamanın, akıllı telefon kullanamayan veya dijital dünyaya uzak gruplar için erişilebilir olacağı da açıklandı. Bu kapsamda yaşlılar, evsizler ve teknolojiye sınırlı erişimi olan kişiler için yüz yüze destek programları oluşturulacak. Hükümet ayrıca, uygulamanın tasarım sürecinde kamuoyu danışma toplantıları düzenleyerek farklı toplulukların görüşlerini almayı planlıyor.

Dünya genelinde Estonya, Danimarka ve Hindistan gibi ülkelerde benzer dijital kimlik sistemlerinin başarıyla uygulandığını hatırlatan yetkililer, İngiltere’nin de bu adımla hem güvenliği artıracağını hem de vatandaşların hayatını kolaylaştıracağını vurguluyor.


Kaynak: https://www.gov.uk/

Reform Partisi’nden “kalıcı oturumu” kaldırma vaadi

No comments

22 September 2025

İngiltere’de göçmen karşıtlığı ile bilinen ve şu anda anketlerde birinci sırada yer alan Reform UK partisi, göçmenlerin beş yılın sonunda elde ettiği süresiz oturum hakkını kaldırmayı vaat etti. Parti, planlarının kamu maliyesinde yüz milyarlarca sterlin tasarruf sağlayacağını savunsa da bu iddianın hiçbir bilimsel temeli bulunmuyor.

Reform UK, iktidara gelmesi halinde göçmenlerin Süresiz Oturum İzni (ILR) hakkını kaldıracağını açıkladı. Mevcut sistemde göçmenler beş yılın ardından süresiz oturum ve vatandaşlığa geçiş hakkı kazanabiliyor. Yeni planda ise göçmenler her beş yılda bir vize yenilemek zorunda kalacak.

Parti ayrıca İngiliz vatandaşları dışında kimsenin refah yardımlarına erişemeyeceğini belirtiyor. Reform UK, bu düzenlemelerin kamuya maliyetinin önümüzdeki yıllarda 234 milyar sterlin azalacağını öne sürdü. Ancak Reform Partisi’nin bu hesaplamalarının hiçbir bilimsel dayanağı bulunmuyor.

Reform UK’in politika şefi Zia Yusuf, Telegraph gazetesine yazdığı makalede “Ucuz yabancı işgücü dönemi sona eriyor” ifadesini kullandı. Yusuf, bu düzenlemeyle yüz binlerce göçmenin oturum hakkını kaybedeceğini, sosyal yardımlara bağımlı olanların büyük kısmının gönüllü olarak ülkeyi terk edeceğini söyledi. Ayrılmayanların ise “kitlesel sınır dışı programı” çerçevesinde gönderileceğini belirtti.

Hükümet cephesinden ise planlara sert tepki geldi. Bir hükümet sözcüsü, Reform’un önerilerini “ucuz bir siyasi manevra” olarak nitelendirerek, mevcut sistemde yabancı uyrukluların sosyal yardımlara erişiminin zaten ciddi kısıtlamalara tabi olduğunu ve bunun daha da daraltılması için çalışmaların sürdüğünü vurguladı.

 



Stand Up to Racism etkinliği 23 Eylül'de Day-Mer'de gerçekleştirilecek

No comments

19 September 2025

Londra’nın Hackney bölgesinde faaliyet gösteren “Stand Up to Racism” hareketinin katılımıyla,  23 Eylül Salı günü saat 19.00’da Day-Mer Kültür Merkezi'nde ırkçılık ve faşizme karşı örgütlenme toplantısı gerçekleştirilecek.



Etkinlikte konuşmacılar arasında uzun yıllar milletvekilliği yapmış olan Diane Abbott MP ve yerel aktivist Samira Ali yer alacak. Katılımcılar, ırkçılığa ve göçmen karşıtlığına karşı yürütülen mücadelelerin nasıl daha güçlü bir şekilde örgütlenebileceğini tartışacak.

Toplantıda, göçmen topluluklarının ve yerel halkın bir araya gelerek son dönemde artan ırkçı, aşırı sağ harekete karşı dayanışmayı büyütmek hedefleniyor.

 “Stand Up to Racism” hareketi, Birleşik Krallık genelinde göçmen haklarının savunulması, İslamofobi ve ırkçı saldırılara karşı toplumsal tepkinin örgütlenmesi için uzun süredir eylemliliklerde bulunuyor. 

Etkinlik Detayları

  • Tarih: 23 Eylül Salı

  • Saat: 19.00

  • Yer: Day-Mer Kültür Merkezi

  • Adres: 16 Howard Road,  London, N16 8PU

  • Konuşmacılar: Diane Abbott MP, Samira Ali


İngiltere - Fransa arasındaki göçmen anlaşmasında hukuksal kriz

No comments

17 September 2025

İngiltere ile Fransa arasında imzalanan göçmen iade anlaşması, daha başlamadan ciddi engellerle karşılaştı. Londra’daki Yüksek Mahkeme, 25 yaşındaki Eritreli bir gencin Fransa’ya gönderilmesini geçici olarak durdurdu. Sığınmacı genç, Libya’da modern kölelik ve kötü muameleye maruz kaldığını öne sürerek koruma talep etti. Mahkeme en az 14 günlük bir durdurma kararı vererek, iddiaların araştırılmasına fırsat tanıdı.



Hükümet açısından bu karar, planlanan "bir giren, bir çıkan" iade uçuşlarının başlamasını geciktirdi. Aslında yetkililer, bu hafta boyunca Fransa’ya düzenli uçuşlar yapılmasını bekliyordu. Ancak modern kölelik ve insan ticareti yasalarının devreye girmesi, sürecin düşündüklerinden çok daha karmaşık olduğunu gösterdi.

Home Office’in kendi insan ticareti biriminin, Eritreli gencin iddialarını zayıf bulmasına rağmen, kararın kesinleşmemiş olması büyük bir açmaz yarattı. Mahkeme sürecinde bakanlığın kendi uzmanlarının da bu gencin Fransa’dan başvurusunu sürdürmesinin beklenmeyeceğini belirtmesi, hükümetin pozisyonunu daha da zayıflattı. Bu nedenle sabah uçağıyla gönderilmesi planlanan yolcu, son anda listeden çıkarıldı.

Siyasi açıdan risk büyük. Zira hükümetin kendi avukatları bile, bu tür engellemelerin caydırıcılık etkisini ortadan kaldırabileceğini mahkemede dile getirdi. Nitekim benzer iddiaları olan pek çok göçmenin, süreci aylarca hatta yıllarca uzatabileceği endişesi var. Muhalefetteki Muhafazakârlar, gelişmeyi hükümetin yetersizliğinin kanıtı olarak gösterirken; iktidar ise anlaşmanın tamamen çökmediğini, ama sürecin kolay olmayacağını kabul ediyor.

Yeni İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göreve başlar başlamaz yasa dışı göçle mücadelede "ne gerekiyorsa yapılacak" demişti. Ancak ilk büyük sınavında karşılaştığı bu hukuki engel, hem bakanın hem de hükümetin göç politikasındaki kararlılığını test ediyor. Önümüzdeki haftalarda Fransa’ya iadelerin başlayıp başlamayacağı, bu sürecin en kritik sorusu olacak.

Kaynak: BBC

Avustralya’da göçmen krizi büyüyor

No comments

07 September 2025

Avustralya’da pandemi sonrası artan göç rakamları siyasette tartışmaları alevlendirdi. Uzmanlar, hükümetin net bir göç planı sunmamasının yanlış bilgilendirmeleri ve aşırı görüşleri güçlendirdiğini söylüyor.



Tüm dünyada güçlenen aşırı sağın en önemli argümanı olan göçmen karşıtlığı Avustralya'da da karşılık bulmaya başladı. Avustralya’da son yıllarda yükselen göç rakamları kamuoyunda yoğun tartışmalara yol açıyor. 2022 sonrasında net göçte yaşanan artış, özellikle konut kriziyle birlikte birçok kesimde tepkilere neden oldu. Ancak uzmanlar, pandeminin ilk döneminde göçün negatif seyrettiğini ve uzun vadede rakamların geçmiş yıllardan çok da farklı olmadığını hatırlatıyor.

Göçmenlerin konut fiyatlarını artırdığı yönündeki iddialara karşı çıkan ekonomistler, asıl sorunun onlarca yıldır süregelen yapısal konut yetersizliği olduğunu belirtiyor. İşgücü piyasasına bakıldığında da göçün olumsuz etkisine dair veri bulunmadığı vurgulanıyor. İşsizlik düşük seviyelerde seyrederken, işverenler hâlâ inşaat, yaşlı bakımı ve bilişim gibi alanlarda ciddi eleman açığı bulunduğunu dile getiriyor.

Buna rağmen hükümetin göç politikalarında net bir yol haritası ortaya koymaması, eleştirilerin odağında. 2023’te Labor hükümeti “ilkelere dayalı” kapsamlı bir plan sözü vermiş olsa da bugüne kadar somut bir adım atılmadı. İçişleri Bakanı Tony Burke yalnızca daimi göç kotasını sabit tuttuğunu açıklarken, Hazine Bakanı Jim Chalmers net göç rakamlarının bir hedef ya da tavan olmadığını ifade etti.

Göç uzmanı Abul Rizvi ve KPMG’den ekonomist Terry Rawnsley ise bu yaklaşımın boşluk yarattığını ve aşırı sağ söylemlerin güçlenmesine zemin hazırladığını düşünüyor. Uzmanlar, Avustralya’nın ekonomik ihtiyaçlarını, konut kapasitesini ve toplumsal dengeleri gözeten, şeffaf ve bilimsel temelli bir göç politikasına ihtiyaç duyulduğunu vurguluyor. Böyle bir planın, toplumda bölünme yerine ortak faydayı öne çıkarabileceği belirtiliyor.

Nihayetinde göçmenlerin Avustralya’ya sağladığı katkılar inkar edilemezken, belirsizlik ve plansızlık toplumsal huzursuzluğu körüklüyor. Uzmanlara göre, siyasi cesaret gösterilerek hazırlanacak kapsamlı bir göç stratejisi, ülkenin en önemli sorunlarından biri olan konut ve işgücü dengesini çözmede anahtar rol oynayabilir.


Kaynak: The Guardian

 

ABD'nin sınır dışı ettiği göçmenler Ruanda'ya ulaştı

No comments

01 September 2025

ABD ile Ruanda arasında yapılan tartışmalı sınır dışı anlaşması kapsamında ilk grup göçmen Ruanda’ya ulaştı. 



Göçmen karşıtlarının Ruanda sevdası bitmiyor. Ruanda daha önce de 2022’de İngiltere ile benzer bir anlaşma yapmış, ancak bu plan İngiltere’de hükümet değişikliğiyle iptal edilmişti.

Ruanda hükümet sözcüsü Yolande Makolo’nun açıklamasına göre, ABD’den gönderilen yedi kişi ağustos ortasında Kigali’ye geldi. Bu kişilerden üçü kendi ülkelerine dönmek isterken, dördü Ruanda’da kalıp yeni bir yaşam kurmayı tercih etti.

Ruanda, 5 Ağustos’ta yaptığı duyuruda ABD’den 250 kişiye kadar kabul edebileceğini, ancak her bir başvuruyu tek tek onaylama hakkına sahip olacağını açıklamıştı. İlk gelenlerin, uluslararası bir kuruluş tarafından sağlanan konaklama imkanına yerleştirildiği ve Uluslararası Göç Örgütü (IOM) ile Ruanda sosyal hizmet birimlerinin ihtiyaç tespitinde bulunduğu bildirildi.

Makolo, anlaşmanın Ruanda’nın kendi göç ve mülteci deneyimlerinden kaynaklandığını söylese de, yerel aktivistler bu adımın esasen ekonomik ve siyasi çıkarlarla bağlantılı olduğunu ifade ediyor. Anlaşmanın, Ruanda’nın hem maddi gelir elde etmesini sağladığı hem de Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ndeki (DKC) barış görüşmelerinde Kigali’ye avantaj kazandırdığı öne sürülüyor.

Trump yönetimi ise üçüncü ülke anlaşmalarını, bazı devletlerin kendi vatandaşlarını kabul etmeyi reddetmesi nedeniyle gerekli gördüğünü savunuyor. 

Kaynak: The Guardian

Göçmen karşıtı gösteriler Avustralya’nın gündeminde

No comments

31 August 2025

Avustralya’da hafta sonu Sydney, Melbourne ve Adelaide başta olmak üzere birçok şehirde binlerce kişi göçmen karşıtı sloganlarla sokaklara çıktı.





Yetkililer, “March for Australia” adı verilen eylemleri “nefret yaymak” ve “toplumsal birlikteliği tehdit etmek” olarak nitelendirirken, hükümetten sert tepkiler geldi. Sydney’de yaklaşık 8 bin kişinin toplandığı mitinglerde geniş güvenlik önlemleri alınmasına rağmen ciddi bir olay yaşanmadığı belirtildi.

Melbourne’de ise durum daha gergindi. Göçmen karşıtı eylemciler, aynı gün yapılan Filistin yanlısı mitingle karşı karşıya geldi ve bazı noktalarda arbede yaşandı. Parlamentonun merdivenlerinde konuşanlar arasında, neo-Nazi kimliğiyle bilinen Thomas Sewell’in bulunması ise tartışmaları alevlendirdi. Adelaide’de de yaklaşık 15 bin kişinin katıldığı yürüyüş ve karşı gösteriler büyük ilgi gördü.

Yürüyüşlere aşırı sağ görüşlü isimlerin yanı sıra bazı muhalefet politikacıları da destek verdi. One Nation senatörü Pauline Hanson ve federal milletvekili Bob Katter mitinglerde yer aldı. Gösterilerde taşınan bazı pankartlar ise endişe yarattı. Bunlardan biri, geçtiğimiz günlerde iki polisi öldürmekle suçlanan “egemen yurttaş” hareketinden Dezi Freeman’a destek mesajı içeriyordu.

Hükümet kanadından gelen açıklamalarda, bu tür eylemlerin Avustralya’nın modern değerlerine aykırı olduğu vurgulandı. İçişleri Bakanı Tony Burke, “Toplumsal uyumu zedeleyen, insanları bölmeye çalışanlara bu ülkede yer yok” derken, Çok Kültürlülük Bakanı Dr. Anne Aly de göçmen topluluklara destek mesajı vererek “Bu tür ırkçı hareketler Avustralya’da barınamaz” ifadelerini kullandı.

Gösterileri organize eden grup ise kitlesel göçün kültürden ekonomiye birçok alanda ülkeye zarar verdiğini iddia ediyor. Ancak hükümet ve sivil toplum kuruluşları, bu tür hareketlerin aslında yalnızca ayrımcılığı ve toplumsal kutuplaşmayı körüklediğini belirtiyor. Avustralya’da son dönemde yükselen aşırı sağcı hareketler ve buna karşı alınan yasal önlemler, ülkenin demokrasi ve birlik anlayışını koruma konusundaki kararlılığını öne çıkarıyor.

 

Kaynak: BBC

 

Reform Partisi’nden 600 bin göçmeni sınır dışı etme planı

No comments

26 August 2025

Reform Partisi, gelecek seçimlerde iktidara gelmesi durumunda beş yıl içinde 600 bin göçmeni sınır dışı etmeyi planladığını duyurdu.



İngiltere'de göçmen karşıtlığıyla bilinen ve şu anda anketlerde birinci parti olarak görülen Reform Partisi lideri Nigel Farage, küçük teknelerle İngiltere’ye ulaşan kişilerin sığınma hakkı talep edemeyeceğini ve ülkeye giriş yapanların gözaltı merkezlerine alınarak geri gönderileceğini açıkladı. Plan, “Adaleti Geri Getirme Operasyonu” adıyla kamuoyuna tanıtıldı.

Parti, söz konusu süreç için 10 milyar sterlinlik bir bütçe ayrılacağını, bu kapsamda ülkelerle anlaşmalar yapılarak geri kabul programlarının oluşturulacağını belirtiyor. Reform, ayrıca Afganistan ve Eritre gibi ülkelere yönelik yardım ve ödeme paketleri hazırlamayı, anlaşma yapılmayan ülkelere ise yaptırım uygulamayı öngörüyor.

Reform’un açıklamasına göre 18 ay içinde kullanılmayan askeri üslerde 24 bin kişilik gözaltı merkezleri kurulması hedefleniyor. Bunun yanı sıra günde beş charter uçuşuyla sınır dışıların gerçekleştirilmesi, ayrıca Rwanda ve Arnavutluk gibi ülkelerle barınma konusunda iş birliği yapılması planlanıyor.

Muhalefet partileri ise Reform’un önerilerini eleştirdi. İşçi Partisi planı “uygulanamaz” olarak nitelendirirken, Muhafazakâr Parti benzer düzenlemeleri daha önce açıkladıklarını belirtti. Liberal Demokratlar ise planın detaylarının belirsiz olduğunu ve pratikte hayata geçirilmesinin güç göründüğünü dile getirdi.

Resmî verilere göre 2024’te Manş Denizi üzerinden gelen kişi sayısında önceki yıla göre yüzde 46 artış yaşandı. Aynı dönemde 111 bin sığınma başvurusu yapıldığı ve ülkede düzensiz göçmen sayısının 650 bini aştığı tahmin ediliyor.


Kaynak: BBC

İngiltere – Fransa “göçmenlerin geri kabul anlaşması” insan hakları açısından tartışma yaratıyor

No comments

23 August 2025

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, Fransa ile varılan göçmen iade anlaşmasını "çığır açıcı" olarak nitelendirdi. Ancak insan hakları savunucuları ve göçmen hakları örgütleri, bu pilot uygulamanın temel hak ve özgürlükler açısından endişe verici boyutlara ulaşabileceğini belirtiyor.



Anlaşmaya göre, İngiliz güvenlik güçleri, her hafta Manş Denizi’ni küçük teknelerle geçen 50 kişiyi gözaltına alarak Fransa’ya geri gönderecek. Bu kişilerin biyometrik verileri kaydedilecek ve tekrar İngiltere’ye geçmeleri halinde yeniden iade edilecekler. İngiliz hükümeti, Fransa'nın "güvenli bir ülke" olduğunu belirterek insan hakları temelli itirazların başarılı olma ihtimalini düşük görüyor. Ancak bu yaklaşım, mülteci hukukunun temel ilkeleriyle çelişebilecek bir uygulamaya işaret ediyor.

Yenilik olarak sunulan "güvenli ve yasal başvuru yolu" ise çevrimiçi başvuru sistemiyle işletilecek. Göçmenler bu platform üzerinden güvenlik kontrollerine tabi tutulup vize başvurusu yaparak İngiltere’ye yasal yollardan giriş yapabilecek. Ancak sistemin ne zaman tam olarak işler hâle geleceği, kimlerin bu haktan yararlanabileceği ve başvuru sürecinin ne kadar şeffaf olacağı henüz belirsiz.

Uzmanlara göre, anlaşma göçmen kaçakçılarına karşı verilen mücadelede sembolik bir adım olabilir. Haftada 50 kişinin iadesi, deniz yoluyla gelen göçmenlerin yalnızca küçük bir kısmını kapsıyor. Ayrıca anlaşmanın Fransa içinde ve diğer Avrupa ülkelerinde nasıl karşılanacağı da henüz net değil. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, uygulamanın başlaması için diğer AB ülkelerinin onayının da önemli olduğunu vurguladı.

Göçmen hakları savunucuları, bu tür politikaların insan kaçakçılığıyla mücadelede etkili olamayacağını, aksine göçmenlerin daha tehlikeli rotalara yönelmesine sebep olabileceğini belirtiyor. İngiltere ve Fransa’nın, sınır güvenliğine odaklanmak yerine, mültecilerin neden kaçtığına dair yapısal sorunlara eğilmesi ve uluslararası koruma yükümlülüklerini gözetmesi gerektiği vurgulanıyor. Anlaşma, geçmişte defalarca reddedilmiş bir öneriyi hayata geçirirken, göçmenlerin insan hakları perspektifinden korunup korunmadığı sorusunu da yeniden gündeme taşıyor.

 Kaynak: The Guardian

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan