Yazı dizisinin ilkinde Hüseyin Mirza Karagöz, deprem coğrafyasında yer alan Türkiye'de bu konuda yapılan ihmalleri, deprem eğitiminin önemini ve depremin önümüzdeki dönemde sanat, edebiyat ürünlerinde de anlatılmasının gerekliliğine değiniyor.
Yazı dizisi: I
Değerli
Bisikletli Gazete okuyucuları;
Sizlerle yazı
paylaşmadığım süre boyunca İsveç’te, ülkemiz Türkiye’de ve dünyada çok önemli
gelişmeler oldu. Ama en son yaşanan tarihin en yıkıcı ve can alıcı deprem felaketi
doğum yerim olan Elbistan ve Maraş merkez olmak üzere 10 şehri neredeyse yerle
bir etti.
“DEPREM
ÖLDÜRMEZ, BİNA ÖLDÜRÜR”
Bugüne kadar depremle
ilgili çok şey söylendi ve yayınlandı. Söylenenlerin hepsini ve bıraktığı ağır
sonuçları, jeologların ve sismologların söylemi ile özetlersem, “Deprem
öldürmez, bina öldürür.” Hatta “yanlış yer seçimi ve çürük zeminler üzerine
inşa edilen binalar öldürür” dersek en doğru tanımı yapmış oluruz. Çünkü fay
hattı üzerine kurulan çürük binalar (eski – yeni ayrım yapmadan) patır patır
yıkıldılar. Hazırlıksız, tedbirsiz, beceriksiz ve en önemlisi de liyakatsiz
görevlilerin iş başında olması nedeniyle maalesef 40 binden fazla insanımız hayatlarını
kaybetti ve depremden yaklaşık 20 milyon insan etkilendi.
FAY HATTI MI? ANADOLU TABAKASI MI?
Türkiye, kuzeyden ve güneyden geçen fay hattı üzerinde olduğu için deprem bölgesinde olan bir ülkedir.
Ben ne sismolog
ne de jeologum. Ülkemizin jeologların ve sismologların sık sık kullandıkları bu
tanıma şerh düşüyorum ve yanlış bir tanımlama olduğu kanaatindeyim. Çünkü
Uppsala Üniversitesi Sismoloji Enstitüsü uzmanların çizdikleri bu haritada da
görüldüğü gibi Anadolu Tabakası, çevresindeki tabakalardan tamamen ayrı ve o “fay
hattı” denilen kısımlar, Anadolu Tabakasını ortada boşlukta bırakıyor.
Etrafındaki tabakalar ile bir bağlantısı olmadığı için, yer sarsıntısında
etrafındaki tabakaların hareket etmesi ile gelen baskı sonucu sallanıyor ve
sıkışan gazlar patlak veriyor. Yani deprem oluyor. Yani demem o ki, Anadolu
Tabakası bağımsız olduğu için deprem bölgesidir.
Uppsala
Üniversitesi Sismoloji Enstitüsü’nün, bilimsel çalışmalarıyla dünyada çok saygın
bire yere sahip olduğunu, Türkiye’deki depremler konusunda da çok doğru tespit
ve tahminler yaptıklarını hatırlatmakta yarar vardır.
RANT UĞRUNA
SÖNEN OCAKLAR
Yıllardır
(özellikle de 1950’den sonra) sürekli bu fay hatları üzerine verilen imar
izinleriyle birileri sürekli korundu ve zenginleştirildi. Mesela devletin
birçok kurumunun binası neden sırf iktidarı destekleyen arazi sahiplerinin
arsalarının üzerine dikildi? Üstelik bu alanların “fay hattının” tam da
üzerinde olduğu biliniyordu.
Bir diğer husus
da iktidarların “imar affı” adı altında yönetmeliklere uygun olmayan yapılara
kullanım ruhsatları vermesiydi. Bu durum birilerine rant sağlarken, bu
konutlarda kalanlar veya satın alanlar da göz göre göre ölüme gönderildi.
Ne demiştik:
“Deprem
öldürmez, bina öldürür.”
“Yanlış yer
seçimi ve çürük zeminler üzerine inşa edilen binalar öldürür.”
Maalesef ...
DEPREM EĞİTİMİ
Bugüne kadar
yapılan bilimsel araştırmalar gösterdi ki Türkiye bir deprem ülkesidir. Yani
Anadolu Tabakası ayrık olduğu için bu coğrafyada her zaman depreme hazırlıklı
olmak gerekir.
1999
depreminden sonra “hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Bu deprem bir milattır”
mealinde konuşuldu, yazıldı ve çizildi. Böyle bir gerçek ortada iken,
üniversitelerde ilgili programlarda (sismoloji ve jeoloji dışında) yetişen
mühendislere deprem eğitimi dersi verilmiyor. Mesela inşaat mühendisliği
bölümünde, yani inşaattan sorumlu en önemli mühendislik dalında okuyan bir
öğrenci deprem dersi almıyor!
Neden?
Yine ilk-orta
ve lise sınıflarında deprem diye bir ders yok, verilmiyor. Halbuki müfredatta
deprem dersi olmalıydı, olmalı. Hatta bir deprem coğrafyasında yer alan Türkiye'de her konuda bir bakanlık varken muhakkak bir "Deprem ve Afet Bakanlığı" kurulmalı.
Mesela ben
ortaokulda okurken tarım diye bir dersimiz vardı. Madem ülkemiz bir “tarım”
ülkesi idi, okullarda tarım dersin olması gayet normaldi. Maalesef o da kaldırılmış.
Bu dersi kaldıranlar, Türkiye’nin artık bir tarım ülkesi değil de ağır sanayi
üreten bir ülke olduğunu düşünerek kaldırmış olabilirler.
DEPREM
FELAKETİNİ UNUTMAYALIM
Depremle ilgili
yazı dizimin ilki olduğu için asıl anlatmak istediğim konu en sona kaldı.
Evet, deprem
unutulmamalı, bundan sonra (Japonya ve ABD’deki gibi) tedbirler alınarak can
kaybı en aza indirilmeli. Ama biz kalem tutanlar olarak bu acıların, bu
kayıpların, bu sönen ocakların dramı edebiyat eserlerine de aktarmalıyız. Yani
depremin dramı, hikâyesi, romanı mutlaka yazılmalı. Tiyatrosu ve sineması
yapılmalı.
Mesela ben o
enkaz altında kalan kızının kolunu bırakmayan baba ile bir gün geçirmek ve o an
yaşadıklarını hikâyeleştirmek isterim. Bütün ailesini kaybetmiş ve enkazda
kendisi ve köpeğiyle kurtulan, sokakta yanan sobanın kenarında köpeği ile diz
dize oturan adamla konuşmayı çok isterim. O an neler hissettiğini yazıya dökmek
isterim.
Ya enkaz
altında günlerce kalanlar, 200-300 saat sonra hayata tekrar merhaba diyenler…
Günlerce enkaz
altında iken onların nasıl bir ruh hali yaşadıklarını, neler hissettiklerini,
günlerce içinde kaldıkları o daracık alanlarda neler yaptıklarını, neler
düşündüklerini, dışarıdan gelen sesleri nasıl algıladıklarını, neler yiyip
içtiklerini tek tek dinlemek ve kaleme almak isterim.
Buna benzer
binlerce dram yaşandı. Bütün bu yaşananlar mutlaka kaleme alınmalı.
Şu ana kadar
herkes görevini yaptı.
Bugünden
itibaren de biz kalem tutanlara (edebiyatçılara) görev düşüyor
Bu hikâyeler
yazılmalı.
Bu romanlar
basılmalı.
Depremin ağıtı,
destanı ve şiiri yazılmalı.
Bu trajedinin
tiyatrosu ve filmleri çekilmeli.
ÇÜNKÜ BU
FELAKET UNUTULMAMALI.
Selam, sevgi ve
saygı ile,
Bir sonraki
yazıda buluşmak üzere,
Hoşça kalın,
dostça kalın.
Hüseyin Mirza Karagöz