Showing posts with label edebiyat. Show all posts
Showing posts with label edebiyat. Show all posts

Tottenham Boys raflarda! Dursaliye Şahan'ın Tottenham Çocukları kitabının İngilizce çevirisi yayımlandı

No comments

26 October 2025

Göçmen yazar Dursaliye Şahan’ın Tottenham Çocukları adını taşıyan kitabının İngilizce çevirisi Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından basıldı. Şahan, Tottenham Çocukları’nda göç meselesinin ihmal edilen yönlerinden birine göçün arkasında yatan sosyo-politik ilişkilere Keko’nun hikâyesi üzerinden yer veriyor.

 


Tuncay Bilecen

Göçmen edebiyatının kaderi çoğu zaman göçmenlerin kaderiyle aynıdır. Ne bulundukları ülkede kabul görürler ne de anavatanlarında. Arafta, arada kalmış bir edebiyattır bu. Anadille yazılsa kendi vatanında, göç ettiği toplumun diliyle yazılsa bulunulan ülkede üvey evlat muamelesi görür.

Göçmen edebiyatçılar farklı kültürleri yaşamanın verdiği tecrübeyle yeni bir dil evreni kurma konusunda daha mahir olsalar da kendilerini kabul ettirmeleri çok daha zordur. Buna ancak bu konuda ısrar ve inat eden dil işçileri direnebilir. İşte bu inatçı yazarlardan biri olan Dursaliye Şahan, hem kendisinin ve içinde yaşadığı toplumun göç deneyimini hem de geride bıraktığı toprakların sosyo-kültürel yapısını, geleneklerini birbiriyle yoğurarak öykü ve romanlar kaleme alıyor uzun yıllardır.

Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından İngilizce olarak da yayımlanan Tottenham Boys, bir gazeteci kadının (romanın anlatıcısı) Londra’da bir otobüste tesadüfen Keko’yu (Ali Kemal) tanımasıyla başlıyor. Romanın büyük bir bölümü Türkiye’de geçiyor. Bu kısımlarda Keko’nun Türkiye’de içinde büyüdüğü toplumun geleneksel değerlerinden haberdar oluyoruz.

Londra’daki Keko ise, uyuşturucu çetesinin tuzağına düşmüş onlarca gençten biri. Yazar, bu romanda bir dönem Londra’daki Türkiyeli toplumun tanıklık ettiği genç intiharlarına ve bunun arkasında yatan sosyal, politik, ekonomik, geleneksel ilişkilere yer veriyor. Tottenham Çocukları ismi de buradan geliyor zaten. Şahan bu romanında, Londra’daki çete gerçeğinin gerisindeki ilişkiler zincirini ortaya koyuyor.

Tottenham Boys, toplumsal cinsiyet penceresinden de irdelenebilir. Keko’nun içinde bulunduğu geleneksel aile ve aşiret yapısı kadınların söz hakkının olmadığı ve kaderlerine boyun eğdikleri bir düzenden başka bir yer değil. Nitekim yazar, bunu sürekli gözler önüne seriyor. Bu değerler zaman zaman babalar ve oğullar arasında çatışmalara da yol açıyor. Örneğin Keko, İstanbul’da gitmek ve orada eğitim görmek için babasıyla sürekli çatışıyor ve babasından dayak yiyor. Hatta bir an önce geri dönmesi için çocuk yaşta ailesi tarafından alelacele nişanlanıyor.

Romanın merkezine oturttuğu hususlardan biri de politik çatışmalar. Türkiye’deki iç çatışma ortamı, Keko’nun Kürt kimliği, ailesi ve aşiretinin devlet ve örgüt arasındaki pozisyonu, babasının zorla korucu olması ve öldürülmesi bu çatışmaların romanın akışı içinde canlı tutulmasına yol açıyor.

Keko’nun köylü ve Kürt kimliğinin burslu olarak okuduğu özel okulda da peşini bırakmaması, burada öğrencilerin sürekli aşağılamalarına maruz bırakılması yazarın meselenin sınıfsal boyutuna ilişkin bir göndermesi olarak okunabilir.

Keko’nun okumasında önemli bir payı bulunan köydeki öğretmeni Fatih Öğretmen ile özel okulda ona göz kulak olan Hayrettin Öğretmen romanda idealist öğretmen tipini temsil ediyorlar.

Dursaliye Şahan, Tottenham Çocukları’nda göç meselesinin ihmal edilen yönlerinden birine göçün arkasında yatan sosyo-politik ilişkilere Keko’nun hikâyesi üzerinden yer veriyor. Yazar bu romanında; yaşanılan toprakları terk etmekle buradaki sorunların terk edilmediğini, aksine göç edilen yerde başka çatışmaların başladığını ve göçmenlerin peşi sıra değerlerinin de göç ettikleri topraklara geldiğini okuyucuya duyuruyor.  


👉Kitabı online satın almak için tıklayın




Dursaliye Şahan Kimdir?

Türkiye’nin küçük bir köyünde doğan Dursaliye Şahan, dört yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a daha sonra da Londra’ya göç etti. Anadolu Üniversitesi Radyo Televizyon mezunu olan yazar, küçük yaşlarda başladığı yazın hayatını öyküler, tiyatro oyunları, roman ve karikatür çalışmalarıyla sürdürmektedir.

Şimdiye dek altı öykü, üç roman, bir karikatür ve iki çocuk kitabı yayımlanmıştır. “Güvercin” adını taşıyan öyküsü iki kez televizyon dizisi oldu. “Hacı Murad” ve “Ali Haydar” isimli eserleriyle TC Kültür Bakanlığı’ndan senaryo yazım desteği aldı.

Birçok öyküsü İngilizceye çevrilerek çeşitli dergilerde ve anonim kitaplarda okuyucuyla buluşan yazarın, yurt içinden ve yurt dışından çeşitli öykü ve edebiyat ödülleri bulunmaktadır.

Dursaliye Şahan; çocuklara, engellilere ve yetişkinlere yönelik öykü ve yazı atölyeleri düzenlemeye ve öykü yarışmalarında jüri üyeliği yapmaya devam etmektedir.

 

Şerbet (roman – 2020,) Benekli Vakvak (çocuk masalı – 2018 Sola Yayınları) Ayarsız Kadınlar Cemiyeti (roman – 2018 Sola Yayınları) Parantez Aşklar (öykü – 2017 Sola Yayınları) Tottenham Çocukları (roman – 2016 Sola Yayınları) Ah O Kadınlar (öykü 2016 Akademisyen Yayınları), Hikâye Hırsızı (2012- İşçi Edebiyatı Öykü Ödülü) Zabit Londra’da (Karikatür), Uçan Halı (Çocuk hikâyesi – Hatay Belediyesi sosyal proje) Fakir Cennet (öykü 2007 Crea Yayınları), Döndü (Halkevleri 1988 Öykü Ödülü).

 

Düzenlediği kitaplar:

Asi’den Taşan Öyküler, Ve Tanrı Aşkı Yarattı, Yahya Kanbolat Anısına Öykü Ödülleri

 

Ödülleri:

2020 Luna Yayınları Öykü ve Küçürek Öykü Yarışması mansiyon (Can Yakmak)

2019 Cumba Kültür ve Sanat Platformu Öykü Ödülleri mansiyon (Ayşegül)

2019 Platform Avrupa Öykü Ödülleri birincisi (Asiye)

2019 İstiklâle Vefa Öykü Ödülleri / OKUNMAYA DEĞER ÖYKÜ

2016 Hematolojik Onkoloji Derneği ‘Kökten Değişen Hayatlar Öykü Ödülü’ (Hatice’nin Canı)

2012 Hikâye Hırsızı öykü kitabına; Abdullah Baştürk 2012 İşçi Edebiyatı ödülü
2007 Afyon Kocatepe Öykü Ödülü  ('Alev') 
2006 Hollanda Türk Evi, Hikaye ödülü. (Sakine)

2006 KASİAD(Kadının Sosyal Hayatını Araştırma ve inc. Dern.) Öykü ödülü (2068'de Bir Aşk Hikayesi.)
2006 Anafilya Öykü Ödülü (Kırro.) 
2006 Edebiyat Dünyası Öykü Ödülü (Çay Şekeri.) 
2005 CullTurkey Okuma Kulübü Öykü Ödülü (Takıntılı Kadın.) 
2005 SES (Sağlık Emekçileri Sendikası) Öykü ödülü (Parmaklar.) 
2004 SBS Radyosu Avustralya Öykü Ödülü (Parmaklar.) 
1998 Halk Evleri Öykü Ödülü (Döndü kitabına.) 
1996 Toplum Postası Türkçe Hikaye Ödülü (Kale)

1995 İmece Kadın Derneği Kadın Öykü Ödülü (Parmaklar.) 
1987 Güneş Gazetesi Türkiye Öykü ödülü (Leo.) 
1972 Hayvanları Koruma Cemiyeti Türkiye Orta Öğretim Hikâye Ödülü (Aynı.)

 

 Üye olduğu kuruluşlar:

The Foreign Press Association, İngiltere Göçmen Sanatçılar Derneği (EXILED), Türkiye Yazarlar Sendikası, Kadın Yazarlar Derneği, İLESAM, Türkiye Yazarlar Birliği

 

 

Rober Koptaş “Unufak” romanıyla İngiltere turnesinde okurlarıyla buluşuyor

No comments

08 October 2025

Yazar Rober Koptaş, Dialogue Without Borders girişiminin davetiyle 10–19 Ekim 2025 tarihleri arasında İngiltere’de bir dizi söyleşi ve imza etkinliğine katılacak. Koptaş, geçtiğimiz yıl İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk romanı Unufak üzerine okurlarıyla buluşacak.



Turnenin ilk durağı 11 Ekim Cumartesi günü saat 15.00’te Londra’daki SOAS Üniversitesi olacak. Khalili Lecture Theatre’da gerçekleşecek bu buluşma, Dialogue Without Borders ve SOAS University of London – Centre for Migration & Diaspora Studies iş birliğiyle düzenleniyor. Etkinlikte Koptaş’a, SOAS Üniversitesi öğretim üyesi Zerrin Özlem Biner ve bağımsız araştırmacı Şahika Erkonan moderatör olarak eşlik edecek.

İkinci etkinlik, 12 Ekim Pazar günü saat 18.00’de Cambridge Üniversitesi, Old Labs, Newnham College Gardens’ta yapılacak. Turkish & Kurdish Speakers in Cambridge topluluğunun ev sahipliği yapacağı bu buluşmada, yazar okurlarıyla sohbet edecek ve kitaplarını imzalayacak. Etkinliğin moderatörlüğünü Cambridge Üniversitesi öğretim üyesi Yael Navaro üstlenecek.

Koptaş, 14 Ekim Salı günü saat 18.00’de, Londra’daki Churchfield Recreation Grounds’ta Britanya Alevi Federasyonu tarafından düzenlenen etkinlikte konuşacak.

Turnenin son durağı ise 17 Ekim Cuma günü saat 18.00’de, Kürt Toplum Merkezi (11 Portland Gardens, Haringey, London N4 1HU) olacak. Bu buluşmada Rober Koptaş’a, yazar ve gazeteci Aydın Çubukçu ile yazar ve yönetmen İlham Bakır eşlik edecek. Etkinlik kapsamında Bakır’ın Sesler ve Kilitler adlı kısa filmi de gösterilecek.

 

Turne boyunca, Rober Koptaş’ın “Unufak” romanı satışta olacak ve yazar tüm etkinliklerde kitaplarını imzalayacak.

 

🎟️ SOAS Üniversitesi’ndeki etkinliğe ücretsiz kayıt için:

https://www.eventbrite.com/e/unufak-rober-koptasla-soylesi-ve-imza-gunu-tickets-1751192015459  

 

ROBER KOPTAŞ: 1977’de İstanbul’da doğdu. Lusavoriçyan, Karagözyan, Surp Haç Tıbrevank okullarından sonra Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde, yazar, hukukçu, mebus Krikor Zohrab hakkındaki teziyle Modern Türkiye Tarihi yüksek lisansı derecesini aldı. Üniversite öğrenciliği yıllarından itibaren çalıştığı Aras Yayıncılık’ta 2015-2023 arasında genel yayın yönetmenliği yaptı. 2006’da “Hayat, Olduğu Gibi” başlığı altında köşe yazıları yazmaya başladığı Agos gazetesinde, 2007’de Hrant Dink’in katledilmesinin ardından editör olarak görev aldı; 2010-2015 arasında gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Çeşitli mecralarda yazı, söyleşi ve makaleleri yayımlandı. Romanı Unufak Eylül 2024’te İletişim Yayınları’nca basıldı. İstanbul’da yaşıyor, yazıyor ve yeni romanı üzerinde çalışıyor.

 

Timur Öztürk gazetecilik anılarını “40 Yılın Hikâyesi"nde topladı

No comments

25 September 2025




Londra’da yaşayan gazeteci ve radyo programı yapımcısı Timur Öztürk’ün “40 Yılın Hikâyesi – Unutamadıklarım” adını taşıyan kitabı yakın zamanda Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlandı. Okuyucuyu kendi tanıklıkları üzerinden Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’nin yakın tarihinde bir yolculuğa çıkaran Timur Öztürk ile kitabı hakkında sohbet ettik.



Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Kıbrıs Mehmetcikli olan babam Türkiye’de şehirler arası yolculuk yaparken Ege bölgesinde Aydın ili civarında mola vermiş.  Yanındaki yardımcısının teklifiyle az ilerideki kuru incir mağazasına gitmişler. Orada kadınlar kuru incir paketliyorlarmış. Onların arasında bir kadına gözü takılmış. Hemen sorup soruşturmuş, niyetini belli etmiş. Gel zaman git zaman evlenmişler. Aydının o cennet kasabasında yani Sultanhisar’da dünyana gelmişim. Sonra ailemle yola çıkıp Kıbrıs’a dönmüşüz. Oradan da buralara gurbet ellere.          

Bu kitabın yazılış hikâyesinden biraz söz eder misiniz?

Bu kitaptakiler benim 40 yıldır aldığım notlardır. Yaşadıklarım, hissettiklerim, acılarım, tatlılarımdır. Hepsi benim yaşamımın parçalarıdır. Son yıllarda torun sahibi olunca bu notları derlemeye başlamıştım. Bir gün Facebook’tan Sıcağı Sıcağına isimli bir gruptan bana katılma teklifi geldi. Daha önceleri de olmuştu. İnceledim baktım samimi ve güzel insanlar. Gruba katıldım. Beni aralarında görmekten çok mutlu oldular. Onları Sıcağı Sıcağına’yı bu kadar sahiplenmiş görünce hoşuma gitti. Kitap işini hızlandırdım ve gerçekleşti.   

Gazeteciliğe ne zaman ilgi duymaya başladınız? Gazeteciliğe başlamanız nasıl oldu?

Babam benim okuyup yazmamı, kalem kâğıt ile uğraşmamı istemezdi. Annem de tam aksine beni sürekli heveslendirirdi. Çünkü annem okur yazar değildi. Çok başarılı bir öğrenciydim. Ama babam elimde kalem görünce kızıp döverdi. “Zanaatkar ol para kazan, yazar olup aç kalma” derdi. Beni tamirhaneye çırak olarak verdi. Ben yine not almaya bir şeyler okuyup yazmaya devam ettim. Yakalandığımda babam her şeyi imha ederdi ama ben yine de yazardım. Askerlik döneminde gazeteci ağabeyim Akay Cemal ile tanıştım. Onun da yardımıyla bu kaçak yazışmalar daha ciddi boyuta ulaştı. 17 yaşımda evimden ve babamdan uzaklaştım, hayatımın tümünü ve eğitimimi gazetecilik üzerine yoğunlaştırdım. İyi ki de öyle yapmışım. 



40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım’da Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’deki gazetecilik deneyimlerinize yer veriyorsunuz. Sizin için bu üç farklı ülkede gazetecilik yapmak nasıl bir deneyimdi? Hangisinde daha çok zorlandığınızı düşünüyorsunuz?

Gazetecilik bazı meslekler gibi evrensel değerleri birdir. Dili, dini, milliyeti, rengi farklı havası yoktur. Doktorsunuz ve ben Afrika’da hasta muayene edemem diyemezsiniz. Gazetecilik de aynı temel üzerine çalışır. Sadece haberi yazdığınız dil değişir, coğrafya değişir ve zaman değişir. Sonuçta haberi nerde yaparsanız yapın temeli ve nedeni hep aynıdır. Görevimiz o haberi ulaştırmaktır. Sadece haberi yapıp yayınladığınız toprakların yasaları, kültürü ve siyasetçilerin sindirim sistemine bağlı olarak zor veya kolay haber olur. Türkiye’de zaman zaman zorlandığım oldu. Ama o zorluklar artık beni bağlamıyor.

 

1990’lı yılların kaotik politik ikliminde gazetecilik yaptınız. Susurluk kazası ve onun kopardığı fırtınaya da şahitlik ettiniz. Bu dönemi, bir gazeteci gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet 1990’lı yıllar çok zor unutulacak bir dönemdi. Yalnız gazetecilik değil, birçok alanda zorlukların yaşandığı bir dönemdi. Ben o dönemi çok gerçekçi biçimde yaşadım. İliklerime kadar hissederek yaşadım. Başıma ağrılar çıkıp, gözlerim kararırcasına yaşadım. Haber programları veya Show Tv’de yaptığım haberler bana sıkıntılı günler yaşattı. Kitabımın adını veren Unutamadıklarım bunlardır. Yaşandı, bitti ve gitti diyorlar ama...

 

Gazetecilik hayatınızda sizi en çok zorlayan haber/ röportaj hangisi olmuştu?

1990’lı yıllar, Susurluk Kazası ve artçılarının etkileri dedik ya, habere ve haberciye de zararı dokunmuştur. Susurluk Kazası’ndaki S500 siyah arabayı kazadan önce bir kadın kullanmış. İstanbul’da kaza yapmış ve karşı taraf şikayetçi olunca aracı ve sürücüyü Bakırköy Bahçelievler polis karakoluna götürmüşler. Herkesten gizlenmiş. Ben bulup ortaya çıkardım. Bir gazeteci olarak mükemmel bir haber. Patron ve müdürler habere bayıldılar. Haberim ShowTv ana haberde yayınlandı. Beş dakika sonra Reha Muhtar beni yanına çağırdı, “bu haberdeki aracı kullanan kadının kocası bizi aradı çok sinirlenmiş” dedi. Hemen ardından kadının eşi beni de aradı, ağzına geleni söylemeye başladı. Her cümlenin başı, “sen beni tanıyor musun?” oldu. Her cümlesinin sonu da “gelip seni 8. kattan aşağıya atacağım” oldu. Sonradan öğrendim ki o kadın, Türkiye güzeli bir mankenmiş ve evlendiği adam da büyük bir holding sahibiymiş. Şimdi gelin siz bir sonraki habere aşk ile gidin. Buna benzer ne haberler oldu.

Yayınlanmayanlar da oldu. Örneğin; Söz Fato’da programı için bir haber yaptım. Günlerimi haftalarımı aldı. Kocaman bir dosya hazırladım. Fatma Girik alnımdan öptü, çok beğendi. Haber sıraya girdi yayını bekleme başladı. Baktım haberim programda yayınlanmadı. Fatma ablayı aradım. “Kusura bakma Timur haberin ucu kimlere kadar uzanıyor yayınlayamayız” dedi. Daha ne yazayım?

            

Kitabınızda bu Sıcağı Sıcağına’nın adeta mutfağına giriyor okuyucu. Sıcağı Sıcağına programı 1990’lı yılların televizyonculuk dünyasında yerini alan önemli yapımlardan biriydi. Bu programda çalışmanın zorlukları nelerdir?

Sıcağı Sıcağına programı benim prematüre evladım gibidir. Onun yeri başkadır. Şoföründen, kameramanına kadar emeği geçen herkesin işinin hakkını verdiği bir programdı. Onun için her çarşamba gecesi Türkiye’de hayat dururdu. Muhabir ekibi olarak da çok iyi anlaşan kişilerdik. Bu programda çalışmak ve o programa emeğimin geçmesi benim en büyük kazancımdı. Hiçbir zorluğu olmadı. Şimdi bu yaşımda yine aynı programda çalışmak isterim.

 

Bu kitapta yer verdiğiniz anılardan sizi en çok hangisi etkiledi?

40 yıl bu dile kolay, neler yaşadım. Her haberim benim için önemliydi.Bu kitaba aldıklarım sadece kolaylıkla elime gelenler. ‘Unutamadıklarım’ seri olacak bir kitap. Bu kitaptakiler dediğim gibi hepsinin yeri başka. Ama arife gecesi yaşamını yitirip elindeki bayramlık ayakkabılarıyla gömülen küçük kızı unutamam. Beni yoldan çeviren yaşlı kadını, milyonlar kazandığı gün evine giderken kaza yapıp ölen adamı da unutamam. Yani hepsini bendeki yeri aynı ve unutulmazlar. 

    

Londra’da uzun yıllardır yaşayan bir gazeteci olarak Birleşik Krallık’taki Türkiyeli toplumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Londra’ya 1982 yılında genç bir gazeteci olarak tayin oldum. Geldiğim haftanın sonunda bir düğüne davetliydim. Gelin ve damatla tanıştırdılar. Onlar da benim yaşlarımdaydı. Görüşmeye devam ettik ve hâlâ görüşmekteyiz. 1983 yılında bir oğulları 1985 yılında da bir kızları dünyaya geldi. Samet ve Sevda isimli çocuklar büyüdüler ben onların da düğünlerine gittim. Şimdi Samet ve Sevda’nın da çocukları oldu. Yani ben Birleşik Krallıkta yaşayan Türk Toplumu’nu çok iyi tanıyorum. Kimse geçmişleri hakkında bana bir şey söyleyemezler. Ama ben söyleyebilirim.

1983 yılında Londra haftalık bir gazete çıkarıyordum. Arşivden çıkarım zaman zaman o gazete sayfalarına göz atarım. Neredeyse aradan 40 yıl geçmiş değişen bir şey yok. Hep aynı terane. Yani o günlerde de birlik olalım deniliyordu, bugün de bir türlü birlik olamıyoruz deniliyor. Ego ve hırs toplumu bir türlü bir araya getirtmiyor. Benim gibi olacaksınız, hiç bir şeyin aşırısına kaçmadan sadece ihtiyacın kadarına sahip olmak isteyeceksiniz. Maddiyat sadece araç olacak. İşte o zaman ego ortadan kayboluyor.

Yalın, akıcı anlaşılır bir yazım diliniz var. Başka kitap çalışmalarınız var mı?

Yetenekli insanların bir araya geldiği ve bu işi bilinçli bir şekilde yapan Press Dionysus ile çalışıyorum. Editörüm Tuncay Bilecen uyuyan devleri uyandırma konusunda uzman. Çok candan ve cesaretlendirici birisi. Ona söz verdim kitapların arkası gelecek. Yıllardır notlarını aldığım 1935 Kıbrıs Göçünün hikâyesi var. Ayrıca, 1900’lu yıllarda kaybolmuş iki kardeşin büyük torunlarının yüz yıl sonra buluşmalarının hikayesi var. Ha bir de benim sevdiğim ve yirmi yıldır yazıp notlarını bir kenara bıraktığım,1570 yılında başlayan ve bugün hâlâ devam eden bir ailenin hikâyesi var. Kısacası bundan sonra torun bakıp kitaplarımı derleyeceğim. Yeter ki Press Dionysus ile soluk almaya devam edeyim.

 

 Timur Öztürk'ün "40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım" kitabını Türkiye'den

https://tinyurl.com/55kwy92w adresinden ve Türkiye dışından

Unutamadıklarım – Timur Öztürk – Press Dionysus adresinden 

Londra'da ise Fieldseat Cafe'den edinebilirsiniz. (665 High Road - Tottenham N17 8AD Londra, Birleşik Krallık)


Fieldseat Cafe


Right pointing backhand index40 Yılın Hikâyesi'ni Kitap Yurdu'ndan almak için tinyurl.com/55kwy92w

* Bu röportajın bir kısmı 27 Temmuz 2021 tarihli Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 


Müge Çetinkaya deneme tadındaki yazılarını “Londra Notları"nda topladı

1 comment

16 September 2025

Müge Çetinkaya’nın pandemi döneminde tuttuğu notlardan oluşan; arkadaş ilişkilerini, yalnızlığı, kültür-sanat olaylarını konu alan  “Londra Notları” adlı kitabı Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından Türkiye'de ve İngiltere'de yayımlandı.

 

                                                          




                                

 

Yirmi yılı aşkın bir süredir Londra’da yaşayan Müge Çetinkaya, geçtiğimiz günlerde “Londra Notları” adını taşıyan ilk kitabını yayımladı. Yazarla, kitabının yazılış serüveni ve içeriği hakkında sohbet ettik.

Müge, seni kısaca tanıyabilir miyiz?

Özümde çocukluğundan beri dünyayı güzelleştirmeye, değiştirmeye çalışan birisiyim. İyi yürekliyim. Bu özelliklerimle doğmuş olmalıyım ki etrafımda ne yaşanırsa yaşansın onları hiç kaybetmedim ve bunu yakın bir geçmişte aldığım bir eğitim sırasında fark ettim.

Ben bir yazarım. Bunu kitabımın resmî olarak yayınlandığı 28 Mart 2023 tarihinde önce kendime sonra da başkalarına yüksek sesle söylemeye başladım. Hatta o gün bisikletime atlayıp, yakınlardaki Pophams Kafe’ye gittim, kendime güzel bir çörek ve kahve söyledim. Önünde dalları bahar çiçekleri açmış tarihi St.James Klisesi’nin manzarası ve mavi gökyüzünün altında keyifle kahvemi yudumlayarak bunu kutladım. 

Beni gerçekten tanıyan ve seven arkadaşlarıma sorsanız “deli kız” derler. Onlar, içimdeki iyilik ve güzel enerjiyi açıkça ve özgürce ortaya koymama fark etmeden alan açan dostlarımdır. Yanlarında kendim olabildiğim, neşeme ortak olan, kendi iyilik ve enerjilerinden beni mahrum etmeyen arkadaşlarım. Akışta olmak tam da böyle bir yer. 

Kendimi toplum kural ve kurumları tarafından kabul edilmek, onlara uyum sağlamak kaygısıyla alınmış ve verilmiş statü ve kimliklerimden ayrı düşünmeyi öğrendim. O nedenle bu soruya klasik bir cevap vermiyorum. Fakat soran olursa benim için, eğitimini aldığım ve aktif olarak devam ettirdiğim roller üzerinden; sosyolog, nöromindfulness koçu, kriz müdahale gönüllüsü, aktivist, yazar ve iyi bir arkadaş diyebilirsiniz. Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şeyden biri de olabilirim.

Londra Notları kitabının yazılma öyküsünden kısaca söz eder misin?


Aslında Londra Notları kendi yazılma sürecini de anlatan bir kitap.

Yazmayı sevdiğimi ve bu konuda yetenekli olduğumu henüz ilkokuldayken öğrenmeye başlamıştım. Bu, eğitim hayatım boyunca taçlanarak devam etti. Cinedergi ve Aktivist Dergisi’ne yazılar yazdım. Okuyucularım tarafından daha fazlasını yazmaya teşvik edildim. Bilgisayarımın başına oturup bir kitap yazmaya başlamam ise tam anlamıyla bir ilham perisinin omuzuma dokunmasıyla oldu. Ya da başımdan aşağıya o sihirli tozdan döktü sanırım. Bir anda bundan ne kadar keyif aldığımı anımsadım ve düzenli olarak yazmaya devam ettim. Yazma sürecim de benim için akışta olabildiğim bir dönem oldu. 20 seneyi aşkındır Londra’da yaşıyorum. O nedenle bu kitabı yazmak, benim için hem hatırlamak hem de yeni bilgilere erişmek ve onları işlemek açısından muazzam bir tecrübeydi.

Pandemi süreci seni ve bu kitabın yazılma sürecini olumlu/ olumsuz nasıl etkiledi?

Pandemi sürecinde ne kadar da mutluymuşum!

Büyük kayıplar verildi, büyük acılar çekildi. Dünyanın herhangi bir yerinde belki de binlerce insan hâlâ yas tutuyor. Ama şu an yani depremden sonra hissettiğim acıyı, o zaman bu kadar yoğun hissetmemiştim. Adını bilmediğim, yüzünü görmediğim insanlar ve diğer canlılar için canım çok acıyor. Pandemi dönemindeki kısıtlamalar sebebiyle kontrolümüz dışındaki olaylar yüzünden çaresizlik yaşıyorduk. Yer değiştiremedik. Bizlerin yapabileceği işleri, bizim yerimize başkaları yaptı. Bir yandan da belki de ilk defa, kısıtlanmış hayatlarımız sebebiyle hemen hemen eşit şartlarda yaşadık. Ama deprem ve sonrasında yaşadığım çaresizlik hissi çok başka. Evlerimize kapandığımız o günlerde bile bu kadar izole olmuş, bu kadar yalnızlaşmış hissetmemiştim. Bunları söylerken bile boğazım düğümleniyor. Türkiye’deki eşitsizlik yüzümüze hiç bu kadar sert çarpmamıştı.

Pandemi süreci yazma konusunda bana ihtiyacım olan vakti sağladı. Yazmaktan keyif alıyor olmam da başka şeylerle oyalanma isteği olmadan motive olmamı. Ayrıca yazmak zorlayıcı duygularla baş etme metotlarından biri. Koçluk seanslarımda danışanlarıma da bunun pratiğini yapmalarını söylüyorum. Evlerimize kapandığımız o günlerde bana da destek oldu. Kitabımın gündelik hayata yer verdiğim bölümlerinde pandemi sebebiyle tekrara düşmeye başlayacağımı hissettiğim anda, hafızamdaki ve dosyalarımdaki arşivlerime dönerek devam ettim. Pandemi süreci içimdeki araştırmacı ruhu da besledi. Merak kediye kitap yazdırdı.

Kitabın bir günlük gibi ama öte yandan sohbet eder gibi yazılmış deneme tadında bölümler de var. Sen kitabını hangi kategoriye koyuyorsun?


Ben artık kitapçılarda “Dışavurumcu” kategorisi de olsun istiyorum.

Hayatı çok ciddiye alan biriyim. Biriydim. Pandemi süreci bana bunu yumuşatmamı ve yaratıcı yanlarımla kendimi ortaya koyma cesaretini öğretti. Yazı aracılığıyla…

Kitabımın taslak halini okuyarak benimle değerli fikirlerini paylaşan dostlarım ikiye ayrılmıştı; “Daha iyisini yazabilirsinciler” ile “Sana bravo, mutlaka tanıtmalısın, İngilizceye de çevirmelisinciler.” İlk grup Türkiye’den, diğeri ise İngiltere. Daha fazlasını söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama kısaca iki kültür arasındaki farkı burada görebilirsiniz. Şu ana kadar tecrübe ettiğim kadarıyla İngiltere hep yeniliğe, bir sonrakine, herkesin kendi yöntemleriyle kendini ifade etmesine açık bir kültür olarak öne çıkıyor. Bizim kültürümüz kalıplara uymayı ve uyanları daha çok sever.

Bu ilk kitabındı. Bir sonraki için planlarını merak ediyorum.

Umut veren kitaplar yazmak istiyorum.

Pandemi başlangıcından beri travma konusu ile çalışıyorum. Eğitim arkadaşlarım, danışanlarım, dayanışma gruplarım ve son olarak da psikolojik ilk yardım gönüllüsü olduğum dernek aracılığıyla ulaştığım insanlar arasında travma, kaygı bozukluğu ve depresyon o kadar yaygın ki. Sosyal medyanın olumsuz etkileri sebebiyle acı çeken gencecik insanlar var. Beden imajı, yeme bozuklukları, okullarda akran zorbalığı. Bu sorunlar yaşamlarını sonlandırma arzusuna kadar gidebiliyor. Yolda yürürken yanınızdan geçen kişilerden pek çoğunun zorlayıcı duygularla baş ettiğini bilmek, bir o kadar da özgürleştirici.

Bu insanların şifalanmasına destek olmak beni çok mutlu ediyor. Bana yalnız olmadığımı hatırlatıyorlar. Onlara yalnız olmadıklarını hatırlatan satırları yine onların hikayeleri ile yazmayı düşünüyorum. Yeni bir kişisel gelişim kitabı yazmayı düşünmem ama kütlesel birleşime hizmet etmeyi ve bunun anlaşılabilmesini çok isterim. Olumlu yönde değiştirmek istediğim dünyanın yolu aslında buradan geçiyor. Umarım bu ilk kitabım beni, benim gibi düşünen insanlarla buluşturur.

Türkiye'de yola çıkmayı, yani gerçekten bir şehirden diğerine giderek gözlem yapabileceğim bir yola çıkmayı ve onları yazmayı çok istiyorum. Başkalarının hikayelerini duymak beni çok heyecanlandırıyor. Örneğin, geçenlerde Hyde Park’ta birlikte yürüyüşe gittiğim grupta tanıştığım bir Kolombiyalıdan, onların daha yedi yaşındayken kahve içmeye başladıklarını öğrendim. Yeni bir bilgiye hem de ilk ağızdan ulaşmak beni mutlu ediyor.

Aslında bir senaryo yazmak ve film çekmek hayalim de var ama şu anda en iyi bildiğim, dışavurumcu yazmak.

Kitabınla ilgili en çok sevdiğini şey nedir?

Zamansız olması. En azından benim için.
Yayına hazırlarken titiz çalıştık. Bu süreçte ekip arkadaşlarımı; editörüm ve tasarım ekibimi beklerken belli aralıklarla kitaptan uzak kaldım. Aldığım bu molalar sonrasında kitabımı pek çok kez baştan sona okudum.

İkisi arasında geçen epey bir zaman var ama ilk okumamda da sonuncuda da hep “Iyl ki yazmışım” dedim. Tarihe benden küçük bir not, bir saygı duruşu.

Kendime, okuyucuma ve evrene benden hediye.

 

👉Müge Çetinkaya'nın Londra Notları Türkiye'de kitap yurdu'ndan ve Dionysus Yayınları  sayfasından, İngiltere'de ise Press Dinoysus'un sayfasından ve Amazon, Barnes and Noble ve Waterstones gibi platformlardan edinilebilir. 


Müge Çetinkaya


Müge Çetinkaya kimdir?

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Eğitimine Londra’da Ravensbourne College of Design and Communication ve Arts Marketing Association’da aldığı kurslarla devam etti. BBC London, MTV Europe gibi medya kurumlarında, ardından da sanat, kültür alanında uluslararası PR etkinlik ve koordinasyonunda 17 yıl görev yaptı. Aktivist Dergisi ve Cinedergi’ye yazılar yazdı. Green Peace ve British Lung Foundation’da gönüllü olarak çalıştı. 2020 yılında kendisi için dönüştürücü, iyileştirici birer tecrübe olan nefes, mindfulness pratikleri ve yoga felsefesiyle tanıştı. Yoga, mindfulness ve öz şefkatli farkındalık konularında uzmanlaşarak önce Yoga Alliance, ardından International Coaching Federation, ICF Mindfulness Koçluk sertifikalarını aldı.

Yazar halen Neuro-Mindfulness Koçu ve kriz müdahale gönüllüsü olarak çalışmakta, yazılar yazmaya devam etmektedir.


* Bu yazı ilk defa 13 Nisan 2023'te Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

Müge Çetinkaya’nın “Londra Notları” kitabı yayımlandı | Olay Gazetesi Turkish Newspaper in London

Göçmen yazar Pelin Markirt “ithal gelinlerin" hikâyelerini yazdı

No comments

06 September 2025

Göçmen yazar Pelin Markirt, “İthal Gelinler” başlıklı kitabında büyük umutlarla evlenip yurtdışına gelin giden yedi genç kızın başından geçenleri kahramanlarının ağzından aktarıyor.

 





Pelin, öncelikle bize biraz kendinden bahseder misin?

1984’te Adıyaman'da dünyaya geldim. 90’lı yıllarda, zamanımın çoğu şehirde yaşayan dedemle akrabalarını, ahbaplarını gezerken mutlu ve güzel bir çocukluk geçirdim. Köyde yaşayan dedem okumaya çok düşkündü, onun hikâyelerini dinlemek benim için muazzam bir duyguydu. Ayrıca, babamın kültürümüzde süregelen fabl benzeri masalları her uyku öncesi anlatması, hayal dünyamın gelişmesine çok katkı sağladı.

Bilkent Üniversitesinde İşletme Fakültesi’nden mezun oldum. Ardından Boğaziçi Üniversitesi’nden Finans Mühendisliği alanında yüksek lisans derecemi aldım. Uzun yıllar bankacılık ve finans alanında görev aldım. İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli illerinde çalışma imkânım oldu. Bir Ankara Anlaşmalı olarak 2019’da kurduğum Arbin Mileva Consultancy şirketi ile Londra’da finansal teknoloji şirketlerine insan kaynakları danışmanlığı hizmeti sağlıyorum.

 


Neden kadın odaklı bir kitap yazma gereksinimi duydun?

Her ne kadar doğduğum coğrafyaya âşık olsam da toplumsal cinsiyet eşitsizliğini en yoğun olarak gözlemlediğim ya da bana hissettirildiği yerdir diyebilirim. Bunu henüz çok küçük yaşta, bir eş, dost gezmesinde yaşamıştım. Ben yine ilkokuldaydım. Ev sahibesi teyzeye yardım ediyordum, kek tabaklarını taşıyordum. Birden, ev sahibinin, Ankara’dan getirttiği matematik problem kitapçıkları dikkatimi çekmişti. Adam, kendi oğullarına ve erkek kardeşime kitapçıktan hediye etti. Ne yazık ki bana hediye etmedi. Bu duruma çok üzülmüştüm. Bahsettiğim dönemde, belki çok başarılı bir öğrenci değildim fakat cinsiyet eşitsizliğini çok iyi anlamıştım çünkü elinde yeterince kitapçık varken bana vermemişti. Zaten, o odadaki görevim boş çay bardaklarını toplamaktı. O gün, bazı şeyleri değiştirmeye, gerçekten dört dörtlük öğrenmeye ve başarılı bir birey olmaya karar vermiştim. Hemen komşumuz Zeki amcanın kapısını çalarak bana kümeleri öğretmesini rica etmiştim. Bana kibritlerle kümeleri öğretmişti, sonra tutkulu olunca öğrenme ve başarı da kendiliğinden geldi. 

Kurduğum şirketin adını bile kadınlara armağan ettim. Arbin, Kürtçede ateş yakan, ışık saçan kadın demek. Mileva’yi ise, Albert Einstein’in teorilerinin arkasındaki görünmez figür olan karısı ve aynı zamanda engelli bir birey olan Mileva Maric’e saygımdan ötürü verdim.

Kadınların belli düşünce kalıplarına sıkıştırılarak onlara hak verilmemesine hep karşı çıktım. Kadının kadın olduğu için miras hakkının elinden alınmasına, erkeklerle aynı terfileri hak edebilmek için daha fazla çaba göstermesi gerektiğine, bir kadının trafikte erkeklerce taciz edilmesine katlanamıyorum. Sadece buna değil, hamile kalan kadına kilo alması veya doğum kilolarını atamaması ile ilgili toplumun dayatmalarına da dayanamıyorum. Evlilik için, annelik için kendi biyolojik ve ruhsal saatimizi değil de toplumun saatini dert etmek zorunda olmadığımızı da göstermek amacıyla kadın odaklı bir kitap yazmayı arzuladım.  

Hikâyeyi tersten okuyalım…Yağmur’a eşi gerekli desteği verseydi belki bugün Frankfurt’un çok güzel bir yerinde kuaför salonunu açmış olacaktı. Burcu, toplumsal cinsiyet eşitsizliği olmasa acaba ilk nişanlısıyla nişanlanır mıydı? Ya da İpek sosyal hayatında arkadaş bile olmayacağı kişiyle evlilik yapar mıydı? Zaten, sosyal medyada kadına fiziksel şiddeti görüyoruz, benim biraz da okuyucularıma sunmak istediğim kahramanların yaşadığı psikolojik şiddeti göstermekti. Bu nedenle, kitabım okuyucu kitlesinin kadınlar değil de erkekler olmasını temenni ediyorum. Zira, kadının hayatındaki erkek figürünün eylemleri ile kadın hayatının nasıl tepetaklak olabileceğini de bütün şeffaflığıyla ortaya koymuş bulunduk. 

 


                                  
Kitabı kitapyurdu.com üzerinden temin etmek için tıklayın
👇

Göçmenlik konusu ne zaman dikkatini çekmeye başladı? “İthal gelinler” ilk defa ne zaman dikkatini çekti?

Çocuktum, mahallede çok sevdiğim bir akrabamın kızını, ablamı kitapta yer verdiğim gibi Kara Dantel Sokağı’nda incir ağacının altında gelin etmiştik. İki güzel kızı dünyaya gelmişti ancak kızlar henüz küçükken onları annesine, akrabam olan bibime (yerel dilde büyük hala) bırakarak Almanya’ya işçi olarak gitmişti.  Yanımda pek dile getirmiyorlardı fakat anladığım kadarıyla orada oturum ve çalışma izni alabilmek için eşinden boşanıp Almanya’da para karşılığı sahte bir evlilik yapmıştı. Ablamı özlüyordum, kızların annesiz kalmasına üzülüyordum. Yıllarca Türkiye’ye gelemedi, sonra bir izne geldiğinde onun ne kadar yıprandığını gördüm, yüzüne olgunluk çökmüştü. Bir davetiye matbaasında çalışıyormuş. Bize getirdiği çikolataları afiyetle yerken, birden baş parmağı ile işaret parmağının arasındaki upuzun dikiş izi dikkati çekmişti. İş kazası geçirmiş ve elini matbaa aletine kaptırmış. Şanslıymış ki eli kopmamış. Elini öyle görünce içim burkuldu. Görümcesinin evinde kalıyormuş. Onun göçmenlik haline çok üzüldüm. Keyfi yerinde miydi? Değer miydi kızları bırakmaya? O, bu kadar özlem ve acı çekerken aldığı çikolata boğazıma dizildi, yemeyi o an bıraktım. İthal gelin değildi ablam, fakat bir göçmen kadın olarak hiç bilmediği bir ülkede yaşadıklarını düşünüyordum. Bu sahneden sonra, Almanya gerçekten acı vatandı benim için.

Erasmus eğitimi için Hollanda’da yaşadığım sırada göçmenler hakkında gözlemler yapıyordum. Türkiye'den göç edenler çoğunlukla aynı mahallede yaşıyordu, yıllardır orada olup da bir kelime Hollandaca öğrenememiş olmalarına şaşırıyordum. Beni genç kadınlarla tanıştırıyorlardı, birçoğu çok genç, birkaç yıl veya ay önce Türkiye’den gelin olarak gelmişti. Sivas’tan, Antep’ten, Maraş’tan… Buradan anladım ki bu genç kadınlar “ithal gelin”di.

İlk kez bir ithal gelinle Hollanda’da bir arkadaşım aracılığıyla tanışma imkânım olmuştu. Bu kadının, eşinden şiddet gördüğünü, ayrıldığını, devletten nasıl destek aldığını kendi ağzından dinledim. Bu konuyu biraz araştırınca, bu kadınların birçoğunun “yalnız anne” olarak hayatlarına devam ettiğini gördüm. Eşlere uzaklaştırma kararları, çocukların velayetleri, mahkemeler gibi çetrefilli konular hayatıma bu noktada girdi. Kayınvalide baskısından paranoyalar geliştirenler mi dersiniz? İntihara kalkışanlar mı dersiniz? Bu durum, bende bir farkındalık oluşturdu. Aklımın bir köşesinde hep durdu. 

"İthal Gelinler’’ senin ilk kitabın… Biraz bu kitabın oluşma ve yazım sürecinden söz eder misin? “İthal Gelinler”e nasıl ulaştın? Görüşmeler sırasında neler yaşadın? Nasıl tepkiler aldın?

Londra’ya yeni taşınmıştım, 17 Mart’ta bütün ülke tam kapatmaya girdi. Kısa yürüyüşler yapmak, değişik tarifler denemek, Netflix’te diziler izlemekle günlerimi geçirirken ve bu kadar boş zamanı nasıl değerlendirmem gerektiğini düşünürken, annemin Adıyaman’da büyüdüğü Süryani Mahallesi’nden çocukluk arkadaşının kızı ve aynı zamanda benim de çocukluk arkadaşım Kristin’in bana verdiği cesaretle bu serüvene başladım. O sıralar, ‘Unorthodox’ dizisini izliyordum, ana karakter Esty’nin yaşadıkları kitap kahramanım İpek’in yaşadıklarını hatırlattı. Kitabın konusunda karar kılmıştım: yurtdışına evlenerek taşınan kadınların göçmenlik hikâyelerini anlatmak istiyordum.  

İpek aracılığıyla zincirleme bir şekilde ulaştığım ilk kahramanla randevulaştıktan hemen sonra ithal gelin olmakla ilgili bir soru listesi hazırladım. Bir yandan yazarken diğer yandan da diğer ithal gelinlerle temasa geçiyordum. Ulaştığım görüşmecilerin tamamı kitapta öykülerine yer verilmesini kabul etmedi elbette. Mesela, Paris’te yaşayan bir ithal geline kitap konusunu açar açmaz hemen konuyu kapatarak “beni boş ver” demişti. Sonra, köyde sevdiğine varamadığı için sevdiği adamın bir akrabasıyla nispet için evlendiğini ve mutsuz olduğunu öğrendim. Maalesef, üzücü hikâyelerle de karşılaştım. Sadece bu ithal gelinden böyle sert bir tepki aldım. Onun dışında Avustralya’da yaşayan başka bir kadın, kitaba konu olmak istemediğini belirtti, saygıyla karşıladım. Kalben ve ruhen bir projeye dahil olmak bambaşka bir his. Bu nedenle, bu kitaba cani gönülden dahil olmak isteyen kahramanlarla ilerledim. Zaten, bu kahramanlarım da karantinadaydı ve onlar için de geçmişe bir yolculuk niteliğindeydi başlattığımız bu yolculuk… Zira ilmek ilmek dokuyacağımız hikâyelerimizde onların desteği olmadan ilerleyemezdim. 

 

Kitap yedi öyküden oluşuyor. Öykülerin birbiriyle bağlantısı var mı?

Bilinçli bir şekilde öykülerimi kahramanlarımdan İpek’in öyküsünün çevresinde topladım çünkü kitabım çıkış noktası İpek ile ‘Unorthodox’ filminin karakteri Esty’nin yasam benzerlikleri…Hayatlarımız nasıl sadece siyah ve beyazdan oluşmuyorsa, okuyucunun da sunduğum duygu paletindeki renkleri dilediğince karıştırmasını arzuladım. Bir duygudan başka bir duyguya geçişini sağlamak gibi…Böylece zaman zaman geçmişe yolculuk yaptık, bundan dolayı İpek’i ilkokulda sıra arkadaşı Yağmur’la aynı sıraya oturttum, çocukluk arkadaşı Burcu ile oyun oynadılar. Üniversiteden arkadaşı Alev onu Londra’ya ziyarete geldi, Öykü ile parkta keyif yapıyorlar. Dostu Lorin’in nişan törenine katıldı ve Zana ile ilk fırsatta görüştüreceğim. 

 


Bu öykülerin ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu?

Kitabın omurgası gerçek kahramanlara dayanmakla birlikte, yaşam öykülerini kurguladım. Çünkü belli bir çerçeveye bağlı kalarak kurgusal yazım tekniğinin beni daha özgür kıldığını hissettim. Ayrıca, kahramanlarımın özel hayatlarının gizliliğini ihlal etmemek adına da birtakım değişiklikler yapmayı tercih ettim. Bunu gerçekleştirebilmek için kafamda bir sokak yarattım, sokağa ne isim vereceğimi düşünürken öykülerin ortak unsuru ‘çeyiz’ kavramından yola çıktım. Wimbledon Park’ta çamurlara bata çıka günlük yürüyüşümü yaparken ve aynı zamanda sokağa isim düşünürken şarkı çalma listemde birden Kayahan’ın ‘Sarı Saçlarından Sen Suçlusun’ şarkısı çıktı. Bundan esinlenerek ‘Kara Dantel Sokağı’ verdim sokağımın adına. Sonuç olarak, hikâyelere bugüne kadar karşılaştığım birçok ithal gelinin hikâyesinin karması ya da gerçeklerden esinlenerek ortaya konmuş kurgusal öyküler gözüyle bakabiliriz.

 

Kahramanlarınla ilgili seni şaşırtan şeyler oldu mu? Bizimle paylaşabilir misin?

Yağmur’un hafızası, olayları net hatırlama yeteneği karşısında dilim tutuldu. Sanırım halen çözülmemiş bazı konular olduğu için geçmişine elveda diyemiyordu. Lorin, en az konuşmayı tercih ediyordu, kendini açma konusunda zorlandı. Burcu, kitabın yayımlanmasını en çok isteyen kahramanımdı, kitabımızın genç kadınlara kılavuz olmasını diliyor. Zana, görüşmecilerim arasında en keyiflisi ve konuları ballandıra ballandıra anlatan karakterdi. Öykü, diğer kahramanların hikâyelerini en çok merak eden kahramanım. Alev, akademisyen kimliğiyle ona okuması için gönderdiğim metindeki düzeltmeleri bile kendi yapacak kadar mükemmeliyetçi kahramanım. İpek’in geçmişle ilgili çok az şey hatırlaması enteresandı, çekmecelerinden çıkardığı notlarıyla ilerledik.

Seni en çok etkileyen hikâye hangisi oldu kitapta yer alanlar arasında?

Yağmur’un hikâyesi ilk göz ağrım olması ve hikâyenin ağırlığı nedeniyle beni en çok etkileyen hikâye oldu. Özellikle, kadın sığınma evine yerleştikten sonra eşi tarafından şiddet görüp odasında ölü olarak bulunan kadınla ilgili sahneyi yazarken çok zorlandım. Bilmediği bir ortamda, bilmediği insanlarla yaşarken, tamamen yabancı olduğu bir dilde bir şeyler olurken olayların merkezinde olmasına rağmen yaşananlara olan uzaklığı… Yağmur de ben de gözyaşlarımıza hâkim olamadık, birkaç gün olayın etkisinden kurtulamadım. Ortamın kasvetini çok derin hissetmiştim. Onun sonraki çaresizliği ve yalnızlığı da çok yürek dağlayıcıydı. 

 

Kitabında büyük umutlarla yurtdışına gelin giden kadınların yaşamlarına ayna tutuyorsun. Bunlar arasında büyük hayal kırıklığına uğrayanlar olduğu gibi kendini gerçekleştirme imkânı bulan kadınlar da var. Sence aralarındaki farkı belirleyen şey nedir? Yanlış seçim yapmaları mı? Bilinç durumları mı?

Evlilik, iki insanın hayatını birleştirmesi ve dünyalarını kesiştirmesi anlamına geliyor benim için. Kimi etnik veya kimlik nedenlerle dahil oluyor bu surece, kimi aşk için, bazıları da bunu da bir fırsat olarak değerlendirebiliyor.

Öte yandan, Türkiye’de yaşarken sevgilisinin, nişanlısının hayatına ithal gelin olarak dahil olan kadının göçmenlik, kadınlık, eş ve anne olma durumları daha da durumu zorlaştırıyor. Bu konu ilgimi çok çektiği için derinlemesine analiz etmek istedim. Amacım, sadece dramatik konuları değil, hayatın içinde var olan aşkı, tutkuyu, özlemi ve en önemlisi göçmenlik bilincini okura aktarmaktı.

Gençken evlilik kararı alanlarda sorun riski daha yüksek görünüyor. Tanıma surecini daha uzun bir doneme yayan çiftler birbirlerini anlayıp anlamadıklarını daha net görebiliyorlar. Bilinç durumları da elbette farklı ithal gelinlerin. Bilinci açık olmayan veya kendini yeterince tanımayan kadınlar, karşısındaki adamın ne istediğini de çözemiyor. Durum çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşüyor.

Göçmenlik, yeni kültüre dile adaptasyon derken, kadının eş zamanlı evliliğin sorumluluklarına, yeni dünyasına da hızlıca alışması gerekiyor. Bu noktada, eşinin, eşinin ailesinin, hatta arkadaş çevresinin bu konu ile ilgili yardım ve desteği ön plana çıkıyor. Yeterli desteği göremeyenler ve engellenmiş hissedenler, sonu hüsranla hatta travmalarla biten evliliklere neden oluyor. Öte yandan, eşleri ile evlilik içerisinde yoğrulan, yeni ülkede destek gören kadınların ise yeni toplumuna ve hayatına daha fazla entegre olduğunu, her ne kadar sorunlarla karşılaşsalar da bu sorunların birlikte aşıldığını okuyucuya sundum. Bana göre kendini gerçekleştirme imkânı bulan kadınların duruşları ve eşlerinin ‘’ithal gelin’ yolculuğunda verdiği destek onları travmatik evlilik yapan kahramanlardan ayrıştırıyor.  Bugün bir yolcu, uçağa bindiğinde, dakikalarca uçuş süreci hakkında bilgi veriliyor, beklenmedik durumlarda yolcuların neler yapması gerektiği uçuş görevlileri ve pilotlar tarafından anlatılıyor. Benzer şekilde, bir çalışan yeni bir işe girdiğinde ilk iki aylık alışma evresinde, firma, organizasyon yapısı, işlerin nasıl yapıldığı uzun uzun anlatılıyor. Bunun ‘ithal gelin’ evliliklerinde de kesinlikle yapılması gerekiyor. Neyin nasıl yapıldığı, neyin nereden alındığı, hepsinin anlatılması, olası zor durumlarda nasıl aksiyon alacakları konuşulmalı. Her bireyin ‘intibak’ süresi farklı çünkü bizler birey olarak yeni bir şeyle karşılaştığımızda öğrenme eğrisi devreye giriyor. Bu eğrinin iki bileşeni var, öğrenme ve zaman. İthal gelinlerde ise zaman geçtikçe dili öğrenemeyen, çevreyi tanıyamayan, kültüre adapte olamayan kadınlarda öğrenme eğrisi düzgün çalışmıyor. Eşiyle sorunlar çıkmaz hale geliyor, gurbet ve özlem faktörleri de devreye girince zorlukla baş edemiyor ve havlu atıyor.

 

Kitabı Almanya, ABD, İtalya ve İngiltere'den edinmek için 

👉Kitabı edinmek için tıklayın



Pelin Markirt’in İthal Gelinler adlı kitabını,

• Fieldseat Cafe’den (665 High Rd, Tottenham, London N17 8AD) ve İthal Gelinler – Press Dionysus adresinden edinebilirsiniz (info@pressdionysus.com).

 


© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan