göçmenleringündemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
göçmenleringündemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

“Çocuğunuz özendiği ya da Netflix izlediği için eşcinsel olmaz”

Hiç yorum yok

08 Nisan 2025

Pride etkinlikleri kapsamında Londra’da her yıl olduğu gibi bu yıl da LBGT toplulukları görkemli bir yürüyüş düzenlediler. Peki, Londra’da yaşayan Türkçe konuşan topluluk bu konuya nasıl bakıyor? Ada Ayşe İmamoğlu ile bizim toplumun tabularından biri olan LGBT konusunu konuştuk.

                                        👇


                                                                            👆

Tuncay Bilecen

Londraya ne zaman geldin?

Üç yıl önce, 2019 Temmuzunda geldim. Medya sektöründe çalışıyordum. Son ana kadar umutlu olmaktan vazgeçmedim ama cezaevindeki arkadaşlarına mektup yazan, yaptığı işte sürekli sansüre, tehdide uğrayan biriydim. Bir hava değişikliği ihtiyacı doğdu. Ankara Anlaşması da bitmek üzereydi. Kaybetmeden, bir deneyelim şansımızı dedik. En kötü ne olur? Olmazsa geri döneriz, dedik. Üç yıldır buradayız.

Peki ne umdun, ne buldun?

Rolling coaster” gibi… Bisiklete binip buraya gelirken hiçbir şekilde endişe duymamak, benim için muazzam bir şey. Ama bir yandan da çok yalnızlık var. Çünkü İstanbulda İstiklale çıktığım anda arkadaşlarımla doğaçlama olarak buluşup meyhaneye gitmek, sohbet etmek vardı. Orada kendimi hiç bu kadar yalnız hissetmiyordum. Bu neden yaşanıyor, hayatta kalma mücadelesinden mi, bilmiyorum ama İstanbulda daha iyiydi. Daha kalabalıktı. Yoğrulduğun topraklar oralar.

Artık buraya alışma süreci başladı sanırım…

İlk geldiğimizde “Göç Günlükleri” adında bir podcast dizisi yaptık. Hatta şimdi soran oluyor, neden devamını getirmiyorsunuz diye. Çünkü iki yılımız korkunç bir kâbus içinde geçti. Kalacak yer, Covid süreci vs. her şey o kadar kötüydü ki… Bizim kötü olmaya, kendimizi kötü hissetmeye vaktimiz yoktu. Yaşam mücadelesi verdik. Şimdi artık hmm bir dakika oluyor galiba dediğimiz yerde de alışmaktan çok “eyvah ya yalnızız” şeklinde vurmaya başladı.

 


Bu hafta Pride Haftası… Aslında söyleşimizin nedeni de bu… LGBTİ+ nedir?

Lezbiyen, gay, biseksüel, interseks, queer, aseksüel, plus şeklinde devam eden; aslında insanların kendilerini nasıl tanımladıklarıyla, yönelimleriyle ilgili bir durum… Atanmış cinsiyetlerinden başka kendi yönelimleriyle ilgili bir çatı LGBTİ+… Bununla ilgili Türkçe kaynak olarak birçok yerden artık doğru bilgilere ulaşmak mümkün. Kaos gl, spot, Lambdaistanbul bu sivil toplum örgütleri yıllardır bu konuda çalışmalar yapıyor. Ben de Lamdaistanbul’da çalıştım, sonra mahallede LGBT diye bir proje yürüttüm. Biz yazılı olarak bir tarih oluşturduk Türkiye’de. Örneğin Kaos Gl’nin 25 yılı aşan bir tarihi var. Onlar hem arşivlerini çok sağlam tuttular hem dernekleşmenin önemini ortaya koydular hem de yapısal olarak akademik, sanat, kültür bütün bu üretim dallarını tek bir çatı altında toplayabildiler.

Aktivist olarak İstanbul’da bir mücadelenin içinden geliyorsun. Orada bir tarihin var. Buraya göç ettikten sonra buradaki toplulukla nasıl bir bağ kurdun?

İstanbul’da sahanın ortasındayken mücadele etmek biraz bir gazeteci olarak alet çantasıyla hareket etmek gibiydi. Belgeselciyim. Bundan dolayı bu mücadele biçimini çok net oturtabiliyorum kendi içimde. Temelde “herkes için özgürlük” ve “herkes istediği hayatı yaşasın” mottosuyla yola çıkan ama tabii ki 1950’den bu yana dünya üzerinde kazanımları olan bir hareketten söz ediyoruz. Türkiye’de de bence mücadelesi çok yükselmeye başladı. İstanbul’da son Pride’ta yapılan saldırılar da gösteriyor ki aslında biz bir alan yaratmışız. Mücadelemiz bir yerde anlam bulmuş. Yalnız değiliz, yanlış değiliz. Dolayısıyla destekçilerimiz çok… Ailelerimiz destek olmaya başladı. Bu güçlü bir sese dönüştü.

Londrada, yani burada çok büyük bir tarih var. Burada Pride etkinlikleri bir aya yayılmış durumda. Şirketler bile bunu kutluyorlar. Bunun politik tarafını tartışabiliriz ama ben bir yokluğun içinden geldiğim için her yerde gökkuşağı bayrağı görmek, safe space”lerin oluşturulduğunu görmek bence muazzam. Gözlerimin dolduğunu hatırlıyorum; herkes ne kadar özgün ve kendine has diye… Londra’da Pride yürüyüşünde polisler yüzlerini gökkuşağının renklerine boyayıp katılımcılarla birlikte yürüyorlar. Böyle bir şey aslında tam da. Buradaki politik altyapı da bu… Tek tipten öte bir şeyden bahsediyoruz. Burada o gökkuşağı renklerinin cıvıl cıvıllığını toplumsal hayatta da görüyoruz. Ancak hayatlarında sadece bir renk görmek isteyenler için ürkütücü bir durum tabii…



Burada her şey çok güllük gülistanlık mı?

Değil. Burada da çok fazla homofobik saldırılar oluyor. Ancak sıfır tolerans gösteriliyor. Önemli olan da bu. Çünkü sen en nihayetinde dayak da yiyebilirsin, şiddete de uğrayabilirsin, tacize, tecavüze de uğrayabilirsin ama bunlarla ilgili sıfır tolerans var. Yani hukukun işlediği bir yeri görebiliyorsun. O yüzden buna güvenebiliyorsun.

Peki, Londrada yaşayan Türkçe konuşan toplumu bu konuda nasıl değerlendiriyorsun?

Geldiğimde çok umutluydum. Buradaki bütün demokratik altyapıların da buna hazır olduğunu düşünüyordum. Çünkü tırnak içinde demokratik bir altyapı kurmuşlardı. Bütün bu kurdukları yapıda bunu atlamış olmaları bende bir şok etkisi yarattı. Sonra dedim ki, hayır ya, yirmi yıldır mücadele veriyorum. Şimdi Londrada da mı buna devam edeceğim?” Çok kızdım. Çok öfkelendim. Ama sonra -bu insanın yaşamsal olarak kendi içindeki dürtüsü- hayır, ben yapmazsam, kim yapacak?” demeye başlıyorsun. Biraz buradan yola çıkarak, kurumlara gidip ailelere LGBT çocuklarınızla nasıl konuşmanız gerekiyor, açılırlarsa nasıl tepki göstermeniz gerekiyor, ne yapmanız gerekiyor şeklinde çalışmalar yaptık. Yani çocuğunuz özendiği için ya da Netflix izlediği için eşcinsel olmaz. Bunları o kadar ABCden başlayarak anlatıyorum ki bazen kendi bildiğim şeyleri de unuttuğumu fark ettim. Bir yandan da okuma yapıyorum. Dolayısıyla bizim toplum bu konuda çok geride.

Nasıl örnekleyebilirsin bunu? Çocuklarını kabul etmiyorlar mı?

Hiç konuşmuyorlar. Daha kötüsü yok sayıyorlar. Öyle bir şey yokmuş, olamaz, bizim başımıza gelmez gibi bir tavırla yaklaşıyorlar. Bu yüzden çocuklar çok kayıplar. Ben kurumlara çok fazla girip çıktığım ve olabildiğince çok dillendirdiğim için artık queer gençler bir şekilde bana ulaşmayı öğrendiler. Bir şekilde onlarla iletişim kurmayı başarabildim.

Aileye açılmak çok ciddi bir şey… Bu bir süreç… Bunun bir destekle yapılması gerekir. O yüzden bütün bunları anlatıp önce çocuklara destek olmaya başladım. Dermanda da bunu sürekli anlatıyorum: Lütfen, aileleri eğitmemiz gerekiyor. Bu konuda ciddi bir eksik ve talep var.”

Bu toplumda gençlerin intiharları konuşuluyor, uyuşturucu ve çete sorunu konuşuluyor. Ama bu konu konuşulmuyor değil mi?

Evet, çünkü bir yerde hiç dillendirmezsek hiç olmayacakmış gibi davranılıyor. Bu en kolay yol. Bunu kurumlar da böyle yapıyorlar. Ben de direterek eğitim seminerleri hazırlıyorum ve olabildiğince çok insana ulaşmaya çalışıyorum. Bu görmezden geleceğiniz bir şey değil. Bir insanın varlığını reddedemezsiniz. Çocuğunuzun varlığını reddedemezsiniz. Böyle bir şey yok. Örneğin şu anda bir arkadaşımız evlendirilmeye zorlanıyor. Bunu İngilterede yaşıyor olmak bence çok acı. Bunu yabancı LGBT+ kurumalarına anlattığımızda, nasıl zorla evlendiriliyor?” diye soruyorlar. Kafalarında böyle bir kültür yok. En fazla aile reddediyor ve görüşmüyor. Hikâye burada bitiyor. Bizdeki hikâyeler daha travmatik. Öldürülebilirsin, şiddet görebilirsin ve zorla evlendirilebilirsin.

Bu toplumsal tutum değişikliğini aileden başlayarak nasıl gerçekleştireceğiz?

Aileleri suçlamıyorum. Örneklere ihtiyaçları olduğunu biliyorum. Kafalarındaki o imaja ilişkin örnekler gördüklerinde bu sefer gardlarını indirip sorular sormaya başlıyorlar. Her zaman şunu söylüyorum. Yanlış da olsa bana sorular sorun. Yanlışları düzeltebiliriz, ama sonunda çocuğun intiharı var. Bunu engelleyemeyiz. O yüzden de siz sorularınızı sorun, ben de cevaplandırayım. Bazen öyle sorular geliyor ki şok geçiriyorum. Bunu atlatabilmem için bana on dakika verin” diyorum. Yapacak hiçbir bir şey yok. Ben de maruz kalıyorum o şiddet diline ama bu kadar çalışmanın içinde kotarabiliyorum biraz zorlansam da… Tek motivasyonum buradaki queer çocuklar ve gençler… Birini bile kaybetsek, -ki kaybettik, trans bir arkadaşımız intihar etti- çok harap oldum. Ondan sonra zaten hızlanmaya başladım.

Türkiyeli LGBT grupları kurmaya çalışıyoruz. Bunlardan biri Mezopotamya Anatolian Queer for Azadi (MAQFA). Ama dediğim gibi daha çalışkan, daha örnek teşkil eden, kurumların içine girmekten korkmayan insanlara ihtiyacımız var. Bazen yeni gelen Ankara Anlaşmalılar çok ukala” gibi laflar duyuyorum. Bunlara hiç bakmıyorum. Ben herkesin hikâyesinin çok kıymetli olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu ülkeye otuz yıl önce gelenler çocuklarını tekstil atölyelerinde büyütmek zorunda kaldılar. Parmak uçları yara bere içindeydi. Bu hikâyeyi görmezden gelirsek asla bu insanlara ulaşamayız. O hikâyeyi göreceksin, o katranlaşmış yapıyı göreceksin, hepsinin üstesinden gelebileceğine de inanacaksın. Hedef bu. Çünkü herkesten sorumluyuz.



Gelelim sizin örgütünüze…MAQFA’nın açılımı nedir? Ne zaman kuruldu, neler yapıyorsunuz?

MAQFA… Mezopotamya Queer for Azadi… Ben geldiğimde kurulmuştu. Kendi içlerinde bir dayanışma grubuydu. Sonra ayrılan arkadaşlar olmuş. Ben geldiğimde kurulu bir düzen vardı. Henüz hâlâ elle tutulur bir üretime geçmiş değiliz. Bunu bir özeleştiri olarak sürekli dile getiriyorum. Birey olarak benim bir şey yapmamın bir anlamı yok. Hep birlikte bir şeyler yapmak durumundayız. Hep birlikte ilerlemek zorundayız. “Kurtuluş yok tek başına!”, böyle bir özet var hayatımızda. Bunu hep söylüyorum. Biraz da zorluyorum galiba ama dediğim gibi özellikle bu İstanbul Pride’a ilişkin yaptığımız açıklamanın ardından insanlar çok ulaştılar bizlere. Dolayısıyla oradan bile bir etkileşim oldu. Yatay bir örgütlenmeye sahibiz, herkes işin bir ucundan tutacak tabii. Ama yatay örgütlenmelerin de böyle bir zorluğu var.

Bundan sonrası için neler düşünüyorsunuz? Yakın zamanda Pride var, oraya katılacaksınız sanırım.

Evet. Pride’ta İstanbul’da yaşananlara dikkat çeken bir pankart taşıyacağız. Kortej yürüyüşüne çok inanmayan arkadaşlar da alternatif bir yürüyüş yapacaklar. Her yerden yürüyoruz gibi olacak… Ne kadar fazla yerde görünürlüğümüz olursa insanların gelip bize ulaşacağını düşünüyoruz.

MAQFA olarak önümüzdeki sürece ilişkin tam olarak bir yol haritası çizmiş değiliz. Ben kişisel olarak Gik-Der’le görüştüm. Gik-Der ve Sosyalist Kadınlar Birliği ile birlikte bir eğitim formu oluşturmayı düşünüyoruz. Gik-Der’in çatısında eylül ayında böyle bir planlama yapılıyor ama MAQFA olarak şu an attığımız bir adım yok. Gik-Der’de bir destek hattı açmayı planlıyoruz.

 

👉Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın



“Çocuğunuz özendiği ya da Netflix izlediği için eşcinsel olmaz” | Olay Gazetesi Turkish Newspaper in London

* Bu röportaj ilk defa 8 Temmuz 2022 tarihinde Olay gazetesinde yayınlanmıştır.

İngiltere’de yaşamanın olumlu ve olumsuz yanları nelerdir?

1 yorum

31 Mart 2025

Bu yazıda, İngiltere'de yaşamanın olumlu ve olumsuz yanlarını sorduğum görüşmecilerin sözlerine yer veriyorum. Güvenlik, huzur, istikrar, dünya vatandaşı olmak olumlu yönler olarak öne çıkarken yalnızlık ve memleket özlemi olumsuz yanlar olarak zikredilen başlıklar arasında yer alıyor. 

Tuncay Bilecen





Regent’s University’de misafir araştırmacı olarak bulunduğum sırada Türkiyeli göçmenlerin geri dönme eğilimleri ve geri döndükten sonra neler yaşadıklarına ilişkin bir alan araştırması yaptım. Türkiye’den Birleşik Krallık’a Göçler kitabında topladığım bu araştırma sırasında  görüşmecilere sorduğum sorulardan biri de iki ülkeye ilişkin olumlu ve olumsuz izlenimleriydi.  

Kuşkusuz göçmenler Türkiye ve Birleşik Krallık’a ilişkin değerlendirmelerde bulunurken kendi kişisel tarihlerinden, göç deneyimlerimden yola çıkmaktadırlar. Dolayısıyla bu soruya verilen cevaplar bir bakıma göç etme nedeni, uyum süreçleri, çalışma ilişkileri, sosyalleşme biçimleri, politik görüş, dini inanç, değerler ve tutumlar, aile ve akrabaya yakınlık, kişisel özellikler gibi birçok faktörü içinde barındırıyordu. 

İNGİLTERE'DE YAŞAMANIN OLUMLU YÖNLERİ

Katılımcıların Birleşik Krallık’ta yaşamanın olumlu yanlarına ilişkin yaptıkları değerlendirmeleri; öngörülebilirlik, yaşam kalitesi, güvenlik, istikrar, sistemin iyi işlemesi, ulaşımda rahatlık, yeşil çevre, parkların çok olması, kültür sanat etkinliklerinin bolluğu, diğer ülkelere kolay ve ucuz ulaşım, çok kültürlülük şeklinde sıralayabiliriz.

Örneğin 59 yaşındaki bir kadın görüşmeci, yaşadığı kent olan Londra’ya dair yaptığı değerlendirmede yukarıda sözü edilen birçok faktörü sıralıyordu:

“İngiltere’nin olumlu yanları bana göre öngörülebilirlik; yarın, öbür gün, gelecek ay, gelecek sene konusunda daha emin olmak. Gelecekle ilgili tahmin edilebilirlik ve güvenlik. Geceleyin polis evimi basıp beni tutuklamayacak.  Ondan sonra elektriklerin kesilmesi çok muhtemel değil. Hakkımda dava açılması pek mümkün değil. Yarın evden çıktığımda evin önünde bir çukur bulmayacağım. Bunlar beni ilk geldiğimde çok etkilemişti, kalıcı ve değişmeyeceğini bildiğin şeylerin olması, istikrar. Belli mekanizmalar, belli kurumlar, belli şeyler bugünden yarına asla değişmez. Bu bana müthiş bir dinlenme imkânı veriyor. (…) Geçim sıkıntısını hallettikten sonra ancak bu istikrarı yakalayabiliyorsunuz. İki bilgiye ulaşabilme… İstediğiniz bilgiye istediğiniz zaman ulaşma hakkı. Üç, kültürel olarak da gerçekten zevk alıyorum, en büyük zevklerim sinemaya gitmek, tiyatroya gitmek, konserlere gidiyorum, sergileri geziyorum. Ve bunu böyle büyük bir şey yapıyor gibi yapmanıza gerek kalmıyor. Dört, yaşam kalitesinin iyiliği… Bu şehirde istediğim yere istediğim şekilde tahmin edilebilir bir zamanlarda gidip spor, yüzme her türlü imkândan parasıza yakın bir düzeyde yararlanabilirsiniz. Aynı şekilde sağlık imkânları… İnsana önem verilmesi, bireyin hakkının önemli olduğu bir yer burası. Bir şikâyetiniz olduğu zaman milletvekiline mektup yazıyorsunuz, o size belki kişisel olarak yazmıyor belki ama imzalı bir cevap göndermek zorunda. Milletvekili benim kapıma geliyor ve onunla Brexit tartışabiliyorum. Bunlar istisnai şeyler değil, oluyor ve bunlardan da çok memnunum”

 GÜVENLİK DUYGUSU

Bu görüşmecinin dile getirdiklerinin başında Londra’ya ilişkin sıraladığı güvenlik ve öngörülebilirlikle ilgili olumlu faktörler Türkiye’de bulamadığı için göç etmesine sebep olan faktörlerdir. Çalışmanın ilgi çekici sonuçlarından biri de bu husustur. Çoğu göçmen için politik nedenlerden kaynaklanan “güvenlik endişesi” Türkiye’yi terk etmenin temel nedenlerinden biridir. Dolayısıyla Birleşik Krallık’ta bireysel anlamda elde edilen ve hissedilen güvenlik duygusu birçok katılımcı tarafından olumlu bir unsur olarak zikredilmiştir.

Başka bir kadın görüşmeci ise kültürel yaşamın zenginliği, ucuz ve kolayca seyahat edebiliyor olmak Londra’da yaşamanın en önemli avantajları arasında sıralıyor:

“Sosyal yaşam olanakları, bunun içinde sporu, pilatesi, eğitimler, sanat, meditasyon burada daha yaygın daha uygun fiyatlarda. (…) Onun dışında seyahat burada daha iyi… İki saatte İtalya’dayız. Prag’a baktım, 30 pounda bilet buldum. İki sigara parasına Prag’a gidiyorum” (Kadın, 34).

Kadın görüşmecilerin birçoğu Londra’da kadın olarak yaşamanın daha özgür ve güvenli hissetmelerine yol açtığını ifade etmiştir. “Londra her zaman, bir kadın olarak kendimi güvende ve medeni insanların arasında olduğumu hissettirdi bana” (Kadın, 45).

YALNIZLIK VE AİLE HASRETİ

Katılımcıların Birleşik Krallık’ta yaşamanın olumsuz yanlarına ilişkin yaptığı tespitlerde en çok zikrettikleri husus yalnızlık olmuştur. Aileden, tanıdıklardan ve arkadaşlardan uzak kalmak ve buna bağlı olarak yalnızlık yaşamak çalışmada geri dönüş sebepleri arasında da sıkça söz edilmişti. Anavatan ile duygusal bağ kurmak, geride bırakılan aile bireylerini özlemek yalnızlık duygusunu pekiştirmektedir. “Buradaki kötü yönler sadece yalnızlık ve aile özlemi… Arkadaşlarım var görüştüğüm kişiler ama çocuklar dostlarım gibi değil. Ailemi özlüyorum. Kardeşlerimi özlüyorum. Benim için buranın en kötü tarafı bu” (GD12, Kadın, 46).

“İngiltere’de yaşamanın kötü tarafları iklimi ve aile ve akrabaların burada olmaması” (GD13, Kadın, 34).

“Yalnızlık sanırım. (düşünüyor) Evet yalnızlık… Burada arkadaşların oluyor ama ilişkiler çok sınırlı ve mecburi oluyor” (GD10, Kadın, 38).

Göçün ardından yıllar geçmiş olmasına rağmen görüşmeciler Türkiye’de kurdukları ilişkilerin daha güçlü ve kalıcı olduklarını düşünmekte, Birleşik Krallık’ta kurulan ilişkilere ise geçici veya zorunluluk olarak bakmaktadırlar. Bir diğer kadın görüşmeci göçün ardından Türkiye’deki gibi ilişki kurulamamasını ülkelerin farklı kültürlere sahip olması ve Londra’nın yoğun tempolu hayatıyla açıklamaktadır.

“Biz sıcak insanlarız. Gece benim arkadaşlarım toplanıp gelirlerdi mesela. Gece toplanıp kısır partisi yaparız. Burada zor. Çünkü hayat çok koşturmacalı. Herkesin bir sürü işi var. İngiliz bir arkadaş Türkiye’de bizi ziyaret etmişti, şaşırdı. ‘Why is life so slowly?’ (Hayat neden çok yavaş akıyor?) dedi. Ben Adanalıyım. Adana’da insanlar uzun süreli çalışırlar. Ama çalışma aralarında oturur tavla atarlar. O mutluluk o coşku yok burada. Burada insanlar daha mutsuzlar, bunun farkında da değiller. Ne kadar mutsuz olduklarını bilmiyorlar” (GD2, Kadın, 56).


YÜKSEK KİRA ÜCRETLERİ

Görüşmecilerin Londra’ya ilişkin olumsuzluk olarak dile getirdikleri bir başka husus ise şehrin pahalı olmasıdır. Ancak bazı görüşmeciler ücretlerle kıyaslandığında kira fiyatları hariç Londra’da özellikle yiyecek, içeceklerin Türkiye’ye göre çok ucuz olduğunu belirtmektedir. “Londra’nın kötü yanları; çok yoğun, stresli, devamlı bir koşturmaca var. Bir şeylere yetişmeye çalışıyorsun. Pahalı bir şehir” (GD17, Kadın, 37).

“İngiltere’nin olumsuz yanı kiralar çok yüksek. Türkiye’de ayakta kalmanız daha kolay. İngiltere’de ise paranız olsa bile düşük geliriniz varsa, dört kişilik bir aileye İngiltere hükümetinin belirlediği para 29 bin pound. Benim gördüğüm bu parayı bir Ankara Anlaşmalının kazanması çok zor” (GG8, Erkek, 40).       

İKLİM FAKTÖRÜ

Bazı görüşmecilerin geri dönme nedenleri arasında saydığı iklim faktörü de Birleşik Krallık’a ilişkin olumsuzluklar arasında zikredilmektedir. Türkiye’de dört mevsimi, güneşli günleri yaşamaya alışanlar için Londra’nın gri gökyüzü ve sürekli yağmurlu havası depresyon nedeni olarak görülmektedir. GG5, bu soruya verdiği yanıtla Londra’nın iklimiyle insanını bir tutmaktadır.

“Ama buranın havası kötü yani kardeşim. Ne yapayım, soğuk, yağmurlu… Gri olmasından kaynaklı insanlar depresifler… Bir de bizim memleketin insanlarının sıcaklığı başka bir şey” (GG5, Erkek, 41). 

İklime de alışamadığı için Türkiye’ye dönen GK3, Türkiye’de daha mutlu uyandığını ifade etmektedir.


“Burada mutlu olmak için avutmak zorunda kalmıyorum kendimi. Mutlu uyanıyorum, mutlu kalkıyorum, mutlu yaşıyorum burada. Orada hep böyle karanlık olması beni çok etkiliyordu” (GK3, Kadın, 43).  


* Sizin için İngiltere'nin olumlu ve olumsuz yanları neler? Yorum bölümünde paylaşabilirsiniz. 😊


Scale – up vizenin tüm detaylarını Avukat Yaşar Doğan'la konuştuk

Hiç yorum yok

16 Kasım 2024

 Home Office kısa süre önce ‘Scale-up vizesi’ne ilişkin ayrıntıları yayınladı.  Redstone Solicitors’tan Avukat Yaşar Doğan ile bu vizenin ayrıntılarını konuştuk.

 


                                                                                                    

Scale-up vizesi nedir?

‘Scale-up vizesi’; hızlı büyüyen ve belirli niteliklere sahip bir şirketin sponsorluğunda, yüksek nitelikli bireylere verilen bir vize türüdür. Bu vizenin amacı, hızlı büyüme potansiyeline sahip şirketlerin istikrarlı bir şekilde büyümeye devam etmelerini sağlamak için uygun nitelik, beceri ve tecrübelere sahip çalışanlar edinebilmelerinin önünü açmaktır.

Bu vizeye kimler başvurabilir?

Scale-up vizesi adaylarının karşılamaları gereken bir dizi gereksinimler bulunuyor. Bunların başında, İngiltere’de faaliyet yürüten uygun niteliklerdeki bir sponsor şirketten, üniversite mezuniyeti seviyesinde nitelik ve beceri gerektiren bir iş teklifi almış olmak geliyor. Diğer gereksinimlerin bazıları şunlar: (i) 18 yaşından büyük olmak, (ii) geçerli bir sponsor sertifikasına sahip olmak, (iii) teklif edilen işin gerçek bir pozisyon olması ve yalnızca vize edinmek amaçlı olmaması, (iv) teklif edilen maaşın belirli bir seviyenin üzerinde olması, (v) İngilizce dil şartını yerine getirmek ve (vi) finansal gereksinimi karşılıyor olmak.

Bu durumda, Scale-up vizesi sponsorluk gerektiriyor. Bunu açıklar mısınız?

İlk duyurulduğunda, Scale-up vizesinin sponsor şirket gerektirmeyeceği söyleniyordu. Ancak, detaylar ortaya çıktıkça, bu vize türünün de ilk etapta bir sponsorluk gerektireceği netleşti. Başvuru sahiplerinin İngiltere’de bu vize türü altında geçirecekleri ilk 6 aylık dönem için uygun bir sponsor şirkete ihtiyaçları bulunuyor. İlk 6 aylık periyodda sponsor şirket için çalıştıktan sonra, tercih eden Scale-up vize sahipleri sponsor şirketlerinden ayrılabilirler.

Scale-up vizesi için sponsor lisansı edinmek isteyen şirketlerin karşılamaları gereken belirli kriterler mevcut. Öncelikle, mevcutta en az 10 çalışana sahip olmak gerekiyor. Ayrıca, şirketin son 3 yılına bakıldığında, işçi sayısı veya yıllık ciro bakımından yüzde 20 oranında artış olduğunun ispatlanması elzemdir. Bu kriterleri sağlayabilecek şirket sayısının sınırlı olacağı kanaatindeyiz.

Hangi meslek mensupları bu vizeden daha kolay yararlanabilir?

Bu vize türünden yararlanabilecek meslek gruplarının listesi Home Office web sitesinde mevcut. Genel olarak, üniversite mezuniyeti seviyesinde nitelik ve beceri gerektiren meslek grupları mensupları için oluşturulmuş bir vize rotasıdır. Başvuru sahiplerinin üniversite mezunu olması şart değil. Ancak, doldurulacak iş pozisyonunun üniversite mezuniyeti seviyesinde nitelik ve beceri öngörmesi gerekir. Üniversite mezunu olmasa da, bu boşluğu iş tecrübesi ile tamamlamış olan adaylar da bu vize türünden yararlanabilir. Tabii, üniversite mezunu olmadan bu kriterleri karşılayabilecek birey sayısı da sınırlı olacaktır. Uygun meslek gruplarına birkaç örnek olarak şunlardan bahsedebiliriz: Yönetim Kurulu Başkanları, diğer üst düzey şirket yöneticileri, insan kaynakları müdürleri, bilişim direktörleri, banka müdürleri, sağlık servisi müdürleri, sağlık çalışanları, sosyal servis müdürleri, mühendisler, mimarlar, yazılım uzmanları, okul müdürleri, avukatlar, muhasebeciler, vs.

Bu vizeye başvurmak için hangi seviyede İngilizce dil bilgisine sahip olmak gerekir?

Scale-up vizesinin B1 düzeyinde İngilizce dil bilgisi şartı bulunuyor. Bunu karşılayabilmek için; İngilizce okuma, yazma, konuşma ve anlama alanlarında B1 ve üzeri seviyede Home Office onaylı bir dil testi geçmiş olmak gerekiyor.

Asgari maaş şartını açıklar mısınız?

Scale-up Vize sahiplerinin almaları gereken asgari maaş şu şekilde. Minimum yıllık maaş £33,000, saatlik maaş £10.58 veya ilgili meslek grubunun genel-geçer maaş seviyesi daha yüksek ise, ilgili seviyede maaş alacak olmaları gerekiyor.

Pekiyi, buradaki finansal gereksinim nedir?

Scale-up vizesi’ne başvuracakların, başvuru tarihinde ve onun öncesindeki belirli bir periyodda banka hesaplarında bulunması gereken asgari bir miktar söz konusu. Yalnız başına başvuru yapacaklar için bu miktar £1,270. Bağlı olarak başvuracak eş ve çocuklar için ayrıca belirli miktarlar sağlanması gerekir. Sponsor şirketin, başvuru sahibinin ilk aylık masraflarını karşılayacağını taahhüt etmesi halinde bu miktarların sağlanması gerekmiyor.

Vize uzatmaları ve kalıcı oturum almak mümkün mü?

Evet. Sponsor şirketiniz için 6 ay çalıştıktan sonra ve asgari maaş gereksinimini karşıladığınız sürece, 3’er yıllık uzatmalar almak mümkün. Bu vize ile 5 yıllık bir ikamet süresinin ardından, kalıcı oturum için başvuru yapılabilir.

Scale-up Vizesi ile aile fertleri de İngiltere’ye getirilebilir mi?

Scale-up Vizesi sahipleri, eşlerini ve 18 yaşını doldurmamış çocuklarını İngiltere’ye getirebilirler.

Bu vizenin başvuru sahibi için maliyeti nedir?

Sponsor lisansı ve sponsor sertifikası masraflarını sponsor şirketin kendisi karşılayacaktır. Başvuru sahipleri kendi başvuru ücretlerini karşılamak durumunda olacaklardır. Başvuru ücretleri başvuran başına £715 olup, İngiltere’de kalınacak her yıl için £624 sağlık harcı da ödenmesi gerekir. Avukat veya danışman aracılığıyla başvuru yapılması durumunda, bu servisler için de ayrıca bütçe ayırmak gerekecektir.

Başvuru süreci nasıl işliyor ve sizce vizenin neticesini almak ortalama ne kadar süre tutacak?

Basitçe anlatmak gerekirse, uygun bir sponsor ve iş pozisyonu bulduktan sonra, sponsor şirketin sponsor sertifikası edinip başvuru sahibine iletmesi gerekir. Akabinde, önce internet üzerinden ilgili başvuru formu tamamlanıp, destekleyici dokümanlar sisteme yüklendikten sonra, başvuru sahibi biyometrik kayıt randevusuna katılıp başvuru sürecini tamamlamış olacak. Normal koşullarda, bu başvuru türü 3 haftalık bir sürede karara bağlanır.

Ankara Anlaşması’ndan çeşitli gerekçelerle ret almış biri bu vizeye başvurabilir mi?

Ankara Anlaşması veya başka bir vize türünden ret almış olmak, Scale-up vizesi’ne başvurmanın önünde bir engel teşkil etmez. Elbette, daha önce ret almış olmak, sonradan yapılan vize başvuruları üzerinde bir önyargı oluşturabilir. Ancak, bu durum tek başına ve kendi içinde ret gerekçesi oluşturamaz.

 

Yaşar Doğan, Solicitor Advocate

Redstone Solicitors

 Unit B, 17 Downham Road, London N1 5AA

 Tel:      0203 940 5959

Fax:     0203 940 5966

 Web:    www.redstonesolicitors.co.uk

 

*Bu yazı ilk defa 15 Eylül 2022 tarihinde Olay Gazetesinde yayınlanmıştır.

https://olaygazete.co.uk/turk-toplumu/scale-up-vize-sahipleri-sponsor-sirketlerinden-ayrilabilir.html

 

Home Office mağduru Ankara Anlaşmalı: Başına gelmeyen kalmadı

Hiç yorum yok

10 Temmuz 2024

Vize uzatma başvurularının sonucunu aylarca beklemeleri ve Home Office memurlarının objektif kriterlere uymayan kararları birçok Ankara Anlaşmalının mağduriyet yaşamasına yol açıyor. Bu mağduriyeti birçok bakımdan yaşayanlardan biri olan Neslihan Yiğit ile başından geçenleri konuştuk.

 


Tuncay Bilecen

 

 

Ankara Anlaşmalıların vize uzatma başvurularının sonucunu aylarca bazen yıllarca beklemeleri ve Home Office memurlarının keyfi kararları uzun zamandır kamuoyunun gündemini meşgul ediyordu. Milletvekili Feryal Demirci Clark’ın bu konuda Home Office’e çeşitli sorular yöneltmesine ve konuyu gündemde tutmasına rağmen yaşanan mağduriyetler tam anlamıyla ortadan kalkmış değil. Neslihan Yiğit de Home Office mağdurlarından biri. Ciddi sağlık sorunları yaşamasına ve aile bireylerini kaybetmesine rağmen hızlandırma taleplerine cevap alamayan ve bu süreçte mağduriyetleri katlanan Neslihan Yiğit’le başından geçenleri konuştuk.

Ankara Anlaşmasına ne zaman başvurmuştunuz?

Ankara Anlaşmasına Türkiye’den başvurdum. Dosyam birkaç ay içinde kabul aldı ve 9 Ocak 2020’de Londra’ya geldim.

Anlaşmaya hangi alandan başvurmuştunuz?

Sanat üzerine başvurdum. Hem resim öğretmenliği hem fotoğrafçılık gibi alanları içeren zengin bir dosyam vardı.

Sizin Home Office ile halihazırda devam eden bir davanız var? Birçok mağduriyet yaşadığınızı biliyorum. Bu süreçten biraz söz eder misiniz?

Buraya geldiğimde pandemi süreciydi, epey zorlu bir dönemdi ama online derslerimle bir şekilde götürüyordum. Sonra senemi doldurmak üzereyken Aralık ayında tekrar uzatmaya başvurdum.

Başvurumdan birkaç ay önce sağlık sorunlarım nedeniyle Eylülde Türkiye’ye gittim. Sol kalçamda kalça protezi var. Bununla ilgili olarak altı defa ameliyat olmuştum. Türkiye’deki doktor acilen ameliyat olmam gerektiğini söyledi. Ancak öyle bir vaktim olmadığı için hemen Londra’ya dönüp uzatmaya başvurdum. Bu sırada şöyle düşünüyordum; uzatmaya başvuracağım, üç – dört ay sürecek, ardından da Türkiye’ye gidip ameliyat olabileceğim. Maalesef öyle olmadı. Aralıkta başvurdum, bekleme sürecine girdim. Ancak bir türlü netice alamadım.

Hızlandırma talebinde bulundunuz mu?

Uzatma sürecinde, kalçamdaki kalça protezi ciddi ağrılar yaratmaya başladı. Kendi başıma ayakta duramaz hale geldim. Kullandığım ağrı kesiciler ağrıyı sadece hafifletiyordu. Bu arada, benden 6 yaş büyük olan ağabeyimi Covid nedeniyle kaybettim. Onun öncesinde anneannemi kaybetmiştim. Burada beklerken, ayrıca iki defa Covid geçirdim. Ağabeyimin cenazesine gidebilmek ve Türkiye’de acilen ameliyat olabilmek için Home Office’e defalarca email gönderdim.

Bu maillerde sağlık durumuma ilişkin raporlar da yer alıyordu. Türkiye ve İngiltere’deki doktorlardan resmi yazılar ve raporlar aldım. Dört – beş defa hızlandırma talebinde bulundum, herhangi bir yanıt alamadım.

Hızlandırma taleplerinize hiç mi yanıt almadınız?

2020 yılının Aralık ayında vize uzatma başvurusunu yapmıştım. Rahatsızlığım nedeniyle ilk hızlandırma talebimi 2021 yılı Şubat ayı başında yaptım. Bu ilk başvuruma yanıt verdiler, ancak dosyamı hemen incelemeye almayıp beni bir ay sonra 2021 yılının Mart ayında mülakata çağırdılar.

Benim o mülakata hangi psikolojiyle katıldığımı tahmin ederseniz. Otuz altı yaşındaki abimi kaybetmişim. Sağlık sorunları yaşıyorum. Kalça protezimden dolayı dayanılmaz ağrılar içinde zar zor yürüyebiliyorum. Psikolojim darmadağın. Bana orada kırktan fazla soru soruldu. Elimden geldiğince sorulara yanıtlar vermeye çalıştım. Söz verilmesine rağmen bana mülakat tutanağını göndermediler. Böylece mülakat sırasında heyecandan yanlış bir şeyler söylemişsem de bunu düzeltme hakkım elimden alınmış oldu. Bununla ilgili yalvarmalarıma yakarmalarıma ve defalarca gönderdiğim maillerime de cevap vermediler. Bu süreçte anlaşmayı yakıp Türkiye’ye dönmeyi çok düşündüm. Ama bu kadar mağdur olmuşken Home Office’e teslim olmak istemedim.

Sonucu beklerken sağlığınız ne durumdaydı?

Mülakattan sonra, sağlık durumum ve ağabeyimin kaybını dikkate alarak, dosyamı hızlandırmaları gerekirken, hiçbir şey yapmadan beni 6 ay kadar daha beklettiler. Durumum çok ağırlaşmıştı. Ağrı kesiciler dahi artık işe yaramaz hale geldi. Doktorlar beni ameliyata almak zorunda kaldılar. Devlet hastaneleri tamamen dolu olduğu için İngiliz Sağlık Bakanlığı acilen beni özel hastaneye aktardı. Tek başıma ameliyat olmak zorunda kaldım. Çok ağır bir ameliyat geçirdim. Hastanede 4 gün yattım, etrafımda bana bakacak hiçbir aile bireyim yoktu.

Başvuru ve mülakat sonucu ne zaman geldi?

Daha önce de söylediğim gibi 12 Aralık 2020’de uzatma başvurumu yaptım. Sağlık sorunlarından dolayı 26 Aralık 2021’de ilk hızlandırma talebinde bulundum. Bu ilk talebimi kabul ettiler, ama dosyama bakan memur, dosyamı hızlandırmak ve en kötü ihtimalle, bana 1 yıl uzatma verip, tedavimi olmama olanak sağlamak yerine, beni 1 ay sonra mülakata çağırmayı tercih etti. Bu mülakata 12 Martta gittim. Mülakatı yapan bayan, durumuma çok üzüldü, geçmiş olsun dedi ve mülakat notunda benim durumumu dosyama bakan memura ileteceğini söyledi. 10 gün içinde bana mülakat tutanağımın bir kopyasını da göndereceklerini söylediler.

Mülakat tutanağım bana gelmeyince, hem durumumu açıklayan hem de mülakat tutanağının gönderilmesini talep eden 2 ayrı email daha gönderdim. 5 Nisan ve 6 Mayıs 2021 de gönderdiğim bu 2 ayrı emaile de yanıt verilmedi. Çaresiz ve yalnız bırakıldım. Tüm insani ve merhamet talep eden çabalarım yanıtsız kaldı.

Ağrılarım artık dayanılmaz hale geldiği için, 26 Temmuz 2021 de İngiltere’deki doktorlar beni acilen ameliyata aldılar. Devlet hastaneleri dolu olduğu için ameliyatım zorunlu olarak özel bir hastanede yapıldı.

Bu arada acil inceleme taleplerim de devam etti. En son olarak 2 Ekim 2021 de adeta yalvaran bir email gönderdim. Nihayet, dosyama bakan memur, beni 10 ay kadar beklettikten sonra 13 Ekim 2021 de ret kararını verdi.

Bu ret kararına itiraz ettiniz mi?

Evet, avukatlarım 25 Ekimde itiraz dilekçemi verdiler. Ama bu sefer de itiraz için 9 ay daha beklemek zorunda kaldım. Bu itirazım da reddedildi. Şu anda mahkeme sürecindeyim.

Anlayacağınız, bunca sağlık sorunlarıma, ağabeyimin vefatına yani en insani taleplerime rağmen toplamda 2 yıla yakın bir suredir, başvurumun adil bir şekilde incelenip sonuçlanması için bekliyorum.

Avukata başvurdunuz mu?

Garth Coates Avukatlık firmasında 3 farklı avukat dosyamla ilgileniyor. Konuyu takip eden ekipte Tamer Ulay Bey beni çok iyi anladı ve dosyamdan umutlu olduğunu söyledi. Artık bu davanın takipçisi olacaklarını söyledi.

Son olarak bundan sonrası için beklentiniz nedir?

Bundan sonraki süreç için beklediğim tek şey adalet. Adaletin hepimize eşit işlemesini istiyorum. Haksızlığa uğrayan herkesin sonucu olumluya dönsün. Aynı olgular karşısında neden memurların biri başka öbürü başka karar veriyor? Bu kadar çaba vermişken, zor koşullarda işimi yapmışken benim işimi yaptığıma bile inanmadılar. Üstüne üstlük dosyamda zaten bulunan konuları mülakatta soru olarak sordular.

Ret kararına yaptığım itirazı inceleyen bir başka memur, dosyamın sonuçlanması için bu kadar süre beklemek zorunda kalmamın ve dosyamdaki gecikmelerin olmaması gereken talihsiz şeyler olduğunu itiraf ediyor. Yani, Home Office’teki bir memur dahi, olmaması gereken prosedürün bende olduğunu kabul etti. Ben, kişisel olarak, dosyama bakan ilk memurun ırkçı ve taraflı bir karar verdiğini düşünüyorum. Bu memurla yüzleşmeyi ve aynı şeyleri kendisi yaşasaydı neler hissedeceğini bilmek isterim. Bu haksız ve merhametten uzak ret kararının iptali için var gücümle çalışacağım, çünkü İngiltere’de merhametli ve adalet sahibi insanların daha fazla olduğuna inanıyorum.

Sonucum olumluya dönerse geç de olsa abimin, anneannemin mezarını ziyaret edebileceğim, ailemi görebileceğim ve sağlık sorunlarımı Türkiye’de daha hızlı ve iyi bir şekilde çözebileceğim.

Bu süreçte iyi olmaya çalışıyorum. Bütün bu çabamın karşılığında her şey olumluya dönecek diye umuyorum. Biliyorum, benim yaşadıklarıma benzer şeyler yaşayan çok Ankara Anlaşmalı var ama benim kendi deneyimim gerçekten üst üste gelen birçok acı olaydan oluşuyor. Benim gibi mağdur edilen herkes için bir an önce adaletin tecelli etmesini istiyorum.

 


 👉Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın

 

Mültecilik: suç işledikçe görünür, ezildikçe görünmez olmak

Hiç yorum yok

20 Haziran 2024

Heykel: Bruno Catalano


Tuncay Bilecen, tuncaybilecen@gmail.com

Bugün 20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü…

Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre, 2020'nin sonu itibariyle dünyada 82,4 milyon mülteci veya sığınmacı bulunuyor. BM, mültecilği: "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi" şeklinde tanımlıyor.

Genel kullanımda “göçmen”, “sığınmacı”, “mülteci” kavramlarının karıştırıldığı ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı görülse de mültecilikte “zorunlu bir göç” olgusunun bulunduğunu ve “mülteciliğin” aynı zamanda hukuksal bir statü olduğunu belirtelim.

ASAYİŞ VE SOSYAL DÜZENE TEHDİT

Güvenlikçi politikaların, temel insan hakları ve hukuk devletinin önüne geçtiği günümüzde mültecilik ve mülteciler bir hukuksal statü olarak değil asayiş ve sosyal düzene bir tehdit olarak algılanıyor.

11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından yaygınlaşan güvenlikçi söylem, kapitalizmin yapısal ve döngüsel krizleri derinleştikçe hedef tahtasına en kırılgan ve kolay hedef olan göçmenleri koydu. Sağ popülizmin söylem dünyasında bereketli bir malzeme teşkil eden göçmenler artık her türlü fenalığın, bozulmanın, kötülüğün müsebbibi idi.

-       Ekonomi kötüye gidiyor?

-  Çünkü çok göçmen geldi, tüm yardımları alıyorlar. Bütçeni çoğu bedavadan geçinen göçmenlere gidiyor.

 

- Asayiş bozuldu, sosyal sorunlar var.

- Çünkü çok göçmen geldi. Toplumun yapısını, kimyasını bozdular. O yüzden ahlakımız da bozuluyor.

 

- İşsizlik artıyor.

- Çünkü çok göçmen geldi. Ucuza çalıştıkları için elimizdeki işleri de aldılar.

İNSAN-ALTI BİR KATEGORİ

Sağ popülist siyaset bu bereketli malzemeyi tepe tepe kullandıkça ekonomik kriz nedeniyle eski konforunu yitiren, güvencesizleşen ve gelir kaybına uğrayan kesimler için çok kullanışlı bir nefret objesi ortaya çıktı: göçmenler… 

British jobs for British workers” sloganının gölgesinde gerçekleştirilen Brexit referandumundan Fransa’dan, İsveç’e, İtalya’dan Almanya’da ırkçı partilerin tırmanışına kadar Batı dünyasında göçmenlerin söylem düzeyinde bir nefret objesi olarak kullanım alanının yaygınlaştığını görüyoruz. Burada “obje” özne olamamış, özne dahi kabul edilmeyen, edilgen, eğreti bir varoluşu sembolize ediyor. İrfan Aktan’ın gerçekleştirdiği söyleşide Tanıl Bora bu durumu şu şekilde ifade ediyor: Göçmenler insan-altı bir kategori gibi görülüyorlar. Kayıt dışı ve insan dışılar, kağıtsızlar, statüsüzler; bir ‘fazla’ veya ‘artık’ nüfus teşkil ediyorlar; onlara her şey yapılabilir. Bir yandan da müthiş bir tehdit kaynağı sayıldıkları için, üzerlerinde tepinilebilecek bir yığın olarak görülüyorlar. Kendilerini ‘yerli’ kabul eden, hasbelkader bir memlekette yerleşik olan insanların tehdit algılarına hitap etmeye çok elverişliler.”

"BEN GÖÇMENLERE KARŞI DEĞİLİM AMA BU KADARI DA FAZLA!"

Elbette göçmen, mülteci karşıtlığı ve düşmanlığını sadece sağ popülist siyasete mal edemeyiz. Dolaşıma girdikçe çoğalan ve yaygınlaşan bu söylemlerin her kesimden birçok alıcısı bulunuyor. Bu konudaki neşriyat arttıkça nefret kervanına katılanların sayısı da artıyor. “Ben göçmenlere karşı değilim ama bu kadarı da fazla!” diye başlayan yakınmalar, göçmenlere “artık” negatif ayrımcılık uygulanması gerektiğini hatırlatan tehditkâr cümlelerle bitiyor: “Hepsini göndereceksin geldiği yere!” Bu yönüyle mültecilik makul ve makbul vatandaşlığa da bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla aynı suçu makbul vatandaşın işlemesiyle zaten potansiyel tehlike olan mültecinin işlemesi farklı yorumlara yol açıyor. Temel insan haklarına, hukukun en temel prensiplerinden biri olan suçta ve cezada yasallık ilkesine aykırılık teşkil etse de bunu savunan kişiler güvenlikçi bahanelerin arkasına kolayca sığınabiliyor.

SUÇ İŞLEDİKÇE GÖRÜNÜR, EZİLDİKÇE GÖRÜNMEZ OLMAK

Günden güne yayılan mülteci karşıtlığının ilginç bir boyutu da tekil örneklerle yapılan genellemelerin meselenin özünün kaçırılmasına yol açması… Bu sayede göçmenler şeytanlaştırılırken; ülkenin olmayan sınır politikası, olmayan göçmen politikası ve olmayan entegrasyon politikası tartışma konusu bile edilmiyor. Ezcümle, kamusal alanda göçmen tartışmaları meseleyi ortaya çıkaran nedenlerle değil, bu nedenlerin yol açtığı kriminal tekil örnekler üzerinden yapılıyor. Böylece sınıfsal piramidin en altında yer alan; güvencesiz, kayıtsız, kağıtsız, ucuz işgücü olan göçmenlerin sınıfsal konumları da kendileri gibi görünmez hale geliyor. Ne yazık ki milyonlarca yoksul göçmen ancak suç işlediklerinde görünür oluyorlar.  

Yazıyı, Kemal Siyahhan’ın mülteci kitabından, bir Afgan mülteci olan Abdülmelik’in sözleriyle bitirelim: “Dünyanın neresine giderseniz gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.”

 

Sınırların ve pasaportların olmadığı bir dünya özlemiyle… 

Göçmenlikte acı yarıştırma hastalığı

5 yorum

05 Mart 2024

Bu yazıda göçmenlik hiyerarşisinin raconunda yer alan "acı yarıştırma" mevzusuna değiniyorum. 




Tuncay Bilecen

tuncaybilecen@gmail.com


    “Brexit’e neden evet dediniz?”

“Çünkü çok göçmen geldi?”

“Peki, siz de göçmen değil misiniz?”

“Biz de göçmeniz ama biz vergimizi veriyoruz. Onlar hep sosyal yardımları alıyorlar. Burayı mahvettiler.”

Bu tür diyalogları alan araştırması sırasında sıkça yaşamışımdır. Göçmenlik hiyerarşisi diye bir hadise gerçekten var. Bir yere daha önceden gelenler yeni gelenlere karşı agresif bir tutum içinde olabiliyorlar. Bu agresif tutum zaman zaman rövanşist bir biçim de alabiliyor.

Nasıl mı? Bunu acı yarıştırmak şeklinde de düşünebiliriz. Daha doğrusu, bazı göçmenler kendilerinden sonra gelenlerin çabucak uyum sağlamalarına, düzenlerini kurmalarına, para kazanmalarına asla tahammül edemiyorlar. “Biz çok çektik, siz de aynı çileyi çekmelisiniz!” düşüncesi yatıyor bu tutumun arkasında.

Hani sizden hep kötü şeyler duymak, sizi hep üzgün görmek isteyen “enerji emici” insanlar vardır. Bu insanlar “kara gününüzde” birden yanınızda peyda olurlar ama size destek olmak için değil, acınızın cilasını çekmek için. Göçmenlikte de böyle tipler yok mu? Sürüsüyle… Bir bakmışsınız geldiğiniz ilk günlerde güya size destek olur gibi görünen bu kişi, yavaş yavaş kendi ayaklarınız üzerinde durmaya başladığınızda size yüz çevirmiş. Niye? Çünkü illaki siz de onun kadar çile çekeceksiniz!

Göçmenlik hiyerarşinin değişmeyen kurallarından olan bu durum bazen acı yarıştırmaya da dönüşebiliyor. Örneğin bir Ankara Anlaşmalı “15 aydır ailemi göremiyorum. Home Office vize sonucumu bir türlü açıklamıyor” dediğinde yanındaki birinci göç akınıyla gelen göçmen “o da bir şey mi, biz yıllardır gidemedik. Biz gemileri yakıp geldik buraya!” diyor. Ve ekliyor, “siz hiç zahmet nedir görmediniz. Biz geldiğimizde burada bir tane Türk bakkalı yoktu!” Veya bu sohbeti tersine de çevirelim. Şimdi de bir Ankara Anlaşmalı konuşuyor: “Adam geldiğinin ertesi günü Job Center’a gidip maaş almaya başlamış. Ardından belediye evine yerleşmiş. Yetmemiş part time çalışıyorum göstermiş, bir sürü yardıma başvurmuş. Bana çektiği çileden söz ediyor. Biz burada beş sene boyunca bırakın yardım almayı istediğimiz işi bile yapamıyoruz.”

Kuşkusuz tüm göçmenlerin aynı tutum içinde olduklarını söylemiyoruz, ancak “göçmenlikte acı yarıştırma” mevzusu çoğu göçmenin başına gelmiş bir hadisedir. Esasında, birinden, onun başına gelmiş kötü bir şey dinlerken haz almak, iyi bir şey dinlerken ise için için kıskanıp bunu değersizleştirmeye çalışmak göçmenlere değil bencil, değerleri olmayan insanlara özgü bir davranıştır… 


* Sizin de böyle bir deyeniyimiz olduysa lütfen yorumlarda paylaşın... 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan