Mutluluk söylemi, modern dünyada bireyin kendini
tanımlama ve anlamlandırma sürecinde merkezi bir konuma yerleşmiştir.
Foucault'nun "iktidar ve bilgi" kavramlarından hareketle, mutluluk
söylemi, tarihsel ve toplumsal bağlamda belirli güç ilişkileri tarafından üretilen
bir ideoloji olarak görülebilir. Bu söylem, bireyi "mutlu olmaya"
zorlayan normatif bir çerçeve sunar. Üniversiteler, medya, popüler kültür
ve kişisel gelişim endüstrisi gibi çeşitli kurumlar, mutluluğu hem bir hedef
hem de bir ölçüt olarak yeniden üretir. Bu durum, modern öznenin "anlamlı
bir yaşam" arayışını "mutlu bir yaşam" ile eşitlemesine yol
açar.
Bireysel mutluluk, postmodern özne için anlamlı bir yaşamın birincil kıstası olarak adeta ontolojik bir hakikate dönüşmüştür. Modern birey,
sağlıklı bir beden, maddi refah, statü, kariyer, terapi seansları, sağlıklı
beslenme gibi söylemlerle bu “ideale” doğrudan veya dolaylı olarak
yönlendirilmektedir. Ancak sorun şu ki, mutlu bir yaşam sürmenin sadece
"bireysel bir sorumluluk" olarak özneye dikte edilmesi, toplumsal
eşitsizlikleri ve sistemik sorunları birey tarafından göz ardı edilmesine yol
açmaktadır. Dolayısıyla "mutluluk," hem bireysel bir amaç hem de
"ideolojik bir söylem" olarak bir baskı işlevi görmektedir.
Bir diğer husus ise "mutluluğun" ne olduğuna,
ne zaman veya hangi koşullarda "mutlu" olunacağına dair evrensel bir
tanımın olmamasıdır. Bu belirsizlik, mutluluğun bireyler arasında farklı
anlamlar taşımasına neden olur. Bu evrensel tanım eksikliği, daha doğrusu
mutluluğun bir hedef ya da kesin bir "a priori" olarak var olmama
hali, "mutluluk söyleminin" iktidar tarafından manipülatif bir araç
olarak kullanılmasına olanak tanır. Bireyler dinamik bir şekilde sürekli bir
"mutluluk arayışı" içinde tutulur, bu da tüketim kültürü ve kişisel
gelişim endüstrisini besler.
Kısacası mutluluk, modern özne için ontolojik olarak
yaşamın amacı haline gelmiş, ancak bu süreçte modern özneyi şekillendiren
ideolojik bir aygıta dönüşmüştür. Doğası gereği belirsizlik taşıyan bu
ideolojik söylem, postmodern bireyleri kendi mutluluklarını sorgulamaya ve
sürekli bir arayış içinde olmaya zorlamaktadır. Bu durum, bir yandan bireysel
özgürlüğü yüceltirken, diğer yandan ise postmodern özneyi belirli normlara
uymaya zorlayan imperatif bir baskı aracına dönüşmektedir.
Yaylalı Ramazan