🎧Bisikletli Gazete söyleşilerini podcast olarak çeşitli platformlardan dinleybilirsiniz.
Bisikletli Gazete söyleşilerini podcast olarak da dinleyebilirsiniz
Hiç yorum yok01 Haziran 2025
6/01/2025🟢Spotify
Oyuncu Feride Morçay’la göçmenlik ve tiyatro üzerine söyleşi: “Tiyatro bana var olduğumu hissettirdi”
Hiç yorum yok14 Nisan 2025
4/14/2025Feride Morçay, 19 yaşında medya ve film eğitimi için geldiği Londra’da araya giren birçok eğitim ve iş deneyiminin ardından bugün hayatını oyuncu olarak sürdürüyor. Başrolünü oynadığı Hayfever aldı oyunun ‘’Keep it Fringe Fund’ ödülünü almasıyla bu sıra dışı oyunu iki hafta boyunca sergilemek üzere Edinburgh’a giden Feride Morçay’la göç hikâyesi, oyunculuk ve tiyatro üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Tuncay Bilecen
Feride seni
Londra’ya hangi rüzgâr attı?
Londra’ya ilk
geldiğimde 19 yaşındaydım. Aslında çok plan yaparak gelmedim. Hayatımı burada
geçireceğimi bile düşünmedim, sadece kalbimin sesini dinledim diyebilirim. Daha
öncesinde Avusturya Lisesi’nde okurken AFS ile lise değişim programıyla ABD’ye
Ohio’ya gitmiştim. Ailem Türkiye'de kalmamı tercih ediyordu aslında. Koç
Üniversitesi’nde Medya bölümünü burslu kazanmıştım. Aynı zamanda Londra’daki
üniversitelere de başvurdum. Film yönetmeni olmak istiyordum. Derken buradaki üniversiteden kabul aldım. Zaten
içimdeki ses bana gitmem gerektiğini söylüyordu. O rüzgârla Londra’ya geldim.
Daha önce yurt
dışı tecrübesi yaşamış olman bu kararında etkili olmuştur diye tahmin ediyorum.
Çok kolay
olmadı. Ailem o sırada gitmemi çok istemiyordu. Kimseyi tanımıyordum, daha önce
hiç Londra’ya gelmemiştim. Bir gün yanıma gelip "kızım sana güveniyoruz" dediler kendi harçlığımı kendim kazanmam şartıyla Londra maceram başladı. Okurken
çalışmaya başladım.
Peki, Londra’da
ne umdun ne buldun?
Şunu fark ettim;
İstanbul’daki çevremin hep aynı tip insanlardan oluştuğunu, burada hayatın daha
zor olduğunu gördüm. Avusturya Lisesi öncesinde de özel okula gidiyordum.
Burada ise arkadaşlarım çalışıp ailelerine para gönderiyorlardı. Bunun gibi bir
örnekle İstanbul’da kendi çevremde pek karşılaşmamıştım. O küçük yaşta gözüm
açıldı. Daha çabuk büyüdüm herhalde.
Londra seni
olgunlaştırmış.
Umarım. Tek
başına bir hayat kurmaya çalışınca ister istemez hayatının bütün sorumluluğu senin
elinde oluyor.
Bu sırada
nerede okuyordun?
Goldsmith
University of London’da Medya, İletişim ve Film Yapımı okudum üç sene. Bunu
yaparken Cambridge’te bulunan Balık Art adında kâr amacı gütmeyen şirkette
çalıştım. Proje yönetmenliği yaptım. Yaklaşık beş film şirketinde staj yaptım.
Mezun olduktan sonra iş bulmak için çeşitli film şirketlerine mailler attım. Yüzlerce
mailden iki tanesine geri dönüş aldım. O sırada bir Rus film şirketinden kabul
aldım. Oraya girdiğim için Londra’da kalabildim. Çünkü o zamanlar mezun
olduktan sonra öğrenci vizesini devam ettiremiyordun. Böylece full time çalışma
hakkını elde ettim ve Ankara Anlaşması’na başvurup freelance çalışmaya başladım.
İki sene boyunca film sektöründe yapımcı asistanlığı yaptım.
Bu dönemde hiç
oyunculuk tecrüben oldu mu?
Olmadı. Lisede
olmuştu. Amerika’da gittiğim okulda, müzikalde, tiyatroda ve koroda yer
almıştım. Ama kendime hiç sanatçı gözüyle bakmamıştım, sonradan geldi bu. Ben
yönetmen, yapımcı olacağım, sanatçıları çok seviyorum, onların içinde olacağım
diyordum. Herhalde kendime karşı çok dürüst değildim ya da kendimi çok
tanımıyordum o yaşta.
Peki, ilk
şimşek nasıl çaktı oyunculukla ilgili?
Burada yazar,
yapımcı, oyuncu olan bir arkadaşım var, müzikal bir oyun yazmıştı. “Bu oyunun
yapımcılığını yapar mısın? Cambridge festivaline götürmek istiyorum” dedi. Bir
anda çevrem tiyatrocularla doldu. Tiyatro ve oyunculuk üzerine okumaya
başladım. Birden aşık oldum. Bir şimşek çaktı, işte bu dedim ve her şeyi geride
bıraktım.
Yıllar sonra
sahneye çıktığında ne hissettin?
Kendimi denemek
için Identiy School of Acting’in seçmelerine katıldım. O seçmelerde özgürlük
duygusunu hissettim. Tiyatro bana var olduğumu hissettirdi. Sesimde ve bedenimdeki
yılların verdiği alışkanlıkları kırmak için oyunculuk okumayı seçtim Çünkü 'kendinin
farkına varmakla' başlıyor bence oyunculuk.
Ardından ben
artık oyuncu olurum dedin mi?
Bu sırada
yapımcı asistanlığına devam ediyordum. Warner Brothers’la ilgili bir proje
vardı. Bu aslında bir dolandırıcılık projesiymiş. Benim bir anda dünyam
karardı. Bu işte herkesin düşündüğüm kadar iyi kalpli olmadığını fark ettim. Bir
anda Londra’dan gitmeye karar verdim ve apar topar İstanbul’a geldim.
İstanbul’da bir sene kalacağım derken üç ay kaldım. Şahika Tekand’ın
Nişantaşı’nda bulunan Stüdyo Oyuncuları’na üç ay gittim. Oradaki ortam çok
hoşuma gitti. Mehmet Ergen o sırada Gerçek adlı oyunu yapıyordu. Onun gönüllü asistanlığını
yaptım. Gerçek oyunundaki metni oyuncularla birlikte çalışırken kendimi gördüm. Sahne önünde olmam gerektiğini fark ettim.
Sonra Identity’den İleri seviye oyunculuk part-time bölümüne kabul aldığıma dair haber geldi. Gitmezsem vizemi de kaybedecektim böylece üç ay sonra tekrar Londra’ya
geldim.
Londra’ya geri
döndükten sonra neler yaptın?
Yaklaşık altı
ay kadar Identity School of Acting’e giderken, Arcola Tiyatrosu’ndaki Alaturka
Türk Oyuncuları’nın seçmelerine şans eseri katıldım, Deli Dumrul oyununu
yapıyorlardı. Küçük bir karakter olan Can Kız karakterini oynadım. O zamanlar
kendime yeterince güvenmiyordum. Ama sahneye çıkmak bir kapı açtı. Ertesi sene Shakespeare Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Eleni karakterini oynadım. Bu da benim için çok güzel bir
deneyim oldu.
Oyunu izlemeye gelen akademisyen, oyuncu Elif İskender ile tanıştım. Onun da burada atölyesi var. Birebir olarak
iki sene çok yoğun çalıştık. Üzerimde çok büyük emeği var. Kamera önü
oyunculuk, psikolojik olarak kendimi tanımamla ilgili. Şunu da fark ettim,
Londra’da bu işi yapmam çok kolay değil. Benim bedenimle ve sesimle ilgili
öğrenmem gereken çok şey var. Üniversiteye gitmeye karar verdim. Drama
okullarına başvurdum. Rose Bruford College’de mastera kabul aldım. O sırada
halen kendime yüzde yüz güvenim gelmemişti. Oyunculuk yapabilir miyim,
bilmiyordum. Master programı iki sene sürdü. Tez projesi olarak Güngör
Dilmen’in “Ben Anadolu’yum” oyununu yapayım derken pandemi nedeniyle 40
dakikalık bir film oldu. Elif İskender hocam da benim supervizörüm olarak
projeye katıldı. Daha sonra bu film festivallerde ödüller aldı.
Londra’da
Lamda’ya gitmeyi çok istiyordum. Shakespeare üzerine üç aylık bir kurs vardı ve
pandemi sırasında daha indirimliydi. Eğitime devam edeyim dedim, bu eğitimin
yarısı yüz yüze oldu. Sonra bana ücretsiz ‘audition’ hakki verdiler. Mastera
kabul alınca, buna devam ettim. Master programı pandemi sebebiyle yaklaşık iki sene sürdü. 2022, Kasım’ında bitti, asıl olarak oyunculuk
üzerine beni güçlendiren eğitim bu oldu. Sabahtan akşama kadar hafta sonları
dahil sadece oyunculuk üzerine çalışıyordum. İnanılmaz bir fırsat oldu benim
için. Mezun olduktan sonra altı kısa filmde oynadım. Mausoom adlı kısa bir
filmde Zara karakterini oynadım, film Raindance Film Festivali’nde Kasım’da
Londra’da gösterilecek. Son olarak da ANANKE adlı 25 dakikalık bir filmde
başrol olarak genç sanatçı uyuşturucu bağımlısı Juliana adlı karakteri oynadım.
Yavaş yavaş
ödüllü Hayfever oyununa gelelim mi? Bu oyuna nasıl dahil oldun?
Bir gün
Lamda’da koridorda yürürken bir arkadaşım beni durdurdu. “Hayfever adlı oyunun
okuması yapılacak. Göçmen bir kızın hikâyesi ve bence bu kız sen olabilirsin. Bence
bu oyunun okumasına git” dedi. Dinleyici olarak gittim. En sonunda yönetmen Roxane Cabassut bize ne düşündüğümüzü
sordu. Aylar sonra mezuniyete hazırlanırken Roxane’den mesaj aldım, festivalden
kabul aldığını, bu oyun için beni düşündüğünü söyledi. Ertesi gün seçmeler
oldu. Beraber çalışmaya başladık. Bu sırada okulda da bir oyun yapıyordum.
Peckham Frinde Festivali’ne üç hafta vardı. Kendi kendime anı yaşa, yaparsın
dedim. Festivalde çok güzel tepkiler aldık. Roxane oyunu Edingburg Frinde’e
götürmek istiyordu, bundan önce de Arcola’da bir hafta oynadık.
Seyirci oyuna nasıl tepki verdi?
Oyun, klasik bir oyundan çok farklı. Gidip arkanızı
yaslanıp oyunu izlemiyorsunuz. Her an her şey olabilir. Siz de aktif bir
şekilde oyunun bir parçası olabilirsiniz. Seyirci oyunu durdurabiliyor,
herhangi bir karakterden o anda nasıl hissettiğini şarkı, monolog yoluyla
anlatmasını istiyor. Bunun dışında oyunda göçmen kızın İngiliz sevgilisinden
ayrılıp ayrılmayacağına sevgilisi karar veriyor. Polisler ölüyor mu ölmüyor mu?
Göçmen kız adamı tren istasyonundan atıp öldürüyor mu, öldürmüyor mu? Bunların
hepsine seyirci karar veriyor. Oyuncu da o sırada seyirci hangisini seçerse ona
göre oynuyor. Aynı zamanda oyundaki her şey satılık. Oyuncu oyunu durdurup “ben
şuradaki masayı satın almak istiyorum” diyebiliyor. Bir anda oyun duruyor ve
açık arttırma başlıyor, burada günümüzdeki tüketiciliğe bir gönderme yapılıyor.
Oyun hayata bütünsel bakış acısıyla bakıyor.
Oyunda aynı zamanda resimler de satılıyor.
Oynadığım karakter Moyna, aynı zamanda bir ressam. Ben de
resim yaptığım için bu denk geldi. Set tasarımcının ve benim yaptığım resimler
oyundan sonra satılıyor.
Bu resimleri oyun sırasında mı yapıyorsun?
Hayır. Kendimi bu karakter olarak düşünüp evde yapıyorum.
Bu resimler, Feride olarak benim yaptığım resimlerden farklı oldu. Bu beni
şaşırttı.
Moyna karakterinin göçmen olması senin de bir göçmen
olman bu oyunun üstesinden gelmende etkili olmuştur diye düşünüyorum.
Empati kurmamı kolaylaştırdı tabii ki. Ait olmamak hissi,
kimlik arayışı, bütün bunlar ilk geldiğim dönemde hissettiğim duygulardı.
Oyunu Edinburgh’ta oynayacaksınız.
11-27 Ağustos arasında Edinburgh’ta TheSpaceUK Venue
45’de oynayacağız.
Ödülden bahsettik mi?
Bahsetmedik. Şöyle, oyunuz yaklaşık 3000 oyun arasından
Phoebe Waller Bridge’in organize ettiği funding’de ilk 50 oyun arasına girdi.
Phoebe Waller Bridge’in kişisel olarak seçip festivalde yer almasını istediği bir
oyun.
Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsun?
Eylül ayı için başka bir oyundan kabul aldım. Oyunun adı
Düşünce Virüs’ü Çin’de Uygur Türklerinin yaşadıklarını anlatan bir oyun. Önümüzdeki
dönemde birkaç film projem daha olacak. Netleşince onları da konuşuruz.
Feride çok teşekkürler katıldığın için.
Ben teşekkür ederim. Biz burada bireysellikten bahsettik
ama hepimiz birimiz için varız. Çok uyuşuk bir dönemde yaşıyoruz. Medya bizi
uyuşturuyor, televizyon bizi uyuşturuyor. Ne olursa olsun, algılarımızı açıp
etrafımızda neler olup bitiyor bakıp kalbimizle hareket etmemiz gerektiğini
düşünüyorum.
Söyleşiyi Spotify’dan dinlemek için tıklayın!
Viyana'da Yeni Hayat: ALİ GEDİK'İN GÖÇ HİKÂYESİ BÖLÜM II (YOUTUBE VİDEOSU)
Hiç yorum yok24 Mart 2025
3/24/2025Ramazan Yaylalı’nın Ali Gedik’le gerçekleştirdiği söyleşinin ikinci ve son bölümünde göçmenliğin zorlu ilk yıllarını geride bırakan Ali Gedik’in Viyana macerasına tanıklık edeceksiniz.
Gedik, Viyana’da kendi deyimiyle bir süre “gurbet içinde gurbet” yaşasa da kısa sürede Viyana’ya adapte olup burada bir gençlik merkezinde sosyal danışman olarak çalışmaya başlayacak ve bir dizi tesadüf sonucu Şivan Perwer’le tanışacak, bu tanışıklık bir dostluğa dönüşecek ve kendisiyle Avusturya’da birçok konser organizasyonuna imza atacaktır.
Bu söyleşinin başlıkları şöyle; 👉 Ali Gedik’in zorlu evlenme macerası… Dört defa istemelere gitmelerine rağmen kaynanasının kızını vermek istememesi. 👉 Müstakbel eşiyle paspas altına mektup bırakmak suretiyle uzun süre yazışmaları… 👉 1983’de eşi Sevim’i başka bir şehre kaçırması… Eşinin deyimiyle “sen kaçırmadın, biz birlikte kaçtık!” 👉 1986’da kızları Orkide’nin doğması. 👉 1989’un sonunda zorlu mücadelenin sonucunda Avusturya vatandaşlığını alması. 👉 Mücadele arkadaşlarıyla, Türkiye’deki sorunlar dışında Avusturya’daki sorunlara da eğilme gerekliliği konusunda yaşadığı çatışmalar… 👉 1990, Ekim’inde Avusturya’da genel seçimler öncesinde kendisine Yeşiller’den adaylık teklifinde bulunulması. Bulunduğu siyasi yapının bu teklifi “burjuva partisine girelim, belki bize bir faydası olur” şeklinde karşılaması. 👉 Bir göçmen olarak Yeşiller Partisi’nden ikinci sıra aday gösterilmesi. 👉 “Eyaletteki oy oranı düşünüldüğünde ben milletvekili olamazdım, ama bir göçmen olarak ikinci sıradan aday gösterilmem sembolik olarak müthiş bir mesajdı.” 👉 Adaylığına ilişkin olarak Avusturya basınının ırkçı neşriyata başlaması… Bir göçmen işçinin aday olmasına, onları temsil edeceğine tahammül edememeleri. 👉 Gelen tepkiler üzerine Yeşiller Partisi’nin Ali Gedik’ten geçmişini inkar eden ve ortamı yumuşatacak bir açıklama istemesi. Bunun üzerine adaylıktan çekilmesi. 👉 Bu adaylığı nedeniyle iki seneye yakın süre iş bulamaması… 👉 Bunun üzerine Voralberg eyaletinden 1993’te Viyana’ya taşınmaya karar vermesi. 👉 “Viyana’ya geldiğim ilk yıl gurbet içinde gurbet yaşadım.” 👉 Voralberg ‘i özlemesi… 👉 1994’te Viyana’da bir gençlik kuruluşunda, gençlik danışmanı olarak işe başlaması… 👉 Fabrika işçiliğinden sosyal danışmanlığa gelmesi entegrasyon sürecini hızlandırması. 👉 Dönemin Viyana’da yaşayan göçmen gençlere ilişkin gözlemler… 👉Kürt siyasal hareketine yakın durması. 👉 Şivan Perwer’le ilginç tanışma hikâyesi… 👉2002’de Şivan Perwer’le Avusturyalı sanatçı Willi Resetarits ile ortak projede bir araya getirilmesi. Avusturya’da bir konser organizasyonu yapılması. 👉 Daha sonra bu birlikteliğin birçok verimli çalışmaya vesile olması…Liverpool'da maskeli bir grubun saldırısına uğrayan Egemen Özdemir'le söyleşi
Hiç yorum yok14 Şubat 2025
2/14/2025Kings College'de Bankacılık ve Finans alanında yüksek lisansını tamamlayıp mezun vizesiyle Londra'da yaşamını sürdüren Egemen Özdemir geçtiğimiz hafta Liverpool'da maskeli bir grubun saldırısına uğradı.
Bisikletli Gazete söyleşilerinin bu bölümünde Egemen Özdemir ile yaşadığı bu tatsız olaya ilşkin yaptığımız söyleşi yer alıyor.
The Womb'un yazarı oyuncu Aylin Rodoplu ve oyuncu Tara McMillan ile tiyatro üzerine söyleşi
Hiç yorum yok24 Ocak 2025
1/24/2025Co Theatre
topluluğunun kurucularından, The Womb adlı absürt komedi oyunun yazarı ve
oyuncusu Aylin Rodoplu ve oyuncu Tara McMillan ile tiyatro üzerine bir söyleşi
gerçekleştirdik.
Bisikletli Gazete Söyleşileri’nden
herkese merhaba, yanımızda tiyatro oyuncuları Aylin ve Tara var. Yakın zamanda sahnelenen
oyunları “The Womb” ve tiyatro üzerine konuşacağız. Sizleri biraz tanıyabilir
miyiz?
Ben, Aylin Rodoplu, 25
yaşındayım yaklaşık 4 senedir Londra'da yaşıyorum. Buraya okumak için geldim 2
hafta önce de East 15 Acting School'dan oyunculuk bölümünden mezun oldum. Çok
taze bir oyuncuyum. Şu anda da kendi oyunumun yapımcılığını yapıyorum, oyunumun
yazarlığını da yaptım.
Senin hikayen dinleyelim
kısaca.
Ben Tara. Ben de babam Jamaikalı,
annem Türk. Ömrüm boyunca Türkiye'de yaşadım. Türkiye'de doğdum, büyüdüm. Ben
de East 15 Acting School'da yüksek lisans yaptım.
Orada mı tanıştınız?
Evet. Onun öncesinde
İstanbul'da Mimar Sinan Devlet Konservatuarı’nda oyunculuk bölümü bitirdim. Oyuncuyum.
Sen ne zaman geldin
Londra'ya?
Benim de iki yıl oluyor
buraya geleli. Geçtiğimiz yıl mezun oldum. Sonrasında yine okuldan bir kadroyla
Edinburgh Festivali için bir oyun yapmıştık. Onu sergiledik. Bu yılda başka bir
oyundaydım. Onun dışında kahve yapıyorum, kafede çalışıyorum. Her oyuncu gibi.
Büyük bir klişeyim yani.
Güzel. Orada da aslında
oyunculukla ilgili çok öğrenecek şeyler var. Gözlem yapılacak çok şey var
gerçekten.
Peki Aylin sana dönelim.
Senin tiyatroya olan ilgin nasıl başladı, nasıl gelişti, neler yaptın bugüne
kadar tiyatroya ilgili?
Küçüklükten beri hep böyle
içimde bir ben oyuncu olmak istiyorum diye bir his vardı ama yani ne özgüvenim
vardı ne böyle çok dışarı dönük bir insandım. Sadece bu istek vardı ve böyle şu
anda da geriye dönüp eskiden not aldığım defterlere baktığımda böyle yazmışım,
ben oyuncu olacağım, yani manifestlemişim ben bunu. İşe de yaradı yani bir
şekilde. Lise döneminde ailemin desteğiyle birkaç böyle bir kursa gittim hem
oyunculuk, sinemada kamera önü dersleri falan da aldım ama dediğim gibi o zaman
böyle özgüvenim çok düşüktü çok zevk almadım. Daha sonra ben İTÜ'de İç
Mimarlık'ı kazandım, hazırlık yaptığım dönemde okulun tiyatro grubuna katıldım,
İTÜ sahnesi. Orada böyle insanların amatör olarak tiyatro yapması beni çok
etkiledi ve bir prodüksiyon çıkardık, o prodüksiyonla da Türkiye turnesine
çıktık. Birlikte bir şey yapmak, böyle o arkadaş, o topluluk hissiyatı benim
gerçekten çok hoşuma gitti. Ve hiç mimarlık okumaya başlamadan dedim ki ben
okulu bırakacağım ve konservatuar sınavlarına hazırlanacağım.
Bu çok radikal bir karar
değil mi?
Gerçekten öyle yani. Ailem
de karşı çıktı. Yani uzun bir süre engel olmak istediler aslında. Hani İTÜ'yü
kazanmışsın, nasıl bırakacaksın? Çünkü ben İTÜ'ye de çok hazırlanarak
girmiştim. Başarılı da bir öğrenciydim aslında. O içimdeki his, o küçüklükten gelen
bir şekilde bunu yapmam gerektiğini hep hatırlattı bana. İngilizcem de çok
yoktu. Hazırlık okusam da yani hazırlı böyle zor bela geçmiştik. Dedim ki siz
bana destek olun ailem maddi olarak. İngilizce kursuna gitmek istiyorum. Aynı
zamanda da biriyle çalışmak istiyorum beni yurt dışına hazırlayacak. Aslında
hiç Türkiye'de konservatuar düşünmedim. Bunun bir sebebi de yok. Hep yurtdışına
gitme isteği vardı içimde sebepsiz. Sonradan konservatuar sınavlarına
hazırlandım, başvurdum. İlk sene girdiğim sınavlarda lisans bölümünü
kazanamadım. Beni sadece hazırlık bölümüne... Bir çok yere başvurdum, en
sonunda East 15'e de girdim.
Annemle biz Londra'ya
geldik. Bir ay burada bir Airbnb'de yaşadık. O zaman pandemiden önceydi. Yüz
yüze sınavına girdim. Ben şey böyle, insanlara bakıyorum falan, % 90 herkes
İngiliz. Ben dedim burada ne arıyorum yani yarım yamalak İngilizcemle özgüvenim
de yok, bir şeyim de yok. Ama o dönemde özgüvenim gelişmeye başladı bu adımları
atarak. Daha sonra East 15'de Foundation bölümünü kazandım. Bana şey dediler,
yeteneklisin ama hazır değilsin lisans okumak için. Ben de bunu evet kabul
ediyorum yani gerçekten daha çömezdim o dönem.
Zaten kaç yaşındaydın? 20
yaşında falan mıydın?
Evet o zaman 20
yaşındaydım.
Biraz da çömez ol yani 20
yaşında da.
Sonradan pandemiye denk
geldi. Okulun yarısını Türkiye'ye döndüm. O şekilde okudum. Okurken
tekrardan... Online'a döndü çünkü. Aynen öyle. Tekrardan sınavlara girdim. Bu
sefer de dediler ki çok yeteneklisin ama bizim kontenjanlarımız doldu. Seneye
tekrar dene. O dönem bir ameliyat geçirdim dizimden. 6-7 ay kadar bir iyileşme
süreci geçti. O dönemde tekrardan ben hazırlandım. Yani yaklaşık 3 kere kere
sınavlara hazırlandım. Gerçekten, pes etmedim.
Yine Tara'a dönmek
istiyorum. Peki senin ailen tiyatro ile olan ilişkin nasıl karşılanıyor?
Oldukça şaşırdılar aslında
çocukluğumdan beri hep benim daha çok müzikal tiyatroya ilgim vardı küçükken.
Ve evde de biraz İngilizce konuşuluyordu. Ben yine Türkçe konuşmaya zorluyordum,
çünkü okulda Türkçe konuşuyorum. Anadilimi Türkçe ama yine de birazcık daha
avantajlıydım yabancı dil konusunda diğer arkadaşlarımla. O yüzden hep böyle müzikaller
istedim, babam zaten çok büyük bir Sound of Music fanıydı mesela. Onlar
dönüyordu hep evde ya da işte küçük bir çocuk için Annie müzikali çok, Annie
the Orphan, onları izliyordum ya da Mary Poppins vesaire. Çok seviyordum.
Baştan sona bütün o kasetleri sürekli döne döne izliyordum. Benim için tiyatro
aslında müzikal tiyatroydu yani. Böyle bir gösteri dünyası ve müzikle iç içe
olan bir şeydi. Ben de küçük yaştan itibaren müzik eğitimi aldığım için işte
ilkokulda keman çalmaya başladım. Daha sonra lisede de müzik okudum. Ankara
Güzel Saatler Lisesi mezunuyum. Orada kontrabas, piyano, koro eğitimleri aldım.
Aslında hep benim hayatım böyle müzik doğrultusunda gidiyordu. Ta ki
üniversitenin sonuna kadar. Orada Aylin'in de dediği gibi zaten çoğu
tiyatrocunun hep böyle içinde olan bir şeydir. O küçük yaştan itibaren, hep
böyle bir oyuncu olayım, bir sahnelere atayım kendimi. Hani içten içe artık o
bir şekilde büyüttüm, besledim ben o umudu ve isteği. Lise sonda kesinlikle
karar verdim, müzik okumak istemiyordum artık. Ve böyle bir anda çıkıp ben
oyuncu olacağım dediğim zaman herkes bir şaşırdı tabii ki. Genel reaksiyon şey
oldu, oyuncular hani yırtık olursan çok utangaçsın, nereden geldi aklına, olur
mu ki?
Bazıları ama sahnede
devleşiyor değil mi? Çok utangaç oyuncular da biliyoruz ama sahnede bambaşka
insanlar oluyorlar.
Doğru. Aileme söylediğimde
de aslında çok şaşırmadılar çünkü hayatları boyunca benim müzik kariyerimi veya
müzik eğitimimi desteklediler. İkisi de aslında çok sanatçı ruhlu insanlar ama
onlara olanak tanınmamış. Onlar kendileri gençken daha böyle normal meslekler
edinmiş insanlar. O yüzden beni hep desteklediler.
Çünkü onların içinde kalan
bir ukde var.
Evet, öyle bir şey var,
doğru.
Biz yapamadık, sen yap. Bu
güzel. Aslında ikiniz, anladığım kadarıyla ikinizde de ortak olan bir nokta,
aile köstek olmamış, destek olmuş.
Evet. Bu çok iyi bir şey
yani.
(Aylin) Kesinlikle. Yani
böyle hani, sırtımdan da itmediler hani. Şey de yapmadılar, itmediler derken
böyle, çok da destekli olmadılar ama izin verdiler. (…) Onların kaygılarını da
anlayabiliyorum. Özellikle şu anda işin içine profesyonel olarak girdiğim için.
Anlıyorum yani maddi olarak çok kaygıları vardı. Çok anlaşılabilir kaygılar ama
Tara'nın da dediği gibi içindeki o his olunca onu bırakmak ve hayata devam
etmek çok zor oluyor. Çünkü bir şekilde hayata bağlayan bir his. Ve şu anda da
yani bu işi yapmamdaki en büyük şey bu yani öbür maddi, manevi her şeyden önce
bu hissi aslında tamamlamak. O yüzden imkansızdı benim için başka bir şey
yapmak.
Ve yapmasaydınız içinizde
bir ukde kalacaktı her zaman.
Evet kesinlikle. Aslında
ben şunu yapacaktım, aslında ben bunu yapacaktım diyen belli bir yaşa gelmiş
bir sürü mutsuz insan var.
Evet.
Peki biraz önceki kaldığım
yere döneceğim yine öyle bir tur yapalım. Iıı ne umdun ne buldun sorusu bu işte
de aslında hani işin içine girdiğinde dışarıdaki yani böyle sahnedeki alkışları
alan ve böyle kendi dünyasında her şeyi halletmiş insanla onun arka planı
hazırlanması şusu busu bilmem nesi çok daha zahmetli mi geldi yoksa bunun bir
parçası olarak mı kabul ettiniz? Nasıl gördünüz?
Yani arka plan aslında
bana bunlar çok zevkli geliyor, o hazırlanma süreci vs. Bana zor gelen şey şu
anda sektörün bulunduğu durum ve inanılmaz bir hiyerarşi olması. Özellikle genç
sanatçılara, hani herkes çok yardım ederiz, işte elinizden tutarız muhabbeti
yaparken hiç de o şekilde olmaması, küçük görülmesi birazcık özellikle düşük
bütçeli ekiplere karşı.
Burada bir hiyerarşik bir
şey var değil mi?
Var. Çünkü ben daha önceden tiyatrolarda
asistanlık da yaptım ve çok güzel şeyler öğrendim ama oradayken de ben çok bunu
gördüm bu hiyerarşinin yani mesela ben gönüllü olarak gitmişim ama o insanlar
buna çok fazla değer vermeyip, küçük görüp vesaire bu şekilde davranışlar. Yani
genel olarak sektörde ben bunu çok beklemiyorken bundan şu anda rahatsızım.
Bunun değişmesi gerektiğini düşünüyorum. Onun dışında hani bu hazırlık olsun,
genel yaptığımızdaki işte, yani gözükmeyen kısımlar benim çok hoşuma gitti.
Yani işin mutfağı seni
yormadı ve üzmedi, öyle mi?
Yok.
Seni Tara?
Yani genel olarak ilk
okula başladığımda zaten oyunculuk okumaya başladığımda çok bir şey düşünmeden
böyle körü körüne evet benim bir tutkum var bunun için uğraşacağım. Zaten okula
başladığınız zaman da tiyatro okumak mükemmel bir şey. Yani bedava sahnen var,
bütün gün oyunu oynuyorsun aslında, oyuncuyuz gerçekten.
İyi hocalardan bedava ders
alıyorsun.
Evet, en iyi hocalarla
çalışıyorsun, inanılmaz ekip arkadaşların oluyor. Onlar artık sınıf
arkadaşların değiller. Bir de daha küçük sınıflarda gerçekleşiyor bizim
eğitimlerimiz genelde. Yani 15 kişilik, 10 kişilik, 12 kişilik vesaire.
İnanılmaz ekip olmayı öğreniyorsun, müthiş büyüleyici bir süreç oluyor. Tiyatro
okulları, bazıları için de kabus gibi geçiyor tabi ama benim için öyle olmadı,
çok şanslı hissettim o süreçte. O yüzden ilk mezun olduğumda, böyle bir o
klişeleşmiş, sudan çıkmış balığa dönme durumu benim için de oldu. Yani her gün
okula gidip tiyatronun içinde boğulurken, böyle şen şakrat bir eğitim hayatı
geçirmişken bir anda, bir de ben pandemi mezunuyum. Bir anda bütün eğitimim
zoom'a döndü yılın ortasında. Mezun olduktan sonra şimdi nasıl iş bulacağız,
şimdi nasıl geçineceğiz kaygısı… Böyle
ekstra bir anda sırtıma bindi yani yük olarak. Ama şunu fark ettim, durmadığın
zaman, evde oturduğun zaman kimse gelip de şöyle şöyle bir oyuncu vardı, biz
hadi onu bir delikten bulalım çıkaralım demiyor.
Ve o dönemde zaten bir
dizi yaptım. Daha sonrasında yine bir boşluğa düştüm birkaç ay. Ne yapacağım,
ne yapacağım? Hani hiçbir oyun yok. Yeni bir iş gelmiyor. Ne yapabilirim? Evet,
hep yüksek lisans yapmak istiyordum. Hadi, İngiltere'ye o zaman. Şimdi buradan
mezun oldum. Bu konuda açgözlü bir insanım o yüzden her şeye atlarım ben. Yani
potansiyel gördüğüm veya hoşuma giden her şeye atlıyorum. Hiç de pişman
olmuyorum ama tabii ki çok zor. Çünkü ekonomik olarak çok büyük bir getirisi
olmayan bir şey özellikle küçük bir ekipsen, düşük bütçeli bir ekipsen. O
yüzden bir yandan bütün gün kahve servis edip, bir yandan akşam provaya
yetişip, benim yarın mesaim var mesela, burada iki gün oyun oynadım. Şimdi
geçip kahve yapacağım. O yüzden çok fazla iteleme istiyor, çok fazla özveri
isteyen bir şey. Çok özveri isteyen bir şey. Ama mükafatını da görüyorsun.
Peki Londra'ya dair neler
düşünüyorsunuz?
(Aylin) Valla ben çok merkezde
yaşamadım şu ana kadar. Okulum benim Eping'e yakın. Hep orada yaşadım. Okulda
haftanın beş günü, dokuz, altı arası artı, ondan sonra okul sonrası provaları
vs. derken, üç sene yorucu bir dönemdi. Şu anda yeni yeni Londra’da sahneleri
görmeye geliyorum. Arada tabii yine oyun izlemeye geliyordum. Ama dediğiniz
gibi yani bana herkes soruyor işte burada kalmak istiyor musun yoksa dönmek mi
istiyorsun? Şu anda kesinlikle kalmak istiyorum çünkü bu fırsat evet herkese
verilmiyor, gerçekten şanslı hissediyorum ve böyle bir fırsat ve içimde böyle
bir ateş varken bunu değerlendirmek istiyorum.
Londra'nın da bu konuda
işte Tara'nın da dediği küçük ekiplere aslında çok fazla opsiyonu var. Evet
belki bir maddi olarak bir kazancınız olmuyor ama biz zaten bu işe maddi bir
öyle bir istekle bu işe girmedik.
İnsanın severek yaptığı
bir işten para kazanması gibi de bir şey yok.
Evet, tabii ki.
O konuda da mütevazı
olmamak ve gerçekten bununla ilgili para kazanacağınız olanakları, opsiyonları
araştırmak gerekli ki bence Londra'da bunlar da sınırsız. Yani bir sürü funding
var, bir sürü şey var.
Evet.
Peki o zaman son
yaptığınız oyuna işe dönelim. Sen bu oyunun yazarısın. Prodüksiyonu ortaya
koyan kişisin. Oyuncularından atan birisisin. Bu oyunun ortaya çıkış sürecinden
bahsedelim.
Oyun aslında geçen sene,
Kasım ayında bir okul projesi için yazılmış bir oyun. Bizim okulda bölümde bir
proje var. Hepimiz bir oyun yazıyoruz ve hocamız bu oyunlar arasında altı tane
oyun seçiyor. Mesela benim yazdığım oyunu benim yine sınıf arkadaşım yönetti.
Sınıf arkadaşlarım oynadı, ben başkasının oyununu yönettim. Böyle bir projemiz
var aslında, International Festival adında. Yani oyunu tamamen bunun için
yazdım. Hayatımda daha önceden hiçbir oyunu yazmamıştım. Yazarlığa karşı, yani
oyun yazarlığına karşı hiçbir ilgim yoktu.
Peki sizde oyunculuk
bölümünde böyle bir ders yok muydu?
Ders, yani şöyle yaklaşık
3-4 tane workshop tarzı, yani yazarlığa başlangıç tarzı derslerimiz oldu. Çok
detaylı değildi. Bir tek onlar vardı. Bir tane de kitap aldım okudum. Hiç de
böyle özgüvenli de değildim asla. Bazı arkadaşlarım birinci seneden ne yazmak
istediklerini düşünüyorlardı, karar vermişlerdi vesaire. Dediğim gibi ben ne
yazacağım konusunda da hiçbir fikrim yoktu. Ama bu atölyelerde şeyi fark ettim.
Yazdığım herhangi bir diyalog hep absürt oldu.
Sen absürt yazmak
istemedin, yazdıkların absürt oldu.
Aynen öyle yani. Ben bir
şey yazmaya çalışırken hep oraya kaydığını fark ettim ve arkadaşlarıma da
sordum yani ben bir şey yazamıyorum aklıma hiç de bir şey gelmiyor yani kafamın
içi bomboştu. Ne yazabilirim? Daha önceden yine okul için yazdığım bir monolog
vardı kendi tecrübemle yine bir feminist monologtu. Arkadaşlarım da dedi ki
senin bu konuya karşı ekstra bir hassasiyetin var bunun üzerine git. Bu oyunda
aslında zaten 31 tane kısa sahneden oluşuyor ve tabii ki de hepsi benim
tecrübelerimden ortaya çıkmadı ama başlangıcı öyle başladı diyebilirim. Daha
önceden hayatımda başıma gelmiş olayları absürt bir dille yazmaya başladım. Bu
şekilde çıktı. Oyunu okulda oynadık ve Tara dahil değildi çünkü biz Tara ile
aynı sınıfta da değildik. Başka biri vardı. Okulda çok güzel geri dönüşler
aldık. Hem hocalarımdan hem arkadaşlarımdan. Ve oyunun yönetmeniyle biz bir
araya geldik. Dedik ki biz bu oyunu devam ettirmek istiyoruz. Bir şeyler yapmak
istiyoruz. Ve tiyatro ekibimizi kurduk. Co-Tiyatro.
Bu sizin ilk oyununuz
değil mi?
Evet ilk oyunumuz. Ocak
ayından beri de bu oyunun prodüksiyonunu yapıyoruz. Festivallere başvurduk.
Tara dahil oldu. Onunla birlikte oyun çok çok daha güzel oldu.
Tabi oyuncular oyunu
güzelleştirir doğru.
Evet. Üç kişilik bir oyun. Çok güzel bir
dinamik yakaladığımızı düşünüyorum. O şekilde yani daha önceden geçen ay
Kingston'da Fuse Festival'da oynadık oyunu ilk profesyonel olarak.
Stockholm'a gideceksiniz.
Buradan sonra da
Stockholm'a gidiyoruz. Camden Fringe'den sonra. Daha sonradan Lambeth Fringe'de
oynayacağız. Eylül ayında. Türkiye'ye götürme gibi bir hayalimiz de var.
Peki seyirci nasıl tepki
verdi oyuna?
Ya seyirci, bence seyirci
çok seviyor bir şekilde. Seyirci nasıl reaksiyon veriyor? Seyirci çok gülüyor.
Yani oyun, ya ben oyunu yazarken bu kadar komik olduğunu düşünmemiştim. Yani
seyirci bir şekilde hem empati hem de sempati kuruyor karakterlerle. Özellikle
kadınlar, bir feminist bir oyun olduğu için ve bizim yaşadığımız tecrübeleri
anlatan bir oyun olduğu için kadınların çok ilgisini çekiyor. Hatta dün bir
arkadaşımız izledi, ben yeni tanıştım. Oyunu izledikten sonra erkek arkadaşından
ayrılmaya karar verdi. İnsanlar bir aydınlanma yaşıyor. Seyirciden şu ana kadar
çok güzel tepkiler aldık. Bu da beni çok mutlu ediyor yani.
Evet, yani bence
tiyatronun ölçüsü, barometresi seyircinin verdiği reaksiyon. Tekst çok güzel
bir tekst olabilir. Oyunculuk şöyle böyle olabilir, iyi olabilir ama seyirciye
geçiyorsa bu. Evet. Değil mi?
Seyircinin verdiği tepki
bence o önemli.
Peki, bir oyuncu olarak bu
oyunun bir parçası olmak sana neyi hissettiriyor?
(Tara) Ben Aylin'in de
dediği gibi ekibe sonradan eklendim. Başta tabii ki birazcık daha, şimdi onlar
sınıf arkadaşları oldukları için 3 yıldır birlikte okuyorlar. Ve zaten ortak
bir dilleri var, zaten iyi anlaşıyorlar, zaten bu oyunu bir kez çıkardılar. Ben
dahil olduktan sonra da yine bir alışma, ısınma süreci oldu ama ben ekip olarak
çok iyi anlaştığımızı düşünüyorum ve sahnede de güzel bir enerji yakaladığımıza
inanıyorum. O yüzden çok keyifli bir çalışma süreci oldu. Ben prova yapmayı
performanstan daha çok bile seviyor olabilirim. Çok keyifli bir şey prova yapmak.
Özellikle bu oyunla, çünkü çok fazla, ben ilk okuduğumda da ilk izlediğimde de
onu düşündüm yani çok fazla yere çekilebilecek bir şey reji anlamında da yani
çok doğurgan bir oyun ve çok keyifliydi onları keşfetmesi de. Bir sürü yeni şey
ekledik, bir sürü şeyi değiştirdik. Sürekli her prova, son provada bile biz bir
şeyi değiştiriyoruz veya bir şeyi ekliyoruz. Çok güzel. Dinamik bir oyun olması
çok güzel. Bir de oyuncunun bir oyunu herhalde severek oynaması, çok daha
üstüne koyarak giden bir şey. Biz dün onu fark ettik. Dün kostümlü provamız
vardı. Aslında çok disiplinli bir ekibiz ama kostümlü provada birkaç kere
güldük biz. Normalde çok kabul edilebilir bir şey değil bu. Hatta gittik
sonradan yönetmenden özür diledik falan ama şeyi düşündük. Yani bizim gülmemiz
çok fazla zevk aldığımız için. Çok eğlendik biz o provada ve bu gerçekten benim
çok hoşuma gitti. Çünkü biz bir sürü kez oynadık ve tabii ki de oyundan bıkmak
çok doğal bir his. Ama şu anda öyle bir şey yok ve biz her oynadığımızda farklı
bir şey keşfediyoruz. Farklı bir tarafı komik geliyor, farklı bir şekilde
eğleniyoruz. Bunun olması aslında seyirciye o yüzden bence güzel geçiyor.
O zaman sen de çok zengin bir tekst yazmışsın.
Teşekkür ederim.
Çünkü düz, didaktik bir
tekst yazsaydın o çok seyirciye geçen bir şey değil. Peki bundan sonrası için
ne düşünüyorsunuz?
Bundan sonrası için çok
böyle gelecek planı yapan biri değilim ben aslında. Ama bu oyunu şu anda
oynamaktan çok zevk alıyorum. Bu ekipte bulunmaktan da çok mutluyum. Oyunun
daha gideceği yollar olduğunu düşünüyorum ve şu anda aslında benim yakın
gelecek planım hep bu oyunu daha yukarıya nasıl taşıyabilirim. Onu
zenginleştirme. Farklı sahnelerde. Evet farklı sahnelerde daha bir şekilde
level'ı arttırabilirim. Burada yaşamayı düşünüyorum. Yaratmaya devam etmeyi
düşünüyorum.
Belki de yazarlık yönünü
tekrar geliştireceksin.
Evet, bunu bana çok
soruyor başka oyunlar var mı kafanda, şu anda yok ama neden olmasın yani.
Tara sen?
Benim için de ben de böyle
bir, evet şimdi 5 yıla burada West End'de olacağım, 10 yıla şunu şunu yapacağım
gibi planlar kurmuyorum hiçbir zaman. Genelde yani çok çalışıp, sürece
odaklanıp, bulunduğum işlerden keyif almaya veya keyif alacağım işlerde olmaya
veya mesajının arkasında durabileceğim işler yapmaya çalışıyorum. O yüzden
biraz böyle rüzgar nereye götürürse tarafım var benim de. Ama bu tiyatro için,
bu topluluk için, Aylin ne kadar sıcak bakıyor buna bilmiyorum, arada bir
yokluyorum ama ben de şeyi düşünüyorum yine haddim olmayarak bir biraz ufak
Sevim Burak'ın işte baş İşte Gövde İşte Kanatlar oyununu kendi kendime böyle
bir çevirmeye başladım. İngilizcesini burada oynasak nasıl olur? Evet mesela
Aylin'i yokluyorum ben. Bunun gibi yani hayalim olan projeler var. Ama şu
aşamada çok da böyle evet kesin şimdi şu oluyor, şimdi bu oluyor diyemiyorum.
Ama anladığım kadarıyla
ortak noktanız hayaller konusunda tiyatroyla iç içe olmak niyetindesiniz…
Tara'nın da daha önceden
dediği gibi birilerinden telefon beklemek, iş beklemek çok bence bu iş için
uygun bir olay değil. Bence mental sağlığımız için de çok uygun bir olay değil.
Evet gelecekte biz hâlâ bir şeyler yaratıyor olacağız birlikte.
Bu yolda yürümeye devam
edeceğiniz için çok daha güzel şeylerle karşı karşıya kalacağımızdan eminim. Çok
teşekkür ederim katıldığınız için.
Biz teşekkür ederiz.
PARÇALANMA romanın yazarı Gül Özen'le Söyleşi
Hiç yorum yok12 Aralık 2024
12/12/2024F. Gül Özen, Parçalanma adlı romanında Türkiye’den Almanya’ya, Naime’den Naomi’ye uzanan yolculukta geçmişiyle bugünü arasında gidip gelen göçmen bir kadının yaşadığı ruhsal parçalanmayı ele alıyor. Danimarka’da yaşayan F.Gül Özen’le İngiltere’nin ardından geçtiğimiz günlerde Türkiye’de de yayımlanan PARÇALANMA hakkında sohbet ettik.
👉 Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın!
👉Gül Özen'le Edebiyat Haber sitesinde yapılan söyleşiyi okumak için tıklayın!
Esra Kanat ile Süslü Kadınlar Bisiklet Turu'nu konuştuk...
Hiç yorum yok06 Eylül 2024
9/06/2024Bisikletli Gazete söyleşilerinin bu bölümünde, bu Pazar düzenlenecek "Süslü Kadınlar Bisiklet Turu"nu, bu etkinliğin Londra etabını organize eden Esra Kanat'la konuştuk.
Pelin Markit'le “İthal Gelinler" kitabı üzerine söyleşi
Hiç yorum yok23 Ağustos 2024
8/23/2024Göçmen yazar Pelin Markirt'le yeni yayımlanan kitabı "İthal Gelinler" üzerine sohbet ettik.
“Evlilik kumar gibidir” derler, öyleyse yurtdışına gelin gitmek “Rus ruleti oynamak” değildir de nedir?
İthal Gelinler’de, 2000’li yılların başlarında Adıyaman’ın Kara Dantel Sokağı’ndan mutlu bir gelecek umuduyla evlenip yurtdışına giden genç kızların başından geçenler kahramanlarının ağzından aktarılıyor.
Yedi kadın, yedi dünya, yedi coğrafya…
Yeni başlangıçlar!
Göçmen yazar Pelin Markirt tarafından, tek başına geçirdiği üç aylık karantina sürecinde kaleme alınan bu kitap, kadınlığın ve göçmenliğin temel sorunlarını iç içe geçmiş akıcı hikâyelerle sunuyor okuyucuya.
Markirt, evlilik nedeniyle başka ülkelere göç eden kadınlarda öne çıkan çaresizlik, öfke, umut, özlem gibi duygu durumlarını sinematografik bir dille anlatıyor İthal Gelinler’de.
Güneş’in dünyada en güzel doğup en güzel battığı dediği topraklarda, Mezopotamya’nın parçası Adıyaman’da doğan Pelin Markirt, yazı yazmaya küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı. Ortaokul ve lise yıllarında okumakta olduğu Adıyaman Anadolu Lisesi’nde tiyatro ve müzik çalışmalarında yer aldı. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde burslu olarak okuduğu sırada Radyo Bilkent’te halkla ilişkiler alanında gönüllü öğrenci olarak çalıştı. Erasmus değişim programı bursu kazanarak bir dönem Hollanda’da Groningen Üniversitesi’nde işletme ve yönetim eğitimi gördü. Bankacılık ve finans alanında uzun yıllar çeşitli rollerde görev aldı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Finans Mühendisliği alanında yüksek lisansını tamamladı. Bilgi Üniversitesi tarafından düzenlenen Fenomen Romancılarımız Sertifika Programı’na katılarak yaratıcı yazarlık konusunda çalışmalarda bulundu.
Kendisini sanatın her dalına âşık biri olarak tanımlayan yazarın; çizgi film karakterleri çizmek, resim yapmak, dans etmek ve şarkılar söylemek hobileri arasındadır. Bunun yanı sıra seyahat etmekten çok hoşlandığı için seyahat yazıları da yazmaktadır. Türkçe, Kürtçe, İngilizce, İtalyanca ve Almanca bilmektedir.
Araştırma yapmaktan oldukça keyif alan yazar, 2019’dan bu yana Londra’da kurduğu yönetim danışmanlığı şirketi ile yaşamını İngiltere’de bir göçmen kadın olarak sürdürmektedir.