Bisikletli Gazete söyleşilerinin bu bölümünde, bu Pazar düzenlenecek "Süslü Kadınlar Bisiklet Turu"nu, bu etkinliğin Londra etabını organize eden Esra Kanat'la konuştuk.
Esra Kanat ile Süslü Kadınlar Bisiklet Turu'nu konuştuk...
Hiç yorum yok06 Eylül 2024
9/06/2024Pelin Markit'le “İthal Gelinler" kitabı üzerine söyleşi
Hiç yorum yok23 Ağustos 2024
8/23/2024Göçmen yazar Pelin Markirt'le yeni yayımlanan kitabı "İthal Gelinler" üzerine sohbet ettik.
“Evlilik kumar gibidir” derler, öyleyse yurtdışına gelin gitmek “Rus ruleti oynamak” değildir de nedir?
İthal Gelinler’de, 2000’li yılların başlarında Adıyaman’ın Kara Dantel Sokağı’ndan mutlu bir gelecek umuduyla evlenip yurtdışına giden genç kızların başından geçenler kahramanlarının ağzından aktarılıyor.
Yedi kadın, yedi dünya, yedi coğrafya…
Yeni başlangıçlar!
Göçmen yazar Pelin Markirt tarafından, tek başına geçirdiği üç aylık karantina sürecinde kaleme alınan bu kitap, kadınlığın ve göçmenliğin temel sorunlarını iç içe geçmiş akıcı hikâyelerle sunuyor okuyucuya.
Markirt, evlilik nedeniyle başka ülkelere göç eden kadınlarda öne çıkan çaresizlik, öfke, umut, özlem gibi duygu durumlarını sinematografik bir dille anlatıyor İthal Gelinler’de.
Güneş’in dünyada en güzel doğup en güzel battığı dediği topraklarda, Mezopotamya’nın parçası Adıyaman’da doğan Pelin Markirt, yazı yazmaya küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı. Ortaokul ve lise yıllarında okumakta olduğu Adıyaman Anadolu Lisesi’nde tiyatro ve müzik çalışmalarında yer aldı. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde burslu olarak okuduğu sırada Radyo Bilkent’te halkla ilişkiler alanında gönüllü öğrenci olarak çalıştı. Erasmus değişim programı bursu kazanarak bir dönem Hollanda’da Groningen Üniversitesi’nde işletme ve yönetim eğitimi gördü. Bankacılık ve finans alanında uzun yıllar çeşitli rollerde görev aldı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Finans Mühendisliği alanında yüksek lisansını tamamladı. Bilgi Üniversitesi tarafından düzenlenen Fenomen Romancılarımız Sertifika Programı’na katılarak yaratıcı yazarlık konusunda çalışmalarda bulundu.
Kendisini sanatın her dalına âşık biri olarak tanımlayan yazarın; çizgi film karakterleri çizmek, resim yapmak, dans etmek ve şarkılar söylemek hobileri arasındadır. Bunun yanı sıra seyahat etmekten çok hoşlandığı için seyahat yazıları da yazmaktadır. Türkçe, Kürtçe, İngilizce, İtalyanca ve Almanca bilmektedir.
Araştırma yapmaktan oldukça keyif alan yazar, 2019’dan bu yana Londra’da kurduğu yönetim danışmanlığı şirketi ile yaşamını İngiltere’de bir göçmen kadın olarak sürdürmektedir.
Zincir Kıran Kadınların Hikâyesi
Hiç yorum yok08 Temmuz 2022
7/08/2022Bu söyleşide, Zincir Kıran Kadınlar Derneği'nin kurucularından Hande Karaca ile topluluğun kuruluş hikâyesi, amaçları ve faaliyetleri hakkında konuştuk.
Türkiye’ye geri dönmek zorunda kalan Ankara Anlaşmalılar konuşuyor
Hiç yorum yok19 Mart 2022
3/19/2022Covid – 19 salgını ve yarattığı ekonomik tahribat en çok Birleşik Krallık’a son zamanlarda gelen Ankara Anlaşmalıları vurdu.
Röportaj: Tuncay Bilecen
Covid – 19 salgını ve yarattığı ekonomik tahribat en çok Birleşik Krallık’a son zamanlarda gelen Ankara Anlaşmalıları vurdu. Yakın zamanda Türkiye’ye geri dönen Ankara Anlaşmalı Gamze ve Erdoğan çiftiyle İngiltere’deki uyum süreçlerini, Türkiye dönme nedenlerini ve döndükten sonra neler yaşadıklarını konuştuk.
Gamze ve Erdoğan, binlerce Ankara Anlaşmalı çiftten sadece biri. 2018’de Türkiye’nin içinde bulunduğu durum nedeniyle özellikle kızlarına daha iyi bir gelecek hazırlamak amacıyla Ankara Anlaşması yapıp Londra’ya gelmişler. Erdoğan, anlaşmaya “dependant” olarak başvurmuş ve Türkiye’deki işlerini yapmaya devam etmiş. Bu yüzden Türkiye’deki kurulu düzenlerini de bozmamışlar. Ancak Covid – 19 salgınının yarattığı belirsizlik ve ekonomik zorluklar ailenin geri dönme kararı almasına yol açmış. Gamze ve Erdoğan çiftiyle İngiltere’deki uyum süreçlerini, Türkiye dönme nedenlerini ve döndükten sonra neler yaşadıklarını konuştuk.
Neden İngiltere’ye göç etme kararı aldınız?
Aslında yurtdışı düşüncesi aklımıza ara sıra geliyordu. Türkiye’deki belirsizlikten dolayı ciddi olarak gündemimize oturdu. Önümüzü net olarak göremiyorduk, bir de çocuğumuza daha güzel bir gelecek oluşturmak için böyle bir karar aldık. Eylül 2018’de Türkiye’den Ankara Anlaşması yaparak Londra’ya geldik.
Göç öncesinde umduklarınızla göç sonrasında bulduklarınız nelerdi?
Sabretmeyi öğrendim en başta. Kızımın okulu için kırk gün bekledik mesela. Şirket adına banka hesabı açmak için ortalama iki ay uğraştım. Bunlar Türkiye’de çok hızlı olan işlemler. Hatta cep telefonunuzdan bile yapabilirsiniz. Ev konusunda şanslıydık. Bir arkadaşımız garantör oldu ve altı aylık peşin verdik. Bu yüzden dördüncü gün evin anahtarını almıştık.
Kadın olarak orada iliklerime kadar özgürlüğü hissettim. Oranın eğitimini çok beğenmiyorum. Tabii ki çocuğun çocukluğunu yaşaması önemli, bunu istiyorum. Türkiye’deki eğitim de çok ağır çocuklar için ama İngiltere’deki eğitim de çok hafif kalıyor.
Çocuğunuz nasıl karşıladı bu süreci? İngiltere’ye çabuk alıştı mı?
Kızım burada devlet okulu mezunuydu, sadece adını soyadını söylemeyi biliyordu. Çok kısa sürede İngilizceyi öğrendi. Bir de Türkiye’nin eğitimi oraya göre çok önde olduğu için matematik, fen gibi ana derslerde çok başarılı oldu.
Londra’daki insan ilişkilerini, sosyal ilişkileri nasıl buldunuz?
Bencillik olduğunu düşünüyorum. Türkiye’deki dostlukların onda birini orada bulursan şanslısın. Londra’nın şartlarından dolayı mı böyle ben de bilmiyorum sebebini.
İnsanlar çok mekanik yaşıyorlar. Özellikle bizim Türkiye çevresi sadece haftada bir gün yaşamaya çalışıyorlar. Eve sadece uyumak için gidiyorlar. Makine gibiler. Oturup bir dost meclisinde iki kadehi bile hızlı hızlı içip kaçmak istiyorlar. Bana çok sıcak gelmedi. Belki biz Akdeniz ve Ege kültürüne daha yatkın olduğumuz için yaşamı biraz yavaşlatmışız. Onların ise koştur koştur yaşamları var.
Bir de bizim gurbetçilerin bitmek bilmeyen bir mal edinme dertleri var. Kefenin cebi yok tabirini görmezden gelerek yaşıyorlar. Para kazanıyorlar ama yaşamıyorlar, yaşamayı bilmiyorlar.
Aile kavramı benim için önemli, çocuğumun anne babasıyla bir arada vakit geçirmesi önemli. Oradayken eşim geç geldiği için benim kızım babasının elini uyurken tutabiliyordu. Bu da benim zoruma giden şeylerden biriydi. Zaten eşimin haftada bir gün izni var. O gün de dinlenecek mi, bize mi vakit ayıracak, market alışverişi mi yapacağız? Orada çocuklar ebeveynlerinden uzakta büyüyorlar, bunu rahatlıkla söyleyebilirim.
Türkiyeli etnik ekonomi içinde sömürüye maruz kaldınız mı?
Türkiye çevresiyle çalıştığınızda beş – altı pound civarında bir rakama çalıştırılıyorsunuz. Üstelik kaçak değilim, çalışma iznim var, sigortam var. Maalesef orada ciddi bir emek sömürüsü var.
Londra’da yaşamanın olumlu yanları neydi?
Oturduğum bölgede eve yürüme mesafesinde üç tane büyük orman vardı. İstanbul’da yaşayan biri için bu büyük bir artı.
Kuralların, kaidelerin herkes için işlediği bir ülke. Bu insanı güvende hissettiriyor. En olumlu tarafı bu. Yaptırım var. Kimse “sen benim kim olduğumu biliyor musun?” demiyor. Kurallar herkes için geçerli. İnsanlar da buna genelde riayet ediyorlar.
Dönme kararını nasıl aldınız?
Dönme kararını Gamze’den ziyade ben aldım. 43 yaşındayım. İnsanlar hayatlarının belirli dönemlerinde belirli kavgalar verirler. Ben bu kavgayı bir azınlık olarak bu ülkede verdiğime inanıyorum. İşimi, gücümü, eğitimi bir yerlere getirmek için kendimi bu anlamda yıprattım. 43 yaşında kalkıp yeni bir kavgaya girmeyi açıkçası bedenen ve zihnen göze alamadım. Belki kızım için daha iyi olacaktı ama bir gün dışarıda okumak isterse, yine gidebilir. Bunu sağlayacak olanaklarımız var.
Ben (Gamze) oraya ağlayarak gittim, ağlayarak da döndüm. Orada kendi çapımda düzenimi kurmuştum. Belki oradaki dinginliği sevdim. İki yıldır oradaydım, dostların eksik de olsa anlam veremediğim bir huzurum vardı. Bir şey olduğunda yaptırımın bile olması insanı rahatlatan bir şey. Ama Türkiye’de hâlâ görüyoruz ki kadınlar öldürülüyor, tecavüze uğruyor. Bu psikolojiden Londra’da çıkmıştım.
Döndükten sonra bir uyum süreci yaşadınız mı?
Hâlâ yaşıyorum. Gece uykum kaçıyor, hâlâ Londra’da ev bakıyor buluyorum kendimi. Oradaki sessizliği sevmişim. Bakalım hayırlısı, daha karar aşamasındayım. Ankara Anlaşması olduğum için gel-git yapacağım.
Spotify: https://open.spotify.com/episode/551M56ABsRgpw4tWfNeVSo
Maraş'ın katliamının yıldönümünde, "Aleviler ve Britanya'daki Alevi Diasporası"
Hiç yorum yok22 Aralık 2020
12/22/2020Maraş katliamının yıldönümünde, Dr.Öğr.Üyesi Cemal Salman ile "Alevileri ve Britanya'daki Alevi diasporasını" konuştuk.
Görüşmenin videosu aşağıdadır. 👇
Göçmen erkekler ve erkeklik halleri
Hiç yorum yok15 Aralık 2020
12/15/2020Bisikletli Gazete söyleşilerinin bu bölümünde Esra Kendir ile şirket sponsorluğundan Ankara Anlaşması'na geçmesini, kendi göç deneyimini ve Birleşik Krallık'taki Türkiyeli göçmen erkeklekleri ve erkeklik hallerini konuştuk.



“Dükkanlar ayda bir virüslere karşı ilaçlanmalı"
Hiç yorum yok10 Aralık 2020
12/10/2020Covid – 19 salgını hijyenin hayatımızda ne kadar kritik bir öneme sahip olduğunu bize hatırlattığı gibi bu konuda yeni iş fırsatları da yarattı. Oğuz Murat, gerekli eğitimleri tamamladıktan sonra aldığı sertifikayla işyerlerini ve evleri virüs ve bakterilere karşı ilaçlıyor.
2000
yılından beri İngiltere’de yaşayan ve taksicilik yapan Oğuz Murat, Covid – 19 salgını
nedeniyle taksi müşterisi azalınca dönemin ruhuna uygun bir işe atılarak,
evleri ve işyerlerini virüs ve bakterilere karşı temizleme işine girmiş. Hikâyenin
gerisini ondan dinleyelim.
Uzun
zamandır taksicilik yapıyordum. Ancak salgın nedeniyle müşterilerimin azalması
üzerine yeni bir arayış içine girdim. Özellikle Covid – 19 salgını sonrasında
dezenfekte konusunda bir bilinç oluştu. Temizlik ve hijyen meselesi daha önemli
hale geldi. Böyle bir iş yapmaya karar verdim. Tabii “ben yapacağım” demekle bu
iş olmuyor. Öncelikle sigorta yaptırmanız gerekiyor, sigortanızın olması için
de sertifikanızın olması gerekiyor. Eskiden bu sertifika okullardan
alınabiliyordu. Ama mevcut durumdan dolayı 26 saatlik bir online kurs yapıp
sınavı geçtikten sonra bu sertifikayı aldım. Ardından da bu hizmeti vermek için
gerekli aletleri tedarik ettim.
Kullandığımız
ilaçlar Avrupa Birliği ve İngiltere standartlarına uymak zorunda. Zaten eğer bu
standartlara uymazsanız sigorta yapamıyorsunuz. Bu ilaç piyasada BS EN 1276
olarak biliniyor. Dolayısıyla Türkiye’den gelen ilaçların bu bakımdan bir
geçerliliği yok. BS EN 1276’ya tabi olmadıkları için sağlık ve hijyenle ilgili
standartlara uymuyorlar. O yüzden tavsiye de etmiyoruz.
Bu
kimyasal karışım; Corona virüsü başta olmak üzere Sars gibi Çin kaynaklı bütün
virüslerin yanı sıra Noro virüs, HIV, Hepatit B ve C gibi virüslere karşı da
etkili.
Bu
ilacı kullandıktan sonra üç saat o mekâna kimsenin girmemesi gerekiyor. Bu süre
zarfında bu ilaç her yere dağılıyor. Dağıldıktan sonra bütün virüsleri yok
ediyor. Bu arada bu kimyasal karışımın Avrupa Birliği ve İngiltere tarafından
onaylanmasının nedeni ise insan sağlığına herhangi olumsuz bir etkisinin bulunmaması.
Yani üç saat beklemenin ardından insanlar güvenle o ortama girebilirler.
Sigorta şirketleri de insan sağlığına karşı olumsuz bir etkisi olmadığı için bu
ürünü kabul ediyorlar.
Biliyorsunuz
İngiltere’de sigortanızın neleri karşıladığı çok önemli.
Bir
işyeri sahibi öncelikle kendi sağlığı için bunu yapmak zorunda. Çünkü zamanını
o işyerinde geçiriyorsa hijyenle ilgili bir olumsuzluk yaşadığında bu
olumsuzluktan ilk önce kendisi etkilenecektir. Ardından çalışanlarının ve
müşterilerinin sağlığı için dezenfekte konusuna önem verilmeli. Bir başka
deyişle, işyeri sahibi ve çalışanı kendi sağlığını düşünürse müşterileri de
sağlıklı olacaktır.
Bu
ilaçların etkisi 27-28 gün sürüyor. Dolayısıyla her iş yerinin bu tür bir
dezenfekte işlemini ayda bir yaptırmasını tavsiye ediyoruz. Bu yüzden ikinci
uygulamadan sonra işyerlerinden ilk aldığımızın yarı fiyatı bir ücret talep
ediyoruz. Birlikte çalıştığımız işyerlerine bununla ilgili imzalı bir sertifika
veriyoruz. Bu sertifikalar bir ay geçerli olduğu için işyerleri bunları güvenle
müşterilerine gösterebilir ve dezenfekte görüntülerini sosyal medya
hesaplarında paylaşabiliyorlar.
Özellikle
avukatlık, muhasebe gibi ofisler, okullar, dershaneler, toplum merkezleri gibi
yerlerde yapıyoruz.
Bu
alanın büyüklüğüne göre değişir. Ortalama bir restoranın dezenfekte işlemi
yaklaşık bir saat sürüyor. İki odalı bir ofisin ya da iki odalı bir evin işlemi
de yine yaklaşık bir saat sürüyor. Büyük bir okul veya dershaneyi temizlemek
ise iki-üç saati bulabilir.
Yaşadığımız
şu salgın günlerinde evlerin de en az işyerleri kadar bu tür temizliklere
ihtiyacı var. Yıllarca farklı toplulukların içinde yaşayan biri olarak bizim
toplumumuzla ilgili en çok gurur duyduğum şey temizlik ve hijyene verilen
önemdir. Ancak içinde bulunduğumuz dönemde dışarıdan gelebilecek bakterilere
karşı evlerin de aynı titizlikle ilaçlanması gerekiyor.
Özellikle
evcil hayvanı olan evlere gittiğimizde müşterilerimiz koltuklarının ve
halılarının sıklıkla kirlendiğini dile getiriyorlar. Evcil hayvanınızın olması
şart değil, evinizde koltuklarınız ve halılarınız varsa sağlığınız için bunların
en az yılda bir kere kapsamlı bir temizlikten geçmesi gerekiyor. Halı ve
koltukta kullandığımız ilaçlar da yine BS 1276’ya tabi.
Bu
da çok önemli. Biliyorsunuz bizim toplum üyelerimizin en çok yaptığı işlerden
biri de taksicilik. Taşıtların bilhassa da ticarî taksilerin bu şekilde
periyodik olarak temizlenmesi gerekiyor. Ben de aynı zamanda bir taksici olarak
buna çok özen gösteriyorum.
Facebook:
@londondisinfectantservice
Instagram:
@london_disinfectant_services
* Bu yazı ilk defa 8 Aralık 2020 tarihinde Olay Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
“Göç kanunları sınırlar değil insan hakları üzerinden çizilmeli”
Hiç yorum yok08 Kasım 2020
11/08/2020Uluslararası Af Örgütü’nün 2020, İskoçya Cesaret Ödülü’nün sahibi olan Pınar Aksu ile mültecilerle ilgili yaptığı çalışmalar ve COVID – 19 salgınının göçmenleri nasıl etkilediği üzerine konuştuk.
Röportaj: Tuncay Bilecen
Pınar Aksu, 15 yaşından bu yana mülteci ve göçmenlerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi konusunda insan hakları mücadelesi veriyor. Uluslararası Af Örgütü’nün 2020, İskoçya Cesaret Ödülü’nün sahibi olan Pınar Aksu ile mültecilerle ilgili yaptığı çalışmalar ve COVID – 19 salgınının göçmenleri nasıl etkilediği üzerine konuştuk.
Mülteciler konusuna ilgi duyman nasıl başladı?
Biz de buraya iltica ederek geldiğimiz için galiba hayat boyunca başladı. Ben 14-15 yaşındayken, aileleri kamplara almaya başlamışlardı. Biz de bu ailelerden biriydik. İki ay kalıp kamptan çıktıktan sonra her yerde kendimizi açıklamak zorunda kaldık. “Kamp nedir?” “detention center nedir?” gibi soruların muhatabı olduk. Bunu anlatmak zorunda kaldık. O yüzden bu konuya özel bir ilgi duydum. Üniversiteye gittikten sonra Community Development okudum. Ondan sonra da İnsan Hakları ve Uluslararası Politika konusunda master yaptım. Üçüncü sektörde bazı kurumlarda bu konu üzerinde çalışmaya başladım. Öyle öyle derken şimdi hâlâ bu alanda çalışmaya devam ediyorum.
İskoçya’ya çocuk yaşta geldiğinde mülteci olmanın ağırlığını hissetmiş miydin, yoksa bu dönemi farkında olmadan bir çocuk gibi mi yaşadın?
İlk geldiğinde insan bir farklılık hissediyor. Türkiye’de köyden geldik. Köydeki hayatla buradaki hayat arasında dağlar kadar fark var. Tabii bunun farklılığını hissediyorsun. Okula falan gidiyorsun, İngilizce öğreniyorsun ki çocuk yaşta öğrenmek daha kolay oluyor. Kampa alındıktan sonra bunu daha iyi hissettim çünkü arkadaşların soruyorlar “sizi niye kampa aldılar” veya “kamp neresi, ne ki bu?” ister istemez insanda bir bilgi oluşuyor. Ondan sonra sendikalarda konuşma yapmaya başladık. Özetle bunun üzerine yıllardır çalışmaya devam ediyoruz.
Sanırım çocuk yaşta mültecilik deneyimini yaşaman sana bu konuda bu deneyimi yaşayan biri olarak katkı sağlamış. Neler yaptın mültecilerle ilgili?
18-19 yaşında üniversiteye başlayınca, benim okuduğum Community Development bölümünde aynı zamanda bir yerde çalışman gerekiyordu. Ben de daha çok mülteci ve entegrasyon konusu üzerine çalıştım. Burada Unity Centre, NCADC vs. gruplar vardı, orada grup çalışması yaptım koordinatör olarak. Derken birkaç kurumla çalıştım, oralarda da bilgi ve tecrübe edindim. Şu an çalıştığım yer Integration Network, mültecilerin entegrasyonları ve insan hakları üzerine çalışıyorum.
ULUSLARARASI AF ÖRGÜTÜ 2020 CESARET ÖDÜLÜ
Bu yıl bu konuda bir ödül aldığını biliyorum, biraz bu ödülden söz eder misin?
Uluslararası Af Örgütü’nün (Amnesty International) İskoçya, 2020 Cesaret Ödülü’nü aldım. Benim de bu konuda fazla bir bilgim yoktu, bu ne ödülü diye. Meğer bayağı büyük bir ödülmüş. Sonradan öğrendim. Ama bu işi ödül için yapmıyoruz. Gönülden geldiği için, gerçekten insanların haksızlığa maruz kaldıklarını gördüğümüz için yapıyoruz. Dünyada herkesin birer mülteci ya da göçmen adayı olduğunu unutmayalım. Herkesin doğuştan sahip olduğu insan hakları vardır, eğer bunlar sağlanmazsa birilerinin bir şeyler demesi gerekiyor.
Peki, geçmişten günümüze bir kıyaslama yaptığında mültecilerin durumunda iyileş mi var kötüye gidiş mi?
Genel anlamda 2000’li yılların başlarındaki kanunlarla şu andaki kanunları kıyaslarsak bence mevcut kanunlar daha kötü ve daha da kötüye gidecek. Şu anda insanların kamplara alınması konusunda bırakın ilerlemeyi geriye gidiş var. Özellikle Britanya’nın Avrupa Birliği’nden çıkmasından dolayı insan hakları olsun çocuk mültecilerin hakları olsun bunlar kanunlardan çıkarılacak. Bu durum özellikle iltica edenleri nasıl etkileyecek bizim de şu anda fazla bir fikrimiz yok ama iyi olmayacağından eminiz.
Bu konuda İskoçya ve İngiltere arasında bir fark var mı?
İnsanların tepkisi anlamında bir fark var. Burada göç edenlere daha toleranslı davranıyorlar ancak kanunlar aynı. Buranın devleti de biz bağımsızlığımızı aldığımızda buranın mülteci kanunları daha iyi olacak diye konuşuyor. Ama şu anda hiçbir şekilde fark yok.
İltica eden insanlar iki yere gönderiyorlar; biri Londra, biri Glasgow. Londra’dan sonra en çok mülteci alan yer burası. İnsanların entegrasyon süreci olsun, bekleme süresi olsun aynı şekilde yıllar sürüyor. Tabii bu durum dosyadan dosyaya değişebilir. En kısa süre bir yıldan aşağı değil. Benim çalıştığım yerde mesela bir kadın var, yirmi yıldır iltica davası sonuçlanmamış durumda. Kendisi 65 yaşında, bundan sonra oturumu almış, almamış ne fark eder ki? O kadar kötü bir sistem var ki, insanların gitmeleri için ellerinden geleni yapıyorlar. Direk açık bir şekilde de söylemiyorlar gidin diye. Ama sistematik bir şekilde hayatlarını o kadar zorlaştırıyorlar ki insanların ben bıktım buradan gideceğim diyesi geliyor.
“SALGIN GÖÇMENLERİN DURUMUNU DAHA DA KÖTÜLEŞTİRDİ”
Covid – 19 salgını göçmenlerin ve mültecilerin hayatlarını nasıl etkiledi?
Oldukça kötü etkiledi. Bilindiği gibi salgından önce de insanların birçok sorunu vardı. Özellikle iltica edenlerin burada çalışma izinleri yok. Haftalık devletten £ 37 bir yardım alıyorlar. Bu da yaşam koşullarına baktığın zaman hiçbir şey. Pandemi olduğu zaman bu problemler daha da ortada görünmeye başladı. İskoçya’da şöyle bir problem de oldu, pandemi başladıktan iki hafta sonra yaklaşık 400 mülteci, evlerinden alınarak otellere yerleştirildiler. Ben de bunun nedenini sordum. İki gerekçe verdiler, bir tanesi onlara vereceğimiz servis bu şekilde daha iyi olacak çünkü hepsi bir otelin içinde olacak, üç öğün yemekleri olacak, daha iyi hizmet alacaklar, dediler. İkinci sebepleri ise bu kişilere bakan kişiler olacak, bunlar da onlara gittiği zaman daha güvenli olacak diye söylediler. Fakat mantıklı bir şekilde düşündüğünde, sen aynı otelde 100 kişiyle birlikte kalıyorsun. Yemek yediğin zaman odanda yemiyorsun, orada 100 kişiyle aynı yerde yiyorsun. Covid riskini aslında daha da yükseltiyor.
Biz bunu duyduktan sonra Entegrasyon Ağı olarak, bütün kurumlar olarak bu konuyu gazetelerde gündeme getirdik. Bunun insan haklarına aykırı olduğunu söyledik. Bizi dinlemediler. Maalesef mayıs ayında bu otellerden birinde otuz yaşında bir Suriyeli mülteci ölü bulundu. Çok acı bir olay. Kendisinin hayat hikâyesine baktığın zaman Suriye’den gidiyor, abisinin yanına gitmeye çalışıyor, oradan buraya geliyor ve otelde çalışanlara ve dosyasına bakan kişiye “benim psikolojik sorunlarım var, biriyle görüşmek istiyorum” diyor. Ancak kimse dinlemiyor. Bu kişi en son bu seçeneği görüyor.
GÖÇMENLER TERÖRİST İLAN EDİLİYOR
Yani intihar mı ediyor?
Bu belli değil. Hâlâ araştırılıyor. Fakat önemli olan şey bu kişi eğer evinde olsaydı şu an hayatta olacaktı. Bu olay olduktan sonra yine Home Office’e yazdık, sizin yüzünüzden bir kişi maalesef öldü dedik. Bunun kötüsü olabilir. Yine bizi dinlemediler. Bu sefer başka bir mülteci, arkadaşlarına 'ben kendimi iyi hissetmiyorum, sizlere bir şey yapıcam” diyor. Ertesi gün maalesef bıçaklı bir saldırıda bulunuyor. Altı kişi yaralanıyor. Bunların ikisi otel çalışanı, biri polis, üçü de mülteci. Korkutucu olan şey, bu olayın medya tarafından terörist saldırı olarak verdiler. Glasgow’da bıçak saldırıları her zaman olan bir şey. Fakat neden bu olay dünya medyasına bu şekilde yansıyor, bunu da soruşturmak lazım. Açıkçası saldırıyı yapan mülteci olduğu için burada bir ayrımcılık var. Zaten online platformda yorumlara baktığın zaman “biz böyle kapıları açarsak şehir ne hale geliyor” gibisinden yorumlar yağdı. İngiltere’deki mültecilerden bazıları da sanırım otellere alındı. Orada da bir mülteciye Corona teşhisi kondu. Şu an bildiğim kadarıyla Home Office’e dava açtı. Bunu yapan ilk kişi olarak tarihe geçecek.
Peki, bundan sonrası için ne düşünüyorsun?
Şu an bizim işyerinde pandemi sonrasında işlerimizi nasıl farklı bir şekilde devam ettireceğiz diye konuşuyoruz. Britanya, Avrupa Birliği’nden çıkacağı için buradaki mülteci kanunları nasıl değişecek, biz buna nasıl adapte olacağız diye çalışıyoruz. Şu anda iltica edenlerin çalışması için “right to work” diye bir kampanya yürütüyoruz. Onun haricinde insan hakları bakımından çoğu kanunlar çokta iyi değil ve nasıl pozitife bağlayacağımı bilmiyorum. Ama umarım pandemiden bir ders çıkartırız, bu konuda kanunları hazırlayanlar da bir ders çıkartırlar ve gelecekteki mülteci kanunları daha çok sınırlar değil de insan hakları üzerinden çizilir.
👉Söyleşiyi Spotify kanalından dinlemek için tıklayın: