Türkiye’nin günden güne otoriterliğe savrulması nedeniyle son yıllarda birçok kişi çareyi ülkeyi terk etmekte buldu. Bu yazıda, son dönem göçlerin nedenlerini ve olup biteni dışarıdan izleyen göçmenlerin yaşadığı burukluğu tartışıyorum.
Tuncay Bilecen
Tıpkı doğa kanunları gibi
toplumsal yapıyı oluşturan koşullar da bazı kurallara tabidir. Örneğin siyasal iktidar
otoriterleştikçe göç etme kabiliyetine sahip olan kesimler dalga dalga ülkeyi
terk ederler. Bu, bazen daha iyi ekonomik koşullarda, daha sağlıklı bir toplumda
yaşamak arzusuyla gerçekleşir bazen de güvenlik endişesi o kadar ağır basar ki kervan
yolda düzülür misali, bir an önce kaçıp kurtulalım, sonrasına bakarız düşüncesi
ağır basabilir.
Otoriter iktidarlar züccaciye
dükkânına giren fil zarafetiyle menfaat gördüğü kurumları istila edip rant
gördüğü alanları yağmalarken buna muhalefet edenler de eğer zindana düşmekten
kurtulabilirlerse çareyi göç etmekte bulurlar. Böylece otoriter rejim kendisini
tahkim ettikçe ülke yetişmiş insan gücünü yavaş yavaş yitirir, çoraklaşma ve
yozlaşma adım adım her yere sirayet eder. Liyakat ortadan kalkar, nepotizm (ahbap
çavuş kapitalizmi) yayılır, ekonomik, sosyal ya da beşeri sermayesi olmadığı
için göç edemeyenler bile bir şekilde kaçıp gitmenin derdine düşer.
Sadece Türkiye’ye özgü
olmayan bu durum yurt dışında yaşayan hatırı sayılır diasporik toplulukların oluşmasına
yol açmaktadır. Rusya gibi, İran gibi ülkelerde muhalefet artık sınırların
dışında yapılıyor. Nedeni çok basit; çünkü içeride kimsenin sesini çıkarmaya
cesareti ve mecali yoktur, ikincisi de bu ülkelerin muhalefetinin önemli bir kısmı
zindanda değilse yurt dışındadır. Dolayısıyla siyasal iktidar, otoriterliğin cıvatalarını
her sıktığında yurt dışında yaşayan ve artık diasporik nitelik taşıyan toplulukların
hem çoğalmasına hem de hareketlenmesine neden olur.
Son beş yılda, Londra’da
yaşayan Türkiye’den göç etmiş göçmenlerle yaptığım saha çalışmalarında “neden
göç etme kararı aldınız?” sorusuna çok benzer cevaplar verildiğini fark ettim. Aile
olarak göç edenler ağız birliği etmişçesine aynı cevabı veriyorlardı bu soruya:
“çocuklarımızın geleceği için geldik!
ÇOCUKLARIMIZIN GELECEĞİ İÇİN GELDİK
Bir görüşmeci şöyle
diyordu: “Ben çocuklarımın bu kadar
siyasetin konuşulduğu bir yerde büyümesini istemedim. (…) Yani iki laf muhabbet ediyoruz, ondan sonra sözümüz Türkiye'nin
siyasetine geliyor, ekonomisine geliyor. Bunları konuşmaman lazım. Sosyal bir
devletsen bunları konuşmaman lazım.”
Başka bir görüşmeci ise Türkiye’de son birkaç yılda yaşanan değişimin
çocuklarının davranışlarına nasıl sirayet ettiğini ve bunun göç kararlarını nasıl
etkilediğini şöyle anlatıyordu: “Çocuğumu
devlet okuluna, anaokuluna gönderdim. Ama o sıralar dünyadaki ve Orta Doğu'daki
IŞİD zihniyetinin palazlandırılması ile birlikte Türkiye'ye İslamist, cihadist
bir dalga geldi. Biz kimliğimiz dolayısıyla bunu yaşadık açıkçası, bunu fark
ettik. Çocuğun okulunda birtakım olaylar oldu. Biz tabii bunun farkına daha
sonra varıyoruz ama böyle küçük çocukların birbirleri arasında böyle kafa kesme
şekilleri yapmaları, bu şekilde birbirleriyle konuşmaları. Bizi böyle bir karar
almaya itti. Bir çocuğumuz var, evet Türkiye'de neler verebiliriz? Türkiye'de
bir tapu verebiliriz çocuğa, bir araba verebiliriz, güzel bir okulda okuturuz.
Ama başka hiçbir şey veremeyiz. Çocuk kaybolup gidebilir. (…) İki buçuk yıl
önceye kadar hep eşimle konuşuyorduk ki çok şükür çocuğu kurtardık, çocuğu
kurtardık, diyorduk. İki sene önce anladık ki çok şükür çocuk bizi
kurtarmış. Çocuk olmasaydı, biz o ekonomik buhranda, o sıkıntılı
haldeki ülkede hâlâ kalıyorduk.
BOĞUCU POLİTİK GÜNDEM
Gezi olayları, 7 Haziran 2015 seçimleri, patlayan
bombalar, 15 Temmuz darbe girişimi, tek adam yönetimine geçiş, muhalefete yönelik
operasyonlar derken ülke gündeminden yorulan birçok kişi göç etmeyi ciddi ciddi
gündemine aldı. Bunu gerçekleştiren yakınlar, komşular, arkadaşlar da birçok
insan için tetikleyici bir motivasyon kaynağı oldu.
Bir görüşmeci göç etmesine neden olan iklimi şöyle
tarif ediyordu: “15 Temmuz’dan önce de
Gezi’nin etkilediğini hatırlıyorum. Gezi’den sonra çatlaklar oluştu. Örneğin
saat 10’dan sonra içkinin yasaklanması biraz dokundu insanlara. İnsanların özel hayatlarına müdahale
edildi. Çok kısa bir süre bu bir
öfkeye ve umutsuzluğa dönüştü.”
Başka bir görüşmeci ise
bu konuda yine benzer şeyleri söylüyordu: “Kimseyle siyasetten veya ekonomiden
başka bir şey konuşamadık. Zaman zaman boğucu çevresi nedeniyle insanın kendisi
de sıkıcı bir hale gelebilir. (…) Nereye gidersek gidelim, dolar kaç para oldu, Recep
Tayyip Erdoğan yine ne dedi, vs. Kısacası eğitim kalitesi, bunu harcanan para,
ülke gündemi ve göçmen problemi nedeniyle Türkiye'den ayrılmak istedim. Ailem
ve daha çok benden ziyade eşim ve çocuğumun farklı bir hayatı deneyimlemesini
istedim.”
Bazı görüşmeciler ise ekonomik durumlarının daha kötüye gideceğini
bildikleri halde göç etmeyi tercih ettiklerini belirtiyordu: “Dinci bir
yönetimin iktidarı giderek ele geçirmesi. Biz Demirel’in zamanını da gördük,
başka iktidarlar da gördük. Hepsi sağ iktidardı, hiç sol iktidar yoktu ama
bunlar kadar haddini bilmezini ilk defa gördük. Yani ne dedilerse yaptılar
adamlar. Hiçbir şeklide çekinmediler açıkçası. Bu beni korkuttu. Ekonomik
durumumuz çok iyiydi. Tam tersine burada sürünüyoruz. Orada işyerimiz vardı.
Arabam vardı, eşimin arabası vardı. Evim var hâlâ. Orada ekonomik durumum gayet iyiydi.
Ama ben tamamen tüm her şeyi satıp döküp sermaye edip buraya geldim. Eğer
çocuğum olmasaydı bu kararı almazdım. Orada direnirdim belki de. Çocuğumu buraya
getirdim ki orada hiçbir şekilde gelecek görmedim.”
Bir görüşmeci ise Türkiye’nin değişen demografik ve
sosyal yapısı nedeniyle Türkiye’de ırkçı bir zihniyete savrulduğunu fark
ettiğini belirtiyordu: “Ekonomik olarak açıkçası hiçbir sorunumuz yoktu. Hatta hep diyorum keşke
sorun ekonomiyle ilgili olsaydı, çünkü çözülebilirdi. Ama değişen sosyal yapı,
huzursuzluk, yönetim, siyaset artık hepsi içten içe beni etkilemeye başladı ve hatta çok net ırkçı olmaya başladım. Aslında okuduğum kitaplar, ilgi
alanlarım tamamen bunlardan soyutlanmak üzerineydi. Ama insanları etiketlemeye
başladım; Suriyeli, Afgan gibi... Dışarıda gördüğüm insanları sırf
kıyafetleri ya da tipleri nedeniyle yargıladığımı fark ettim.”
OLAN BİTENİ DIŞARIDAN İZLEMENİN
AĞIRLIĞI
Peki, ülkeyi terk edince bütün bu dertler bitiyor mu? Elbette bitmiyor. Bu
sefer de ülkenin yıkıcı gündemini takip etmenin, öğrenilmiş çaresizlik
duygusuyla sürekli kötü haber almanın yılgınlığı, geride kalan yakınlar için
endişelenmenin ve bir şey yapamamanın öfkesi çörekleniyor insanın içine. İşte tam
da bu noktada tuhaf, karmaşık bir duyguya kapılıyor çoğu göçmen. “İyi ki
gelmişiz, iyi ki kendimizi kurtarmışız” ile “elimden hiçbir şey gelmiyor, acaba
orada mı olmalıydım?” düşüncelerinin harman olduğu, tarif etmesi zor, yakıcı
bir duygu bu.