Kitapseverler ve yazarlar 6. Londra Kitap Şenliği'nde buluşacak

Hiç yorum yok

10 Kasım 2023

Londra’da Türkçe konuşan toplumun yazarlarını ve okurlarını bir araya getiren Kitap Şenliği’nin bu yıl altıncısı 17-27 Kasım tarihleri arasında Kuzey Londra’da bulunan Fieldseat Kit@pEvi Kafe’de gerçekleştirilecek.

 



 



 

Londra’nın Türkçe konuşan topluma hitap eden tek Kitap Şenliği, “Kitapsız yaşam olmaz, yaşanacak bir dünya için daha çok kitap!” sloganıyla 17-27 Kasım tarihlerinde Kuzey Londra’da bulunan Fieldseat Kit@pEvi Kafe’de birçok yazarı ve kitapseverleri ağırlamaya hazırlanıyor.

Temelleri 22 yıl önce atılan Kit@pEvi’nde, kafenin işletmecisi İrfan Şahin tarafından organize edilen Kitap Şenliği’nin oldukça zengin bir programı bulunuyor. Şenlikte, imza günlerinin, söyleşilerin yanı sıra masal gecesi ve müzik dinletileri de olacak.

Söyleşinin ilk günü olan 17 Kasım’da, saat 18:30’da Uluslararası Pen Başkanı Burhan Sönmez’in, The Fugitive of Gezi Park kitabının yazarı Deniz Goran’ın ve BirGün gazetesi yazarı Semiha Durak’ın katılımıyla bir söyleşi düzenlenecek. Söyleşinin ardından ise Gül Bahar, Anıl Duman, Serkan Çakmak ve Cabbar Boziye’nin sahne alacağı bir müzik dinletisi gerçekleştirilecek.

“Bul Beni Anne” adlı roman dosyasıyla Fakir Baykurt roman ödülünü alan gazeteci – yazar Dursaliye Şahan’ın, “İltica” adlı romanı Ağustos ayında Londra’da “Asylum” adıyla yayımlanan Gülsüm Öz’ün ve “Türkiye’den Birleşik Krallık’a Göçler” kitabının yazarı Doç.Dr.Tuncay Bilecen’in katılacağı söyleşi ise 18 Kasım, Cumartesi günü, saat 15:00’te başlayacak.    

Aynı gün gazeteci Faruk Eskioğlu, yakın zamanda yayımlanan “Londra’da Bizim’Kiler” başlıklı üç ciltlik arşiv niteliği taşıyan kitabını imzalayacak ve Mahir Ünsal Eriş ve Aliye Aybüke Özdemir okurlarıyla buluşacak. Günün sonunda ise hikâye anlatıcısı Eda Bayraktar “Büyüklere Masallar” etkinliğiyle sahnede olacak.

25 Kasım Cumartesi günü ise Kitap Şenliği’nde, Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından kitapları yayımlanan yazarların katılacağı bir söyleşi gerçekleştirilecek. Söyleşide; pandemi döneminde tuttuğu notları kitaplaştıran “Londra Notları” kitabının yazarı Müge Çetinkaya, Oxford ve Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 yıl barmenlik yapan ve buradaki anılarını “Bir Barmenin Anıları” adıyla kaleme alan Ahmet Sapaz ve Camridge’te yaşayan şair, yazar Sultan Karataş yer alacaklar.

 



6. Kitap Şenliği’nde yer alacak bazı yazarlar ve eserleri:

 

Mahir Ünsal Eriş
Mahir Ünsal Eriş 

1980 yılında Çanakkale'de  doğdu. Trakya Üniversitesi Grafik Bölümü ve Ankara Üniversitesi Arkeoloji Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı.

Genç yaşlardan beri çevirmenlik yapan Eriş, çeşitli dillerden çok sayıda kitap, makale ve öyküyü dilimize kazandırmıştır. Öykülerini topladığı Bangır Bangır Ferdi Çalıyor Evde... adlı ilk kitabı 2012 yılında  İletişim Yayınları'ndan çıktı. 2013 yılında çıkan Olduğu Kadar Güzeldik adlı öykü kitabı, 2014 yılında, 60.  Sait Faik Hikâye Armağanı'na layık görüldü. Öykülerinde naifliği ve yalın diliyle dikkat çeken Eriş halen öykü yazma uğraşını çeşitli edebiyat dergilerinde sürdürmektedir. Yazarın 10 Nisan 2015 tarihinde Dünya Bu Kadar isimli ilk romanı yayımlanmıştır.

Kimi gazete ve dergilerde futbol yazıları da yazan Eriş, kitaplarındaki biyografisinde belirtildiği üzere,  Gençlerbirliği taraftarıdır. (Kaynak: Wikipedia).


Burhan Sönmez

Burhan Sönmez, yazar, edebiyatçı, avukat. İlk romanı Kuzey, 2009 yılında yayımlandı. Eserleri 30 ülkede 42 dile çevrildi, ulusal ve uluslararası ödüllere değer görüldü. 2016 yılından beri uluslararası PEN yönetim kurulunda yer alan Sönmez, Eylül 2021'de Uluslararası PEN Kulübü başkanı seçildi. (kaynak: Wikipedia). 








Dursaliye Şahan

Dursaliye Şahan

Türkiye’nin küçük bir köyünde doğan Dursaliye Şahan, dört yaşında ailesiyle birlikte İstanbul’a daha sonra da Londra’ya göç etti. Anadolu Üniversitesi Radyo Televizyon mezunu olan yazar, küçük yaşlarda başladığı yazın hayatını öyküler, tiyatro oyunları, roman ve karikatür çalışmalarıyla sürdürmektedir.

Şimdiye dek altı öykü, üç roman, bir karikatür ve iki çocuk kitabı yayımlanmıştır. “Güvercin” adını taşıyan öyküsü iki kez televizyon dizisi oldu. “Hacı Murad” ve “Ali Haydar” isimli eserleriyle TC Kültür Bakanlığı’ndan senaryo yazım desteği aldı.

Birçok öyküsü İngilizceye çevrilerek çeşitli dergilerde ve anonim kitaplarda okuyucuyla buluşan yazarın, yurt içinden ve yurt dışından çeşitli öykü ve edebiyat ödülleri bulunmaktadır.

Dursaliye Şahan; çocuklara, engellilere ve yetişkinlere yönelik öykü ve yazı atölyeleri düzenlemeye ve öykü yarışmalarında jüri üyeliği yapmaya devam etmektedir.

Şerbet (roman – 2020,) Benekli Vakvak (çocuk masalı – 2018 Sola Yayınları) Ayarsız Kadınlar Cemiyeti (roman – 2018 Sola Yayınları) Parantez Aşklar (öykü – 2017 Sola Yayınları) Tottenham Çocukları (roman – 2016 Sola Yayınları) Ah O Kadınlar (öykü 2016 Akademisyen Yayınları), Hikâye Hırsızı (2012- İşçi Edebiyatı Öykü Ödülü) Zabit Londra’da (Karikatür), Uçan Halı (Çocuk hikâyesi – Hatay Belediyesi sosyal proje) Fakir Cennet (öykü 2007 Crea Yayınları), Döndü (Halkevleri 1988 Öykü Ödülü). Tottenham Boys, (2021), Bul Beni Anne (2023), 2023 Fakir Baykurt Roman Ödülü.

 

Tottenham Boys, Dursaliye Şahan



Deniz Goran

Deniz Goran

1974 yılında Oslo’da doğdu. İlkokulu Sydney'de (Avustralya), ortaokul ve liseyi de Ankara ve Istanbul'da tamamladı. 1994 yılında Londra’ya göç etti.  2003 yılında University College London (UCL) Sanat Tarihi bölümünden mezun oldu. 2004’te Sotheby’s Institute of Art’da Çağdaş Sanat üzerine mastırını tamamladıktan sonra bir süre Londra’da sanat sektöründe görev aldı

Deniz Goran’ın Türk Diplomatın Kızı adlı ilk romanı Britanya’da 2007’de yayımlandıktan sonra, haftalarca en çok satanlar listesinde kaldığı Türkiye’de, ve ardından Almanya, İtalya, Yunanistan ve Tayvan’da yayımlandı. Deniz Goran, Selin Tamtekin’in takma adıdır. Londra’da ikamet eden ve sanat yazıları kaleme alan Selin Tamtekin, T24 haber sitesinin Haftalık Yazarları kadrosundadır.

Yazarın sanat dünyasında geçen ve Gezi Park protestolarını da konu alan ikinci romanı The Fugitive of Gezi Park, Britanya’da, Gezi Direnişinin 10. yıldönümünde yayımlandı.


The Fugitive of Gezi Park, Deniz Goran


Ali Rıza Aksoy

1952’de Manisa Turgutlu olan Aksoy hayatını işçilerin, sığınmacıların ve göçmenlerin daha iyi yaşamasına adamış bir sosyalisttir. Onu parkta bildiri dağıtırken ya da bir dernekte sağlık taramasını yönetirken görebilirsiniz. Yıllar öncesinde festivalde pehlivan, tekstil fabrikasında grev sözcüsü ya da işçi haklarını anlatan bir oyun yazarı olarak da rastlayabilirdiniz. Aksoy 1970’lerde Londra’ya ilk geldiğinde İngiltere Türkiyeli Öğrenciler Federasyonu’nda (İTÖF) aktif olarak çalışmaya başlar. 1982’de politik sığınmacı olur. 1980’lerin ilk yarısında tekstil atölyelerinde sendikacı olarak çalışır. 1984’te “İşçi Birliği”nin toplumda bir ilk olarak düzenlediği “Yaz Festivali”nde kispet giyip yağlı güreş bile yapar. 1986’da Londra İşçi Birliği adına Minik Kardeş Çocuk Yuvası’nın binasının satın alınıp kurulmasında yer alır. Londra Belediye başkanları Ken Livingston ve Boris Johnson’un Refugee-Migrant Danışma Panelleri’nde de yıllarca yer alan Aksoy, 2000’de Ferhat Çınar ile birlikte kurduğu Hackney Refugee Forum’un (HRF) uzun süre başkanlığını yapar. Eski tüfeğin bugünlerdeki en büyük uğraşısı ise Londra’daki ilk bölgesel göçmen ve sığınmacı stratejisini hayata geçirmek ve belediyenin yatırımlarını göçmen ve işçilere yönlendirmek. Ali Aksoy, Kasaba’yı şöyle anlatıyor: “Günümüzdeki sürekli kötü haber akışı psikolojimizi derinden etkiliyor, uykularımızı kaçırıyor. Ben de bu haberlerin sebep olduğu kötü düşüncelerden kurtulmak için iyi ve güzel anıları hatırlamak gerekir diye diye düşündüm. Bu da beni çocukluk anılarıma götürdü. Ne güzel günlermiş. Bana iyi geldi. Bazen gözlerim dolsa, boğazım düğümlense de onları yazmaya başladım. Yazdıklarım kasabamızın Yankı gazetesinde tefrika halinde yayınlanmaya başladı. Şimdi de arkadaşların caseretlendirmesi ve İbrahim Avcıl kardeşimin girişimiyle kitap haline geldi. Herkesin çocukluk anılarını düşünüp gülümsemesi dileğiyle…” Aksoy yeni projesi olarak da Londra’daki yarım asırlık yaşamını anlattığı bir kitap yazdığını söylüyor. Aksoy’un son yarım asırlık yaşamı toplumun geliş vedeğişim tarihiyle örtüştüğü için, yeni kitabı toplum tarihi açısından önemli olacaktır… (Faruk Eskioğlu, Açık Gazete). 

Ali Rıza Aksoy, 6. Londra Kitap Şenliği'ne 18 Kasım, Cumartesi günü katılacak ve saat 15:00'te okurlarıyla buluşacak... 

Kasaba, Ali Rıza Aksoy







Ahmet Sapaz

Ahmet Sapaz

Her ne kadar nüfus kaydım 1948 yazıyorsa da esasında Temmuz 1947 yılında Çorum ilinin Sungurlu ilçesi Gökçam köyünde dünyaya gelmişim. O yılların ölümcül çocuk hastalığı olan kızamık salgınından kıl payı kurtularak hayata zar zor tutunmuşum.

İlkokulu köyümde, ortaokulu ilçem Sungurlu’da, Turizm ve Otelcilik Meslek Lisesi’ni ise Ankara’da okuyarak 1967 yılında hayata atıldım. Yaklaşık üç yıl boyunca o dönemin gözde bir oteli olan İzmir Büyük Efes Oteli’nde çalıştıktan sonra vatani görevimi yapıp kendi çabamla sağladığım çalışma izniyle 1970 yılının sonunda İngiltere’ye geldim.

Yeteri kadar İngilizcemi geliştirdikten sonra Türkiye’ye dönerim dediysem de, gurbet bize vatan oldu, dönemedim. Kısacası yuvamı Londra’da kurdum ve burada yaşamaya devam ediyorum.

Kendi çapımda bazı araştırmalar yaparak kimi insanların yararlanması için kitap haline getirip yayımladım. Son kitabım, 2022’de “Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl, Bir Barmenin Anıları” başlığıyla Press Dionysus tarafından yayımlandı.


Bir Barmenin Anıları, Ahmet Sapaz


 

Müge Çetinkaya

Müge Çetinkaya

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Eğitimine Londra’da Ravensbourne College of Design and Communication ve Arts Marketing Association’da aldığı kurslarla devam etti. BBC London, MTV Europe gibi medya kurumlarında, ardından da sanat, kültür alanında uluslararası PR etkinlik ve koordinasyonunda 17 yıl görev yaptı. Aktivist Dergisi ve Cinedergi’ye yazılar yazdı. Green Peace ve British Lung Foundation’da gönüllü olarak çalıştı. 2020 yılında kendisi için dönüştürücü, iyileştirici birer tecrübe olan nefes, mindfulness pratikleri ve yoga felsefesiyle tanıştı. Yoga, mindfulness ve öz şefkatli farkındalık konularında uzmanlaşarak önce Yoga Alliance, ardından International Coaching Federation, ICF Mindfulness Koçluk sertifikalarını aldı.

Yazar halen Neuro-Mindfulness Koçu ve kriz müdahale gönüllüsü olarak çalışmakta, yazılar yazmaya devam etmektedir.

  

Londra Notları, Müge Çetinkaya



Semiha Durak

Semiha Durak, İstanbul Üniversitesi Klasik Arkeoloji Bölümü'nden 2003 yılında mezun oldu.  Allianoi ve Perge kazılarında, Seddülbahir Restorasyon Projesi ve Türkiye Arkeolojik Yerleşmeleri Projesi’nde arkeolog olarak görev aldı. Oğuz Tanındı ile birlikte, TASK Vakfı ve Ege Yayınları tarafından yayımlanan Türkiye Arkeolojik Tahribat Raporu’nu (2002) hazırladı.

2003 yılında Londra’ya yerleşti. Birkbeck Üniversitesi’nde Sanat Yönetimi programını tamamladı. University College London'da (UCL) arkeoloji alanında master yaptı. London Canal Museum ve London International Gallery of Children’s Art’da galeri asistanı ve küratör olarak çalıştı. Londra’da yaşayan göçmen çocuklar için sanat atölyeleri düzenledi; bu atölyedeki çalışmaların sergilendiği "In Between: Longings & Belongings" projesinin koordinatörlüğünü yaptı. The Museum of the Home (eski adı Geffrye Museum) ve UCL’in ortak projesi “Who Stole My Milk” sergisinin küratörlüğünü üstlendi. İmece Kadın Merkezi’nde gönüllü olarak çalıştı.

Denemeleri, BirGün ve Farklı Yorum’da; öyküleri Bavul Dergi ve Lento Dergisi’nde  yayımlandı. İlk kitabı olan Yarının Kayıp Şarkısı, bugünün meselelerinin tarihle harmanlandığı metinlerden oluşmaktadır.

 

Yarının Kayıp Şarkısı, Semiha Durak

 

Sultan Karataş

Sultan Karataş, İstanbul doğumludur. İlk, orta ve lise eğitimini İstanbul’da tamamladı. 1980 sonrası farklı dergi ve gazetelerde çalışan Karataş, 1995’te politik mülteci olarak İngiltere’nin Cambridge şehrine yerleşti. Cambridge, Anglia Ruskin Üniversitesi’nde “İngiliz Dili ve Dilbilim” üzerine lisans eğitimi aldı. Lisans tezini, “Politikada Dilin Manipülasyonu” üzerine yaptı. Halen Cambridge’de yaşayan Karataş, İngilizce ve Türkçe dersler vermekte, tercümanlık yapmaktadır. Yazarın, şiir, anı-anlatı çalışmalarının yanı sıra, İngilizce’den Türkçe’ye çeviri çalışmaları devam etmektedir. Kendisinin hazırlayıp sunduğu ‘Olduğu Gibi’ programı Komün Tv’de ayda bir yayınlanmaktadır.

Yayımlanmış eserleri: Metris’ten Mektuplar (2015), Dilsiz Bir Ağıt (2017), Kısacıktı Boyu Elma Ağaçlarının (2019).

 

Herkes Büyür Elbette, Sultan Karataş


Aliye Aybüke Özdemir

Aliye Aybüke Özdemir, 1985 yılında Üsküdar’da doğmuş, çocukluk ve gençlik yıllarını Edirne'de geçirmiştir. Aslen Malatyalıdır. Sivas’ta Radyoloji eğitimini tamamladıktan sonra Hacettepe Üniversitesi ve İstanbul Cerrahpaşa Üniversitesi’nde görev almıştır. Erken dönemlerden beri ilgilendiği şiire, roman ve hikayenin de eklenmesiyle geniş bir edebi alanda eserler vermeye devam etmektedir. Yazarın eserleri arasında Masabaşı Kadını ve Diken Zulası yer almaktadır. Evlidir ve Londra'da yaşamaktadır.’

Diken Zulası, Aliye Aybüke Özdemir



Gülsüm Öz

Gülsüm Öz

Gülsüm Öz, 13 yaşında yazdığı "Vatan" isimli şiiri ile ilk ödülünü TRT'den aldı. Çalışmalarını köşe yazarı olarak devam ettirdi. "İltica" isimli ilk romanı 2009 yılında, "Anneler Kızları ve Esrar" isimli romanı 2012 yılında yayınlandı. 2014 yılında İltica üçlemesinin ikincisi "Hoş Bulduk Londra", 2016 yılında ise "Mübadele Aşkları" isimli romanları yayınlandı. Kadın Yazarlar Derneği üyeleri ile ortaklaşa kaleme aldığı eserleri "Tanıklarla 12 Eylül", "Söz Kesmek Kına Yakmak" ve "Konan Göçen Kadınlar"dır. 2010 yılında "Bülbül'ün Çilesi" isimli öyküsüyle Yahya Konbolat En İyi Yayınlanmaya Değer Öykü Ödülü'nü aldı. Sanatsal ve kültürel uğraşılarının yanında sosyal projeleri ile adından söz ettiren Gülsüm Öz, 1989 yılında Türkiye’de bir ilk olan “Tam Gün Ücretsiz Yaz Okulu” Projesini gerçekleştirenlerden biri olarak, binlerce çocuğun spor ve kültür alanında eğitim almasını sağladı. Sokak Çocuklarını tedavi ettirme, okula yazdırma ve ailelerine kavuşturma projelerini hayata geçirdi. “Küçükçekmece Sokak Çocukları Umut Evi”ni onlara armağan edilmesine öncülük etti. Çevko ile iş birliği yaparak Katı atıkları değerlendirme projelerini başlattı. İstanbul da “Küçükçekmece Kadın Sığınma Evi” ni açtı.  Gülsüm Öz,  halen roman ve öykü yazmaya devam etmekte ve Marmara Sanat Akademi’sinde yazarlık dersleri vermektedir.

 

Asylum, Gülsüm Öz

 

Faruk Eskioğlu

Faruk Eskioğlu

Faruk Eskioğlu, (1958, Akşehir) gazeteci ve yazar. 1985'ten bu yana yaşadığı Londra'dan Türkiye'deki ulusal medyaya yönelik muhabirlik, temsilcilik yaptı. Londra'da yayınlanan Türkçe toplum gazetelerinde çalıştı ve bazı gazetelerin kuruluşunda yer aldı. Halen sosyolojik değeri olan haber ve araştırmalara ağırlık veren yazar, halen 2004'te kurduğu Açık Gazete'yi (acikgazete.com) yönetiyor ve köşe yazarlığını sürdürüyor.Eskioğlu, 13'üncü yüzyılın sonunda Horasan'dan Akşehir Maruf köyüne yerleşerek tekke kuran Hasan Paşa soyundan geliyor. Hasan Paşa'nın oğlu Şeyh Hacı İbrahim Veli Sultan'ın "Mülk Allahındır" felsefesiyle Anadolu'da bir ilk sayılan kendine adına kurduğu yoksullara yardım vakfı ise halen faaliyettetir.Eskioğlu, ilk ve orta öğrenimini Akşehir'de tamamladıktan sonra 1979’da AİTİA Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Yüksek Okulu’nu bitirdi. 1984’te Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesi’nde "master" yaptı. THA’da gazeteciliğe başladı. Aralık 1985’te kendi deyimiyle "siyasi sürgün" olarak geldiği Londra’da ilk 2 yıl baba mesleği kasaplık yaptı. İngilizce öğrendikten sonra medya okudu. Uzun yıllar Nokta dergisi İngiltere Temsilciliği, Hürriyet Londra bürosunda habercilik yaptı. Gazeteciliğin yanısıra 1986-98 arasında grafiker tasarımcı olarak çalıştı. Ayrıca pek çok siyasi afiş ve logo tasarladı.1998’de Türkiye’ye döndü. Hürriyet Gazetesi Ekonomi Servisi’nde haberci ve star.com.tr’de ekonomi editörü olarak görev yaptı. “Basında etik ve toplam kalite yönetimi” üzerine araştırmalar yaptı, bu konudaki konferans ve panellere katıldı.Türkiye’deki 2001 ekonomi krizinde Londra’ya dönerek grafiker tasarımcılık ve gazeteciliği sürdürdü. Toplum gazetelerinden Olay’da genel yayın yönetmenliği yaptı. Londra’da ilk Türkçe internet gazetesini çıkardı ve toplum gazetelerine ilk ajans hizmeti sundu. 2004’te dünya haberleri veren acikgazete.com’u kurdu. İki ayrı toplum gazetesini yayına hazırladı. Türkiye’deki bazı tv kanallarına haber geçti, uzun süre Akşam Londra Temsilciliği’ni üstlendi.Londra'da 2004’te "İçimizden Birisi: Vanunu" başlıklı bir kısa film çekti. Londra'daki toplumu anlatması açısından bir ilk sayılan "Aşkolsun! Adı Aşkolsun" başlıklı belgesel romanı 2007’de Türkiye’de yayımlandı. Türkiye'den 150 ve Kıbrıs'tan 100 yıllık İngiltere'ye göçün anlatıldığı 3 ciltlik "Londra'da Bizim'Kiler" başlıklı araştırması 2019 sonunda çıktı. Eskioğlu’nun Su ve Defne (2004) adlı ikiz kızları bulunuyor.

Londra'da Bizim'Kiler, Faruk Eskioğlu




Tuncay Bilecen

Doç. Dr. Tuncay Bilecen

Öğretim üyesi ve gazeteci. Gri Yeşil: İzmit (2018) ve İbrahim Dizman’la birlikte derlediği Aşrı Memleket Trakya (2017) kitabı İletişim Yayınları tarafından yayımlandı. TP London tarafından yayımlanan Little Turkey in Great Britain (2016) ve Göç, Kültür ve Yazın (2019) kitaplarının derleyenleri arasındadır. 2020’de Türkiye’den Birleşik Krallık’a Göçler başlıklı kitabını yayımladı. 2022’de Naci Girginsoy Öykü Yarışması’nda “Çoban Yusuf” adlı öyküsüyle birincilik ödülünü aldı. Yazarın, ağırlıklı olarak göç konusunda olmakla birlikte; demokrasi teorisi, kent çalışmaları ve göç ve edebiyat üzerine çeşitli gazete, dergi ve kitaplarda yayınlanmış yazı ve makaleleri bulunmaktadır.

 

Türkiye'den Birleşik Krallık'a Göçler, Tuncay Bilecen

 

 

 



Adres: Fieldsea Kafe, 665 High Rd, London N17 8AD

Londra Sahnesinde Seher ile Ali: “Derinlikli bir oyunun yolculuğu”

Hiç yorum yok

Tiyatro dünyasının derinlikli ve çarpıcı yapıtlarından biri olan "Seher ile Ali" oyunu, İngiltere'nin başkenti Londra'da, 23, 24 ve 25 Kasım tarihlerinde unutulmaz bir sahne performansıyla Tower Tiyatrosu'nda tekrar izleyiciyle buluşacak. Eda Çatalçam ve Fatih Dönmez, oyunun yönetmeni ve başrol oyuncularından biri olarak, bu unutulmaz eserin yeni bir soluk ve anlamla nasıl yeniden sahneleneceğini, heyecan verici bir röportaj için bir araya geldik.

 

SUNA ALAN

 





Eda ve Fatih, "Seher ile Ali" oyunuyla sadece bir aşk hikayesini değil, aynı zamanda toplumun cinsiyet rolleri, iktidar ve sistem gibi önemli konularına da ışık tutuyor. Ayrıca, oyunun farklı dillerde seyircilere ulaşması ve gelecekteki planları hakkında ne düşündüklerini merak ediyoruz.

Bu röportajda, Eda ve Fatih'in, sanatı ve tiyatroyu nasıl bir misyonla ileri taşıdıklarını, "Seher ile Ali" oyununun özgünlüğünü ve önemini, ve Türkçe tiyatronun uluslararası sahnede nasıl temsil edilebileceğine dair heyecan verici bilgiler edineceğiz.

 

Eda Çatalçam

"Seher ile Ali" oyununu tekrar Londra'da sahneye koyma kararı nasıl ortaya çıktı? Yeniden sahnelemeye nasıl karar verdiniz?

EDA: Biz, benim tanımımla son yılların en dahi oyun yazarlarından birisi olan Şamil Yılmaz’ın “Seher ile Ali” oyununu o kadar çok seviyoruz ki, onların hikayesi daha çok kişiye ulaşsın, daha çok seyircide can bulsun istiyoruz. O yüzden oyuna devam edebilmek bizim için olmazsa olmaz gibi.

FATİH: Biz, Seher ile Ali’yi ilk olarak Ocak ayında sahneledikten ve seyircinin de oyunu bizim kadar sevip sahiplendiğini gördükten sonra devam kararı vermiştik. Ocak ayından sonra hepimizi sarsan deprem ve sonrasında oluşan seçim atmosferi derken zaman bu zamanmış diyelim.

EDA: Hoş şimdi de savaşların ağırlığında sahneleyeceğiz Seher ile Ali’yi. Yani bu dünyanın kahrı bitmiyor. Ama artık oyunlara devam etmenin bir mecburiyet olduğuna inanıyoruz, bunca acının yaşandığı bir Dünya’da, biz de en iyi bildiğimiz şeye tiyatroya sığınıyoruz. Çünkü tiyatro, bizleri halden anlamaya daha da yaklaştırarak, bizi daha iyi bir insan yapıyor ki bu zamanda da her zamanda da kim olduğumuzu ve insan olduğumuzu yine yeniden hatırlamaya ihtiyacımız var.

 

Fatih Dönmez


“Seher ile Ali” oyunu seyirciye aşk, tutku, ihanet gibi temaları sunarken aynı zamanda kadınlık ve erkeklik rolleri üzerine de düşündürüyor. Oyunun bu derinlikteki mesajlarını nasıl seyirciye aktarmayı hedeflediniz?

FATİH: Ben, pavyon fedaisi Ali gibi üzerindeki erkeklik rollerinin çok sert olduğu bir  karaktere can veriyorum. Ali, oyunun içinde Seher olmayı deneyimlerken, bu söylediğimi oyunu izleyenler ve izleyecek olanlar çok net anlayacaklar, en temelde hiç beklemediğim bir duyguyla yani korku ile karşılaştım. Sonrasında ise kadın olmanın korkuyla değil cesaretle ilgili bir şey olduğunu fark ettim. Kadın olarak en temelde başlangıç noktasında bir korku hissetmiş olsam da sokağa çıkmak, abinin, babanın, sevgilinin, eşinin, koca bir toplumun karşısında hayata devam edebilmek çok büyük bir cesaret istiyormuş. Bu karşılaşma anı, benim bu oyunla oyuncu olarak keşfettiğim bana kalan en önemli şey diyebilirim.

 

EDA: “Seher ile Ali” oyunu pavyon şarkıcısı Seher ile pavyon fedaisi Ali’nin aşkını anlatıyor. Biz oyunda onların pavyondan kaçarak sığındıkları otel odasındaki dış dünya ve birbirleri ile olan hesaplaşmalarına şahit oluyoruz. Bu iki karakterin ekmeklerini pavyondan kazanıyor olmaları bize pek çok şeyi kendiliğinden veriyor zaten. Pavyon, kadınlık ve erkeklik rollerinin çok sert hatlarla çizildiği, her şeyin, gösterişle, cakayla, parayla ölçüldüğü, raconların kesildiği, herşeyin satın alındığı, eğlenmek için dünya yansa kimselerin umurunda olmadığı, tüm ilişkilerin "mış gibi" olduğu, güçle ölçüldüğü bir yer. Bizler aslında seyirci ile beraber şu soruya yanıt arıyoruz? Pavyondan kaçmak mümkün mü? Yani Seher ile Ali için pavyon, kaçtıkları yer mi, yoksa gittikleri yer mi ? Ya da pavyon her yer mi?

 

Oyunun arabesk ruh halinden esinlenerek kadın-erkek ilişkilerine odaklanması oldukça dikkat çekici. Sizce oyun, izleyicilere hangi bakış açısını sunuyor?

EDA:  Seher ile Ali oyunu üzerine çalıştıkça her an yeni şeyler keşfettiğimiz bizim için çok heyecan verici bir keşif alanı oldu gerçekten. Şamil Yılmaz oyunu öyle incelikli, öyle katman katman yazmış ki… Reji yorumu olarak biz de oyunu sahnede tekrar ayaklandırdığımızda metindeki bu katmanları verebilmeyi hedefledik. Oyunda Seher ile Ali’nin birbirlerine gösterdikleri anların dışında, seyirciyle birebir paylaştıkları anlar var. Onların iç dünyalarına dair de bir şahitlik sunmaya çalışıyoruz seyirciye. Oyunda seyirci üç farklı tanıklık yaşayacak diyebiliriz, birisi şimdi de gerçek zamanlı geçen, Seher ile Ali’nin bir otel odasında geçen paylaşımlarına dair eş zamanlı 70 dakikalık bir şahitlik. Birisi geçmiş zamanda, birisi de yaşadıkları şeylerin onlardaki zamansız ve mekânsız etkisinde diyebilirim.

 

Eda Çatalçam, siz oyunun hem yönetmeni hem de Seher karakterini canlandırıyorsunuz. Bu çift rol, oyunun hazırlık sürecinde ve performansınızda size nasıl bir zorluk ve derinlik kattı?

Aslında bu iki durum birbirini tamamladı diyebilirim. Oyunu okuduğum ilk andan itibaren bana bıraktığı çok güçlü bir hissi, sahne üzerinde oluşmuş bir dünyası vardı. Hani bazen oluşan hissi tanımlamak için zamana ihtiyaç duyarsınız ya, biz de oyunu prova ederken sanki o his hem Seher hem de Ali ile beraber ayaklanarak bir bütünü oluşturdu diyebilirim. Oyunu çalışırken pek çok karşılaşma anı vardı ama en etkilisi Seher ile Ali’nin kendilerine ait küçük ve özgür bir dünya kurma isteklerinin ve hayalinin aslında kendi ellerinde olduğunu sandıkları yerle ilgili oldu. Dışarıdaki Dünya o kadar sert, o kadar içselleştirilmiş, o kadar onları avucunun içine almış bir gerçeklik ki orada kendi iradeleri sesini kaybediyordu. Aslında bunun yalnızca Seher ile Ali’nin değil, hayatını kendi eline aldığını zannederek göç etmiş olan Eda ve Fatih’in de yanılsaması olduğunu fark ettiğim an çok sert ve hakiki bir karşılaşma anıydı. Tam da bu noktada diyebilirim ki hepimiz biraz Seher, biraz da Ali’yiz aslında.

 

Oyunda Ali karakterini canlandıran Fatih Dönmez, Türkiye'de tiyatro ve televizyon projelerinde yer almış bir oyuncu olarak biliniyor. Seher ile Ali’de Ali karakterini canlandırmak size nasıl bir deneyim yaşattı?

Her şeyden önce uzun bir pandemi dönemi sonrasında tekrar sahnede olmak, prova yapmak, seyirci ile buluşma heyecanı çok çok iyi geldi. Uzun yıllar boyunca televizyonda ve tiyatroda çalıştığım rollere neredeyse hiç benzemeyen bir roldu, ilk başta beni çok zorlayacağını düşünmüştüm. Ama metni  biraz çalıştıktan sonra çok hızlı bir şekilde rolü kabullendim ve Ali ile yarenlik etmeye, onu anlamaya başladım. Elimden geldiğince onu yargılamadan, bir insan olarak içine düştüğü çıkmazları anlamaya ve seyirciye anlatmaya çalıştım. Sahnede 70 dakikalık bir süre Ali`yi oynadıktan sonra hem duygusal hem de fiziksel olarak kendimi inanılmaz yorgun hissediyorum. Sanırım hatasıyla kazasıyla insan olmanın yorucu tarafını deneyimliyorum. Oyunculuğun güzel yanlarından biri de bu.

 

Oyun, sadece bir aşk hikayesi olmanın ötesine geçerek iktidar, sistem ve cinsellik rollerin toplumdaki etkilerini de işliyor. Bu tema üzerinden seyircide hangi duygusal tepkileri hedeflediniz?

EDA: Seyirci de herhangi bir duygusal tepkiyi yönlendirmek veya öyle bir tepki hedeflemek bizim haddimize değil. Biz seyirciye Seher ile Ali’nin hikayesini anlatıyoruz. Ve bu hikayenin olmazsa olmazı çatışma durumlarını tüm açıklığı ile ortaya koymaya çalışıyoruz. İktidar, toplum, aile, doğuştan getirdiğimiz cinsiyet rolleri, büyüdüğümüz çevre, mahalle, yaptığımız iş bizleri biçimliyor. Haliyle de değerlerimizi, doğrumuzu, yanlışımızı oluşturuyor. Biz oyun ile, birey olarak bize yüklenen tüm bu yargılardan arınmak mümkün olabilir mi? Diye soruyoruz. Biz ortaya bir yargı cümlesi, bir doğru, ya da bir önerme koymaya çalışmıyoruz. Biz, oyunla beraber kafamızda oluşan pek çok soruyu seyirciyle beraber yeniden sorarak küçük de olsa bir acaba alanı açmaya çalışıyoruz.

FATİH: Yusuf Atılgan Aylak adam adlı romanında sinemadan çıkan insan diye bir yaratık tanımlaması yapar. “Çağımızda geçmiş yüzyılların bilmediği, kısa ömürlü bir yaratık yaşıyor. Sinemadan çıkmış insan. Gördüğü film ona bir şeyler yapmış. Salt çıkarını düşünen kişi değil. İnsanlarla barışık. Onun büyük işler yapacağı umulur. Ama beş-on dakikada ölüyor. Sokak sinemadan çıkmayanlarla dolu; asık yüzleri, kayıtsızlıkları, sinsi yürüyüşleriyle onu aralarına alıyorlar, eritiyorlar.”

Biz, “Seher ile Ali” oyunundan önce ve sonra diye küçük bir ayrım yaratabilir, seyirci de küçük de olsa oyunu izlemeden önceki halinden farklı bir his yaratabilir ve izleyenin yüreğine “Seher ile Ali”nin hikayesinden bir “an”ı koyayabilirsek ne mutlu.

 

Türkçe olarak sahnelenecek olan oyunun İngilizce üst yazı ile takip edilebileceğini belirtiyorsunuz. İki dil arasında bu dengeyi sağlamak sizin için nasıl bir zorluk oluşturdu?

EDA: Biz oyunu İngilizce olarak da takip edilebilmesini çok önemsedik. Londra’da birbirinden çok farklı kültürlerin bir aradalığı var. Bu bambaşka coğrafya ve kültürlerden gelen seyircilerin ortak dili İngilizce. Acaba bu bambaşka kültürler, Seher ile Ali ‘nin hikayesinden kendilerine ait bir an yakalayabilir mi bunu merak ettik.

Fatih: Seher ile Ali gerçekten çok bize özgü çok bizim kültürümüzden tam da bizim coğrafyamıza ait ama iktidar, kadınlık, erkeklik, güç, aşk gibi konular ise bir o kadar evrensel. Bu nedenle Seher ile Ali oyununun, bizim topraklarda yetişmemiş olan kültürlerin de ortak sorgu alanlarına dokunabileceğine inanıyoruz.

 

Oyunculuk kariyerinizde ve tiyatro deneyiminizde, “Seher ile Ali” gibi derinlikli ve çok katmanlı bir oyunu canlandırmak sizin için nasıl bir deneyim oldu?

EDA: “Oyuncu kişisi” bana göre en temelde, masallar anlatmak için sahne üstünde var oluyor. “Seher ile Ali” de bir masal. Ve sınır tanımayan bir masal. Seher’in hayal kırıklığı, acısı, var olma çabası, yaşama tutunma hali, eğlencesi, öfkesi o kadar gerçek ki, Eda olarak ona hayran olmamam ve onun “her şeye rağmen” diyen kısmından etkilenmemem mümkün değildi. Ben de burada her şeyden önce valizi ile gelmiş ve hayatını yine yeniden kurmaya çalışan bir göçmen olarak Seher’in içindeki güç ile tanıştığım için çok şanslı hissediyorum. Ve onun masalını herkese ulaştırabilmeyi kendime hedef olarak koyuyorum.

FATİH: Samimiyetle, hikaye anlatma çabası ile yapılınca her rol, her tiyatro biçimi, her reji baştan itibaren kendini ve insani anlama çabasına dönüşüyor. Her seferinde kendini en başa dönmüş gibi hissediyorsun, en başa dönüyorsun. Bu nasıl bir çıkmazdır arkadaş diye öfkeleniyorsun, hayal kırıklığı yaşıyorsun, affediyorsun, kabul ediyorsun ve hatta bazen eğleniyorsun bile. Çünkü tiyatro en temelde bir eğlence biçimidir. Derler ya hani, “şaka yolu ile her şeyi söyleyebilirsin, gerçekleri bile...” Bizim mesleğimiz hikayeler anlatmak, onları ille de anlatmalıyız. Anlatmadan duramayız.

 

Oyunun sahnelendiği Tower Tiyatrosu ve Londra'daki izleyicilere iletmek istediğiniz özel bir mesajınız var mı?

EDA: Biz, Fatih ile beraber 23 yıllık oyunculuk, eğitmenlik ama her şeyden önemlisi tiyatro deneyimimizi Londra’ya taşıdık.  Londra’da yeniden hayatımızı kurmaya çalışırken bizim için tiyatronun ekmek gibi, su gibi temel bir ihtiyaç olduğunu fark ettik. Işıl Kasapoğlu’nun Semaver Kumpanya geleneğinden gelen iki tiyatrocu olarak hikayelerin naif dünyasında çoğalmanın ve aynı salonun içinde ortak duygularla soluk almanın mucizevi ve dönüştürücü bir yanı olduğunu biliyoruz. Hayat yeterince zor ve gerçekliğiyle ağır. Bu yüzden bizi izlemeye gelen seyircimize diyoruz ki gelin aynı salonda , yan yana beraberce soluk almanın ve hikayeleri paylaşmanın tadını çıkaralım

Fatih: Eda’nın söylediklerine ek, seyircimize şöyle bir şey söylemek isterim. Biz “Seher ile Ali” yi çok sevdik sizler de tanıyın ve sevin istiyoruz.

 

"Seher ile Ali" oyununun gelecekteki planları hakkında neler söyleyebilirsiniz? Başka şehirlerde veya ülkelerde sahnelenme gibi bir düşünce var mı?

EDA: Kesinlikle çok ama çok isteriz, istiyoruz. Çok sevdiğimiz “Seher ile Ali” nin hikayesi ne kadar çok kişiye ulaşırsa o kadar mutlu olacağız. Fakat bu noktada bizim gücümüz sınırlı. Bizlere bu hayali gerçekleştirmemiz adına hem organizasyon hem de maddi olarak olanak sağlayacak profesyonel desteğe ihtiyacımız var. Buradan da oyunumuzun daha çok kişiye ulaşabilmesi adına böyle bir ihtiyacımız olduğunu söylemiş olalım.

FATİH: İnsan pek çok emek vererek ortaya çıkardığı bir oyunun birkaç defa oynanarak rafa kalkmasını gerçekten hiç istemiyor. Tiyatro sahnesinde var kıldığı o karakterler yaşasın, soluk alsın istiyor.  Ben, neredeyse 5 yıl hatta 10 yıl devam etmiş hikayelerin bir parçası olabilmiş şanslı bir oyuncu olarak burada da oyunlarımız ve anlattığımız hikayeler, defalarca seyirciyle buluşabilsin çok istiyor bunu da hedefliyoruz. Londra içi ya da dışında, Avrupa’da anlattığımız hikayelerin daha çok kişiye ulaşmasını sağlayacak profesyonel destek bizim için gerçekten çok önemli.

 

Peki ilerisi için yaptığınız tiyatro ve oyunlarla ilgili bir hayaliniz var mı?

EDA: Olmaz mı? İnsan umut ettiği müddetçe var. Biz, “Masallar bitince hep birlikte yok olacağız” diyoruz. Bu nedenle de masallar anlatmaya her durum ve koşulda, gücümüz yettiğince, dilimiz döndüğünce devam edebilmek istiyoruz. Bu da bizim dayatılan sisteme direnme ve hayatla barışma biçimimiz. Yaklaşık 2.5 yıl önce sevgili Zeynep Dalkıran ile tohumunu ektiğimiz “Mevsimlik Oyuncu” yetişkin oyunculuk atölyemize bu sene de devam ediyoruz. Ben ve Fatih oyunculuk dersleri verirken, müthiş bir tenör ve müzik donanımına sahip Emir Buran ise şan dersleri veriyor. Bizim gibi hikâye ve masallara ortak olmak isteyen dostlarla üretmeye ve anlatmaya devam edebilmek onların da başka başka hikayelere başka başka yerlerde eşlikçi olabilmesini niyet ediyor, bunun mümkün olabildiğini görüp şahit olunca çok ama çok mutlu oluyoruz.

FATİH: Bizim ilerisi için en büyük hayalimiz kendi üretimlerimizi ortaya koyabileceğimiz her geçen gün, git gide Semaver Kumpanya’da olduğu gibi büyüyüp çoğalacağımız, içinde kaynayan suyunun ve bir tas çorbasının olabildiği herkese kucak açan bir mekân oluşturabilmek. Ve o mekânın içinde yaptığımız üretimlerle Türkçe tiyatroyu ve bizim hikayelerimizi, Londra gibi bir Dünya başkentinde profesyonel lige taşıyabilmek.

 

Fatih Dönmez Kimdir? Fatih Dönmez, Akademi İstanbul Tiyatro bölümünü bitirdikten sonra Semaver Kumpanya ile 2002 yılında profesyonel tiyatro hayatına başladı. O tarihten itibaren pek çok oyunda yer alan Fatih, 12. Gece, Titus Andrinucus, Murtaza, Chamaco, Mem ile Zin, Fırtına, Süleyman ve Öbürsüler, Leyla'nın Evi, Fosforlu Müzikali gibi pek çok tiyatro oyununun yanında, Yabancı Damat, Güneşin Kızları, Poyraz Kareyel, Bir Aşk Hikayesi, Kalp Atışı, Hakan Muhafız, Tehlikeli Karım, Gişe Memuru, Gönül, Karışık Kaset, Celal ile Ceren gibi pek çok TV dizisi ve sinema filminde rol aldı. Semaver Kumpanya'nın oyunculuk kurslarında eğitmen olarak yıllarca yer almış, konservatura pek çok oyuncu yetiştirmiş ve oyuncu koçu olarak da çalışmıştır. Temmuz 2019 tarihinde kurucu ortağı olduğu Mavi Productions bünyesi içerisinde Londra'da üretimlerine devam eden Fatih, şimdilerde Eda Çatalçam'ın yönettiği "Dünya'nın eski zamanlarında" oyununda "Meddah" ve "Seher ile Ali" oyununda Ali karakterini canlandırmaktadır. Geçen sene oynadığı "The Whispers" adlı kısa filmle İskoçya "Feel The Reel" film festivalinde "En iyi erkek Oyuncu" ödülünü alan Fatih, ilk ödülünü 2003 yılında 7. Afife Jale Tiyatro ödüllerinde Semaver Kumpanya oyuncuları ile birlikte yeni kuşak özel ödülü ile almıştır. Fatih, 2021 yılından beri "Mevsimlik Oyuncu" kursunda tiyatro eğitmeni olarak çalışmaktadır.


Eda Çatalçam Kimdir? Eda Çatalçam, 2002 yılında Semaver Kumpanya ile birlikte profesyonel tiyatro hayatına başladı. O tarihten itibaren pek çok oyunda yer alan Eda, Kadir Has Üniversitesi Film ve Drama Yüksek Lisansı'nı "Oyunculuk ve Yönetmenlik" üzerine tamamladı. Ankara Üni. DTCF Tiyatro Bölümü'nde "yönetmenlik" üzerine doktora programına devam eden Eda, hocalarının KHK ile ihraç edilmesi sonucunda doktorasını tamamlamadı. Kadir Has Üniversitesi'nde oyunculuk eğitmeni Tilbe Saran'ın asistanlığını üstlenen Eda, Michael Chechov tekniği üzerine oluşturulan modülleri tamamlayarak bu konuda içerik eğitimleri verdi. Saint Joseph Okullarında drama eğitmeni, Ekol Drama'da yetişkin ve çocuk drama eğitmeni olarak çalıştı. Oyuncular Sendikası'nın yönetim kurulu üyesi olarak çalıştığı dönemde, toplumsal cinsiyet eşitliği ve eğitim birinminin kurulması rollerini üstlenerek , çocuk oyuncu hakları üzerine çalıştı. Diğer Yarım, Yalan Dünya, Leyla ile Mecnun, 20 Dakika ise yer aldığı TV projelerinden bazılarıdır. Temmuz 2019 tarihinde kurduğu Mavi Productions bünyesi içerisinde Londra'da üretimlerine devam eden Eda, şimdilerde yönetmenliğini de yaptığı "Seher ile Ali" tiyatro oyununda Seher ve henüz çekimi tamamlanmış "Interpreter" adlı kısa filmde Kamelya rolüne hayat vermiştir. Eda, 2021 tarihinden itibaren "Mevsimlik Oyuncu" kursunda tiyatro eğitmenliği yapmaktadır.


Kültürel mirasın izinde: Seyidxan Sevinç'le müziğin evrimsel serüveni

Hiç yorum yok

09 Kasım 2023

26 Kasım'da Londra'da bir konser verecek olan sanatçı Seyidxan Sevinç'le müzik yolculuğuna dair bir söyleşi gerçekleştirdik.


Suna Alan



Seyidxan Sevinç, müziğin derin tınıları içinde, Kürt şairlerinin eserlerinin etkileyici izlerini taşıyan bir sanatçı. Müzik serüveni, geleneksel Kürt eserlerinin melodi dünyasına ilk adımını attığı medrese eğitimi zamanlarıyla başlar. Kültürel mirasın, özellikle Kürt şairlerin eserlerinin etkisi altında büyüyen bir isim olarak, müziğin toplumda ve kendi yaşamında nasıl bir dönüşüm yarattığını dinleyeceksiniz.

"Gerçekte yaptığım şey, müzik değil bir tavır olarak başladı," diyen Sevinç, müziği sadece bir tını olarak görmüyor; aynı zamanda bir sesin ve ifadenin taşıyıcısı olarak kabul ediyor. Tourette Sendromu'nun müzik yolculuğundaki etkisi hakkında konuştuğumuz Sevinç, bu sendromla olan mücadelesini ve müziğin kendisine sunduğu çıkış yollarını içtenlikle anlatıyor. Yeni albümü "Lerz"deki temaları, eserlerinin ve müzik tarzının gelişimini paylaşan Sevinç, bu albümde geleneksel Kürt eserlerine olan sevgisini ve onlardan ilham almayı sürdürürken, aynı zamanda yeni müzik formlarını deneyerek kendisini ve sanatını sürekli olarak yenilediğini belirtiyor.



Müzik yolculuğunuz nasıl başladı? Medrese eğitimi sırasında kültürel mirasın müzikle buluşmasının, özellikle Kürt şairlerin eserlerinin etkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Muhafazakâr bir ailede doğdum. Yaz tatillerinde Siirt'in ilçelerine (Pervari) ve Van'a (Gürpınar) yatılı olarak gönderildiğim medreselerde eğitim aldım. Medreselere gitmeden önce müzikle ilgilenirdim fakat perşembe akşamları erbaneler eşliğinde okunan kasideler ve ilahiler beni büyülemeye başladı. Bu süreç, müziğe aktif olarak başlamamdaki en büyük etkenlerden biri oldu. Artık sadece dinlemek yetmiyordu, erbanelere dokunmak, onları çalmak istiyordum.

Bu süreçte Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî gibi büyük Kürt şairlerinin kasideleri ve şiirleriyle tanıştım. Geleneksel formlar olan erbane ve blûr gibi enstrümanlarla icra edilse de, klasik Kürt edebiyatı yenilikçi bazı örnekleri barındırmasına rağmen daha çok geleneksel formlarla anılır. Ben ise bu mirası yeni formlarla birleştirmenin yanındayım. Bu sebeple Melayê Cizîrî'nin iki, Baba Tahirê Üryan'ın bir ve Elî Herîrî'nin bir şiirini besteledim.

Dünya sürekli değişen, gelişen bir yer ve algılamamız da bu değişime paralel şekilleniyor. Sanatın da bu evrim sürecinde yenilenmesi ve revize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, kültürel mirasın canlı ve güçlü bir şekilde aktarılabilmesi için bazı sanatsal alışkanlıklarımızın esnek olması ve değişime uyum sağlaması önemlidir.

Hangi müzik türlerinden ve sanatçılardan ilham alıyorsunuz? Müzik tarzınızı nasıl tanımlarsınız?

Her müzisyenin kariyerinin farklı aşamalarında ilham aldığı, örnek aldığı hatta taklit ettiği değerli sanatçılar olabilir, ki benim de oldu. Ancak bu süreç her zaman devam etmez. Zamanla, kendinizi, sesinizi ve aradığınız tınıyı bulduğunuzda, bu ilham alma süreci sona erer ve kendi özgün tarzınıza doğru ilerlemeye başlarsınız.

Kendi müzik tarzımı belli bir kategoriye sokmak doğru olmayabilir. Çünkü ben zaman zaman reggae formlarından, bazen folk-rock'tan, bazen blues'tan ve bazen de folk müzikten ilham alıp var olan müziğimi geliştirerek ilerlediğimi düşünüyorum. Müziğim, farklı formlardan ve tarzlardan beslenerek evriliyor ve ilerliyor. Bu süreç, benim için müzikal olarak ilerlemeyi ifade ediyor.

Tourette Sendromu'nun müzik üzerindeki etkisi nedir? Sahnede performans sergilerken veya enstrüman çalarken tiklerinizin azaldığını ifade ettiniz. Bu durumu nasıl açıklarsınız?

Tourette sendromuyla doğmak, melodik ve ritmik seslere karşı diğer insanlara göre daha hassas olmayı içerir. Bu tür sesler, beynimiz için oldukça çekici ve cezbedicidir. Küçük yaşlardan itibaren şarkı söylerken tiklerimin durduğunu fark ettim ve bu benim için muazzam bir duyguydu. Kendiliğinden, hiç çaba harcamadan tiklerim bir şekilde şarkı söylerken duruyordu. Bu durum, sanki yeni bir Seyidxan keşfetmiş gibi hissettirdi. Tourette sendromunu anlama ve onunla nasıl başa çıkılacağını keşfetmeye başladım. Ancak zamanla büyüdükçe sendrom nedeniyle yaşadığım dışlanma, ötekileştirilme ve toplumsal zorbalık karşısında müzik dışında başka bir şeyim yokmuş gibi hissettim. Bu sebeple üniversite eğitimimi 4. sınıfta bırakıp profesyonel anlamda müziğe odaklanmaya karar verdim. Mikrofonu tuttuğumda, artık sadece şarkı söylemekle kalmayıp Tourette hakkında kendimi ifade ettiğim bir araç haline getirdim.

Tourette Sendromu ile yaşam mücadelesi sırasında müziğin size nasıl bir çıkış yolu sağladığını düşünüyorsunuz?

Tourette sendromuyla yaşamak, bazen bu coğrafyada elinde saatli bir bombayla dolaşmak gibi hissettiriyor. İstemsiz yüksek sesler çıkarmak, bağırmak, bedenin sürekli hareket ettirmek, tikler yapmak gibi durumlarla karşı karşıya kalmak, bilinmeyen bir sendromla yaşamak gibi bir durumu ifade ediyor. "Bomba" dediğim şey ise şu: İnsanlar, sendromu anlamadıkları için yanlış anlayıp fiziksel şiddet uygulayabiliyorlar. Örneğin, bir taksici uyuşturucu kullanmışsınız gibi davranıp sizi takside dışarı atabilir veya bir sırada beklerken, önünüzdeki biri aniden size saldırabilir, tacizci damgası vurabilir. Bu sadece birkaç örnek, yaşadığım gerçek olaylardan sadece bazıları. Dayak yemek, dışlanmak, tacizci damgası yemek gibi birçok olumsuz deneyim yaşadım.

Bu zorbalıkların, dışlanmanın ve ötekileştirilmenin yaşamımı dayanılmaz bir hale getirmesi yerine, mikrofonu elime alıp bağırmanın, kendimi ifade etmenin zamanı geldiğini fark ettim. Çünkü yaşam, benim için bir çeşit çıkmaz sokak haline gelmişti. Müzik, bu anlamda bir silaha dönüştü. Maalesef, bu coğrafyada kabul görebilmek için bazı şartlar var. Eğer müzisyen olmasaydım ve sizi rastgele bir yerde görseydim, belki siz bile önyargıyla yaklaşabilirdiniz veya acır halime. Ama bugün burada olmamızın sebebi müzik. Müzik, var olmamı sağlayan bir araç oldu.

Müzik sayesinde, bu zorlu deneyimlerle başa çıkabilirim ve kendimi ifade edebilirim. Müzik, beni dışlayan dünyaya karşı sesimi duyurmak için kullanabildiğim bir yol.

İlk albümünüz "Bîr" hakkında konuşalım. Bu albümde hangi temaları işlediniz ve hangi geleneksel Kürt eserlerine yer verdiniz?

İlk albümüm "Bîr", aslında tam anlamıyla beni yansıtmıyordu. Çünkü çoğunlukla kendi bestelerim yerine geleneksel/anonim eserlere odaklanmıştım. Albümde sadece iki eser bana aitti. Folk-rock, reggae ve hatta İrlanda müziği gibi formlardan ilham aldığım bu albümde, Miradê Kinê'nin de muazzam bir şekilde icra ettiği "Sînemê" gibi parçalar bulunuyordu. Ancak albümüm, daha çok geleneksel eserlere odaklanmıştı ve tam anlamıyla kendi özgün tarzımı yansıtmıyordu.

Müziğinizdeki tavır ve duruşunuzu nasıl tanımlarsınız? Toplumdaki algılar ve bu algılara karşı mücadele hakkında ne düşünüyorsunuz?

Toplumda kabul görmek, maalesef bazen oldukça çarpık bir şekilde gerçekleşebiliyor. Özellikle sendromlu veya engelli bireylere karşı toplumun tutumu sıklıkla yanlış algılar üzerine kurulu olabiliyor. Toplum genellikle bu bireylere sevgi ve şefkatle yaklaşmayı tercih eder, ancak onlardan başarı beklemek yerine, daha çok üzülmelerini, evde oturmalarını bekler. Ancak işler farklı giderse, bu sefer de toplum bu bireyi sanki ilham perisi gibi görerek, "Vay be, harikasın, ne azimlisin, her şeye rağmen başardın!" gibi duygusal yaklaşımlarla tekrar örtük bir ötekileştirme sürecine sokabilir.

Bu yaklaşım, sanki tüm toplum başarılı ve her şeyi başarmış gibi, yalnızca bu kişinin başarısız olduğu izlenimini yaratır. "Sen de başardın, tebrikler!" gibi ifadelerle, aslında onları kutluyormuş gibi görünse de, bu, engelli veya sendromlu bireylerin kabul görmesinin yalnızca bu şekilde gerçekleşebileceğini düşündürür. Bu durum maalesef, toplumun bu bireylere karşı kabul anlayışının sınırlı ve yanlış olduğunu gösterir.

Tam da burada net bir tavır sergilemek son derece önemli. Süreci dramatize etmeden, gerçekçi ve herkes gibi sıradan bir şekilde kabul edilme isteği... Hem olumlu hem de olumsuz yaklaşımları reddetmek. "Sakin ol, otur yerine ve müziğini dinle" demek. Ortada duygulanacak bir şey olmadığını anlatmak önemli. "Engelliler ya da sendromlu bireyler başaramaz ama bakın ben başardım" şeklinde konuşmaktansa, çünkü bu yaklaşım bile gizli bir ötekileştirme içerebilir. Bu yüzden en net tavır, şudur: "Ne pozitif ne de negatif hiçbir eylemde bulunma! Sadece sakin ol ve müziği dinle."

Kendi müziğinizi ve performansınızı sadece müzik olarak algılanmasını istediğinizi belirttiniz. Bu konudaki beklentileriniz nelerdir?

Eğer sendromum olmasaydı, belki de müziği sadece bir hobi olarak devam ettirirdim, ancak yaşamım giderek zorlaşınca beni profesyonel olarak müziğe yöneltti; çünkü artık kendimi ifade etmeliydim. Bu yüzden ilk kimliğim sendromlu kimlikti ve sonra bu kimlikle müziği birleştirdim. Ancak bu, "sendromlu ama müzisyen" anlamına gelmemeli.

Ben müziği, kendimi ifade etmek ve daha rahat bir yaşam sürmek için seçtim, insanların bana "sakat ama başardı" veya "engelli ama başarılı oldu" demeleri için değil. Yani, müziğimi dinlerken veya sahnede izlerken, sendromumla bir bağ kurmadan, sendromumdan dolayı duygulanmadan beni dinlemelerini isterim. Çünkü zaten müziği seçmemin nedeni bu.


26 Kasım'daki konseriniz hakkında neler söylemek istersiniz? Konserinizde izleyicilerin beklentileri neler olabilir?

Londra'ya ilk kez geleceğimiz için heyecanlı olduğumu belirtmek isterim. Bu seyahatin, Londra veya çevresinde yaşayan Kürtler için ne ifade ettiğini az da olsa biliyorum sanırım. Kendi ülkelerinin çok uzaklarında, binlerce kilometre ötede, kendi topraklarından, kendi dillerinden olan müzisyenlerin oraya konser vermelerinin, onlar için güzel bir duygu olduğunu eminim ki hissederler. Konserimizin enerjik, hareketli ve oldukça eğlenceli geçeceğinden şüphem yok. Şarkılarda duygusal anlar yaşayacağımız yerler olacak, bazen coşkulu şarkılarla eğleneceğiz, ancak gece sonunda "iyi ki geldik, iyi ki buradasınız" diyebileceğimizi düşünüyorum.

Yeni albümünüz "Lerz" hakkında bize bir açıklama yapabilir misiniz? Albümde hangi temaları ve müzik tarzlarını işlediniz?

İlk albümüm olan "Bîr", geleneksel kültürümüzden esinlenen motifler içerdiği için adını "Bîr" olarak, hem kuyu hem de bellek anlamına gelen bir kelimeyle seçmiştim. Ancak "Lerz" albümünde, 8 şarkının 6 tanesi benim kendi bestelerimdi. Bu albüm, daha çok üretim odaklıydı. İlk kez üretim ağırlıklı bir albüm yapmam ve müziğimin sendromla olan ilişkisi sebebiyle, tiklerime dayanarak albümün adını "Lerz" yani sarsıntı/ürperti koydum. Kısacası, albümdeki "Lerz" kelimesi tamamen sendromu temsil ediyor. Albümde toplam 8 eser bulunuyor: Gav, Xanim, Zendê, Berav, Xwelîser, Nadim, Xensê ve Min Serê Xwe Rakir.

Albümde toplumsal eleştiriler içeren bir eser var (Xwelîser). Var olan algı biçimlerini ve kavramları, parodik bir şekilde ters kullanarak hicveden bir diğer eser de mevcut (Nadim). Göçü ve ayrılığı ele alan parçalar da bulunmakta. Bu eserlerde, ilk albümde olduğu gibi belirli müzik formlarından esinlendim, ancak aynı zamanda daha önce denemediğim yeni şeyler de denedim. Örneğin, vintage tarzına göndermeler ya da Rojhilat (Doğu) esintileri gibi. Ancak, bu farklı unsurlar birbirinden kopuk ve ayrı duran iki cisim gibi değil, birbiriyle uyum içinde bir bütün oluşturuyor.

Müzikal açıdan "Lerz", önceki albümünüz "Bîr"den nasıl farklılık gösteriyor?

İlk albümüm genellikle geleneksel eserlerden oluşuyordu ve albümde sadece iki eser bana aitti. Ancak "Lerz" albümünde altı eser kendi bestem olup, sözlerini değerli dostum Haymatlos Suad yazdı; bu süreçte kendisi büyük bir emek verdi ve böylelikle üretim ağırlıklı bir albüm ortaya çıktı. Form açısından, "Lerz" albümü, ilk albüme göre farklı formları içermesiyle biraz öne çıkıyor. Bu albümde, vintage tarzı, Rojhilat etkileri, hatta jazz-swing ögeleri bulmak mümkün. Bununla birlikte, içerik olarak da "Lerz" albümü, ilk albümden oldukça farklı bir noktada duruyor. "Lerz"de hiciv/eleştiri, neşe, hüzün, göç ve kültürel motifler bulunuyor.

 

Seher ile Ali yeniden sahnede!

Hiç yorum yok

07 Kasım 2023

 Tower Tiyatrosu'nda Seher ile Ali adlı tiyatro oyunu, 23, 24 ve 25 Kasım tarihlerinde yoğun talep üzerine yeniden seyircilerle buluşmaya hazırlanıyor. Bu unutulmaz oyun, aşk, tutku, ihanet ve toplumdaki kadınlık-erkeklik rollerine odaklanarak izleyicileri 70 dakika sürecek çok etkili bir şahitliğe davet ediyor.

 




 Katman katman açılan her anını soluksuz izlediğimiz “Seher ile Ali”yi Türkiye’nin son dönem en önemli oyun yazarlarından birisi olarak kabul edilen Şamil Yılmaz kaleme alıyor.

Mavi Productions’ın yapımcılığını üstlendiği “Seher ile Ali”, arabesk ruh halinin getirdiği iniş çıkışlarla beraber, kadınlık- erkeklik rollerine Seher ile Ali’nin ilişkisi üzerinden bakıyor.  Pavyonda şarkıcılık yapan Seher ile, fedailik yapan Ali adlı iki aşık çalıştıkları pavyondan kaçıp birlikte bir otel odasına sığınıyor sığınmasına da geride bıraktıkları yaşanmışlıkları onların peşini bırakmıyor.

Oyunun yönetmeni aynı zamanda oyunda Seher karakterini canlandıran Eda Çatalçam, “Birbirlerini bu dünyanın kahrına inat, ölümüne seven “Seher ile Ali” oyunu, komedi ve dramı bir araya getiren, tek perde, arabeskin en damarından, acılı bir oyun. Arabesk nedir diye sorarsanız, bir kültürün ötesinde, fillerin üzerinde tepiştiği, çimlerinse altta kalmanın acısıyla çıkardığı sestir diyebilirim. O çıkan ses aslında ezilmenin, görülmemenin, kimi zaman beğenilmemenin, kimi zaman yok sayılmanın, kimi zamansa istenmeyenin çıkardığı isyanın, ben varımın çığlığı ve haykırışının sesidir. Arabesk, çimleri ezen o koca file gücünün yetmeyeceğine inanmış bir kabulleniş, file duyulan öfkenin kendini dağlayan acısıdır. Arabesk her dönemin değişen tanımında kendine bir ifade yolu arayan sestir. ‘Seher ile Ali’nin aşkının hakikatinde hep beraber bir yaşamın trajikomik haline dair müzikleri de katık edip, bir yolculuğa çıkacağız” diyor.

Oyunda Ali karakterini canlandıran Fatih Dönmez, Türkiye’de pek çok tiyatro ve televizyon projesine imza atmış ve “Dünya’nın Eski Zamanlarında” oyununda canlandırdığı Meddah rolünden sonra ikinci kez “Seher ile Ali'' oyunu ile Londra’da bir kez daha seyirci karşısına çıkmaya hazırlanıyor.

Geçen yıl oynadığı “Fısıltılar” filmi ile İskoçya “Feel The Reel” Film Festiva’linde “En iyi Erkek Oyuncu” ödülünü alan Fatih Dönmez “Seher ile Ali” oyunu için “Oyun pek çok katmandan oluşuyor. Bir aşk hikayesine bakarken, iktidar ve sistem karşısında ezilen, ötekileştirilen, görülmek istenmeyen insanların doğdukları cinsellik rolleri ile de nasıl köşeye sıkıştıklarına dair trajikomik bir hikâye sunuyor. Seher ile Ali’de zamansız ve mekânsız, her döneme ait ve seyirciyi pek çok duygu haline sürükleyecek çok güçlü bir hikâye bizleri bekliyor” diyor.

23/24/25 Kasım tarihlerinde Tower Tiyatro’da her akşam 19:30’da sahnelenecek oyun Türkçe oynanacak ve İngilizce çevirisi de üst yazı ile takip edilebilecek.

 

Tarih: 23/24/25 Kasım 2023

Saat: 19:30

Yer: Tower Theatre

Adres: 16 Northwold Rd, London N16 7HR

Oyunun biletleri £20 ve aşağıdaki linkten temin edilebilir:

https://www.towertheatre.org.uk/seher/

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan