Londra Bisiklet Kulübü’nden ücretsiz bisiklet bakımı

Hiç yorum yok

23 Ağustos 2024

Londra Bisiklet Kulübü, “Dr Bike Session” programı altında 26 Ağustos, Pazartesi günü Oakwood Park Kafe’de Enfield Belediyesi’ne bağlı Journeys and Places sponsorluğunda ücretsiz bisiklet bakımı etkinliği gerçekleştirecek.

 






Londra’da toplum üyelerinin bisikletle buluşmasına ve uyguladığı “well-being” programlarıyla sağlıklı yaşamasına ön ayak olan Londra Bisiklet Kulübü, 21 Temmuz, Pazar günü 10:00 -14:00 tarihleri arasında geçtiğimiz aylarda hizmete giren Oakwood Park Kafe’nin yanında Dr Bike Session kapsamında ücretsiz bisiklet tamiri etkinliği düzenleyecek.  

Etkinlik kapsamında fren, vites gibi bisiklet güvenliği kontrolleri ve küçük onarım işlemleri gerçekleştirilecek. Etkinlikte bakım ve onarım işleri etkinliğe geliş sırasına göre yapılacak.

Londra Bisiklet Kulübü’nün bu etkinliği Enfield Belediyesi’ne bağlı Journeys and Places sponsorluğunda gerçekleştirilmektedir.  

 

Tarih: 26 Ağustos, Pazartesi

Saat: 10am- 2pm

Adres: Oakwood Park Cafe

Lakenheath, London N14 4RY

Ayrıntılı bilgi için: https://journeysandplaces.enfield.gov.uk

 

  Free Dr Bike Session at Oakwood Park Cafe

Get your bike ready for summer. Experience bike mechanics will be outside of Oakwood Park Cafe on this Sunday, offering free bike safety checks and minor repairs.

M-Check: Safety check to ensure your bike is safe to ride

Adjustments: Brakes, gears, and more

Free parts: Replacements for small items like cables and brake pads

This event is on a first come first served basis - to be sure of a slot arrive earlier.

Dr Bike is provided by Journeys and Places ( Enfield Council ) with partnership with London Cycling Club ( LBK )

Date: 21st July, Sunday

Time: 10am- 2pm

Adress : Oakwood Park Cafe

Lakenheath, London N14 4RY

More info: https://journeysandplaces.enfield.gov.uk

 


Cambridge TEDx KingsParadeSt etkinliği: Fikirler, müzik ve İlham dolu bir akşamla dönüşümü kutlayacak

Hiç yorum yok

Cambridge - 28 Ağustos Çarşamba günü, tarihi Cambridge şehri, merakla beklenen TEDx KingsParadeSt etkinliğinde ilham dolu bir geceye ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor. Bu yılın teması olan "DÖNÜŞÜM," izleyicileri metaforik bir tırtıldan kelebeğe uzanan bir yolculuğa çıkararak, konuşmacıların ve performans sanatçılarının toplulukta derin yankı uyandıran dönüşümsel fikirlerini ve deneyimlerini paylaşmalarını vaat ediyor.

 



TEDx KingsParadeSt, düşünce uyandıran konular ve yenilikçi fikirlerle ilgilenenler için mutlaka katılınması gereken bir etkinlik haline geldi. Bu yıl, çeşitli konuşmacıların yanı sıra, etkinlikte Britanyalı Kürt Alevi şarkıcı Suna Alan'ın özel bir müzik performansı da yer alacak. Müziği, kültürel mirasın ve kişisel dönüşümün gücünün bir kanıtı olan gecenin tek performansçısı olan Alan’ın performansı, izleyicilere sadece bir müzik deneyimi sunmakla kalmayacak, aynı zamanda müziğin dönüştürücü gücüyle bir yolculuk vaat eden etkinliğin öne çıkan anlarından biri olacak.

 

'DÖNÜŞÜM' Temasının Vizyonu

TEDx KingsParadeSt'in organizatörü Meltem Avcıl, bu yılın temasının arkasındaki ilhamı şöyle açıklıyor: "Tıpkı bir kozadan kelebeğin çıkması gibi, TedxKingsParadeSt'in 'Dönüşüm' temasının ardındaki düşünce, hayatımızda değişim isteğinin her zaman mümkün olduğuna duyulan inançtır. Hayatınızda gerçekten bir değişim yapmak istediğinizi hissedersiniz ve sonra bir fikir ya da konuşma duyarsınız, işte o an! O ilham verici an, o radikal değişimi destekleyen fikir! TedxKingsParadeSt, izleyicilerini dünden biraz daha değişmiş, biraz daha dönüşmüş bir şekilde bırakmayı hedefliyor…"

 

Etkinlik Detayları:

Tarih: 28 Ağustos Çarşamba

Saat: 18:30 – 22:30

Mekân: Room J3, Cambridge Junction, Clifton Way, CB1 7GX

Tema: DÖNÜŞÜM



Daha fazla bilgi almak ve konuşmacıların tam listesi için TEDxKingsParadeSt.co.uk resmi web sitesini ziyaret edin.

 

Pelin Markit'le “İthal Gelinler" kitabı üzerine söyleşi

Hiç yorum yok

 Göçmen yazar Pelin Markirt'le yeni yayımlanan kitabı "İthal Gelinler" üzerine sohbet ettik.






- Yurtdışına gelin gidenlerin hikâyeleri...

- İthal gelinler yurtdışında ne umuyor ne buluyorlar?

- İthal gelinlerin uyum süreçleri nasıl geçiyor?

- Kitapta mutlu sonla biten hikâyeler var mı?

KİTAP HAKKINDA 

“Evlilik kumar gibidir” derler, öyleyse yurtdışına gelin gitmek “Rus ruleti oynamak” değildir de nedir?

İthal Gelinler’de, 2000’li yılların başlarında Adıyaman’ın Kara Dantel Sokağı’ndan mutlu bir gelecek umuduyla evlenip yurtdışına giden genç kızların başından geçenler kahramanlarının ağzından aktarılıyor.

Yedi kadın, yedi dünya, yedi coğrafya…

Yeni başlangıçlar!

Göçmen yazar Pelin Markirt tarafından, tek başına geçirdiği üç aylık karantina sürecinde kaleme alınan bu kitap, kadınlığın ve göçmenliğin temel sorunlarını iç içe geçmiş akıcı hikâyelerle sunuyor okuyucuya.

Markirt, evlilik nedeniyle başka ülkelere göç eden kadınlarda öne çıkan çaresizlik, öfke, umut, özlem gibi duygu durumlarını sinematografik bir dille anlatıyor İthal Gelinler’de.

Yazar Hakkında

Güneş’in dünyada en güzel doğup en güzel battığı dediği topraklarda, Mezopotamya’nın parçası Adıyaman’da doğan Pelin Markirt, yazı yazmaya küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı. Ortaokul ve lise yıllarında okumakta olduğu Adıyaman Anadolu Lisesi’nde tiyatro ve müzik çalışmalarında yer aldı. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde burslu olarak okuduğu sırada Radyo Bilkent’te halkla ilişkiler alanında gönüllü öğrenci olarak çalıştı. Erasmus değişim programı bursu kazanarak bir dönem Hollanda’da Groningen Üniversitesi’nde işletme ve yönetim eğitimi gördü. Bankacılık ve finans alanında uzun yıllar çeşitli rollerde görev aldı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Finans Mühendisliği alanında yüksek lisansını tamamladı.  Bilgi Üniversitesi tarafından düzenlenen Fenomen Romancılarımız Sertifika Programı’na katılarak yaratıcı yazarlık konusunda çalışmalarda bulundu.

Kendisini sanatın her dalına âşık biri olarak tanımlayan yazarın; çizgi film karakterleri çizmek, resim yapmak, dans etmek ve şarkılar söylemek hobileri arasındadır. Bunun yanı sıra seyahat etmekten çok hoşlandığı için seyahat yazıları da yazmaktadır. Türkçe, Kürtçe, İngilizce, İtalyanca ve Almanca bilmektedir.

Araştırma yapmaktan oldukça keyif alan yazar, 2019’dan bu yana Londra’da kurduğu yönetim danışmanlığı şirketi ile yaşamını İngiltere’de bir göçmen kadın olarak sürdürmektedir.

Evini sanat galerisine çevirdi

Hiç yorum yok

20 Ağustos 2024

Londra’nın doğusunda, Hoxton bölgesinde yaşayan “Veysel Baba” ismiyle tanınan Veysel Yıldırım, binlerce sanat eserinin bulunduğu evinin kapısını sanatseverlerin ziyaretine açtı. Veysel Baba ile “Sistine Chapel London” namı diğer “Veysel Baba Sanatevi”’ni konuştuk.

 


                                                                                                    Tuncay Bilecen

 



Veysel Baba namıyla bilinen Veysel Yıldırım’ın Londra’nın Hoxton bölgesindeki evini sanat galerisine çevirdiğini kendisinden aldığım bir e-posta ile Ağustos ayında öğrenmiş, “Sistine Chapel London Sanatevi 1 Eylül’de açılıyor” başlığıyla bu konuyu Olay gazetesinde haberleştirmiştim.

Aylar sonra kendisinden aldığım davet üzerine bu sanat evini ziyaret ettim ve on beş bini aşkın eserin sergilendiği ve bu nedenle Guinness Rekorlar Kitabı’na girmeye hazırlanan evinde nevi şahsına münhasır kişilik Veysel Baba’dan “Sistine Chapel London”ın hikâyesini dinledim.

Veyse Baba, yaşadığı evi kocaman bir galeriye çevirmiş. Tuvaletinden, banyosuna, mutfağından, balkonuna kadar evin her yanı sanat eserleriyle dolup taşıyor. On beş bine yakın resmin bulunduğu evde saatten, çakmağa, değişik takılardan, oyuncaklara kadar yüzlerce obje de yer alıyor.

Ünlü ressamların resimleri sadece duvarlara asılmamış, mutfak dolaplarının içinden evin her odasının tavanına kadar baştan sona nizami bir şekilde evin her yerini kaplamış durumda. Üzerimdeki şaşkınlığı biraz attıktan sonra sohbete başlıyoruz.

“Veysel Baba, seni biraz tanıyalım. Biraz kendinden bahseder misin?”

“Ben bu ülkeye 1988'de geldim. İlk dönemim biraz sarsıntılı oldu. Londra’ya ilk geldiğimde İngiliz kültüründe çok önemli bir yeri olan pub kültürü beni çok etkilemişti. Bir caddede 10-15 tane pub olurdu. Bizdeki kahveler gibi insanlar orada toplanır, sosyalleşirlerdi. Ben de buralara sık sık gider, II. Dünya Savaşı'nı yaşamış yaşlı insanların anılarını dinlerdim. Londra'nın bombalanma dönemlerini falan anlatırlardı. O kuşak öyle yavaş yavaş vefat edip bu dünyadan çekilince yerlerini farklı insanlar doldurmaya başladı. İrlandalılar gibi direnenler olsa da sonra o kültür yok oldu.

Siz de o kültüre kendinizi kaptırdınız mı?

Kaptırdım yani. Şöyle ki belki 1000'e yakın puba gitmişimdir. Hepsinin başka bir tarafı beni çekerdi; bazılarının dışarıdan görünüşü, bazılarının camları, bazılarının dekorasyonu, bazılarınınsa insanları... Otobüste olsa iner, burada da bir şeyler içeyim havasını koklayayım derdim. Çünkü oraya insanlar 50 sene, 60 sene boyunca gitmiş, hayatları oraya sinmiş, gittiğinizde o enerjiyi alıyordunuz yani orada.

Peki bu sanata olan ilgi ne zamanlarda başladı?

Ben Türkiye'de serigrafiyi ilk yapan kişilerden biriyim. İtalyan baskı tekniği vardı. İpek baskı. O zaman bu tip matbaalar yoktu. Önce bir rengi basıyorduk, o kuruyunca da aynı kalıba başka bir rengi … Kartvizitler bile serigrafi ile yapılıyordu, 70'li yıllardan bahsediyorum. Örneğin bu şekilde TRT'nin ilk amblemini ben yapmıştım. O logoyu TRT kullandı birkaç sene.



Peki buraya gelince sanat işlerine nasıl yöneldiniz?

Sanattan hiç kopmadım. Burada bir gazetede 2-3 sene boyunca Karacaoğlan, Dadaoğlu, Yunus Emre, Mevlana, Pir Sultan Abdal, Erzurumlu Emrah gibi Anadolu erenlerinin hayatlarını 5-6 bölümlük diziler halinde yazdım. Sonra baktım çok fazla ilgi gösteren yok vazgeçtim. Yavaş yavaş kendimi toplumdan soyutladım. Pub hevesimi de bir kenara bıraktım tamamen koleksiyon işine yöneldim.

Ne zaman başladı bu merak?

Bu 2000'li yıllarda başladı. Önce kendi odamı bir sanat odası haline getirdim. Çok sık sanat galerilerine, antikacılara gitmeye başladım. Çok özel eşyalar oluyordu, I. Dünya Savaşı’ndan kalma madalyalar, kılıçlar, bıçaklar… Kitaplar, eşyalar, takılar… Özellikle kitaplar… Günde 10-15 tane kitap aldığım günler oluyordu. 50 sene sonra, 60 sene sonra bu kitaplar olmayacak diyordum. Belki birkaç kişide kalacak, alayım biriktireyim yani.

Böyle bir biriktirme merakı vardı mı sizde? Burada birçok değişik obje gördüm.

Var tabii. Altı yüz kırk yedi parça antikam vardı. Onlar bir defoda duruyordu. İşte o defo soyulunca bir kısmı gitti yani. Çünkü burada güvenlik dolayısıyla eve koyamıyordum. Çok değerli şeylerdi. Onlar öyle çalındı gitti. Sonra evim soyuldu. Tekrar başladım biriktirmeye. Bir daha soyuldu. Tekrar başladım.

Bir süre sonra çizim işine ağırlık verdim. Yeniden grafik işine başladım. Evi tamamen bir sanat evine dönüştürmeye karar verdim. 15-20 senelik çalışmayla burayı böyle bir sanat evine çevirdim. Akrilik işine yoğunlaştım. Şu anda 500-600 parça kendi resim çalışmam var. Bunlardan 50-55 tanesi akrilik.



Peki bu kadar çalışma nasıl sığacak bu eve?

İnan samimi söylüyorum. Çok rahatlıkla bir stadyumu dolduracak kadar şu anda elimde materyal var. Bununla ilgili olarak Guinness Rekorlar Kitabı'na başvurduk. Guinness'ın Türkiye yetkilisi Aydın Bey var, ilgileneceğini söyledi. Burada 15 bin resim var şu anda, sayılması ve belgelenmesi çok masraflı. O yüzden çareler arıyoruz.

Bu evle ilgili planınız nedir geleceğe dair?

Bir vakıf kurarsam o vakıf aracılığıyla burayı kalıcı hale getirebilirim. Benim vefatımdan sonra o vakıf devam ettirebilir. Belediyeden satın almak istiyorum burayı, değer mi, değmez mi bilmiyorum, çok kararsızım bu noktada. Bazen buradaki her şeyi Tunceli’deki köye götüreyim ve orada bir müze kurayım diyorum. Orada hem bir cemevi gibi hem böyle müze gibi faaliyet gösterecek; insanlar kışın kar yağdığında gelecekler, kadınlar çocuklar sobanın etrafında oturacaklar ve sanat eserleriyle, duvarları resimlerle dolu yerde kalacaklar diye hayal kuruyorum. Vakıf aracılığıyla da burası sürekli ayakta kalabilir.

Buradaki eserler size ne hissettiriyor?

O kadar derin ki bazen bir resmin karşısında saatlerce oturabiliyorsunuz. O resme daldığında bir insanı alıp götürebilir yani. Bazı resimler var mesela, girdiğinde o resme çok rahatlıkla bir romanı doldurabilecek konu çıkarabilirsin. Anlıyor musun demek istediğimi? Renklerin karışımı, renklerin uyumu, oradaki şekiller… Tedavi gibi bir şey yani. Bu çalışmalar rehabilitasyon merkezlerindeki, tedavi merkezlerindeki kişilere iyi gelebilir, onları çok farklı bir dünyaya götürebilir.

 

Peki burada sergilenen eserler bakımından her odada farklı bir tema mı var?

Bir odayı tamamen Michelangelo'ya adadım. Sistine Chapel Roma'ya. Biraz dinsel terimler var yani bir odada. Orta salonda tamamen özgün türden çalışmalar var. Mutfak 30'lu yıllardan kalma poster artlarla dolu.  

Gördüğünüz gibi ayrıca birçok da eşya var. Örneğin 100’den fazla saati hediye etmişimdir. Çünkü evde koyacak yer yok. Yatak altlarına koyuyordum. Üzülüyor, birisi yeni bir yer açtığında ona hediye olarak götürüyordum.

Benim dünyam bu yani. Başka bir şey bilmiyorum; ya antikacıları dolaşacağım ya kitap alacağım ya sanat galerilerini dolaşacağım ya da evde çizim yapacağım, yazı yazacağım, hikâyeler, derlemeler kaleme alacağım.

Sanata ilgi duyan herkesi bu dünyaya dahil olmaya, buradaki sanat eserlerini görmeye davet ediyorum…

Veysel Bey çok teşekkür ederim beni burada ağırladınız.

Ben teşekkür ederim. Çok sağ olun.

 

Yer: Sistine Chapel London

Adres: Flat 8 Kinder House, Cranston Estate London N1 5EJ

Telefon: 020 76 83 04 81

 


 👉Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın!




“Hayata yeniden başlamak, benim uzmanlık alanım”

Hiç yorum yok

11 Ağustos 2024

Caz sanatçısı Dolunay Obruk 2019’dan beri Londra’da yaşıyor. Çeşitli mekânlarda ve festivallerde sahne alan sanatçı, cazın dışında, çocuklara ve yetişkinlere yönelik kişisel gelişim ve sanat eğitimleri de veriyor. Dolunay Obruk’la yaptığı bütün bu çalışmalar hakkında bisikletli gazete için konuştuk.


 

                                                                                                  

 

Dolunay, seni başta caz yorumcusu ve sanatın birçok dalında çalışmaları olan biri olarak tanıyoruz. Bize kısaca kendini tanıtır mısın?

Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi, Grafik Tasarım mezunuyum. Ardından, Bilgi Üniversitesi Caz Bölümü ile müzik kariyerimi başlattım. Hem müzik hem de tasarımla ilgileniyorum. Sanat çalışmalarıma felsefe, psikoloji ve kişisel gelişimi ekledim. YouTube’da bir teknoloji kanalım var. TRT Müzik TV’de sunuculuk yaptım, radyo programlarım oldu. Yaratıcı düşünme üzerine eğitimler veriyorum.

Bu kadar farklı işlerle meşgul olmak seni yormuyor mu?

Beni hiç yormuyor. Tam tersine ne kadar çok şey üretirsem, problem çözme üzerine ne kadar çok insanlarla iç içe olursam o kadar motive oluyorum. Daha da çok çalışmak istiyorum. Bunları birbirinden ayrı değil de bir ağacın dalları gibi tanımlıyorum.

Sanırım bu biraz da yaptıklarını “çalışma” olarak görmemekle ilgili bir durum…

Ben de öyle düşünüyorum. Hep “ben hiç çalışmadım, sadece beni mutlu eden işleri yaptım” derim.

Seni Londra’ya hangi rüzgâr attı?

Türkiye’de şarkılar yazıyor, konserler veriyor, albümler yapıyordum. Caz konserleri derken, dünya müziğine evrildi durum. Her şey çok güzel giderken, sistem değişmeye başladı. Suya yazı yazmak gibi oldu emekler… Ve hayatta olabilecek en kötü şeye dönüştü; kendi değerimi sorgulamaya başladım. Düşündüm. Burada hata bende değil, şu andaki koşullarda dedim ve koşullarımı değiştirmeye karar verdim. Global bir insanım; Global Talent vizesine başvurdum, kabul edildim, Londra’ya geldim. Burada konserlere, özel derslere başladım. Musicians Union’ın Eğitim ve Canlı Performans Komiteler’ine seçildim. Sanatı ve felsefeyi araç olarak kullanarak, kişisel gelişim danışmanlıkları vermeye başladım.

Peki, ne umdun ne buldun?

Burada konser veriyorken, Covid salgınıyla birlikte hayat durdu. Uluslararası uçuşlar açılınca Türkiye’ye gidip, konserlere online olarak devam ettim, belediyelerle iş birlikleri yaptım. İngiltere’de ortam toparlandığında da geri geldim. Maceralı bir başlangıç oldu yani.

Aradaki farklara gelince; burada bir sistem var. Mesela gov.uk web sayfasının büyük hayranıyım. E tabii insan, sistemin sistemsizlik olduğu bir yerden buraya gelince biraz bocalıyor. Burada her alanda rahatça başvurabileceğin kurumlar, yetkililer var; muhatabın var. En önemlisi, cevap alıyorsun. Ben, kavramsal olarak, devlet nedir, vergi nedir, vatandaş nedir, vergi ne zaman verilir, nereye gider, ne zaman geri alınır, bütün bunları burada öğrendim. Üstelik İngiltere vatandaşı bile değilim. Üreten insanın, planlarını projelerini hayata geçirebiliyor olması çok büyük bir özgürlük ve yaşam sevinci. Bana bu koşulları sağlayan her ortamda üretmeye devam edeceğim.

Londra’da cazla ilgili neler yapıyorsun?

Sistem, o anlamda da işliyor. Burada bir festivale çok önceden başvuruyorsun. Burası büyük bir pazar ve çok büyük bir müzik endüstrisinden söz ediyoruz. Farklı dalların birbirine girmediği, spesifik alanlarda ve net koşullarda çalışılan ciddi bir ortam var. Bu yıl, Londra Caz Festivali’nde bir konserim olacak. Dünyada, ülkemi temsil etmeyi hep çok önemsedim. Hindistan, Güney Kore ve daha birçok ülkede verdiğim konserler ve albümlerim, ödüllerim sayesinde Global Talent Visa ile burada yaşıyorum. İngiltere’deki son konserim, Wimbledon Tenis Turnuvası’nda oldu.

Türkiyeli toplumun mekânlarında konserler veriyor musun?

Evet ama caz fikri bizim insanımızı bazen ürkütebiliyor. Oysa cazın içine birçok şey katabilir, her şeyi caza çevirebilirsin. Ben türküleri de caza çeviren bir insanım. Yazdığım şarkıların çoğu Türkçe. Rahat dinlenebilen bir müzik yaptığımı bildiğim için “korkacak bir şey yok, sakin olun, kendinize bir şans verin” diyorum. Dolayısıyla bu cesareti gösteren mekânlarla çalışıyoruz. Benim konserlerim çok eğlencelidir. Kulüpler, restoranlar, özel organizasyonlar, ev partileri, ödül törenleri, hepsinde sahne alıyorum.

Bizim toplumun mekânlarında şöyle bir sorun yaşıyoruz. Maalesef süreklilik arz edemiyoruz. Burada bizim toplumun en güçlü olduğu yer restorancılık sektörü. Çin restoranının bile işletmecisi Türk çıkıyor. Demek ki biz bu alanda çok iyiyiz. Bu çok güzel bir şey. Bunun içine müzik koymak da çok tatlı bir fikir. Fakat bunun için bir müzik direktörüyle anlaşmalısın. Nasıl mutfaktaki malzemenin ne olacağına şef karar veriyorsa, müziğin nasıl olacağına da işi bilenin karar vermesi gerekir. Yani caz gecesi yapıp, ardından dansöz çıkartıp, bir gün viyolonsel getirtip sonra da fasıl yaparsan, belirli bir konsept olmadığı için müşterinin de sadakatini bekleyemezsin. Bir mekânda, canlı olmasa bile günün hangi saatinde hangi tür müziğin çalacağı, çok dikkatli hesaplanmalıdır. Bu yüzden her hafta şu mekândayım diyemiyorum.

Yeni gelen göçmenlere dair bir şey yapıyor musun caz dışında?

Kişisel gelişime çok önemi veriyorum, eğitim içerikleri üretiyorum. Yaratıcı düşünme atölyeleri yapıyorum. Covid’ten sonra insan psikolojisi çok etkilendi her yerde. Göç de kolay bir süreç değil. Danışanlarımla, bunu toparlamaya çalışıyoruz. Hayata yeniden başlamak isteyen ve bu konuda ne yapacağını bilemeyenler için danışmanlık veriyorum. NHS’in resmi sayfasında da yer alan, hamileler için, anne ve bebek sağlığına olumlu etki edecek ses, nefes ve beden çalışmalarım var. Bunun yanı sıra Mindful-singing eğitimleri veriyorum.

Bundan sonrası için neler yapmayı planlıyorsun?

Konserlere, yeni şarkılar yazmaya ve zaman zaman açtığım, yaratıcı düşünme ve kişisel gelişim atölyelerime devam etmeyi düşünüyorum. Bu çalışmaları kitaba dönüştürmeyi planlıyorum.

Açıkçası, dünya, bizim gezegen… Bugün Londra’dayım yarın başka bir yerde olabilirim. Kendimi faydalı hissettiğim ve beni besleyen her yerde yaşar; çalışır, üretir, beslenirim.

www.dolunayobruk.com

 https://www.instagram.com/dolunayobruk/


👉Söyleşiyi Spotify'dan dinlemek için tıklayın







*Bu yazı ilk defa 29 Ağustos 2022'de Olay Gazetesi'nde yayınlanmıştır. 

https://olaygazete.co.uk/kultur-sanat/dolunay-obruk-hayata-yeniden-baslamak-benim-uzmanlik-alanim.html

GİK-DER aşırı sağcı grupların göçmen karşıtı eylemlerine ilişkin bir bildiri yayınladı: “Faşizme Geçit Yok!”

Hiç yorum yok

07 Ağustos 2024

Göçmen İşçiler Kültür Derneği (Gik-Der), İngiltere’nin kuzeyindeki Southport kasabasında bıçaklı saldırı sonucu üç kız çocuğunun hayatını kaybetmesi üzerine aşırı sağcı grupların başlattığı göçmen karşıtı eylemlere ilişkin bir bildiri yayınladı.

 


Gik-Der’in bildirisi özetle şöyle: “Faşist İngiliz Savunma Ligi'nin (EDL) göçmen ve Müslüman karşıtı eylem çağrısına uyan yüzlerce kişi, Southport'ta başlattıkları ırkçı eylemleri İngiltere geneline yaymaya çalışıyor. Rotherham kentindeki otele taş ve şişe atan faşistler, otelin giriş katında camı kırılan bir bölümden binayı ateşe vermeye çalıştı. Saldırının ardından çok sayıda göçmen bulundukları otelin dışına dahi çıkmaya korktuklarını, kendilerini güvende hissetmediklerini ifade etti.”

 

“Göçmen düşmanlığı Southport saldırısından sonra başlamadı. Irkçı, faşist saldırılar yıllardır siyasi iktidarın hazırladığı siyasi iklimin ürünüdür. Önceki dönem Muhafazakâr Parti hükümeti uygulanan yanlış ekonomi ve dış politika politikalarının biletini göçmenlere kesmeye çalışmış, göçmenleri hedef tahtasına oturtmuştur. Hükümetin başta Ruanda Planı gelmek üzere süreç boyunca geliştirdiği yasal düzenlemeler ve kullandığı dil ile kışkırttığı göçmen ve mülteci düşmanlığı, bugünün yeni faşist paramiliter çetelerinin gelişim zeminini yaratmıştır. Yoksulluk, yoksunluk ve giderek ağırlaşan yaşam koşullarının sorumluluğunu göçmen ve mültecilere atan siyasi iktidar, bu saldırılardan doğrudan sorumludur.”

“GIK-DER olarak bütün antifaşistleri bu doğrultuda harekete geçmeye, faşist pogromlara karşı her alanda tepkiyi geliştirmeye, düzenlenen eylemlere katılmaya, sokakta mülteci ve göçmenleri savunmaya çağırıyoruz.”

 

Faşist linç ve pogromlara geçit yok!

Kahrolsun faşizm!

 

Göçmen İşçiler Kültür Derneği



 

The Womb 2-3 Ağustos tarihlerinde Camden Fringe Festivali'nde sahnelenecek

Hiç yorum yok

01 Ağustos 2024

Kurucuları arasında Aylin Rodoplu’nun da yer aldığı uluslararası bir kadın kolektifi olan Co Theatre, “The Womb” adlı absürt komedi oyunuyla sahneye çıkmaya hazırlanıyor.

 


                                                              

Her yaştan kadını cesaretlendirmeyi ve onlara ilham vermeyi amaçlayan, cesur ve kışkırtıcı yeni yazılmış kadın hikâyelerini ve oyunlarını sahneye taşıyan Co Theatre “The Womb” oyunuyla seyirci karşısına çıkıyor. Co Theatre'ın kurucu ortakları olan Aylin Rodoplu ve Elise Xiaqi Eriksen, Kasım 2023'te East 15 Acting Okulu’nda ilk kez sahnelenen The Womb'un yaratıcı ekibi arasında yer alıyor. The Womb, 29 Temmuz’da Kingston’da, 2-3 Ağustos’ta Camden’da ve 28-29 Ağustos’ta Stockholm’de sahnelenecek.  

OYUN HAKKINDA

Dünyanın başlangıcından beri kadınların yaşadığı absürt şeylere değinen, üç kişilik kışkırtıcı bir komedi olan The Womb, ataerkil bir dünyada kadın olma kavramına alışılmadık bir bakış açısı getiriyor. Sıra dışı hikâye kurgusuyla oyun; cinsiyetçilik, kadın düşmanlığı, ataerkil normlar, cinsel istismar, kürtaj, travma ve daha birçok temaya değinen 27 kısa sahneden oluşuyor. Esprili, hızlı diyaloglar, orijinal tekno-atmosferik müzikler ve asla terk edemeyecekleri bir yerde yaşayan üç kayıp kadın... Bu oyunun ne kadar absürt olduğunu görünce kahkahadan kırılıp, belki de The Womb’taki dünya ile bizim yaşadığımız dünyanın o kadar da farklı olmadığını düşünmeye başlayacaksınız!

Co Theatre’ın kurucularından Aylin Rodoplu oyun hakkında şunları söylüyor: “Bu yaz ekibimle birlikte yeni metin olan feminist absürt oyunumuz “The Womb’u Camden Fringe, Stockholm Fringe, ve FUSE International gibi çeşitli fringe festivallerinde sergileyeceğiz. The Womb, kadınların içinde bulunduğumuz ataerkil dünyada yaşadıkları deneyimlerini anlatan bir absürt komedi oyunudur. Bu oyunla birlikte kadınların seslerini duyurmak, hep birlikte müşterek bir cesaretin doğmasını sağlamak en büyük amaçlarımızdan biri… Özellikle Londra'da yaşayan Türk halkına bu hikâyeyi ulaştırmak bizim için çok büyük bir önem taşıyor.”

 Yazan:    Aylin Rodoplu

Yöneten: Elise Xiaqi Eriksen
Müzik tasarımı: Aylin Rodoplu
Oyuncular: Aylin Rodoplu, Tara McMillan, Gabriela Mahé

Oyun tarihleri ve sahneler:

Camden Fringe Festival 2 & 3 August 2024, 9pm | Camden People’s Theatre (58-60 Hampstead Rd, London NW1 2PY)

Tickets: https://camdenfringe.com/events/the-womb/

Stockholm Fringe Festival 28 & 29 August 2024, 21.15, 19.45 | Tegelscenen (Söndagsvägen 9, 123 60 Farsta, Sweden)






© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan