Timur Öztürk gazetecilik anılarını “40 Yılın Hikâyesi"nde topladı

Hiç yorum yok

18 Ekim 2024




Londra’da yaşayan gazeteci ve radyo programı yapımcısı Timur Öztürk’ün “40 Yılın Hikâyesi – Unutamadıklarım” adını taşıyan kitabı yakın zamanda Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlandı. Okuyucuyu kendi tanıklıkları üzerinden Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’nin yakın tarihinde bir yolculuğa çıkaran Timur Öztürk ile kitabı hakkında sohbet ettik.



Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Kıbrıs Mehmetcikli olan babam Türkiye’de şehirler arası yolculuk yaparken Ege bölgesinde Aydın ili civarında mola vermiş.  Yanındaki yardımcısının teklifiyle az ilerideki kuru incir mağazasına gitmişler. Orada kadınlar kuru incir paketliyorlarmış. Onların arasında bir kadına gözü takılmış. Hemen sorup soruşturmuş, niyetini belli etmiş. Gel zaman git zaman evlenmişler. Aydının o cennet kasabasında yani Sultanhisar’da dünyana gelmişim. Sonra ailemle yola çıkıp Kıbrıs’a dönmüşüz. Oradan da buralara gurbet ellere.          

Bu kitabın yazılış hikâyesinden biraz söz eder misiniz?

Bu kitaptakiler benim 40 yıldır aldığım notlardır. Yaşadıklarım, hissettiklerim, acılarım, tatlılarımdır. Hepsi benim yaşamımın parçalarıdır. Son yıllarda torun sahibi olunca bu notları derlemeye başlamıştım. Bir gün Facebook’tan Sıcağı Sıcağına isimli bir gruptan bana katılma teklifi geldi. Daha önceleri de olmuştu. İnceledim baktım samimi ve güzel insanlar. Gruba katıldım. Beni aralarında görmekten çok mutlu oldular. Onları Sıcağı Sıcağına’yı bu kadar sahiplenmiş görünce hoşuma gitti. Kitap işini hızlandırdım ve gerçekleşti.   

Gazeteciliğe ne zaman ilgi duymaya başladınız? Gazeteciliğe başlamanız nasıl oldu?

Babam benim okuyup yazmamı, kalem kâğıt ile uğraşmamı istemezdi. Annem de tam aksine beni sürekli heveslendirirdi. Çünkü annem okur yazar değildi. Çok başarılı bir öğrenciydim. Ama babam elimde kalem görünce kızıp döverdi. “Zanaatkar ol para kazan, yazar olup aç kalma” derdi. Beni tamirhaneye çırak olarak verdi. Ben yine not almaya bir şeyler okuyup yazmaya devam ettim. Yakalandığımda babam her şeyi imha ederdi ama ben yine de yazardım. Askerlik döneminde gazeteci ağabeyim Akay Cemal ile tanıştım. Onun da yardımıyla bu kaçak yazışmalar daha ciddi boyuta ulaştı. 17 yaşımda evimden ve babamdan uzaklaştım, hayatımın tümünü ve eğitimimi gazetecilik üzerine yoğunlaştırdım. İyi ki de öyle yapmışım. 



40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım’da Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’deki gazetecilik deneyimlerinize yer veriyorsunuz. Sizin için bu üç farklı ülkede gazetecilik yapmak nasıl bir deneyimdi? Hangisinde daha çok zorlandığınızı düşünüyorsunuz?

Gazetecilik bazı meslekler gibi evrensel değerleri birdir. Dili, dini, milliyeti, rengi farklı havası yoktur. Doktorsunuz ve ben Afrika’da hasta muayene edemem diyemezsiniz. Gazetecilik de aynı temel üzerine çalışır. Sadece haberi yazdığınız dil değişir, coğrafya değişir ve zaman değişir. Sonuçta haberi nerde yaparsanız yapın temeli ve nedeni hep aynıdır. Görevimiz o haberi ulaştırmaktır. Sadece haberi yapıp yayınladığınız toprakların yasaları, kültürü ve siyasetçilerin sindirim sistemine bağlı olarak zor veya kolay haber olur. Türkiye’de zaman zaman zorlandığım oldu. Ama o zorluklar artık beni bağlamıyor.

 

1990’lı yılların kaotik politik ikliminde gazetecilik yaptınız. Susurluk kazası ve onun kopardığı fırtınaya da şahitlik ettiniz. Bu dönemi, bir gazeteci gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet 1990’lı yıllar çok zor unutulacak bir dönemdi. Yalnız gazetecilik değil, birçok alanda zorlukların yaşandığı bir dönemdi. Ben o dönemi çok gerçekçi biçimde yaşadım. İliklerime kadar hissederek yaşadım. Başıma ağrılar çıkıp, gözlerim kararırcasına yaşadım. Haber programları veya Show Tv’de yaptığım haberler bana sıkıntılı günler yaşattı. Kitabımın adını veren Unutamadıklarım bunlardır. Yaşandı, bitti ve gitti diyorlar ama...

 

Gazetecilik hayatınızda sizi en çok zorlayan haber/ röportaj hangisi olmuştu?

1990’lı yıllar, Susurluk Kazası ve artçılarının etkileri dedik ya, habere ve haberciye de zararı dokunmuştur. Susurluk Kazası’ndaki S500 siyah arabayı kazadan önce bir kadın kullanmış. İstanbul’da kaza yapmış ve karşı taraf şikayetçi olunca aracı ve sürücüyü Bakırköy Bahçelievler polis karakoluna götürmüşler. Herkesten gizlenmiş. Ben bulup ortaya çıkardım. Bir gazeteci olarak mükemmel bir haber. Patron ve müdürler habere bayıldılar. Haberim ShowTv ana haberde yayınlandı. Beş dakika sonra Reha Muhtar beni yanına çağırdı, “bu haberdeki aracı kullanan kadının kocası bizi aradı çok sinirlenmiş” dedi. Hemen ardından kadının eşi beni de aradı, ağzına geleni söylemeye başladı. Her cümlenin başı, “sen beni tanıyor musun?” oldu. Her cümlesinin sonu da “gelip seni 8. kattan aşağıya atacağım” oldu. Sonradan öğrendim ki o kadın, Türkiye güzeli bir mankenmiş ve evlendiği adam da büyük bir holding sahibiymiş. Şimdi gelin siz bir sonraki habere aşk ile gidin. Buna benzer ne haberler oldu.

Yayınlanmayanlar da oldu. Örneğin; Söz Fato’da programı için bir haber yaptım. Günlerimi haftalarımı aldı. Kocaman bir dosya hazırladım. Fatma Girik alnımdan öptü, çok beğendi. Haber sıraya girdi yayını bekleme başladı. Baktım haberim programda yayınlanmadı. Fatma ablayı aradım. “Kusura bakma Timur haberin ucu kimlere kadar uzanıyor yayınlayamayız” dedi. Daha ne yazayım?

            

Kitabınızda bu Sıcağı Sıcağına’nın adeta mutfağına giriyor okuyucu. Sıcağı Sıcağına programı 1990’lı yılların televizyonculuk dünyasında yerini alan önemli yapımlardan biriydi. Bu programda çalışmanın zorlukları nelerdir?

Sıcağı Sıcağına programı benim prematüre evladım gibidir. Onun yeri başkadır. Şoföründen, kameramanına kadar emeği geçen herkesin işinin hakkını verdiği bir programdı. Onun için her çarşamba gecesi Türkiye’de hayat dururdu. Muhabir ekibi olarak da çok iyi anlaşan kişilerdik. Bu programda çalışmak ve o programa emeğimin geçmesi benim en büyük kazancımdı. Hiçbir zorluğu olmadı. Şimdi bu yaşımda yine aynı programda çalışmak isterim.

 

Bu kitapta yer verdiğiniz anılardan sizi en çok hangisi etkiledi?

40 yıl bu dile kolay, neler yaşadım. Her haberim benim için önemliydi.Bu kitaba aldıklarım sadece kolaylıkla elime gelenler. ‘Unutamadıklarım’ seri olacak bir kitap. Bu kitaptakiler dediğim gibi hepsinin yeri başka. Ama arife gecesi yaşamını yitirip elindeki bayramlık ayakkabılarıyla gömülen küçük kızı unutamam. Beni yoldan çeviren yaşlı kadını, milyonlar kazandığı gün evine giderken kaza yapıp ölen adamı da unutamam. Yani hepsini bendeki yeri aynı ve unutulmazlar. 

    

Londra’da uzun yıllardır yaşayan bir gazeteci olarak Birleşik Krallık’taki Türkiyeli toplumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Londra’ya 1982 yılında genç bir gazeteci olarak tayin oldum. Geldiğim haftanın sonunda bir düğüne davetliydim. Gelin ve damatla tanıştırdılar. Onlar da benim yaşlarımdaydı. Görüşmeye devam ettik ve hâlâ görüşmekteyiz. 1983 yılında bir oğulları 1985 yılında da bir kızları dünyaya geldi. Samet ve Sevda isimli çocuklar büyüdüler ben onların da düğünlerine gittim. Şimdi Samet ve Sevda’nın da çocukları oldu. Yani ben Birleşik Krallıkta yaşayan Türk Toplumu’nu çok iyi tanıyorum. Kimse geçmişleri hakkında bana bir şey söyleyemezler. Ama ben söyleyebilirim.

1983 yılında Londra haftalık bir gazete çıkarıyordum. Arşivden çıkarım zaman zaman o gazete sayfalarına göz atarım. Neredeyse aradan 40 yıl geçmiş değişen bir şey yok. Hep aynı terane. Yani o günlerde de birlik olalım deniliyordu, bugün de bir türlü birlik olamıyoruz deniliyor. Ego ve hırs toplumu bir türlü bir araya getirtmiyor. Benim gibi olacaksınız, hiç bir şeyin aşırısına kaçmadan sadece ihtiyacın kadarına sahip olmak isteyeceksiniz. Maddiyat sadece araç olacak. İşte o zaman ego ortadan kayboluyor.

Yalın, akıcı anlaşılır bir yazım diliniz var. Başka kitap çalışmalarınız var mı?

Yetenekli insanların bir araya geldiği ve bu işi bilinçli bir şekilde yapan Press Dionysus ile çalışıyorum. Editörüm Tuncay Bilecen uyuyan devleri uyandırma konusunda uzman. Çok candan ve cesaretlendirici birisi. Ona söz verdim kitapların arkası gelecek. Yıllardır notlarını aldığım 1935 Kıbrıs Göçünün hikâyesi var. Ayrıca, 1900’lu yıllarda kaybolmuş iki kardeşin büyük torunlarının yüz yıl sonra buluşmalarının hikayesi var. Ha bir de benim sevdiğim ve yirmi yıldır yazıp notlarını bir kenara bıraktığım,1570 yılında başlayan ve bugün hâlâ devam eden bir ailenin hikâyesi var. Kısacası bundan sonra torun bakıp kitaplarımı derleyeceğim. Yeter ki Press Dionysus ile soluk almaya devam edeyim.

 

 Timur Öztürk'ün "40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım" kitabını Türkiye'den

https://tinyurl.com/55kwy92w adresinden ve Türkiye dışından

Unutamadıklarım – Timur Öztürk – Press Dionysus adresinden 

Londra'da ise Fieldseat Cafe'den edinebilirsiniz. (665 High Road - Tottenham N17 8AD Londra, Birleşik Krallık)


Fieldseat Cafe


Right pointing backhand index40 Yılın Hikâyesi'ni Kitap Yurdu'ndan almak için tinyurl.com/55kwy92w

* Bu röportajın bir kısmı 27 Temmuz 2021 tarihli Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 


ROTÎNDA ile Kürtçe müzikal bir yolculuk

Hiç yorum yok

16 Ekim 2024

ROTÎNDA'nın Kürt coğrafyasının zengin melodilerini ve içten ritimlerini Londra'ya taşıyacağı konseri 19 Ekim Cumartesi akşamı, Stoke Newington’da bulunan Old Chuch’te gerçekleştirilecek.  Bu müzikal ziyafete Suna Alan da misafir sanatçı olarak katılacak.

 


Büyüleyici sesi ve eşsiz müzikal hikâye anlatımıyla Kürt kültürüne ve geleneklerine büyülü bir yolculuk vaat eden Rotinda’nın “Echoes of the Homeland” başlıklı konseri 19 Ekim, Cumartesi akşamı, saat:19:00’da, Old Church’te gerçekleştirilecek.

Suna Alan'ın özel konuk olarak katılacağı konser, katılımcılarını Kürt coğrafyasında müzikli bir yolculuğa çıkaracak.

TARİH: 19 Ekim, Cumartesi

SAAT: 19:00

YER: The Old Church, Stoke Newington Church St, Londra, N16 9ES

BİLETLER: £20

 Buy tickets – Echoes of the Homeland: A Kurdish Musical Journey with ROTÎNDA – The Old Church (tickettailor.com)

............................................................................................................................................................................

Echoes of the Homeland: A Kurdish Musical Journey with ROTÎNDA

Join us for an unforgettable evening of Kurdish music as ROTÎNDA brings the rich melodies and heartfelt rhythms of his homeland to London. 

Experience the vibrant culture and timeless traditions of Kurdistan through his captivating voice and unique musical storytelling.

We are also delighted to announce a special guest performance by Suna Alan, adding her soulful touch to this magical night.

Looking forward to seeing you there!

DATE: 19th October, Saturday
TIME: 7pm
VENUE: The Old Church, Stoke Newington Church St, London, N16 9ES
TICKETS: £20


Londra Bisiklet Kulübü (LBK) bir hayalini daha gerçekleştirdi: “bisiklet kafe” açıldı

Hiç yorum yok

08 Ekim 2024

Kurulduğu günden bu yana hayata geçirdiği projelerle başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere toplumun bisikletle buluşmasına önemli katkılar sağlayan LBK, Enfield bölgesinde Oakwood Park’ın içinde açtığı ‘bisiklet kafe’de bisiklet severleri ve bölge sakinlerini ağırlıyor.

 


İlk olarak Mayıs 2019 yılında sosyal sürüşler organize ederek çalışmalarına başlayan kulüp, kısa bir zaman sonra faaliyetlerini Enfield’de bulunan Britanya Alevi Federasyonu (BAF) yerleşkesine taşıdı. Kulübün Kuzey Londra’da yaşayan toplumla buluşmasında, bisiklet eğitimleri, tamir kursları ve çeşitli etkinlikler organize ederek faaliyetlerini büyütmesinde BAF ile yaptığı işbirliği ve aldığı destek önemli bir rol oynadı.

Kulüp; çalışanlarının ve gönüllülerin özverili çalışmaları, zaman içerisinde yerel belediye ve London Cycling Campaign gibi kurumlarla geliştirdiği işbirlikleri ve hayata geçirdiği projeler sayesinde bisiklet çalışmalarını daha geniş kesimlerle buluşturup Londra’da faaliyet yürüten bisiklet toplulukları ve örgütlenmeleri arasında da tanınan, bilinen bir organizasyon olma başarısını sağlayarak çeşitli ödüller aldı.

BİR KAFEDEN FAZLASI

Yakın bir zaman önce açılan bisiklet kafe için, LBK’nin kurucularından Özgür Korkmaz şunları söyledi: “Beş yıl önce Londra Bisiklet Kulübü’nü kurarken ileride güzel bir parkın içerisinde bir bisiklet kafe açma hayalini de kurmuştuk. Nihayet yakın bir zaman önce bu hayali gerçekleştirebilmenin mutluluğunu yaşıyoruz. Southgate tren istasyonuna 6-7 dk yürüme mesafesinde olan Oakwood Park’ın içinde açtığımız mekân aslında bizim için bir kafeden çok daha fazlası. İnsanların güzel bir manzara eşliğinde, doğanın içinde, trafik gürültüsü ve stresten uzak rahatça kahvelerini içip, bir şeyler yiyebileceği, kulübümüzün parkta organize ettiği yürüyüş, bisiklet ve çeşitli spor aktivitelerine dahil olabileceği, sosyalleşebileceği bir mekân oluşturduk. Çocukların aileleriyle birlikte gelip kafede kitap okuyup, ödünç kitap alabileceği, resim yapabileceği ya da satranç oynayabileceği özel bir bölüm de var. Ne iyi yapmışız da bir bisiklet kulübü kurmuşuz dediğimiz o kadar çok şey var ki. Hayata geçirdiğimiz başarılı çalışmaların arka mutfağında LBK’ye emek veren arkadaşlarımızın özverili çalışmaları olduğu kadar, kulübe 5 yıldır ev sahipliği yapan ve çalışmalarımıza en büyük desteği sunan dost kurum Britanya Alevi Federasyonu’nun da çok önemli katkıları bulunmaktadır.”


BIKE LIBRARY PROJESİ

Bu senenin başında Londra Bisiklet Kulübü, uzun süredir üzerinde çalıştığı “Pymmes Park Bike Library” projesini hayata geçirmeye başladı. Edmonton bölgesinde bulunan Pymmes Park’ın içine, 14 ay süren uzun uğraşlar sonucu, bölge meclis üyesi ve Enfield belediye lideri Ergin Erbil’in ve Londra belediyesi bisiklet bölümü şefi Will Norman’ın da desteği ile bir bisiklet konteynırı yerleştirdi ve çocuklara, kadınlara yönelik bisiklet eğitimlerini Pymmes Park’ta başlattı.

Bike Library (bisiklet kütüphanesi) uygulaması bir kütüphaneden kitap ödünç alır gibi bisiklet ödünç almayı kapsayan bir çalışma. Projenin hedefi, çocukların aileleriyle birlikte LBK’nin bisikletlerini günlük ya da haftalık ödünç alarak pratik yapmalarını ve kaliteli zaman geçirebilmelerini sağlamak. Ayrıca ailelere yönelik bisiklet sürüşleri ve tamir workshop’ları düzenleyerek bisiklet kullanımının önündeki bariyerleri kaldırarak, aktif ulaşımı teşvik etmek.

Kulüp, bisikletin dışında geçen yıl başlattığı kadınlara yönelik “wellbeing projesi” çerçevesinde her hafta düzenli olarak çeşitli spor aktiviteleri ve etkinlikler organize (doğa yürüyüşü, yoga, fitness, tenis, yüzme, bisiklet turu ve sağlık ile ilgili etkinlikler) ediyor.

 

📍 Pymmes Park Bike Library

Victoria Road, Edmonton N18 1SA

 

📍 Oakwood Park Cafe

Lakenheath, N14 4RT

 

Londra Bisiklet Kulübü ( LBK )

London Cycling Club

 

Bilgi ve iletişim : https://linktr.ee/londoncyclingclub?subscribe




Ali Doğan Gönültaş, 23 Ekim’de Arcola Tiyatrosu'nda!

Hiç yorum yok

03 Ekim 2024

Geleneksel Kürt müziğini deneysel yaklaşımlar ve post-rock esintileriyle buluşturan Ali Doğan Gönültaş, 23 Ekim 2024'te Arcola Tiyatrosu'nda sahne alacak. 



Ali Doğan Gönültaş, doğduğu yer olan Kiğı'nın 150 yıllık müzik mirasından esinlenerek hazırladığı repertuarında yer alan; Zazaca, Kurmanci ve Türkçe olarak seslendireceği şarkılarında geleneksel formlarla modern dokunuşları bir araya getiriyor. Sanatçının hem tembur hem de akustik gitarla icra edeceği performanslarına, perküsyonda Ali Kutlutürk ve klarnette Fırat Çakılcı eşlik edecek.

Ali Doğan Gönültaş’ın sahne performansları, sadece müzik değil, aynı zamanda tarih ve kültürün izlerini taşıyan bir yolculuk niteliğinde. Kendi sözlü tarih ve saha araştırmalarına dayanan çalışmalarıyla, Anadolu ve Mezopotamya’nın derin müzik kültürünü sahnede yeniden canlandıracak. Özellikle Kiğı albümündeki parçalar, dinleyicilere sadece müzik değil, aynı zamanda bir hikaye anlatacak.



Bu büyüleyici performansı kaçırmayın!

  • Tarih: 23 Ekim 2024
  • Yer: Arcola Theatre, 24 Ashwin St, London E8 3DL
  • Kapı Açılışı: 19:30

Ali Doğan Gönültaş’ın bu benzersiz konserinde yerinizi ayırtın ve Kürt müziğinin büyüleyici dünyasına adım atın.

Biletler için: https://www.arcolatheatre.com/whats-on/ali-dogan-gonultas/

 

 

Londra’nın parklarında sonbaharın renklerine yolculuk

Hiç yorum yok

02 Ekim 2024

Londra Bisiklet Kulübü’nün üyeleri olarak Hampstead, Regent’s ve Hyde Parka bir tur gerçekleştirdik… İşte sonbaharın en güzel renklerine bürünen Londra parklarından hatırda kalanlar…


(2020)

Tuncay Bilecen

Londra Bisiklet Kulübü’nün Whatsapp grubundan “pazar günü üç park birden geziyoruz!” diye mesaj alınca hemen “ben de varım!” diye atıldım. Ne ki bana iki ayda 150 poundluk masraf çıkaran ama kendisi 50 pound yapmayan cefakâr bisikletimin bu geziden iki gün önce vites dişlisinin kırılacağı tuttu.

Sevgili Özgür Korkmaz’a bir gün önceden mesaj atıp “bendeki vaziyet böyle yarınki geziye maalesef katılamayacağım” deyince Özgür, “olur mu, ben sana Bisiklet Kulübü’nün deposundan bir bisiklet ayarlarım, sabah da seni alırım” dedi. Böylece Özgür sayesinde cefakâr bisikletimin nazı bir işe yaramamış oldu.

İLK BEŞ MİLDE SIRILSIKLAM OLDUK BİLE

Sabah belirlediğimiz saatte buluştuk, Britanya Alevi Federasyonu’nun yerleşkesinde yer alan Londra Bisiklet Kulübü’nün deposundan kendimize uygun birer bisiklet seçtik. Benim şansıma yine Apollo düştü.

Toplanma yeri olan Manor House İstasyonu’na doğru pedallarken ahmak ıslatan dedikleri yağmur hızını iyiden iyiye artırıyordu. Yaklaşık beş mil olan bu parkuru tamamladığımızda Özgür’le ikimiz de sırılsıklam olmuştuk bile.

Parkta Canan, Barış ve Harun bizi bekliyordu. İlk durağımız Hampstead Parkı’ydı. Manor House’tan 4 mil süren bu yolculuğun bir kısmı yokuş aşağıydı, ama sıra yokuş yukarı olan etaba geldiğinde çoğumuzun takati kesildi. Bu yüzden bisikletlerden inip yokuşu yürüyerek çıkmak zorunda kaldık. Bunun üzerine “aman bunu diğer üyelere söylemeyelim, ‘Bisiklet Kulübü bisikletleriyle yürüdü’ demesinler” esprisi yapıldı. Neyse ki bu sırada yağmur çoktan dinmiş, Londra sonbaharının ölgün güneşi arada bir bulutların arasından kendini gösterme teveccühünde bulunuyordu.



İLK DURAK HAMPSTEAD HEATH

Geniş çayırlardan ve ağaçlık alanlardan oluşan Hampstead Heath adeta küçük bir orman gibi. Birkaç hafta önce geldiğimde yeşillerin, sarıların, turuncuların, kırmızıların dansı vardı parkta. İki haftada yaprakların rengi daha da sararmış kahverengiye dönmüş, ağaçlardan düşen yapraklar çimlerin üzerini halı gibi kaplamıştı. Fotoğraf için de nefis imkânlar sunan bu parkta kulübün bisiklet eğitmenlerinden David’i beklerken, her birimiz telefonuyla en güzel fotoğrafları çekme telaşındaydı.

PARKIN YAZARI

Yüzüklerin Efendisi’nin yazarı Tolkien’in yakın arkadaşı olan İrlandalı yazar, C.S.Lewis Hampstead Parkı’nda yoğun zaman geçirenlerden biriymiş. Aslan, Cadı ve Dolap adlı fantastik kitabının ilhamını karlı bir öğleden sonra Hampstead Heath’te yürürken alan yazarın bu kitabı tiyatroya da uyarlanmış. Filmi ise 2005’te çekilmiş.


                                                

PARKIN RESSAMI

Natüralist akımın önemli temsilcilerinden, manzara resimleriyle tanınan ressam John Constable’ın da uğrak yerlerinden biriymiş bu nefis manzaralı park. Zamanının çoğu profesyonel sanatçısı gibi eserlerini en iyi satabileceği yer olan Londra’ya yerleşen Constable, şehrin merkezini pek sevmeyerek 1827'den itibaren eşiyle birlikte kalıcı olarak o zaman şehir dışında olan Hampstead'e yerleşmiş. İyi ki de öyle yapmış, çünkü ortaya o güzelim tablolar çıkmış.

                                                   John Constable (1776 -1837)

                                                                  Constable - 1829

 Hampstead’ı özgün kılan özelliklerden biri de 17. ve 18. yüzyılda Londra’nın artan su ihtiyacını karşılamak için açılan göletlerin bugün yüzmek için kullanılıyor olması. Kadınlar, erkekler ve karma olmak üzere göletlerde yıllık üyelik esasına göre ya da tek seferde ücret ödeyerek yüzülebiliyor.  





İKİNCİ DURAK REGENT’S PARK

Hampstead’tan sonraki durağımız Regent’s Park’tı. Londra Hayvanat Bahçesi’ne de ev sahipliği yapan bu parkın benim için ayrı bir önemi var. Çünkü iki yıl misafir araştırmacı olarak çalıştığım Regent’s Üniversitesi tam bu parkın ortasında yer alıyor. Her mevsim farklı renklere bürünen bu parkın içinden her gün bisikletle geçmek benim için büyük bir keyifti.

Sekiz kraliyet parkından biri olan, 395 dönümlük bir alanı kaplayan park adını “Playboy Prens” olarak da bilinen IV. George’tan (1762-1830) almış. Bu parkı özgün kılan özelliklerden biri de yüzlerce farklı çiçek türüne ev sahipliği yapması… Özellikle baharda bu çiçekler parkı gezenlere enfes bir manzara sunuyor.

 




TRITON VE DRYADS

Regent’s Park’ta küçük bir kahve ve atıştırmalık molası verdikten sonra parkın etrafındaki daireyi bisikletle turladık. Ardından Triton ve Dryads çeşmesinin yanına gittik. Çeşmenin etrafında on saniyelik video çekmek için bisikletlerimizle tura başladığımız esnada, parkta bir başına oturan ihtiyar huysuzlanarak bastonunu yukarıya kaldırdı ve “burada bisiklete binmek yasak!” diyerek hışımla yanımızdan ayağa kalktı. “Sadece on saniyelik video çekeceğiz” desek de bizi dinlemedi ve YASAK sözcüğünün altını adeta bastonuyla çizerek “yasak!”, “yasak!” diyerek yanımızdan uzaklaştı.



ÖDÜLLÜ HEYKEL

1936'da William Macmillan tarafından tasarlanan, ancak 1950'ye kadar dikilemeyen Triton and Dryads heykeli, iki su perisi ve iç içe geçmiş balıklarla çevrili bir deniz kabuğu ve kabuğu çalan bronz Triton heykelinden oluşur. Triton, Deniz Tanrısı Poseidon ile Amphitrite'nin oğlu aynı zamanda Poseidon'nun habercisidir. Belden yukarısı insan belden aşağısı balık şeklinde ayakları at ayağına benzeyen bir deniz tanrısıdır. Bu heykel zamanında Londra’nın en iyi heykeli seçilerek Macmillan’a altın madalya kazandırmış.

 


TURUN DİĞER DURAKLARI HYDE PARK VE BUCKINGHAM PALACE

Regent’s Park’tan sonra sırada Hyde Park vardı. Burada da başka bir sürpriz karşıladı bizi. “Serbest Kürsü” diye tabir edilen yerde büyük bir hareketlilik yaşanıyordu. Kalabalığın etrafı polis tarafından sarılmıştı. İtiş kakış içindeki kitlenin arasında dolanarak ne olup bittiğini sorduk, meğer aşırı sağcıların gösterisinin ortasına düşmüşüz. Bu protestoda faşist aktivist Tommy Robinson gözaltına alınmış.

Bu hengamenin ardından  rotayı Hyde Park’tan Buckingham Palace’a çevirdik. Burada da fotoğraf çektirdikten sonra ben gruptan ayrıldım. Eve dönerken, tıpkı tura başlarken olduğu gibi yağmur damlaları şiddetlenen rüzgârla birlikte kaskımda trampet çalmaya başlamıştı. Ama dolu dolu geçen bir gezinin ardından bu damlalar keyfimi kaçıramazdı.  



bisikletligazete@gmail.com

 

Kaynakça:

https://www.cityoflondon.gov.uk/things-to-do/green-spaces/hampstead-heath/activities-at-hampstead-heath/swimming-at-hampstead-heath

https://www.hampsteadheath.net/

https://www.heathandhampstead.org.uk/heath/

https://tr.qaz.wiki/wiki/Hampstead_Ponds

https://www.royalparks.org.uk/parks/the-regents-park

 

LONDRA BİSİKLET KULÜBÜ

http://www.londoncyclingclub.org/

07799 735234

 

 

Wimpy Kralı Ali Salih Usta nasıl iflas etti?

1 yorum

30 Eylül 2024

Ahmet Sapaz, bir zamanlar Londra'da dev fast food endüstrisinin sahibi olan Wimpy Kralı Ali Salih Usta’nın nasıl iflas ettiğini anlatıyor.  


Tuncay Bilecen


İlk işinizde ne kadar süre çalıştınız?


Otelde üç ay çalıştım. 13 sterlin haftalık alıyordum. Hesap ettim; bir senede 200 sterlin biriktiremiyorum. Daha önce çıkacaktım. Beni korkuttular. Yugoslav göçmeni ve Kıbrıslı iki Türk vardı. Dediler ki, “çıkamazsın. Çıkarsan senin çalışma iznini iptal ederler. Senin iznin şartlı ve burada üç ay çalışmanı bağlıyor.” Kaldım tabi çıkamadım. 


Bir ara konsolosluğa gittim. “Beni gönderin buradan” dedim. Giderim Türkiye’ye bir memurluk bulurum, diyorum içimden. İyi kötü bir meslek lisesi mezunusun. O yıllarda iş bulunuyordu. Konsolosluk memuru şaşırdı. “Biz bir şey yapamayız kardeşim” dedi. Konsolosa götürdüler beni, “bak arkadaş” dedi, “ben seni gönderemem buradan, aklını başına topla. Bir defa buraya gelince gidilmez, ikincisi ben seni göndermek istesem bile ilkin seni ancak Brüksel’e kadar göndebilirim. Brüksel’de ineceksin, gideceksin Türk konsolosunu bulacaksın. Oradan bir bilet alacaksın, misal Köln’e kadar gideceksin. Oradan bir bilet bulacaksın, bu şekilde dilenci vapuru gibi gidersin” dedi. Sonra da “şu arka sokakta Wimpy dükkânı var, git onlarla konuş, oradakilerin hepsi Türk, sana yardımcı bile olurlar” dedi.


Böylece Wimpy maceranız başladı.

 

Wimpyci Ali Usta meşhurdu o zamanlarda. Yetmişli yıllarda nerede görsen bu Ali Usta’nın dükkânı derdin;  gösterişli, kırmızı-beyaz logolu, fiyakalı dükkânları vardı. Şehrin en gözde caddelerinin en gözde köşelerini tutardı. O zamanlar yeme içme yerleri yok denecek kadar azdı Londra’da. Allah, Ali Salih Usta’ya bir kere ya yürü kulum demişti. Dur durak yok, Ali Salih Usta’nın London Eating Houses Group Ltd. adlı şirketi her yıl beş on yeni restoran açıyordu Londra’nın en gözde semtlerinde. Wimpy, pancake, steak houselardan oluşan yetmişin üzerinde dükkânı vardı. 


Wimpyci Ali Salih Usta’nın dükkânlarından birine gittim. Merhaba dostlar, kimsin, nesin derken bizi bilirsin iki dakikada kaynaşırız. “Hotelde kaç lira alıyordun?” dediler. “13 lira” dedim. “Yav, manyak mısın?” dedi bir tanesi. “Biz 30 lira alıyoruz burada.” Üstelik benim 13 lira da brüt, net de değil. “Bak” dediler. “Bu bölgenin sorumlusu var, patronun kardeşi. Kensington High Street’te orada steak house var, pancake house var, oraya git Hasan Usta’yı gör” dediler. Hasan Usta’ya vardım. “İşten çık, gel” dedi. Üç ay sonra tekrar gittim. Beni Nothinghill Gate’de bir Wimpy’e verdi. Oranın menajeri Hayati Bey’di. Bana da bir kırmızı ceket verdiler, koşturuyoruz artık Wimpy’de. Biz klas yerlerde çalışmışız, bu işin okulunu okumuşuz; fakat orada yaptığımız iş gel-gitten ibaret. Sabah saat 10’da başlıyorsun gece 11’e kadar. Bu 5 gün, 6 gün değil 7 gün. Mola yok. 


Bu yoğun tempoya dayanabildiniz mi?


Bana oda bulmada yardımcı olan Sökeli İrfan Meydan diye bir arkadaş vardı. Beni gördü bir gün, “Ahmet” dedi. “Sen nerelerdesin?” Anlattım işte, “işten çıktım, Wimpy’de başladım” dedim. “Yahu sen nasıl yaptın böyle bir şey?” dedi. “Böyle bir hotelden çıkıp gidip Wimpy’de garsonluk yapmak, inanamıyorum” dedi. Ama benim bacaklar da durmadan koşturmaktan dolayı ağrımaya başlamıştı. 


Ertesi gün geldi, beni Regent’s Street’te kendi çalıştığı Garners Steak House’a götürmek için menajerden izin istedi. “Yok” dedi. “Veremem.” Kendi aramızda konuştuk. İrfan “Ahmet, çıkar ceketi at” dedi. Ceketi attık. Vardık oraya. İngiliz menajer vardı: Mr. Peak. İrfan, beni tembihlemişti hâlâ Grosvenor House Hotel’de çalıştığını söyle, sakın Wimpy’de çalıştığını söyleme diye. Safkan bir İngiliz olan Mr.Peak hızlı konuştuğu için yarı anladım, yarı anlamadım, ama durumu çaktırmadım. “Ertesi gün gel” dedi. Bereket ertesi gün o yoktu. Yardımcısı bir İspanyol vardı. Onunla daha kolay anlaştım. Burada Wimpy’den biraz daha fazla ücret alacaktım ama burası daha rahat. Öğleden sonra boşsun. Dil okuluna gidebilirim. Ve gittim. Bir de buranın müşterisi Wimpy müşterisi gibi değil, oturan müşteri. Burada hem yüzde alıyorsun hem de bahşiş alıyorsun. Böylece bu steak houseta da 7 ay çalıştım. 


Sonra yolunuz yine Wimpy’e mi düştü?


Bu dönemde permi ile İngiliz otellerinde çalışmak için gelip orada tutunamayanların yolu hep Wimpyci Ali Salih Usta’ya düştü. Oralarda tutunmaları mümkün de değildi. Steak houseda işime son verildi. Ali Usta benim için tekrar umut kapısı oldu. İbrahim Salih diye Türkiye’de okumuş, değerli bir supervisor vardı. Onun yanına gittim. “Ahmet seni Pancake’e alacağım dedi. O zaman adı Texas Pancake House diye geçiyor. 


Beni kısa bir süre sonra ikinci menajer yaptılar. Saat ücretimiz çıktı 27,5 kuruşa. Ali Usta’yı Londra’yı bölge bölge 5-6 kardeşi arasında bölüştürmüştü. Kardeşlerin en büyüğü Ali Salih Usta’ydı. West End bölgesinin sorumlusu kardeşi Cahit Usta beni Tottenham Court Road bölgesinin ikinci supervisorı yapacaktı ama olmadı. Çünkü harç bitti yapı paydos.  


Meşhur Wimpy grevi bu dönemde mi başladı?


Evet. O sırada İngiltere Türkiye İlericiler Birliği (İTİB) vardı. Bunlar teker teker Wimpylere girdiler ve beyin yıkamaya başladılar. Ali Usta’nın işçilerine “kardeşim” diyorlar. “Senin şu hakkın yok, bu hakkın yok.”  İnsanların kafalarını karıştırmaya başladılar. Bir de o dönemde İngiltere’de 3 gün kısa gün çalışma olayı başladı. Çünkü kömür madenlerindeki grevlerle ülke kaynıyor. Bunlar örgütlendikçe kafa tutmaya başladılar. Aynı zamanda Transport and General Workers Union ile temasa geçerek sendikayı da arkalarına aldılar. O zamanlar bir işveren için sendikaya kafa tutmak ipini hazırlamak demekti. Sendikaların İngiltere’de en güçlü olduğu dönemler bunlar. 


Bu arada Ali Salih Usta ipin ucunu kaçırmış. Her yere takım halinde restoranlar açıyor. Buralar şehrin en gözde yerleri. Sayıları arttıkça artıyor. Cesarete bak, inanamazsın. Buna deli cesareti derler. Demek güven vermiş ki bankasına istediği kadar kredi alabiliyor. Ama ne stok kontrolü var, ne merkezi kontrol. Şubelerin kârlılık düzeyi ölçülmüyor, bilinmiyor. 


Aynı zamanda şubelerde sendika baskısı artıyor. Ali Salih Usta biz menajerleri ve bazı önemli personeli bir steak houseda topladı. “Çocuklar” dedi. “Ben sendikaya karşı değilim ama burada beni yıkmak isteyen bir çeteyle karşı karşıyayız. Bunlar kendi kafalarındaki düzeni benim üzerimde kurmak istiyorlar.” 


Sonuç olarak bir yandan kardeşleri götürdü, bir yandan personel götürdü, bir yandan personelin içine giren militanlar işleri baltaladı. Bilhassa büyük şubelerde çok büyük yolsuzluklar oldu. Düşünebiliyor musun, 1973’de üç günlük hasılat olarak 2 bin sterlin yatırıyordum bankaya. O zaman bir servet bu. Şu evler var ya, o zaman 4 bin 500 sterlindi. O zamanlar restoran yok, müşterileri sıraya sokardık, 20 metre sıra olurdu. Ama neticesi hüsran oldu. 


1975’te şirketin muhasebecisi demiş ki “hiç çare yok, alacaklılar el koymadan hepsine kilit vuracaksın.” Çünkü son zamanlarda bizden nakit toplamaya başlamışlardı, faturalarını ödeyemedikleri için. Türkiye’deyim memlekete gitmiştim. Orada gazetede gözüme ilişti, baktım “Wimpy Kralı Ali Salih Usta iflas etti” yazıyor. Böylece Ali Salih Usta’nın sonunu Türkiye’de öğrenmiş oldum. Ben bir kez daha işsiz kaldım. 


(Haftaya söyleşinin son bölümünü yayınlayacağız…)



*Fotoğraf: Wimpyci Ali Salih Usta’nın Steak House’u ve J.Lyons Corner House (Fotoğraf Ahmet Sapaz’ın “O Yıllar” kitabından. 


Vedat Günyol, Günyol Bakoğlu ve “Vasıtayı Beleş”

Hiç yorum yok

26 Eylül 2024

“Hayat tatlı tesadüflerle” dolu dedirtecek bu yazıda, otostopla Osmanlıca kursuna giderken tesadüfen Vedat Günyol’un evine konuk olmamı ve bunun Londra’da yaşayan tiyatro sanatçısı Günyol Bakoğlu’yla ilişkisini anlatıyorum… Dedim ya “hayat tatlı tesadüflerle dolu” diye…


Tuncay Bilecen





Yıl 2002 olmalı, Kocaeli Üniversitesi’nde Siyasi Tarih bölümünde yüksek lisans yapıyorum. Zorlandığım derslerden biri de Osmanlıca… Derste gördüklerimiz kadarıyla bu işi kıvıramayacağımı anlayınca etrafta bana ders verecek birilerini veya bir kurs falan bakmaya başladım. Ne ki cebimde bunun için ayıracak beş kuruşum yok.

Sonradan öğrendim ki Sultanahmet’te Basın Müzesi’nde, Başbakanlık Osmanlı Arşivi çalışanları ücretsiz olarak Osmanlıca kursu veriyorlarmış. Kaçırır mıyım? Fakat bu sefer de İstanbul’a gidip gelecek param yok.

Peki ne yapacağız?

Tabii ki otostop çekerek gideceğim…

İzmit’ten İstanbul’a otostop çekmek çok kolay. Kuruçeşme Gişeleri’nin oraya kadar gidiyorum. Elimi kaldırdığımda beş dakikada arabanın içindeyim. Başlı başına bu otostoplardan bile kocaman bir yazısı dizisi olur.

Kimlere rastlamadım ki? Mesela Kocaelispor’un meşhur yıldızı Dobrovski (Kağan Dobra) beni aracına alanlardan biriydi… Tanıdık simaların yanı sıra bir yığın da hikâye dinledim. Bir defasında bir adam denk geldi. Son model spor arabasıyla önümde durunca şaşırdım. Çünkü nedendir bilmiyorum çok lüks arabalar pek otostopçu almazlar. Karısını aldattığını, ama zaten ilişkilerinin çoktan bittiğini, mutsuz olduğunu, İzmit’teki sevgilisine de pek güvenemediğini anlattı. Bir taraftan da 180 km hızla gidiyoruz. Acaba kaza mı yapacağız diye endişe mi edeyim, adama evlilik terapisti gibi akıl mı vereyim şaşırdım.

Bir defasında da Balkan göçleri üzerine sözlü tarih çalışması yapacak birini arıyordum. Aradığım kişiyi otostopta buldum, daha sonra evlerine gittim ve tam istediğim gibi bir çalışma yaptım. Kırım’dan önce Balkanlar’a sonra da İzmit’e göç eden bu aile, Giray Han’dan bu yana aile seceresini tutmuştu.

Gelelim bu yazıyı yazmama vesile olan konuya… Bir gün bunca yıllık otostopçuyum bugüne kadar hiçbir kadın beni aracına almadı diye düşünürken bir kadın önümde durdu. 

Hemen,

“Tebrik ederim, beni aracına alan ilk kadın şoförsünüz” dedim.

“Aaa olur mu, evladım” dedi. “Sen benim oğlum sayılırsın, tabii ki alacağım, öğrencisin besbelli.”

Böylece Macide Hanım’la aramızda güzel bir sohbet başladı. Konu konuyu açtı, edebiyatta karar kıldık. Hangi yazarları sevip sevmediğimizi anlatmaya başladık.

“Denemecilerden kimleri seviyorsun?” diye sordu.

O sıralar Nermi Uygur’u okuyordum. Hatta çantamda kitabı vardı. Övünerek gösterdim,

“İşte Nermi Uygur falan…” dedim.

“Peki, başka başka?” dedi…

Biraz düşündüm…

“Vedat Günyol’u da severim mesela” dedim.

Ben bunu deyince Macide Hanım’ın gözleri parladı.

“Şimdi sana bir şey söyleyeceğim inanmayacaksın” dedi.

“Denerim” dedim. Ne de olsa konumuz denemeydi…

“Ben şu anda Vedat Günyol’u ziyarete gidiyorum!”

Bir yerde okumuştum. Vedat Günyol, 25 bin kitabını Maltepe Üniversitesi’ne bağışlamıştı. Üniversite de ona bir lojman tahsis etmişti. Ama ben yine de duyduklarıma pek inanmadım.

“Gerçekten mi?” dedim.

“Sen de gelmek ister misin?” diye sorunca Osmanlıca kursunu falan hepten unuttum.

“Gelirim tabii!” dedim.

Böylece bu güzel tesadüfle Vedat Günyol’un lojmanının yolunu tuttuk. Macide Hanım, Vedat Günyol’la tatlı anılarını anlattıkça benim heyecanım bir kat daha arttı. Hatta,

“Ben oğlumun adını bile Günyol koydum” dedi. “Tanırsın belki, birçok reklâmın seslendirmesini o yapıyor aslında.”

Yıllar sonra sözünü ettiği kişinin şimdilerde Londra’da yaşayan, tiyatro sanatçısı Günyol Bakoğlu olduğunu anlayacaktım…

Vedat Günyol’un evine gittiğimizde, çok sevdiğim şair ve yazar Şükran Kurdakul da oradaydı.



Vedat Günyol, Osmanlıca bilgimi test etmek için “buraya nasıl geldin bakalım?” diye sorunca, “vasıtayı beleşle” dedim.

“Eh” dedi. “Senin Osmanlıca tamamdır.” Böylece benim adımı da “vasıtayı beleşçi” koydu…

O günün yarısını Vedat Günyol ve Şükran Kurdakul’un keyifli sohbetini dinleyerek geçirdim. Osmanlıca kursu falan artık umurumda değildi. Bundan böyle artık vasıtayı beleşçi idim ve sık sık bu isimle arayarak Vedat Günyol'un halini hatrını sordum. 



                Macide Hanım ve Günyol Bakoğlu 







© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan