“Köle olmak mülteci olmaktan iyidir”

No comments

25 March 2025

Kemal Siyahhan’ın Mülteci adını taşıyan romanı Sel Yayınları tarafından 2016’da basıldı. Siyahhan bu romanda, Afganistan’daki iç savaş ortamından kaçıp bin bir güçlükle Türkiye’ye gelen Ezelhan’ın Zeytinburnu’ndaki zorlu yaşam mücadelesini konu ediyor.

Tuncay Bilecen

tuncaybilecen@gmail.com


Göç, göçmen, sığınmacı, mülteci gibi kavramlar artık göç çalışmalarının dışına çıkarak gündelik ve politik hayatın da gündemine oturdu. Özellikle Suriye’de yıllardan bu yana devam eden iç karışıklığın 5 milyon Suriyelinin ülkesini terk etmesine neden olması ve Suriye dışında dünyanın pek çok ülkesinden de ister zorunlu olsun ister gönüllü olsun devam eden göç hareketleri, göçmenlik meselesini tüm boyutlarıyla dünya kamuoyunun gündeminde tutuyor.

AVRUPA'DA YENİ BİR HAYALET DOLAŞIYOR

Avrupa ve Amerika’da yeni bir hayalet dolaşıyor: göçmen hayaleti! Avrupa ve ABD’ye çeşitli yollarla akın eden göçmenler sadece nüfus yapısını, sosyo-ekonomik yapıyı değiştirmekle kalmıyor, ülkelerin politik hayatlarını da değiştiriyorlar. Göçmen karşıtı hareket, Kıta Avrupa’sından İngiltere’ye kadar politik yelpaze içerisinde aşırı sağcı partiler içerisinde konumlanmış durumda. İngiltere’nin Avrupa Birliği’ndeki kaderini tayin edecek olan referandumda AB’den çıkma taraftarlarının en önemli argümanları göçmenlerin İngiltere’yi “istila” edecek olmasıydı. Almanya’daki eyalet seçimlerinde Merkel’in partisi Hıristiyan Demokratların peş peşe hezimete uğramasında da yine göçmen karşıtı parti AFD’nin (Almanya için Alternatif) etkisi yadsınamaz. Avrupa’nın yeni hayaleti olan göçmenleri günah keçisi ilan eden, bütün fenalıkların göçmenlerden geldiğini ileri süren propaganda toplumun belli bir kesimi üzerinde gayet etkili oluyor. Bu da, “göçmenler geldi ücretler düştü,” “göçmenler yüzünden işimizi kaybediyoruz”, “göçmenler yüzünden değerlerimizi kaybediyoruz”, “göçmenler teröristtir” gibi ifadelerin yarattığı atmosfer içerisinde düşük ücretlerle çalışan, ayrımcılığa uğrayan, çoğu zaman temel gereksinimlerini dahi karşılayamayan göçmenlerin yaşadıkları insanlık dramı görünmez hale geliyor. 

                                                   Kemal Siyahhan


"MÜLTECİ"
İşte Kemal Siyahhan’ın Mülteci romanı bu yakıcı sorunu, kaçak yollarla İstanbul’a gelen Afgan Ezelhan’ın gözünden bizlere aktarıyor. Ezelhan’ın yerleşmek için Zeytinburnu’nu seçmiş olmasının pratik bir nedeni var: Afganistan’dan gelen göçmenler genellikle bu ilçede yaşıyorlar. Bu yüzden Zeytinburnu’na “Küçük Afganistan” dendiğini öğreniyoruz romandan. Göçmenler aralarında kurdukları sosyal dayanışma ağları ile o bölgeye göçü adeta çekiyorlar. Dünyanın her yerinde aynı kültürü, aynı değerleri paylaşan göçmen topluluklar zor koşullarda hayatta kalmak ve aralarındaki dayanışmayı güçlendirmek için ortak mekânsallıklara ihtiyaç duyuyorlar, tıpkı Berlin’de Kreuzberg’in “Küçük İstanbul”, Londra’da Green Lanes’in “Küçük Türkiye” olarak anılması gibi…

Ezelhan’ın ev arkadaşı Lorin geçimini Zeytinburnu’nda bir dönerci dükkânında döner keserek sağlamaktadır. Lorin, soydaşlarının bir arada yaşama gerekliliğini şu şekilde ifade ediyor: “Kendi sokağında pis köpek bile bir kaplandır diye boşuna dememiş büyüklerimiz, burası gurbet, yokluk, çaresizlik, birbirimize yardımcı olmazsak kim bize el uzatır.” Bu sözleri üzerine Ezelhan Zeytinburnu’nda çoğaldıklarını artık buranın onlar için gurbet olmaktan çıktığını dile getirse de arkadaşını ikna edemiyor. (S.54)

Ezelhan ve Lorin yine de şanslı olan kaçak göçmenlerdendir. Hiç olmazsa başlarını sokacak bir evleri ve karınlarını doyurdukları işleri var. Zaman zaman köprü altlarında kalan kaçak göçmenlere yardım etmek için onların yanlarına gidiyorlar. “Yanımızdaki soydaşlarımızın tamamı kaçak, hiçbirinin sosyal güvencesi ve oturma izni yok. Ayrı ayrı hikâyelerini dinlerken anlıyoruz ki evlilik ve yuva kurmak hepsine hayal gibi geliyor.” (S.146)  

Romanda, Türkiye’yi transit ülke olarak kullanıp Avrupa’ya geçmek niyetinde olan kaçak göçmenlerin içinde bulundukları koşullar Ezelhan’ın gözünden aktarılıyor: “Oturup sohbet ediyoruz neredeyse on beş günden beri yarı aç yarı tok burada olduklarından, kimsenin kendileriyle ilgilenmediğinden yakınanların bazıları gözyaşlarını tutamıyor. Buradaki insanların anlattıklarına yabancı sayılmam, Afganistan merkezi hükümeti ile Taliban arasında kaldıklarını, insanca yaşamaktan uzak olanların son çareyi kaçmakta bulduklarını tedirginlikle ifade ediyorlar. Avrupa’ya direkt geçiş yapmalarına Türkiye’nin izin vermediğini ve elde avuçta ne varsa harcayıp bitirdiklerini söyleyen bir diğeri ancak deniz yoluyla ulaşmalarının kurtuluş olabileceğini kısık sesle fısıldıyor.” (s.50)

Birçok soydaşı gibi Lorin ve Ezelhan da oturum izinleri olmadan kaçak olarak yaşamaktadırlar. Bu yüzden çalışma izinleri de bulunmamaktadır. Göçmen emeğinin sömürüsü de işte burada başlamaktadır. Çaresiz durumda olan göçmenler çok düşük ücretlere tamah etmek zorunda kalmaktadırlar. Nitekim romanda Ezelhan’ın piyasanın üçte biri fiyatına İngilizce dersi verdiğini görmekteyiz.

Oturum izninin göçmenlerin güvencesi olduğu, romanda sık sık dile getirilmektedir. Lorin, geride bıraktığı mektupta bu gerçeği dile getirmektedir: “Oturma iznin olmadığı için biz yokuz derdin hep; sana kızardım. Şimdi hak veriyorum, biz yokuz; ömrümüz, kelebekler kadar.” Kaçak yaşamak polisten kaçmaktan ibaret değildir. Örneğin evinin önünde dayak yiyen Ezelhan, “durumun iyi değil hastaneye gitmelisin” (s.181) diyenlere, kaydı olmayan bir insana doktor nasıl bakar, diye düşündüğü için olumsuz yanıt veriyor.

"ARAPLARA TANINAN HAK BİZDEN ESİRGENİYOR"

Oturum iznini almanın vatandaşı olunan ülkeye göre farklılık gösterdiği, özellikle Suriye ve Irak’tan gelenlere kolaylık sağlandığı yine Ezelhan’ın ağzından dile getiriliyor. “Feyzullah karşılıyor, oturma izninin deveye hendek atlatmak kadar zorlaştığını, Irak ve Suriye’den gelen Araplara tanınan statüden bile mahrum olduğumuzu müjdeymiş gibi vermesini üzüntüyle karşılıyorum. (…) Sonuçta Türkiye Cumhuriyeti’nin bir politikası bu.” (s.152-3) Kurdukları dernekte bir araya gelen göçmenler bir an önce oturum izinlerinin halledilmesi için uğraş veriyorlar.  Romandaki diyaloglardan, oturum izni almanın zorlaşmasının Türkiye dışına çıkmayı teşvik ettiğini de öğreniyoruz. Örneğin bu konuda aralarında çıkan tartışma sırasında bir göçmen, “sana katılmak isterdim ama gerçek farklı; Araplara tanınan haklar bizden esirgeniyor, bundan sonra Batı’ya kaçmanın yollarını arayabilirim” (s.171) diyor. Nitekim İçişleri Bakanlığı’na bağlı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’nün 2015 Türkiye Raporu’na göre 2015 yılında Türkiye’de yakalanan düzensiz göçmenler arasında Afganistan uyruklular 35.921 kişiyle Suriye’den sonra (73.422) ikinci sırada yer alıyor (goc.gov.tr).

Göç eden kişi bir taraftan kendi değerlerini yaşatmaya çalışırken, bir taraftan da bulunduğu toplumun değerlerine uyum sağlamaya çalışır. Bu durum çoğu zaman bir çatışmaya yol açtığı için melez kimliklerin veya kimliksizleşmenin oluşmasına neden olabilir. Romanda, Ezelhan’ın dilinden bu duygu şu şekilde karşılığını bulmuş: “Hayatım boyunca düzgün ve kararlı adam olmak için savaşıp çaresizlikle boğuşurken, sonunda bir yere ait olamama noktasına geldim.” (s.12)        

YABANCI OLMAK

Yaşanılan ayrımcılık deneyimi bir yere ait olamama duygusunu tetikliyor. Kitapta göçmenlerin maruz kaldıkları ayrımcı muameleye ilişkin pek çok örnek bulmak mümkün. Kaldıkları izbe apartmanda çıkan yangının komşular tarafından Afgan göçmenlere bağlanması üzerine Ezelhan gözyaşlarını içine akıtıyor. “karabasan gibi çöküyor bu sözler, cevap vermeye bile gerek duymuyorum, yüzüne bakarken gözyaşlarım içime akıyor.” (s.43) Apartmanda yaşanan hırsızlık olayının şüphelisi olarak kendilerinin gösterilmesini üzerine ise “lanet olsun, yabancı olmak başkasının malına mülküne tehdit olarak mı algılanmalı diye sormak isterdim onlara.” (s.142) diye içinden geçiriyor. Dikkat edilirse roman kahramanı, her iki olayda da bu ithamlarda bulunanlarla diyaloğa girip kendini savunmak yerine susmayı tercih ediyor. Bu da göçmenlerin ne denli kırılgan ve içine kapanık bir ruh hali içerisinde olduklarını gösteriyor. 

Roman kahramanları yaşamla ölüm arasındaki ince çizgide salınırken intihar düşüncesi her daim kafalarını kurcalıyor. Ne ki yetiştirildikleri dini değerler intihar etmelerine izin vermiyor. Ezelhan bu duyguya kapıldığında babasının “İntihar edersen yerinin neresi olduğunu biliyorsun, öğretilenleri uygulamanın bizleri cennete taşıyacağını da unutmamalısın” sözünü hatırlıyor. (s.10) Fakat içine düştüğü çaresiz anlarda bu duygu ile baş etmekte zorluk çekiyor: “Allah’ım yardım et, huzur ver, demekten başka ne gelir elimden. Yatak çarşafım uzun zamandır yıkanmadığı için sararmış, kendimi kirli hissediyorum; her zamankinden daha kirli ve mutsuz. Yatağa girdiğimde duvarlar, kapı, pencere, her şey bağırarak konuşuyor, kulağımda büyük bir çınlama sesi, ölmek istiyorum.”

Romanın iki kahramanını da yaşamın zorluklarından bir an olsun alıkoyan şey yaşadıkları aşklardır. Lorin, çalıştığı dükkâna gelen Afgan kıza âşık olur. Bu aşk ona kendisini ülkesinde hissettirmesine neden olur. “Yoksulluk ve yalnızlıktan çaresizdim, onu aynı mezara girecek kadar kendime, yüreğime perçinlemiştim. Vatanıma kavuşmuştum sanki; göçmen değildim, ben de insanım diyordum güçlü durmalıydım, kucaklayacak sığınağı olacak kadar güçlü olmalıydım.” (s.57)

"KÖLE OLMAK MÜLTECİ OLMAKTAN İYİDİR"

Ezelhan da İngilizce dersi verdiği çocuğun İngilizce öğretmeni olan teyzesine âşık olur. Ancak burada da ağır bir değerler çatışması ile karşı karşıya kalır. Afganistan’da içinde büyüdüğü toplumun değerleri İstanbul’da bir kadınla ilişki kurmasını güçleştirmektedir. Örneğin kadının içki içmesi, onu evine davet etmesi veya şort giymesi ne kadar anlayışlı olursa olsun Ezelhan’ın kabul edebileceği şeyler değildir. Romanın genelinde bu türden çatışmalara sıkça rastlamak mümkün. Biz bir örnekle yetinelim: “Özgül hayranlık uyandırırken sonunda yorgun şekilde denizden çıkıp kumlara uzanıyor, bu yatış çileden çıkaracak gibi, yanı başımızdan geçen her insan alımlı vücuduna bakmadan edemiyor. Afganistan’da olsaydı her halde taşlanıp  ya da yakılarak öldürülürdü diye düşünüyorum.” (s.180)

Nihayetinde Lorin de, Ezelhan da sevdiklerine kavuşamıyor. Yoksulluk, imkânsızlık bir yana ikisinin de aşamadığı temel mesele “değer çatışması”dır. Lorin, Katre’nin ailesinin geleneksel tutumunu değiştiremeyip suça karışıyor, Ezelhan ise Özgül ile başka dünyaların insanları olduklarını anlayarak gerçek anlamda “mülteci” olmaya karar veriyor ve Türkiye’den kaçıyor. Kitabın “beklenen” beklenmedik sonu da bu sırada yaşanıyor.

Yazıya başlığını veren sözü ise Zeytinburnu’ndaki Afgan toplumundan Abdülmelik Amca ediyor. “Dünyanın neresine giderseniz gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.” (s.171)

 

 

 📌Kemal Siyahhan, Mülteci, Sel Yayınları, 2016

 

 



 

 

 

 

 

 

 

 



[1] Türkiye 1951 Cenevre Sözleşmesini “coğrafi sınırlama” ile kabul ettiği için Avrupa dışındaki ülkelerden gelenler mülteci statüsünde kabul edilmemektedir.

“Yalnızlığa dayanırım da, bir başınalığa asla”

No comments

20 March 2025

Gerçek arkadaşlık, çıkar hesabı yapmaksızın arkadaşını olduğu gibi sevmek, onu hatalarıyla, kusurlarıyla kabul etmektir. Gün gelir, bitebilir arkadaşlıklar. Zaman, koşullar ya da yaşananlar insanları farklı kıyılara savurabilir. ‘Eski dost düşman olmaz’ ama eski günler de geri gelmez. Anılardaki yerini alır, siyah beyaz bir resim gibi solmaya terk edilir arkadaşlıklar…

 



Tuncay Bilecen

 

Bazı insanlar vardır; daha ilk görüşte bulundukları yere ait olmadıklarını anlarsınız… Hareketleri, konuşmaları, seslerinin rengi, en çok da gözleri ele verir onları böyle durumlarda… Hani Zerrin Özer’in seslendirdiği “Ne işim var burada benim, ben aslında caz severim” cümlesinin geçtiği şarkıyı gönülden söyler gibidirler…

Bir yere ait olmamak… Yersizlik, yurtsuzluk duygusu değil sözünü ettiğimiz… Kendi seçimini yapanlar, içlerine çöken bu duyguyla huzursuzluk içinde de olsa mücadele edebilirler… Yaptıklarına, kendilerine inanmalarıdır onları ayakta tutan…

HAYATLARINI BAŞKALARI İÇİN YAŞAYANLAR

Bir de seçimlerini kendileri yapmayanlar, hayatlarını başkaları için yaşayanlar vardır… Bu ruh halindekiler bazen kendilerini kaptırdıkları fedakârlık duygusunun bazen de kabuğunu kıramamanın, kendini gerçekleştirememenin verdiği basiretsizliklerinin esiri olurlar… Cahit Sıtkı’nın şu şiiri ne de yakışıyor onlara…

Ben bu dünyaya yanlış gelmiş olacağım ben
Ben öyle her insandan, o kadar uzağım ben
Yine bu gözlerimdir okşanacak şey arar
Yoksa içimde başka bir dünya hasreti var (Cahit Sıtkı Tarancı, "Bir Kapı Açıp Gitsem")

Sürekli nostalji duygusuyla, ben eskiden ne büyük bir adamdım iç geçirmesiyle mutsuzluğun, kimsesizliğin sağlaması yapılır ancak. Kimsesizlik… En doğru ifadeyle “insansızlık”tır bu amansız derdin adı. Bülent Ortaçgil’in bir şarkısında olduğu gibi, “yalnız yalnız, kimsesiz değil insansız.”

“KİMSESİZ DEĞİL İNSANSIZ”

İnsansızlık, yalnızlık demek değildir. Nice yalnızlar başta kendileriyle barışık olduklarından insansız değildirler. Oysa çevresi insanlarla doludur insansızların… Kendileriyle baş başa kalamadıkları için karanlıktan korkan çocuklar gibi ‘karton arkadaşlar’la çevirirler etraflarını…
Yalnız kaldıklarında ise işe verirler kendilerini… Yorulana, kendilerini unutana kadar beyhude işlerle boğuşurlar… Beklerler… Kimi? Hiç olmayan, olsa da gelmeyen birini; hiçbir zaman bitirilemeyecek, bitirilse bile bir şeye benzemeyecek bir işi…

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Yalnızlık şiirinde yalnızlığın insanı hem vezir hem de rezil edeceğini şöyle anlatıyor:

yalnızlığın kadarsın
yalnızlığın mis kokmalı
yalnızlık dediğin büyük bir zindan
dünyanın en kalabalık zindanı
dinden imandan çıkarır
ama öyle bir adam eder ki insanı (
Bedri Rahmi Eyüboğlu, "Yalnızlık")

 

TEKNOLOJİ YALNIZLIK ÖĞÜTÜYOR

Yalnızlık insana neler yaptırmıyor? Kendini, sesini, soluğunu, rengini bulamamış insanları nasıl daldan dala savuruyor. Gelişen iletişim teknolojisi uzakları yakın etti, mesafeleri ortadan kaldırdı ama insanın yalnızlığının üzerine de kocaman bir kilit vurdu. Hele bu insan kendi başına varolmayı hiç öğrenemediyse… Şükür ki, teknoloji bütün yalnızların hizmetinde. Akıllı telefonlar yetişir böyle durumlarda imdada. Oradan oraya savrulurken yalnızlık da ufalanır gider parmakların arasından... 

Yalnız insan merdivendir/ Hiçbir yere ulaşmayan/ Sürülür yabancı diye/ Dayandığı kapılardan // Yalnız insan deli rüzgar/ Ne zevk alır ne haz verir/ Dokunduğu küldür uçar/ Sunduğu tozdur silinir// Yalnız insan yok ki yüzü/ Yağmur çarpan bir camekan/ Ve gözünden sızan yaşlar/ Bir parçadır manzaradan// Yalnız insan kayıp mektup/ Adresi mi yanlış nedir/ Sevgiler der fırlatılır/ Kim bilir kim tarafından (Louis Aragon, "Yalnız İnsan").

YALNIZLIĞI SEÇMEK

Yalnız insan, dönüp dolaşıp kendisinde karar kılar. Etrafındaki bütün ilişkileri; yaptıkları, yapmadıkları veya yapamadıkları nedeniyle tüketmiş bir başına kalmıştır. Bilir bunu bilmesine ama yine de toz kondurmaz kendisine. Ya bilinçli olarak yalnız kalmayı seçmiş gibi davranır ya da söylediğimiz gibi yapay arkadaşlarla doldurur etrafını.

İnsan her durumda içinde bulunduğu koşullara ilişkin bahaneler üretebilir. Savunma mekanizmamız yaptıklarımıza kılıf uydurmakla meşgul olur sürekli. Cahit Sıtkı, “Gerçek” adını taşıyan şiirinde böylesine bir züğürt tesellisine sığınmış gibi görünüyor: 

Can yoldaşın olmazsa olmasın/ Yalnızım diye hayıflanmayasın/ Eğilmiş üstüne gökyüzü masmavi/ Bir anne şefkatine müsavi/ Üç adım ötede deniz/ Dosttur, ne öfkesi ne durgunluğu sebepsiz/ Bir derdin varsa açılabilirsin ağaçlara/ Ağaç yaprak verir sır vermez rüzgara/ Ve kış yaz/ Dalda kuş eksik olmaz/ Dağ başında duman/ Yalnızlık nedir göreceksin öldüğün zaman (Cahit Sıtkı Tarancı, “Gerçek”) 

GERÇEK ARKADAŞLIK

Panait İstrati’nin “Akdeniz” romanında Adrien’e şunları söyletir: “Her zaman itiraf etmiştim: Yalnız kalınca ben bir işe yaramam. Birini, bir şeyi mutlaka sevmeliyim ben, yoksa kendimi bir mısır tarlasında hasattan sonra unutulmuş delik bir çanak gibi bomboş ve bir hiç gibi hissederim.”

Adrien’in sözünü ettiği sevme ihtiyacı mutlaka bir sevgiliye yönelik değildir. Zaten, İstrati’nin kendi yaşamından yola çıkarak kaleme aldığı bu dizi romanlarda Adrien sevgisini daha çok arkadaşlığa adamıştır. En çok da Mihail’e… Bu yüzden, ‘Arkadaş’ adını taşıyan romanının bir diğer adı da ‘Mihail’dir. İstrati’nin eserleri, dostluğun, arkadaşlığın manifestosu niteliğindedir. Adrien, arkadaşı uğruna, gözü yaşlı anasını, aşkını bir çırpıda geride bırakarak uzun yolcuklara çıkar. Istrati’nin eserlerinin her sayfasına insan sevgisi sinmiştir.

Yalnızlık insanın kendisiyle arkadaşlık etmesiyse, arkadaşsız insan yoktur. Ama gerçek arkadaşlık, çıkar hesabı yapmaksızın arkadaşını olduğu gibi sevmek, onu hatalarıyla, kusurlarıyla kabul etmektir. Arkadaş, dar gününde arkadaşının yanında olmak demektir. Bu yüzden unutulmaz; okul, asker ve mapushane arkadaşlıkları. Hayat insanları ayrı yerlere savursa da arkadaşlık baki kalır.

“Söyle bana arkadaşını söyleyeyim sana kim olduğunu” demişler. Bu deyim, kötü manada kullanılıyor olsa da, ağzımızdan dökülen sözcüklerden alışkanlıklarımıza kadar pek özelliğimizi arkadaşlarımızdan almışsızdır farkında olmadan.

SOLUP GİDEN ARKADAŞLIKLAR

Ne kadar yetenekli olursak olalım, bir yere gelmemizde içinde bulunduğumuz sosyal çevrenin, arkadaşlarımızın önemli bir payı vardır. Gün gelir, bitebilir arkadaşlıklar. Zaman, koşullar ya da yaşananlar insanları farklı kıyılara savurabilir. ‘Eski dost düşman olmaz’ ama eski günler de geri gelmez. Anılardaki yerini alır, siyah beyaz bir resim gibi solmaya terk edilir arkadaşlıklar… 

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.
(Murathan Mungan, “Eskidendi, Çok Eskiden)

 

                                                                           



Reading'te 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü coşkuyla kutlandı

No comments

11 March 2025

İngiltere’nin Reading kentinde, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, sanatçı Zeyno Durar’ın muhteşem performansıyla Coley Park Community Centre’da kutlandı. 8 Mart 2025 Cumartesi günü gerçekleşen etkinlik, kadın dayanışmasına ve baharın gelişine vurgu yapan renkli bir atmosferde geçti.

 


Konserde, Zeyno Durar, Mezopotamya ve Anadolu’nun zengin kültürel mirasını yansıtan Türkçe ve Kürtçe eserlerle izleyicileri büyüledi. Sezen Aksu’nun “Ünzile” adlı eseri, Neşet Ertaş’ın türküleri ve Kürtçe olarak seslendirilen “Şerîna min”, “Qumrike” ile “Wehar” gibi parçalar seyircinin büyük beğenisini topladı.

Sanatçının kızı Rengin’in, annesiyle birlikte Sezen Aksu’nun “Aldatıldık” şarkısını düet olarak seslendirmesi ise salondan büyük alkış aldı.



Konserde Zeyno Durar’a, bağlamada Levent Canen, gitarda Erdal Yapıcı, ritimde Kaan Yol ve kemanda Minor Atabek gibi değerli müzisyenler eşlik etti. 

“Bir Barmenin Anıları" kitabının yazarı Ahmet Sapaz'la söyleşi

No comments

10 March 2025

Ahmet Sapaz’ın, Londra’nın merkezi St. James’te bulunan Oxford ve Cambride Üniversitesi mezunu üyelerin girebildiği Centilmenler Kulübü’nde çalıştığı 38 yıl boyunca tuttuğu günlükleri Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından İngiltere'nin ardından Türkiye'de de yayımlandı yayımlandı.



Ankara Otelcilik Okulu mezunu olan Ahmet Sapaz’ın Londra macerası 1970’li yılların başında başlıyor. Bu dönemde birçok otelde çalıştıktan sonra yolu meşhur Wimpy Kralı Ali Salih Usta’nın restoranlarına da düşen Sapaz, ardından 38 yıl boyunca çalışacağı, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’ne adım atıyor. Sapaz’ın yarım asrı bulan çalışma hayatının anılarıyla dolu olan “Bir Barmenin Anıları” adlı kitap, Londra merkezli Press Dionysus tarafından Türkçe olarak yayımlandı. Biz de Sapaz’la kişisel tarihi ve kitabı hakkında sohbet ettik.

Ahmet Bey sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Ben 1948 Çorum doğumlu bir köylü çocuğuyum. Burada şunu itiraf edeyim ki köyüm Çorum’un en aydın birkaç köyünden bir tanesidir. Çocukluk yıllarım köyümde, okul yıllarım ilçem Sungurlu ve Ankara'da geçti. İlçemde ortaokuldan mezun olduktan sonra kısmetime turizm için eleman yetiştirmek amacıyla kurulan Ankara Otelcilik Okulu adıyla bilinen yatılı bir meslek lisesi çıktı.

Çalışma hayatıma önce stajyer öğrenci, mezun olduktan sonra ise daimî personel olarak, o yılların yıldız oteli İzmir Büyük Efes otelinde başladım. Yirmi ay süren vatani görevimi Ankara Orduevi’nde tamamladıktan sonra bazı okul mezunu ağabeylerimizin izinden giderek yurt dışında çalışmaya karar verdim. Çünkü Türkiye’de o yıllarda turizmin t'si bile henüz olmadığından hem kendimi geliştirmek ve hem de sınırlı olan İngilizcemi ilerletmek için böyle bir tercihte bulundum. Yıl 1970, iyi ki de bulunmuşum!

Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl kitabının yazılma öyküsünden kısaca söz eder misiniz?

Çalıştığım Centilmenler Kulübü üyelerinin takip ettiği alışkanlıklarından esinlenerek böyle bir kitabı yazma fikri ortaya çıktı. Çünkü emekli olan kulüp üyelerinin birçoğu muhakkak bir şeyler yazar. Çalışma hayatlarından, içinde bulundukları meslek dallarından topluma bir şeyler anlatır, bazen de başlarından geçen ve şahit oldukları olaylardan okuyucuların da faydalanmalarını arzu ederler. Kısacası yaşadıkları tecrübeleri paylaşarak insanları bilgilendirirler. Bu durumu yakından bildiğim için ben de böyle bir hevese kapıldım diyebilirim. Zaten çalışma hayatıma başladığım yıllardan beri, kısa kısa da olsa günlük tutarım. Dolayısıyla bir şeyler yazmak bana yabancı değildir.

Kitapta yazılanların hepsi yaşanmış olaylar mı? Yoksa içine kurgu da kattınız mı?

Bu kitapta yazılmış olan bütün konular ne bir kurgudur ne de içinde bir nebze olsun abartı bulunmaktadır. Hepsi bire bir yaşanmış hadiselerdir. Hatta bazı hallerde kitaptaki bazı olaylar sansürlenmiştir. Bunun nedeni ise bu önemli kişiliklerin çok özel durumlarının korunma isteğidir. Bazı isimler ise bir sorun yaşanmaması adına değiştirilmiştir ama bu durum kitabın geneline kıyasla çok az uygulanmıştır.

38 yıl boyunca İngiliz seçkin sınıfının üye olduğu bir mekânda çalıştınız. Bu nasıl bir tecrübeydi? Size neler kattı?

Elbette bu eşsiz deneyim bana birçok şey kattı. Bu insanlar seçkin ailelerin iyi eğitim görmüş seçkin evlatlarıdırlar. Kişisel ilişkilerinde birbirleriyle en nazik bir şekilde tartışır, tartışmadan haz duymaya çalışırlar. Konuşmalarında kesinlikle ses tonu yükseltilmez. Herkes herkesin görüşüne saygı duyar, beğenmese bile anlayışla dinler veya cevaplandırır. Tartışma konusunda biz Türklerle kıyasladığımız zaman bunların ağzı var dili yoktur dersiniz. Çünkü bizde hangi seviyede olursa olsun çoğu zaman tartışmalarımızda kırıcı oluruz ve bazı hallerde bunlar kavgayla neticelenir. Özür dileyerek söylüyorum; maalesef bizde çok bilmişlik, ukalalık, konu dışı konuşmalar çok yaygındır.



Centilmenler Kulübü’ne ilişkin gözlemlerinizden biraz söz eder misiniz?

Fransızların “creme de la creme” diye tarif ettikleri bir terim vardır. Bu herhangi bir toplumun kaymak tabakası için kullanılır. Kulüp, İngiliz toplumunun olgun, görgülü, kibar ve bilgili insanlarının yani kaymak tabakasının bir arada olduğu sosyal bir tesistir. Centilmenler Kulübü, seviyeli insanların sosyalleşme mekândır.

İki yüz yıl önce kurulmuş olan kulüp hâlâ canlı ve gözdedir. Kulüp, ticari kaygıların dile getirilmediği, üyeleri hangi alanda çalışırsa çalışsın bu gibi konulardan söz edilmediği, kimsenin kimseyi küçümsemediği huzur ortamının yaşandığı bir tesistir. Hep böyle midir? İstisnalar kaideyi bozmaz denilir; uymayanlar olmaz mı, evet olur ama o kişiler hemen fark edilir, göze batar ve itibar görmezler. Deyim yerindeyse dışlanırlar. Dışlandığını anlayan kişi veya kişiler kulübe uzun süre devam edemez, çekip giderler. Üyelerin birbirleriyle olan ilişkileri, arkadaşlıkları centilmence devam eden dostluk bağlarıyla sürdürülür. Kulübün aile ortamı gibi olan havası da buradan gelir. Dolayısıyla mutlu insanların bir yuvasıdır kulüp, çünkü bu insanların müşterekleri çoktur. İşte ben de “Bir Barmenin Anıları” adlı kitabımda, Centilmenler Kulübü’nde 38 yıl boyunca bu seçkin insanların arasında neler yaşadığımı, anılarımı ve gözlemlerimi kaleme aldım.  

Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlanan Ahmet Sapaz’ın Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl adını taşıyan kitabı aşağıdaki linkten temin edilebilir.


Kitap Yurdundan sipariş vermek için tıklayın


Türkiye dışından sipariş vermek için tıklayın

 

* Bu yazı ilk defa 19 Aralık 2022'de Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

https://olaygazete.co.uk/turk-toplumu/centilmenler-kulubunde-gecen-38-yilin-anilarini-bir-kitapta-topladi.html

Rengin Kadın Korosu’ndan 8 Mart konseri: “direniş ve sevda türküleri"

No comments

05 March 2025

Rengin Kadın  Korosu, 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü  dolayısıyla Londra Millfield Theatre’da konser verdi.  Gecede, Rengin Göçmen Kadın Öyküsünde dereceye giren yazarlar için ödül töreni de düzenlendi.

 


Londra’da faaliyetlerini sürdüren Rengin Kadın Korosu, 2 Mart Pazar günü, Londra Millfield Theatre’da “Direniş ve Sevda" türküleri temalı konseri ile dinleyicilere özel bir akşam yaşattı. Londra’da, 2020 yılında Sosyalist Kadınlar Birliği tarafından pandemi döneminde kurulan koro, konserde özenle seçilmiş yirmi eser seslendirdi.  

Konserde ayrıca 2. Rengin Göçmen Kadın Öyküleri Yarışması’nın “Saklı Çekmece” adını taşıyan kitabı için ödül töreni düzenlendi. Salonda hazır bulunan jüri üyeleri sahneye çıkarak yarışmada dereceye giren yazarlara teşekkür ettiler.

Jüri üyesi ve yazar Dursaliye Şahan, “Bu kitapta göçmen kadınların kaleminden hikayeler var. Hemen hemen hepsi gerçek yaşam hikayelerinden damıtılmış satırlar. Bence bu aslında bir yarışma değil, bir yazma etkinliği, kısaca ‘tanık öyküleri’” dedi.



 Almanya’dan gelen jüri üyesi Gülsen Gülbeyaz ise “Muhteşem bir çalışmaydı. Rengin Kadın Korosu’nu bu kadar yoğun bir çalışma içerisinde tanımış olmak ve yarışmaya katılanların öykülerini okumak, değerlendirme yapmak, sonrasında yazarları ile burada tanışmak muhteşem bir şey, anlatmam mümkün değil. Bu çalışmayı bir kadın hafızasına koyulacak çalışma olarak görüyorum” diye konuştu.

Sosyalist Kadınlar Birliği adına yapılan konuşmada ise son zamanlarda artan göçmen karşıtı söylemlerin göçmen kadınların yaşamlarını daha da zorlaştırdığına dikkat çekildi. Erkek egemen şiddete, kapitalizme karşı mücadelenin önemine işaret edilen konuşmada “Savaşa, ırkçılığa, yoksulluğa ve kadın cinayetlerine karşı kadın grevine!” denildi. 8 Mart’ta saat 15:00’te Gandalf’s Corner’da, saat 18:00’de Manor House Station önünde yapılacak eylemlere katılım çağrısı yapıldı.

2. Rengin Göçmen Kadın Öyküleri “Saklı Çekmece” kitabı, Göçmen İşçileri Kültür  Derneği’nden (GIK-DER)  temin edilebilir.

 

 

 

İngiltere uluslararası öğrenciler için cazibesini kaybediyor mu?

No comments

04 March 2025

Uluslararası öğrenciler için en popüler destinasyonlardan biri olarak bilinen İngiltere son yıllarda bu özelliğini kaybetmeye başladı. İçişleri Bakanlığı'nın rakamlarına göre, İngiltere'deki yabancı öğrenci vizesi sayısı 2023'te 600.024 iken, 2024'te %31 düşüşle 415.103'e geriledi. Bu düşüş, özellikle uluslararası öğrencilerin ekonomik katkısına bağımlı olan üniversite şehirlerini olumsuz etkiliyor.

 


İngiltere'nin göçmen öğrenciler için çekiciliği, hem politik hem de ekonomik nedenlerle azalıyor. Bu durum, hem üniversiteler hem de öğrenciler için belirsiz bir gelecek anlamına geliyor.

Uluslararası Öğrencilerin Yaşadığı Zorluklar

Coventry Üniversitesi, İngiltere'de Londra dışında en yüksek uluslararası öğrenci oranına sahip üniversitelerden biri. 2022-23 akademik yılında, üniversitenin 35.405 öğrencisinden 16.285'i yabancı uyrukluydu. Ancak, özellikle mezuniyet sonrası iş bulma ve vize kısıtlamaları, göçmen öğrenciler için büyük engeller oluşturuyor. Çinli öğrenci Jingwen Yuan, Coventry Üniversitesi'nde yüksek lisansını tamamladıktan sonra iş bulmak için 3.000 sterlin harcayarak mezun vizesi aldı ancak işsiz kaldı. Yuan, "Çin'deki sınıf arkadaşlarımın hepsi geri döndü. Eğer kalırsak İngiltere hükümetine para ödüyoruz, ama geri dönersek Çin hükümetinden destek alıyoruz" diyerek yaşadığı zorluğu dile getiriyor.

Vize Politikalarının Etkisi

2024 Ocak ayında yürürlüğe giren yeni vize kuralları, uluslararası öğrencilerin ailelerini yanlarında getirme hakkını kaldırdı ve öğrencilerin eğitimlerini tamamlamadan çalışma vizesine geçişini engelledi. Bu değişiklikler, bağımlılar için verilen öğrenci vizesi sayısında %85'lik bir düşüşe neden oldu. Hindistanlı öğrenci Mohammed Abdullah Sayyed, "Uluslararası öğrenciler İngiliz öğrencilerden daha fazla ödeme yapıyor. Bu da birçok öğrenci için İngiltere'yi daha az cazip hale getiriyor" diyor.

Brexit'in Etkileri

Brexit, İngiltere'nin AB öğrencilerini çekme yeteneğini de önemli ölçüde etkiledi. 2021-22 yılında vize ve finansman kurallarındaki değişiklikler, AB'den gelen öğrenci sayısında keskin bir düşüşe neden oldu. İspanyol öğrenci Laura Alonso, Coventry Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler okuyor ve şehirdeki çok kültürlü ortamın kendisini evinde hissettirdiğini söylüyor. Ancak, İngiltere'nin Erasmus+ programından çekilmesinin birçok İspanyol öğrenciyi caydırdığını belirtiyor.

Ekonomik Sonuçlar

Uluslararası öğrencilerin azalması, sadece üniversitelerin finansmanını değil, şehir ekonomilerini de olumsuz etkiliyor. Coventry Üniversitesi'nin analizine göre, uluslararası öğrenciler şehrin ekonomisine yılda yaklaşık 651 milyon sterlin katkı sağlıyor.



Geleceğe Dair Endişeler

Üniversiteler Birliği (Universities UK) CEO'su Vivienne Stern, uluslararası öğrencilerin azalmasının yerel ekonomileri ciddi şekilde etkilediğini vurguluyor. Stern, "Üniversitelerin öğrenci çekmesi, sadece eğitim sektörü için değil, yerel işletmeler, kafeler, berberler ve taksi şoförleri için de büyük bir ekonomik katkı sağlıyor" diyor. Ancak, mevcut politikalar ve vize kısıtlamaları, İngiltere'nin uluslararası öğrenciler için cazip bir destinasyon olma özelliğini koruyup koruyamayacağı konusunda endişelere neden oluyor.


Kaynak: BBC

 

İngiltere'ye uluslararası öğrenci göçünde yüzde yirmi azalma yaşandı

No comments

24 February 2025




Ulusal İstatistik Ofisi'nin (ONS) yayınladığı 2024 yılına ait veriler, İngiltere’ye uluslararası öğrenci göçünde çarpıcı değişiklikler yaşandığını gösteriyor. Haziran 2024 itibarıyla, uzun vadeli göç kapsamında eğitimle ilişkili vizeyle gelen uluslararası göçmenlerin net sayısı 262.000 olarak kaydedildi. Bu rakam, bir önceki yılın 326.000 seviyesinden %20 oranında bir düşüş anlamına geliyor ancak hâlâ 2019 yılındaki 24.000 rakamına göre dokuz kat daha yüksek.

Vize Türlerinde Değişim

2021 yılında uygulamaya konulan Mezun Vizesi (Graduate Visa), uluslararası öğrencilerin eğitim sonrası İngiltere'de kalmalarını kolaylaştıran önemli bir araç oldu. Bu vize, lisans mezunlarına iki yıl, doktora mezunlarına ise üç yıl boyunca çalışma izni sağlıyor. Verilere göre, 2019 yılında eğitim vizesiyle gelenlerin yalnızca %9’u üç yıl içinde farklı bir vize türüne geçiş yaparken, 2021 yılında bu oran %48’e yükseldi.

Brexit ve Pandemi Sonrası Göç 

ONS, Brexit sonrası göçmen davranışlarının değiştiğine dikkat çekiyor. Pandemi sonrası dönemde özellikle Nijerya, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkelerden gelenlerin sayılarındaki artış dikkat çekti. Ancak, yeni politikaların etkisiyle bu gruplardaki göçmen sayılarında da belirgin bir düşüş gözlendi.

Öğrenci Göçündeki Değişim

2024 yılı verileri, bu tür vizelere yönelik politika değişikliklerinin etkilerinin tam olarak görülmesi için yeterli değil. ONS, bu değişikliklerin etkilerinin Temmuz 2024 sonrası verilerde daha net anlaşılacağını belirtiyor. Ancak, şu ana kadarki veriler uluslararası öğrenci göçünde genel bir azalmaya işaret ediyor.

Ekonomik ve Sosyal Etkiler

Uluslararası öğrenciler, yalnızca eğitim sektörü değil, aynı zamanda İngiltere ekonomisi için de büyük bir öneme sahip. Öğrenci göçündeki azalma, kampüslerdeki kültürel çeşitliliğin azalmasının yanı sıra yerel ekonomiler üzerinde de etkili olabilir. Uzmanlar, bu alandaki düşüşün sürdürülebilir bir şekilde ele alınması gerektiğini vurguluyor.

 

 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan