latest

“Bizim toplum acıyı seviyor, mutluluğu değil”

12 Ekim 2021

/ by Bisikletli Gazete

Her göçmenin hikâyesi büyük göç anlatısının bir parçasıdır. Göçmenlerin kişisel tarihlerine yapılan yolculuklar da bu anlatının ortaya çıkmasına katkı sağlar. Bu yazıda, Sevim Demir’in kişisel tarihine yolculuk yaparak Londra’da yaşayan Türkiye toplumunun yaşadığı dönüşümün izlerini süreceğiz. 




Tuncay Bilecen


Göçmenler üzerine çalışmanın en keyifli taraflarından biri de birçok insanla tanışmak ve bu insanların hikâyelerini onların ağzından dinlemek. Kayıt tutma, bellek havuzu oluşturma gibi bir kültürümüz olmadığı için ne yazık ki böyle birçok hikâye, yazılmadan, kayıtlara geçmeden kişilerle birlikte yok olup gidiyor. Göçmenlerin ardında bıraktığı yüzlerce belgeyi ve fotoğrafı düşünün bir de… Böylece bir kültür mirası eriyen buzdağı gibi insanlarla birlikte yavaş yavaş yok oluyor. Bu söylediklerime tezat gibi gelecek, ama çoğu göçmenin gönlünde yatan aslan yaşadıklarını bir gün kayda geçirmektir. Hani, “hayatımı yazsam roman olur” cinsinden bir istektir bu. Nitekim bunu gerçekleştirenler de yok değil; fakat bu metinler maalesef sınırlı bir çevreye ulaşıyor ve üzerlerinde çalışma yapılmadan tıpkı o sandıkta solan fotoğraflar gibi kitaplık raflarında solup gidiyor. 

Sevim Demir, dört aylık evliyken, 1986’da eşiyle birlikte Londra’ya gelmiş. 12 Eylül darbesinin acı günlerinde birçok yakınının dünyanın dört bir yanına dağıldığını söylüyor. “Dil kursuna gidip biraz kendimizi düzelttikten sonra döneriz dedik ama hiçbir şey düşündüğümüz gibi olmadı maalesef” diyor. “Uzun yıllar burada kaldık. Bir ev alır, Türkiye’ye geri döneriz dedik ama hayallerimiz geldiğimiz gibi değildi. Bunu her zaman söylüyorum; benim bu ülkeye geldiğimde çektiğim sıkıntıyı herhalde dünyanın hiçbir yerinde çekemezsiniz.”


Nasıl sıkıntılardı bunlar?


“Konut sıkıntısı, iklim farklılığı gibi… Bir evin içinde yirmi kişiyle bir buzdolabını paylaşmak veya bir odayı başkalarıyla paylaşmak gibi. Bir evi tanımadığın insanlarla paylaşmak çok ağır bir yüktü. Alıştığım kültüre aykırıydı, affedersin lavaboya çıkarken her ülkenin insanını görüyorsun. Daha yirmi üç yaşındaydım ülkeye geldiğimde. Son derece zor bir süreçti. Ben yazıyorum zaten. İleride bir kitap olarak yayınlayacağım.” 


Londra’da hangi işleri yaptınız?


“O zaman herkes gibi ben de tekstilde çalıştım. Çalışanlar Türk, sahipleri Türk… 15 yıl bilfiil Türk fabrikasında çalıştım. Bu 15 yıl 40 yıla bedeldi. 15 yıl gündüzü tanımadan çalıştım, 5.30 yola çıkıp… O yıllarda dil öğrenmem mümkün değildi. Bir de ekonomik sıkıntım vardı. Kira vereceksin, alışverişini yapacaksın. Türkiye’deki insanların birtakım beklentileri oluyor sizden. Hepsini kaldırmak çok güçtü. 10-11’den sonra eve geldiğin bir ortamda okula gitmek mümkün değildi o yıllarda.”


Tekstildeki iş ortamınızdan biraz söz eder misiniz?


“Çalışma koşulları son derece kötüydü. Tekstil kıyafet üzerine olduğu için toz oluyordu, son derece eski fabrikalardı. Türkiye’de ahır deriz ya, içine girdiğinizde dışarı çıkıp nefes almak istersiniz, öyle bir ortamdı. Hiçbirimiz işi bilmiyorduk. Son derece düşük ücretlerle uzun saatlerle çalışıyorduk. 23 yaşında olmama rağmen en büyüklerden biri bendim. Haftanın her günü çalışıyorduk. Günde en az en az çalıştığımızda 13 saat çalışıyorduk. Bu 14-15 saat oluyordu bazen. Herhalde Londra’da en çok çalışan on kadın işçiden biriyimdir o kuşaktan. Londra beni tanır, para kazanmak için durmadan çalışırdım.”


Londra’da yaşayan Türkiyeli topluluk sizce dışarıdan nasıl görünüyor?


“İçine kapalı. Çünkü burada genelde buraya ekonomik şartlar nedeniyle kırsal kesimden geldikleri için atıyorum köyde iki ineği olan, iki koyunu olan bu ülkeye geldi. Cenazelere gidiyorum en basiti, bizim toplum acıyı seviyor, mutluluğu değil. Hüzün, acı onları daha çok mutlu ediyor. Neşe, mutlu etmiyor Türkleri. Geçen sene cenazede bir kadın dikkatimi çekti,  ben İngiliz zannetmiştim sarışındı. ‘Neden bu kadar cenazelere gidiyorsunuz, sürekli ağlıyorsunuz?’ dedi. Çok ilgimi çekmişti. Gerçekten öyle. Uyumsuzluk var bir de. Mesela öncelikle en basiti, herkes siyah giyiniyor. Bu bir tarz değil. Yüz kişiden biri başka renk giyiyorsa, geri kalanı siyah giyiyor.”


“Bir de kendilerini hiç geliştirmediler; sanat, sinema, tiyatro hiç mutluluk vermiyor. Sadece derneklerin ortak kahvaltı programları mutluluk veriyor insanımıza, bir de cenazeler. Her cenazeye katılıyorlar. Acıyı seviyorlar. Buradan giden insanlar Türkiye’de de fark ediliyor. Bunlar niye böyle diye…  Çünkü eğitim seviyesi düşük. Bir de bu toplumun intihar sorunu var, kumar ve uyuşturucu sorunu var.”



Londra’da boş vakitlerinizi nasıl değerlendiriyorsunuz? 


“Kızlarım olduktan sonra işi bıraktım. Onların eğitimine son derece önem veren annelerden biriyim, çünkü o sıkıntıları ben çok çektim. Özellikle Türkiye’ye geri dönüş kararı aldığımızda çocuklarım çok zor günler geçirdiler. O zaman sekiz yaşındaydılar. Türkiye’ye yerleşmek için gittiğim gün orada yapamayacağımı fark ettim. Türkiye’de geçen beş yılın ardından ise çocuklarımı kaybedeceğimi anlayınca geri dönme kararı aldım. Londra’ya ilk geldiğimde yaşadığım sıkıntıyı bu sefer çocuklarla yaşadım. O yüzden onların eğitimi benim için çok önemli. Yirmi yaşında ikiz kızlarım var. Kızlarımdan biri UCL Üniversitesinde mimarlık okuyor, diğeri Londra Art Üniversitesinde grafik tasarım ve moda tasarım okuyor.” 


“Bizim toplumu çok yakından takip ediyorum. Cemevi’ne, CHP’ye ve Türk Eğitim Birliği’ne üyeyim. Day-Mer’e üye değilim, ama etkinliklerine giderim. Akşam tiyatroya gittim mesela. Sanatı çok severim. Sosyalleşmeyi severim. Siyasî olmayan köy dernekleri ve Cemevi’nin bütün faaliyetlerine gider, elimden gelen yardımları da bütçem elverdiği ölçüde yapmaya çalışırım.” 


“Ben çok eğitimli bir insan değilim, ama çok okuyorum, farklı kültürden insanlarla iletişimim var. Çevremdeki arkadaşlarım ‘Sevim Sultan’ derler bana, çünkü onlara doğruyu yanlışı daima söylediğimi bilirler. Her zaman toplumla yaşamayı seviyorum. Gençlere emek veriyorum, bu emeğin karşılığını almayı da seviyorum. (Burs verdiği öğrencinin ona göndermiş olduğu notunu gösteriyor.) Kayserili, köyde yaşıyor. Köylü çocuğu… Çok güzel bir yazı göndermiş bana. Hayatım bundan sonra öğrencilerle geçecek. Türkiye’nin genelinde yardıma muhtaç öğrencilerimiz var. Öğrenci fonunda görev alıyorum. Türkiye’deki fakir üniversite öğrencilerini tercih ediyorum. Bundan sonraki yaşamım da öğrencilerle geçecek. Aydan aya öğrencilere sadece kendim değil sosyal çevremle birlikte destek olmaya çalışıyorum. Bunu genişleteceğim.”


*Fotoğraflar: Sevim Demir’in (sağdaki) tekstilde çalıştığı günlerden bir fotoğraf… Sevim Demir, bundan sonra Türkiye’de üniversite okuyan üniversite öğrencilerine yönelik burs kampanyaları düzenlemeyi sürdüreceğini ifade ediyor.

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan