latest

Londra Günlükleri: Bir şehre dışarıdan bakmak

09 Mayıs 2019

/ by Bisikletli Gazete

 


Tuncay Bilecen - 


Bir şehre dışarıdan bakmak


Şehirleri birkaç günlüğüne ziyaret edenler bir ülkeye ilk kez ayak basan göçmenler gibidirler. Gezdikleri şehri başka bir gözle görürler. Öyle ki orada yıllardır yaşayan insanların fark edemediği gündelik hayat, mimari tarz, ekonomik, sosyal ve siyasal yapıya ilişkin detaylar bir çırpıda dikkatlerini çekebilir. Kuşkusuz bir şehirde birkaç gün kalan birinin izlenimleriyle orada yaşayanların deneyimleri arasında büyük farklar olacaktır; çünkü bir şehre ilk kez ayak basanlar yaşadıkları ülkenin değerlerini, kültürünü, alışkınlıklarını beraberinde getirecek, gördüklerini bu süzgeçten geçirecektir. 


Bu, Londra’ya üçüncü gelişim olduğu ve daha önce akademik araştırmalar yapmak amacıyla burada 15 ay yaşadığım için sanırım meseleye artık hem içeriden hem dışarıdan biraz olsun bakabiliyorum sanırım. 


TERECİYE TERE SATMAK


Nasıl iyi bir mizahçı, iyi bir gözlemci olarak toplumun içinde yaşayarak günledik hayattan hepimizin bildiği anekdotları çekip çıkarıp (yani bizi bize anlatıp) bizi güldürüyorsa sosyal bilimler alanında çalışan bir akademisyenin görevlerinden biri de araştırdığı toplumun içinde yaşamaktır. Akademide biz buna “katılımcı gözlem” diyoruz. Kimse masa başında oturarak ya da salt kitaplardan okuyarak o toplumu tanıyamaz. 


Elbette her ne kadar girip çıkmadığım dernek, kurum, kahve vs. kalmadıysa da hiçbir zaman burada yaşayan birisi kadar bu toplumu tanıyamam. Bu yüzden bizimkisi biraz tereciye tere satmak olacak; ama yazının başını ve mizahçı örneğini hatırlarsak bazen başka bir gözden kendini görmek de iyi gelebilir insana. 


ABARTMA HASTALIĞIMIZ


Görüşmeler ya da gözlemler yapmak için gittiğim mekânlarda karşıma çıkan insanlarda gördüğüm en temel özellik iştahla anlatma istediği. Bu yüzden insanlarla konuşurken hiç zorlanmadığımı söyleyebilirim. Toplumda kendisini anlatmaya yönelik müthiş bir arzu var. Bu anlatma istediği bazen kişinin kendisini öne çıkarıp etrafındakileri göstererek “bunlar bilmez ama burayı en iyi ben bilirim” demesine dahi yol açabiliyor. 


Dikkatimi çeken bir başka husus ise meseleleri anlatırken abartma hastalığımız… Bu biraz da toplum içinde dolaşıma sokulan bilgilerin sorgulanmadan kabul edilmesinden kaynaklanıyor. Örneğin Londra’da yaşayan Türkiyeli toplumun nüfusu hakkında “biz burada 1 milyon kişiyiz”, “Londra’da sadece 500 bin Alevi var”, “Kıbrıslıları da sayarsak milyonu geçeriz” diyenleri çok duyuyorum. Oysa son seçimde kayıtlı seçmen sayısı 95 bindi bunların da 40 bini oy kullandı. Londra’da yaşayan Türkiye toplumunu yakından tanıyan uzun yıllardır burada yaşayan Profesör İbrahim Sirkeci’ye göre Türkiye toplumunun buradaki nüfusu 200-250 bin civarında… Nitekim seçmen sayısı da bu öngörüyü doğruluyor. 


MİZAH DUYGUSUNU KAYBETMEMİŞ TOPLUM


Londra’da yaşayan Türkiyeli topluma ilişkin bir başka izlenimim ise toplumdaki güçlü mizah duygusu… Kendi kendisini tiye alabilen, her koşulda gülecek bir şeyler bulabilen bu toplumda mizah acıya da sevince de eşlik ediyor.  


Örneğin Stoke Newington’da bir kahvehanede iki kişi birbiriyle şöyle şakalaşıyordu:

“Süleyman Amca senin yaş kaç?” 

“Altmış beş.”

“Allah’la kardeş olmana beş yıl kalmış desene. Ben altmış yaşına geleyim burada bir dakika bile durmam.”

“Gidip de ne yapayım Türkiye’de kimsem kalmadı ki.” 


Başka bir kahvede her yıl Türkiye’den gelen ve piyango bileti satan bir adamla tanıştım. Millî Piyango çekilişi için Londra’dan bilet alabiliyorsunuz! Çantasına koyduğu pantolonları kahve kahve dolaşıp satan satıcılar var. Pantolonlar kahvenin tuvaletihre giyilip deneniyor. 


Türkiye’den maçların canlı yayınlandığı kahvede dev ekranın yanında bir de küçük monitör vardı. “Bu ne için?” diye sordum. “He o mu” dediler. “Ondan bizim köyü yirmi dört saat izleyebiliyoruz. Birkaç yaz evvel köyün çeşitli yerlerine kamera koyduyduk.” Velhasıl özellikle birinci kuşak Türkiye’deymişçesine yaşamaya devam ediyor.  


“LONDRA ÇOK BOZULDU!”


“Çayda dem, askerlikte kıdem” deyişini “göçmenlikte kıdem” diye değiştirelim. Çok göç alan şehirlerde nedense her gelen göçmen grubu en çok daha önce gelip yerleşmiş göçmenler tarafından yadırganıyor ve ayrımcılığa uğruyor. 

Hani bir laf vardır; “Beyoğlu çok bozuldu, sokağa eskiden kravatla çıkardık” diye. Akademik çalışmaya dâhil olan göçmenlerle bazen bir saati aşan görüşmeler yapıyorum. Göçmenliğin ilk yıllarına ilişkin deneyimlerini sorarken “ilk yıllarda çok zorluk çektik. Dil bilmiyorduk. Birkaç kişi bir araya gelip aynı odalarda kaldık” diyen kişi görüşmenin sonuna doğru ilk söylediklerini unutup “Bulgarlar, Romenler geldi, Londra çok bozuldu. Hepsi bir eve doluşup kalıyor” diyebiliyor. Böyle bir durumda “abiciğim az önce sen de kendi hikâyenden bahsederken aynı şeyi söylemiştin!” diyemiyorum tabii... 

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan