video etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
video etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Ankara Anlaşmalılar: kalmak mı, bırakıp gitmek mi?

Hiç yorum yok

18 Ekim 2021

Bisikletli Gazete'nin Göçmenleri Gündemi programının bu bölümünde Ankara Anlaşmalılar ilk yıllarda yaşadıkları zorlukları anlatıyorlar. 








Ankara Anlaşmalılar Anlatıyor: ANKARA ANLAŞMASININ İLK YILLARI

Hiç yorum yok

10 Ekim 2021

Bisikletli Gazete'nin Göçmenlerin Gündemi programında Birleşik Krallık'ta yaşayan Türkiyeli göçmenler göç hikâyelerini anlatıyorlar. Bu yayında Ankara Anlaşması'nın ilk yıllarını konuşuyoruz. 










Tüm podcastleri dinlemek için 
👇











Rengin Kadın Korosu ilk konserini verdi

Hiç yorum yok

28 Temmuz 2021

Geçtiğimiz yıl kasım ayında Londra’da kurulan Rengin Kadın Korosu, ilk konserini gerçekleştirdi. Milfield Tiyatro’sunda iki seans halinde gerçekleşen konser büyük beğeni topladı.

  


Covid-19 kısıtlamaları nedeniyle herkesin eve kapandığı karantina döneminde Göçmen İsçiler Derneği (Gik-Der) ve Sosyalist Kadınlar Birliği (SKB) öncülüğünde oluşturulan Rengin Kadın Korosu dinleyici ile buluştu.

Kuzey Londra’nın Edmonton bölgesinde yer alan Millfield Theatre’da yapılan konsere her yaştan müzik severler katıldı. Korona koşulları nedeniyle öğlen ve akşam saatlerinde olmak üzere iki seans halinde yapılan konser dinleyiciden tam not aldı ve Türkiyeli toplumdan kurum ve belediye temsilcilerinin de katıldığı konser ayakta alkışlandı.



“KADININ VE SANATIN YANINDAYIZ”

Etkinliği organize eden GİK-DER ve SKB temsilcileri başarılı bir çalışmaya imza attıklarını ve ilerleyen dönemlerde benzer etkinlikler için şimdiden planlama yaptıklarını dile getirdiler. GİK-DER temsilcisi Helin Peköz, her daim kadının ve sanatın yanında olduklarını belirterek “Kadınların kapalı kapılar arkasında bir yaşam sürmesine gönlü ve fikri razı olmayan herkesi bize destek olmaya çağırıyoruz” dedi. 

SKB temsilcisi Bedriye Avcıl ise, kısa sürede kadınlarda birçok pozitif değişim yaşandığına vurgu yaparak “Alan açıldığında, kadınların ne kadar yetenekli ve mücadeleci olduğunu gördük” dedi.

Koronun şefliğini yürüten Zuhal Yıldırım Gök, farklı meslek, yaş ve deneyimden gelen kadınlar için bir ifade platformu oluşturduklarını ifade etti.



“SADECE MÜZİK YAPMIYORUZ”

Konserin bütün amatörlüklerine rağmen oldukça profesyonel bir şekilde gerçekleştiğini ifade eden Gök, sözlerini şöyle sürdürdü: “Toplumda inanılanın aksine, kadın kadının kurdu değil, yurdudur gerçeği ile hareket ediyoruz, konserde de bu gerçeğin meyvelerini aldık. Kadınların dayanışma ile bütün zorlukların üstesinden gelebileceğini gördük. Bu ilk konserimiz ama eminim bizi sahnelerde daha çok göreceksiniz. Kadın iradesinin önündeki engelleri birbirimize ses vererek aşıyoruz.”

Konser sırasında kadınlar tarafından hazırlanan Sivas anma slayt gösterimi, dinleyiciler için hazırlanan tanıtım broşürü ve korodaki kadınların yazılarından oluşan bültenin de büyük ilgiyle karşılandığını dile getiren Gök, “Rengin, müzik dışında da kadınlara birçok alanda kendini geliştirme zemini sundu” dedi.  




Rengin Kadın Korosu'nun Millfield Theatre’da verdiği konser ve konserin sahne arkası...




👉Rengin Kadın Korosu'nun Facebook'ta takip etmek için tıklayın...

👉Rengin Kadın Korosu'nu Instagram'da takip etmek için tıklayın...








Londra'nın en renkli müzik topluluğu: Rengin Kadın Korosu

Hiç yorum yok

15 Haziran 2021

 

📌Bisikletli Gazete söyleşilerinin bu bölümünde Londra'nın en renkli müzik topluluğu, Rengin Kadin Korosu üyeleriyle sohbet ettik.



Sohbetin konu başlıkları şöyle:

- Rengin Kadın Korosu ne zaman kuruldu?

- Üyeleri kimlerden oluşuyor?

- Online koro çalışması yapmanın zorlukları nelerdir?

- Yüz yüze koro çalışmasına geçtiklerinde zorlandılar mı?

- Hangi tür müzik parçalarını seslendiriyorlar?

- Koronın bir parçası olmak grup üyelerine nasıl hissettiriyor?

- Önümüzdeki dönemlerde konser planları var mı?

- Koro çalışmaları dışında topluluk olarak neler yapıyorlar?



























“Çektiğim her fotoğrafın romanını yazabilirim”

Hiç yorum yok

07 Mayıs 2021

Fotoğrafı bir yaşam tarzı haline getiren Vehbi Koca, Londra’da yaşayan Türkiyeli toplumun tarihine fotoğraflarıyla notlar düşmeye devam ediyor. 





Röportaj: Tuncay Bilecen, tuncaybilecen@gmail.com

Göçmenlerin yaratıcı bir etkinliği sürdürmeleri özellikle göçün ardından geçen meşakkatli yıllarda hiç de kolay değildir. Bu yüzden çoğu göçmen uğraşılarını, sanatsal yaratıcı etkinliklerini bırakmak zorunda kalır. Vehbi Koca, tutkusunun peşini bırakmayan ender  insanlardan biri. Fotoğrafı bir yaşam tarzı haline getiren Vehbi Koca, özellikle Londra’da yaşayan Türkiyeli toplumun tarihine fotoğraflarıyla notlar düşmeye devam ediyor. 


Fotoğrafa olan merakın nasıl başladı? 


Çocukluğumda resim çizerdim hatta resim eğitimi de aldım diyebilirim İngiltere’ye gelmeden önce. İyi de resim yapardım. Fakat bir gün, o dönemdeki  kadın arkadaşım bana doğum günü hediyesi olarak bir fotoğraf makinesi hediye etti. Böylece fotoğraf serüvenim başladı diyebilirim. Fotoğrafın oluşum sürecindeki hızı çok hoşuma gitmişti.  Deklanşöre basıyorsun,  fotoğraf çıkıyor. Resim gibi bir hafta, on gün ya da bira ay beklemene gerek yok. Pek sardı bu durum beni. Sıradan kompakt  bir makineydi, bir de eski, Rus yapımı bir makinem vardı, Lubitel marka, tepeden bakıyordun, çift lensliydi, siyah-beyaz fotoğraflar  çekiyordum. 


Fotoğrafa Türkiye’de başlamışsın o zaman…


Evet, ama Türkiye’de başlama kısmı çok az. Orada üç beş kare çektiysem, o kadar, asıl yoğunluk Londra’da başladı . 


O halde orada başlayan heves İngiltere’de bir yaşam tarzına dönüştü diyebiliriz.


Kesinlikle! Bu çok klişe bir laftır,  ben klişe lafları pek sevmem ama  ‘fotoğraf’ benim hayatımda tam bir yaşam biçimine dönüştü diyebilirim. 1988’de buraya geldiğimde resim yapmaya da devam ettim bir süre. Çok büyük kanvaslara, platformlara yağlı boya resimler yapıyordum. Herkes de çok beğeniyordu. Hatta bir kafede küçük bir sergi de açtım. Daha sonra sonra bir medya okuluna yazıldım. O zamanki adı London  School of Printing idi. Orada Multi Medya okudum bir yıl,  önemli  şeyler öğrendim fotoğraf üzerine. Hiç unutmam, orada benimle mülakat yapan sorumlu hoca “bana her şeyi anlat” demişti. “Seni niye okula alayım?” Bu arada benim yanımda olan bir arkadaş, “Vehbi sen 80’de askerî darbe sırasında Türkiye’de tutuklanmıştın,  böyle bir tecrüben var, anlatmalısın” demişti. “Bu durumun sanatta gelişimine,  katkıları olabileceğini, fotoğraf ve sinema yoluyla da toplumu aydınlatıp dönüştürecek işlerle kendini ifade edebileceğini söyleyebilirsin,” demişti. Ben de bahsettim, hoca da bana “kaç tane Yılmaz Güney tanıyorsun dünyada, onun yaşadığı tecrübeleri yaşayan, tabi ki anlatmalısın yaşadıklarını” demişti. Ve beni okula aldı. Alış o alış, ve tabiişin eğitim yanı yoğun bir şekilde devam etti. A level fotoğraf, arkasından iki yıllık visual dizayn kursu, haber-belgesel program yapımcılığı, sonra da Westminster Üniversitesi’nde multimedia ve sinema okudum. Aynı okulda bir de master yaptım. 


Yeni gelen göçmenler  ilk yıllarda yaşadıkları ağır koşullar nedeniyle ilgi duydukları sanat dalına yeteri kadar zaman ayıramıyorlar ve bir süre sonra da köreliyorlar. Böyle bir dönemden geçtin mi, yoksa bu dönemi çabuk mu atlattın?


Çok önemli bir soru bu gerçekten. Buradaki işin gelişme, eğitim, istediği şeyi elde etmedeki tutarlılık konusunda örnek verebileceğim insanlardan biriyim ben diye düşünüyorum. Hiçbir zaman bırakmadım ve tutkuyla sarıldım.  Sonuçta bambaşka, farklı bir coğrafyada yaşıyorsun. İş sorunların var, dil sorunun var. Buna rağmen fotoğrafı sonuna kadar takip ettim; çünkü bu mereti seviyorum. Kanıma girmiş durumda. Motivasyon tamamen buydu.  Sinema yapacağım, fotoğraf yapacağım, kendimi böyle ifade edebilirim. Bir gün Türkiye’ye döndüğümde çok güzel şeyler yapabileceğim konusunda inançlıydım. Hiçbir zaman bunu yapabilir miyim, iş bulamadım, ekonomik desteğe ihtiyacım var gibi şeyler düşünmedim. Sonuna kadar devam ettirdim. Motivasyonum hep yüksekti. Yıllar sonra beni gören arkadaşlarımın birçoğu “sendeki motivasyona hayranım,  hâlâ aynı çocuksu sevinçle, aynı tutkuyla devam ediyorsun, helal olsun sana” diyorlar bana. 





Belki de seninle birlikte aynı tutkularla gelen insanların bunları zamanla yitirdiklerine de şahit olmuşsundur. 


Üzülerek söylüyorum çoğu öyle oldu ister istemez. Çünkü buranın koşulları hiç de kolay değil. Önce kendini kabullendirmen gerekiyor, ispat etmen gerekiyor buradaki yapıya alışman adapte olman gerekiyor. Ondan sonra ayağı yere basan, kendini ifade edebileceğin, sana dönüşümü olacak olan şeyleri yapmaya çalışıyorsun. Zor oldu ama hiçbir zaman bırakmadım.


Biraz önce Türkiye’ye donanımlı olarak dönmek istiyordum, dedin. Bir gün geri dönerim düşüncesi hâlâ var mı kafanda? 


O düşünce hâlâ var. Aslında garip bir hüzne dönüştü  o düşünce. Bu ülkeye ben geldim geleli, abartmıyorum her yirmi saniyede bir gün ülkeye geri döneceğime ve orada sevdiğim işleri, dostlarımla, arkadaşlarımla yapacağıma o kadar çok inandım ki… Ama şimdi o bir hüzün olarak kaldı, hayal olarak kaldı. Şimdi iki aradayım. Kendimi buraya da ait hissetmiyorum,  oraya da ait hissetmiyorum. Arafta yaşıyorum gerçekten. Bu bir kayboluş değil, bilinçli bir reddediş aslında. Giderek evrensel olmamız gerektiğini anlıyorum. Ben sadece oraya ait değilim, buraya da ait değilim. Bu düşünce bazen korkutuyor beni ama daha üretkenleştiriyor. 


Fotoğrafın ruhuna da yakışıyor aslında değil mi bu evrensellik. Biraz dışarıdan bakmak, o camın dışından bakmak.


Çok doğru. Bu zaten fotoğrafın içeriğinde de var. Mesela vizörden baktığın zaman senin tarafsız, yan tutmadan baktığın bir delik o vizör. Bir de işin böyle bir yönü var. Beni en çok çeken yanı bu. Çünkü oradan baktığın zaman bütün ilkel duyguların şövenizmin, ırkçı bir temelin varsa ya da ne bileyim kadına karşı, doğaya karşı ilkel  ve hoyrat bir tavrın varsa , vizörden baktığında hepsi yok oluyor ve ‘duru’ ve gerçek bir insan oluyorsun. 


Peki, bu vizörden kendi kişisel tarihine de bakabildin mi? Hani terzi kendi söküğünü dikemez derler, fotoğrafçı olarak kendi kişisel tarihinin arşivini yaptın mı? 


Sen bir fotoğrafçı olarak çektiğin fotoğrafsın’. Bir fotoğrafçı olarak deklanşöre bastığın zaman aslında kendini çekiyorsun. Bunu üzerine basarak söylüyorum. Çok önemsiyorum bunu. Ben sadece karşımda gördüğüm şeyi fotoğraflayıp vizörüme alıp onu kalıcılaştıran bir fotoğrafçı değilim. Aynı zamanda çektiğim fotoğrafın kendisiyim. Nedir o, bir protestodur, buradaki LGBT hareketleridir, doğadır, sosyal bir olaydır, bir eğlencedir, bir festivaldir, adaletsizliktir.  Her bir  fotoğrafımı yaşıyorum ben.  Sana bütün fotoğraflarımın hikâyelerini tek tek anlatabilirim. Hatta her bir  fotoğrafımın romanını yazabilirim. 


Belki de iyi fotoğrafın sırrı budur? Karşındaki kişiyi, manzarayı araçsallaştırmayıp içine girdiğinde belki de iyi fotoğrafları böyle yakalıyorsun. 


Haklısın, çok değer verdiğim bir fotoğrafçı vardır Robert Capa. Macar asıllı Amerikalı bir savaş fotoğrafçısı onun şöyle bir lafı vardır, “eğer yakın değilsen çektiğin fotoğraf da iyi değildir ya da fotoğrafın iyi değilse yeterince yakın değilsin demektir .” Bu hem metaforik bir yaklaşımdır  ve hem de fiziksel bir yaklaşım. Benim o yüzden  en çok sevdiğim ve sıklıkla kullandığım lensim, geniş açı lenstir. Bu lenste de şöyle bir şey vardır, (12-24 milimetrelik bir lens kullanırım), konun her neyse çok yakın olmak zorundasın.  Yakın olman gerekir ki çerçeveyi doldurabilesin.  Ben çekim yaparken adamın nefesini hissediyorum,  kadının koltuk altının ter kokusunu hissediyorum. Küfürlerini duyuyorum. O kadar yaklaşıyorum. Mesela en son burada nazilerin sokak gösterisi vardı Black lives matter’a tepki olarak düzenledikleri. Diplerine kadar gittim, küfürler yedim, hatta kafama darbe de yedim. Bunun karşılığında tasarladığım hikâyeyi oluşturdum.  O hikâyeyi ayrıntılı olarak anlatmak istiyorsan, bunu yapmak ve  içine girmek zorundasın karenin, konunun en yakın şahidi olmalısın.  Ama uzakta durup tele-foto ile çektiğinde konunun dışındasın. Ben içinde olmalıyım konunun. Çünkü o çektiğim fotoğraf aynı zamanda benim hikâyem. 


Peki, zaman içinde fotoğraf yolculuğunda değişiklik oldu mu? Fotoğraf felsefen değişti mi? Fotoğraf seni dönüştürdü mü? 


Fotoğraf beni dönüştürdü. Artık daha anlayışlı ve toleranslı bakıyorum bir takım şeylere ve hayata.  Ruhumu eğitti fotoğraf benim. Fotoğraf hem yaşam tarzım oldu benim hem de düşünce tarzım oldu. Şimdilerde daha çok yaratıcı fotoğraflar çekmek istiyorum. Önümüzdeki dönemde belgesel fotoğraf ve (fine art) ve yaratıcı fotoğraflar çekmeyi planlıyorum. 



Türkiyeli toplumun fotoğrafla ilişkisini nasıl gözlemliyorsun?


Burada yaşayan Türkiyeli toplumun fotoğrafla ilişkisine gururla söylemeliyim ki 2006’dan bu yana büyük  katkı sundum kendimce. Onlarca öğrencim oldu. Birlikte çok güzel şeyler yaptık,yaşadığımız kenti tanıyıp fotoğrafladık. 

Türkiyeli toplum içinde çok dinamik bir fotoğraf potansiyeli yok burada maalesef. O hep içimde bir uhdedir, bir kırıklıktır. Bana göre fotoğraf hele hele etnik bir kültürden geliyorsan, kullanabilecek en güzel araçtır aslında. Fotoğraf kadınlar içindir, onları özgürleştirir.  Göçmenler içindir. Kadınlar, göçmenler en çok fotoğraf çekmeli. Bizim toplum bu konuda maalesef üretken değil. Benim bir çabam var. Mesela burada çok dinamik bir Alevi toplumu var. Sanat konusunda da çok açıklar, kapalı bir toplum değil. Sana hoş geldin diyor kollarını açıyorlar. Çok rahat bir çalışma ortamı buluyorum ben Alevilerin içinde. Onların tarihini burada fotoğraflıyorum,  semahlarını,  festivallerini,  anmalarını.  Bunları kitap haline getirmenin çabası  içindeyim. 


Dışarıdan bakan biri olarak senin insan fotoğrafı çekmekten daha çok hoşlandığını gözlemliyorum. 


Kesinlikle öyle. Ben kuş, böcek fotoğrafı çekmem, benim fotoğrafımın temelinde insan vardır. İnsanları, koşulları, politik görüşleri, rengi, dini, dili, ırkı ne olursa hiç ayrım gözetmeden,  fotoğraflarım. 

Biraz verdiğin kurslardan söz edelim.


Üyesi olduğum fotoğraf ajansları var. Bunlar benim fotoğraflarımı pazarlıyorlar, satıyorlar bu benim işimin bir yanı . Dünyanın her yerinde satılıyorlar bu fotoğraflar. Bir de bir İngiliz sanat kurumunda fotoğraf dersi  veriyorum. Tamamıyla İngilizce konuşan  öğrencilere ders veriyorum. Pazar günleri de kendi atölyem var. Orada da dersler veriyorum. Dört saatlik bir ders bu. Sekiz hafta sürüyor. Katılımın yoğunluğuna göre hafta sayısı değişiyor. Kurs süresince konumuza uygun mekânlarda ders yapıyoruz. İki tür ders veriyorum, birisi fotoğrafı keşfetmek diğeri de yaratıcı fotoğrafçılık. 


Verimli oluyor mu kurslar?


Çok verimli oluyor. Çok güzel geri dönüşler alıyorum. Virgin’ün sayfasında, benim reklamlarımı, fotoğraflarımı kullanıyorlar. Orada mesela çok güzel geri dönüşler var. Çok esprili, bilgili, herkesle tek tek ilgilenen, fotoğraf tutkunu ve sayesinde çok şey öğrendik gibi yorumlar göreceksin orada. Bu yorumlar çok çok önemli benim için.



Son olarak bundan sonra fotoğraf adına neler yapmayı planlıyorsun?


Korona meselesi biliyorsun bayağı sekteye uğrattı gidişatı. Öncelikle Alevi Kültür Merkezi’nde bir kurs düzenleniyor. Önümüzdeki cumartesi başlayacak. Bunun haricinde kendi kursum var pazar günleri devam eden. Benim asıl amacım kitap üzerine yoğunlaşıp onu en kısa zamanda çıkartmak. 

Ağustosun sonuna doğru Belfast’a yeniden gitmeyi planlıyorum. Oralarda eski politik kaosu yaşamış insanlarla röportajlar yapmayı düşünüyorum. Bunları kitaba, sergiye ve belgesel filme dönüştürmek gibi bir düşüncem var. Bunu önümüzdeki bir yılda yapmayı planlıyorum.


Peki,  sergi yapıyor musun?


Yaklaşık iki-üç yıldır yapmadım. Çok özledim sergi yapmayı. Bir tanesini Londra’da planlıyorum, bir tanesini de Türkiye’de.  Kuzey İrlanda üzerine olabilir, ayrıca buradaki Türkiyeli toplumun öne çıkmış olan karakterlerini  konu alan, ressam, yazar, akademisyen, tiyatrocu gibi, onların A2 boyutunda, poster boyutunda portrelerini çekmeyi planlıyorum çeşitli mekânlarda. Buda yedi, sekiz yıldır aklımda olan bir projedir. Böylece buranın tarihine’de böyle bir  bir not düşmek istiyorum. 





“Taşraseksüel erkeklerin Avusturya maceraları”

Hiç yorum yok

17 Nisan 2021

📌Bisikletli Gazete söyleşilerinde bu sefer Avusturya’ya pedalladık.
🚴




Konuğumuz Ramazan Yaylalı ile Anadolu’dan Avusturya’ya göç eden erkeklerin maceralarını konuştuk.


Programdaki konuşma başlıkları şunlar;
👉 Erotik sermaye nedir?
👉 Taşraseksüel göçmen erkekler bu sermayelerini nasıl kullandılar?
👉 Avusturya’da oturum almanın en kestirme yolu evlilikten mi geçiyordu?
👉 Avusturya göçmenler açısından nasıl bir ülke?
👉 Avusturya’da göçmenlerin yaşadığı ırkçılık ve ayrımcılık deneyimi ve İslamafobi…
👉 Göçmenlerde köklere dönüş duygusu nasıl yaşanıyor?








Tiyatro sanatçıları Pelin Markirt'in İthal Gelinler kitabından pasajlar seslendiriyor

Hiç yorum yok

29 Mart 2021

Göçmen yazar Pelin Markirt, İthal Gelinler adını taşıyan kitabında yurtdışına gelin giden yedi genç kızın başından geçenleri hikâyeleştiriyor. Bu hikâyeler içinde hüzün de var sevinç de... 

İngiltere, Amerika, Almanya'daki okuyuculardan büyük ilgi gören İthal Gelinler'den bazı pasajları tiyatro sanatçıları seslendirdiler.












Seslendirenler:
Zuhal Öztürk
Yağmur Doğan
Dila İren
Çağla Bozkır

Kitabı İngiltere, Almanya veya ABD'den satın almak için:


Kitap Hakkında

“Evlilik kumar gibidir” derler, öyleyse yurtdışına gelin gitmek “Rus ruleti oynamak” değildir de nedir?

İthal Gelinler’de, 2000’li yılların başlarında Adıyaman’ın Kara Dantel Sokağı’ndan mutlu bir gelecek umuduyla evlenip yurtdışına giden genç kızların başından geçenler kahramanlarının ağzından aktarılıyor.

Yedi kadın, yedi dünya, yedi coğrafya…

Yeni başlangıçlar!

Göçmen yazar Pelin Markirt tarafından, tek başına geçirdiği üç aylık karantina sürecinde kaleme alınan bu kitap, kadınlığın ve göçmenliğin temel sorunlarını iç içe geçmiş akıcı hikâyelerle sunuyor okuyucuya.

Markirt, evlilik nedeniyle başka ülkelere göç eden kadınlarda öne çıkan çaresizlik, öfke, umut, özlem gibi duygu durumlarını sinematografik bir dille anlatıyor İthal Gelinler’de.

Yazar Hakkında

Güneş’in dünyada en güzel doğup en güzel battığı dediği topraklarda, Mezopotamya’nın parçası Adıyaman’da doğan Pelin Markirt, yazı yazmaya küçük yaşlarda ilgi duymaya başladı. Ortaokul ve lise yıllarında okumakta olduğu Adıyaman Anadolu Lisesi’nde tiyatro ve müzik çalışmalarında yer aldı. Bilkent Üniversitesi İşletme Fakültesi’nde burslu olarak okuduğu sırada Radyo Bilkent’te halkla ilişkiler alanında gönüllü öğrenci olarak çalıştı. Erasmus değişim programı bursu kazanarak bir dönem Hollanda’da Groningen Üniversitesi’nde işletme ve yönetim eğitimi gördü. Bankacılık ve finans alanında uzun yıllar çeşitli rollerde görev aldı ve Boğaziçi Üniversitesi’nde Finans Mühendisliği alanında yüksek lisansını tamamladı.  Bilgi Üniversitesi tarafından düzenlenen Fenomen Romancılarımız Sertifika Programı’na katılarak yaratıcı yazarlık konusunda çalışmalarda bulundu.

Kendisini sanatın her dalına âşık biri olarak tanımlayan yazarın; çizgi film karakterleri çizmek, resim yapmak, dans etmek ve şarkılar söylemek hobileri arasındadır. Bunun yanı sıra seyahat etmekten çok hoşlandığı için seyahat yazıları da yazmaktadır. Türkçe, Kürtçe, İngilizce, İtalyanca ve Almanca bilmektedir.

Araştırma yapmaktan oldukça keyif alan yazar, 2019’dan bu yana Londra’da kurduğu yönetim danışmanlığı şirketi ile yaşamını İngiltere’de bir göçmen kadın olarak sürdürmektedir.





Dijital Çağın Görünmeyen Yüzü

Hiç yorum yok

22 Şubat 2021

 Ankara Anlaşmalı Yağmur Çelik ile kitabı “Geleceğin Distopyası - Dijital Çağın Görünmeyen Yüzü”nü konuştuk. 




👉 Yeni bir distopyada mı yaşıyoruz?

👉 Yeni dijital çağ totaliter bir sisteme mi dönecek?

👉 Bireysel yaşamlarımız data toplayan büyük şirketlerin tehdidi altında mı?

👉 Salgından sonra dijital yaşam nasıl olacak?


📢 Spotify'dan dinlemek için tıklayın




Fark yaratan Ankara Anlaşmalılar: “İşime farklılık katmayı seviyorum”

Hiç yorum yok

25 Aralık 2020

Melis Kahyaoğlu ile Ankara Anlaşması macerası ve yaptığı işler konusunda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.




Tuncay Bilecen 

bisikletligazete@gmail.com

Covid -19 salgınından en çok etkilenen sektörlerin başında etkinlik sektörü geliyor. Buna rağmen pozitif bakışını ve enerjisini yitirmeyen, düzenlediği etkinliklerle İngiltere’de “en yaratıcı event company” ödülünü alan M’Signature Event Company’nin direktörü Melis Kahyaoğlu ile Ankara Anlaşması macerası ve yaptığı işler konusunda keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.

Seni Londra’ya hangi rüzgâr attı? sorusuyla başlayalım.

Aslında çok güzel bir rüzgâr attı. Türkiye’de iyi bir kariyerim vardı. İngilizcemi geliştirmek adına, öğrenmenin yaşı yoktur diyerek öğrenci vizesi alıp altı aylık bir dil programıyla buraya geldim. İngilizcemi daha yoğun bir şekilde geliştirmek için başlangıçta Londra’yı tercih etmedim. Bu sayede İngiliz kültürünü öğrenmiş oldum. İngilizlerin dışarıdan göründüğü gibi soğuk ya da aristokrat değil de; çok insancıl, çok candan ve yardımsever olduklarını ve kendi kültürlerini öğretmek için can attıklarını gördüm.

İngiltere’de her şeyden önce bir kadın olarak daha güvende hissediyorsun. İnsanların birbirlerine özgürlük alanı tanımaları, medeniyet duygusu, saygının üst seviyede olması ve yasam standartları beni burada yaşamaya teşvik eden sebepler oldu. Burada bir hayat kurabilir miyim? diye düşündüm. İnsan önce kendine; “kendimi buraya ne kadar ait hissediyorum?” “Oraya ne katabilirim?” “Orası bana ne katabilir?” gibi sorular sormalı. Ben de Ankara Anlaşması’nı da duyunca şansımı denemek istedim. 

Anlaşmayı nereden yaptın?

İngiltere’den yaptım. Öğrenci vizemin bitmesine yakın Ankara Anlaşmasını yaptım ve olumlu sonuçlandı.

Ailen nasıl yaklaştı bu duruma? Bir sürtüşme yaşadınız mı?

Aksine annem beni her zaman destekledi. Bu geçen üç buçuk yıllık sürede de hep arkamda durdu. Bazen yeri geliyor, ailemizi, arkadaşlarımızı özlüyoruz. Bazen de duygusal olarak aşağıya düştüğümüz dönemler oluyor. Şartlar çok güzel gitse de acaba dönsem mi diye anlık düşünceleriniz olabiliyor. O noktada bile ailem, “hayır çok güzel bir yerdesin. Çok başarılı ilerliyorsun, çok daha güzel olacak” diyerek hep destek oldu.

Bu biraz da aidiyet duygusuyla ilgili sanırım. Ben Türkiye’deyken arkadaşlarım hep “senin kafan buraya ait değil” derlerdi. Yeni Türkü’nün Çember diye bir şarkısı vardır; ya dışındasındır çemberin/ Ya da içinde yer alacaksın/ Kendin içindeyken/ Kafan dışındaysa diye başlar, benim de biraz öyle oldu. Bedenim hep içeride ama kafam dışarıdaydı. Zaten hep bir yurtdışı vardı aklımda, çok yurtdışı seyahatim de oldu işim gereği. Daha önce gittiğim ülkelere baktığımda kendi adıma en ideal ülkenin İngiltere olduğuna karar verdim. Herkesin kendini ait hissedeceği yer farklıdır.

Senin hikâyeni biraz biliyorum; İngiltere’ye gelmenden itibaren hep işlerin yolunda gitmiş. Havaalanından başlayalım hikâyeye istersen.

İngiltere beni gerçekten bağrına bastı. İlk geldiğim günden itibaren kucağını açtı. Gatwick Havaalanı’nda pasaport kontrolüne geçtiğimde çok uzun bir sıra vardı. Bir polis memuru geldi yanıma, “sizin sıranız burası değil. Sizi öbür taraftan alacağız” dedi. Ben Türk olduğumu söyledim ama ya anlamadı ya da duymadı. Beni İngilizlerin geçiş yaptığı noktaya götürdü. Orada pasaportunu okutuyorsun, kapı açılıyor. Benim pasaportumda  çip olmadığı için polis memuru ne kadar uğraştıysa pasaportu okutmayı başaramadı. “Sizi çok yordum, beklettim” dedi ve beni doğrudan içeriye soktu. Böylece VIP bir giriş yaptım.

Bu ülkeyi çok mucizevi buluyorum. Bu tabii ki herkes için böyle olmayabilir. Bir şeyi gerçekten gönülden ve güzel bir şekilde hissedip istiyorsan ve doğru bir şekilde ilerlemeye çalışıyorsan, evren buna göre bir karşılık veriyor. Güzel beklentilerin, ideallerin varsa ve doğru yollarla emek harcıyorsan bir şekilde su akıyor yolunu buluyor ve başarılar seni kucaklıyor.

Yaptığın iş bakımından İngiltere’yi nasıl buldun?

Ben etkinlik yönetimi yapıyorum, kurumsal firmaların ve bazen devlet tarafının, İngiltere, İskoçya ve İrlanda’daki bütün kurumsal gezilerini, toplantılarını ve fuar katılımlarını gerçekleştiriyorum. Birleşik Krallık bu iş için biçilmiş kaftan diyebilirim. Çünkü burada bu iş için çok fazla seçenek var. Sanat, edebiyat, arkeoloji, mimari vb. herkese hitap edebilecek çok fazla alternatif var. Dolayısıyla bütün gruplara ilişkin yapabilecek çok fazla butik proje geliştirebiliyoruz.

İş yapma konusunda zorluk çektin mi?

İş yapma konusunda zorluk çekmedim. Ankara Anlaşması’nı aldıktan sonra ilk altı ay boyunca İngiltere’de şirket açtığımı hiçbir müşterime duyurmadım. Bu süre boyunca İngiltere ve İskoçya’yı şehir şehir gezdim. Altı ay inceleme, araştırma, proje geliştirme ve tedarikçi ağımı kurduktan sonra müşterilerime artık ben buradayım ve işlerinizi alabilirim dedim. Bundan sonra çok güzel geri dönüşler aldık. Son üç yılda çok güzel, büyük ve başarılı işlere imza attık.

 

Fabrikasyon çalışmayı, klasik turlar yapmayı sevmiyorum; çünkü o zaman yaptığınız işin bir esprisi kalmıyor, diğerlerinden bir farkın da olmuyor. Her firmanın veya grubun geliş amacına, yaş ortalamasına, beklentilerine göre gruplara özel programlar hazırlıyorum.

 

Ben kaybolup yepyeni şeyler keşfetmeyi, fikir üretmeyi çok seviyorum. Bu beni çok dinamik tutuyor. Altı ay boyunca gezme ve inceleme anlamında çok ciddi bir yatırım yaptım. İşime farklılık katmayı seviyorum. Firma benden bir teklif aldığı zaman her şeyden önce içeriği görüp heyecanlanmalı ve M’Signature Event Company farkı diyebilmeli.


 

Senin bir ödül aldığını duydum. Bu ödülden biraz söz eder misin?

Geçen sene geliştirdiğimiz bir konsept tur ile Türk basınında yer aldık. Bu sene de ürettiğimiz, tamamen şirketimize ve daha önceden uygulanmamış çok keyifli konsept turlarımız oldu, bunlardan biriyle bu sene İngiltere’nin en yaratıcı etkinlik firması seçildik. Bunu burada ve bir Türk firması olarak almış olmak bizim için çok büyük onur ve gurur…

Salgın süreci senin işlerini olumsuz etkilemiş olmalı. Bu süreci nasıl geçirdin?

Etkinlerimiz bütün dünyada olduğu gibi durdu. Şu anda önceliğimiz insan sağlığı olduğu için bu sürecin böyle geçmesi gerekiyor. Önümüzdeki Mart ayı gibi sektörün hareketleneceğini öngörüyorum. Çünkü evlere kapılıp hissetmeden, gezmeden, koklamadan, dokunmadan dünyanın güzelliklerini ve enerjisini görmeden hayatı sürdürmemiz mümkün değil.

M’Signature Event Company olarak Mart 2020 ayına kadar çok büyük etkinlikler gerçekleştirdik. Çok yoğunduk. O dönemde yeni bir şey üretmeye vaktimiz olmuyordu. Şu an öyle bir vaktimiz var. Hatta 2021 takviminde yer alan çok ses getirecek, onaylanmış ve 2021’e ertelenen projelerimiz var, 2021’de çok konuşulacağız. Ayrıca bu süreç gerçekleştiremediğimiz ziyaretleri yapmamıza sebep oldu. Online eğitimler alarak kendimizi yetiştirmeye, geliştirmeye devam ediyoruz. Bu süreci ah vah demek yerine, pozitifliğimizi koruyarak geçirmemiz gerekiyor, hayatta korkulara yer yok, korku hayalleri oldurur. Umut her zaman var diyerek, bu sureci içsel bir detoks olarak değerlendiriyoruz. Kendimizi nasıl güzelleştiririz, kendimizi güzelleştirirsek zaten işimizi ve çevremizi güzelleştiririz anlayışıyla üretmeye devam ediyoruz.

Ne güzel pozitif bakıyorsun…

Pozitif bakalım, hayat öyle ya da böyle çok güzel bu günler de dayanışmayla geçecek. Korkmamamız lazım, kendimize yatırım yapalım, işimize yatırım yapalım. İşler illa ki açılacak, açıldığında da hazır olalım bazı şeylere, sudan çıkmış balığa dönmeyelim. 

        


       




Maraş'ın katliamının yıldönümünde, "Aleviler ve Britanya'daki Alevi Diasporası"

Hiç yorum yok

22 Aralık 2020

 Maraş katliamının yıldönümünde, Dr.Öğr.Üyesi Cemal Salman ile "Alevileri ve Britanya'daki Alevi diasporasını" konuştuk.


Görüşmenin videosu aşağıdadır. 👇


© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan