latest
haber

KÜLTÜR-SANAT

VIDEO

video

VELESPIT HİKAYELERİ

velespit hikâyeleri

GÖÇMENLERİN GÜNDEMİ

YEREL HABERLER

LONDRA GÜNLÜKLERİ

Yönetmen Gülseren Daş ile “Kızkardeşliğin türküsü: Rengin” belgeseli üzerine konuştuk

No comments

Gülseren Daş’ın hazırladığı “Kızkardeşliğin türküsü: Rengin” adını taşıyan belgesel, Londra’da Rengin Kadın Korosu çatısı altında müziğin ortak dilinde buluşan kadınların umut ve direniş dolu yolculuğunu anlatıyor.  Yönetmen Gülseren Daş’la Rengin Kadın Korosu belgeseli hakkında konuştuk.  

 




Sizi tanıyabilir miyiz?

Sanırım hayattaki zor şeylerden biri kendimizden bahsetmek. Kısaca anlatayım, Elbistan’da doğdum, On beş yaşımda lise eğitimi için ailemle Mersin’e taşındık, sonrasında da Ankara İletişim Fakültesi’nde lisans eğitimimi tamamladım. 

Türkiye’de başta Gündem gazetesi olmak üzere çeşitli gazete, televizyon ve dergilerde haber müdürlüğü, dış haberler editörlüğü, editörlük ve fotoğrafçılık yaptım. 2009 yılında evlenerek yerleştiğim Londra’da belgesel fotoğrafçılığı alanında yüksek lisansımı yaptım. Bütün çocuklar gibi kendileri de çok tatlı olan Welat, Heja ve Eyşan’ın annesiyim. 2020 yılında kurulduğundan bu yana da Rengin Kadın Korosu’nun bir üyesiyim. 

Kızkardeşliğin Türküsü; Rengin, belgeselinizde kadınların koroya katılma hikâyelerine yer verdiniz, siz de koronun bir üyesisiniz ve bir dönem yürütmesinde sorumluluk aldınız, bu kez siz bize Rengin’e katılma hikâyenizi aktarır mısınız?

Pandemi nedeniyle global bir hapis dönemi geçirdiğimiz 2019-20 yıllarında annem Elif Daş, pankreas kanseri ile mücadele ediyordu. Hem Elbistan’da yaşadığı için hem de pandemi yasakları nedeniyle çok az yanında bulunabildim. Vefatı, karantinanın kısa süreliğine kaldırıldığı 2020 Temmuz ayına denk geldi ve kendisi ile vedalaşma imkânı buldum. Her ölüm insanı etkiler, anneminki de ailemizi derinden sarstı. Ben de herkes gibi bir hayat muhasebesi yaptım kendi içimde, hiçbir şeyi ertelememeye karar verdim.

 Annem bağlama çalmamı çok isterdi, yıllarca ertelemiştim, ancak onun anısına öğrenmeye karar verdim. Rengin ile de yolum bağlama aracılığıyla kesişti. Göçmen İşçiler Derneği’nin (GİKDER) Facebook’ta yayınladığı bağlama atölyesi ilanına başvurdum. Derslere başlayınca aynı dernek bünyesinde Rengin Kadın Korosu’nun da bulunduğunu öğrendim ve gerçekten kötü olduğunu düşündüğüm sesime rağmen koroya katıldım. 

Filmin ortaya çıkış sürecinden bahsedelim biraz…

Sanırım basından geldiğim ve fotoğrafa merakım olduğu için biraz mesleki bir deformasyon denebilir, kayıt altına alma alışkanlığım var. Ben de hayatı mercekten bakarak anlamlandıran insanlardanım. Koroya başladıktan kısa bir süre sonra kameramı da çalışmalara getirir oldum. Belgesel fikri ise zamanla oluştu. Benim merakımın dışında aslında belgesel biraz da kendini dayattı diyebilirim. 

Pandemi gibi bir süreç, hepimizin ayarları ile az buçuk oynanmış ve Londra’nın kuzeyinde gettolaşma dediğimiz şeyin dibine kadar yaşandığı bir bölgede kadın türküleri yükseliyor… Siz isteseniz de istemeseniz de belgesel ‘ben buradayım’ diyor. Pandemi sonrasında da İran’daki Mahsa Amini eylemleri, genel olarak mülteci sorunu vs. derken Rengin Kadın Korosu sanırım, bünyesindeki kadınlar için bir dış dünyaya bağlanma köprüsü oldu. Kadınların evden çıkması, özgüvenlerinin gelişmesi, sahnede türkü söylemeleri ve dünyada olup bitenle ilgili bir sözlerinin olması inanılmazdı. Belgesel doğallığında yapılacaktı…

Koronuzda seksenin üzerinde kadın var, tabii herkes ile görüşme yapma ve belgeselde yer erme imkânınız teknik olarak yok, peki belgeselde izlediğimiz kadınları neye göre belirlediniz, bunlarla görüşmeliyim dedirten ne oldu?

Aslında bütün kadınların anlatacakları ve göstermeye değer birer hikâyesi var. Tabii dediğiniz gibi teknik nedenlerle hepsine yer vermek imkânsız. Ama belgeseli kurgularken genel hissiyatı vermeyi ve belli bir temsiliyet oluşturmayı hedefledim. 

Korodaki ve ayrıca İngiltere’de göçmen olarak yaşayan diğer Türkiye kökenli kadınların hem kadın hem anne hem de göçmen olarak ortak bir paydada buluşabileceği hikâyeler olmasına özen gösterdim. Örneğin, neden Londra’ya geldik sorusunu sorarken; Türkiye’deki siyasi atmosferin etkisiyle bavulunu sırtlayan kadınları da, evlenerek aşk uğruna yola düşenleri de ekonomik kaygılarla kendini burada bulanları da temsil etmek istedim. Ya da annelik üzerine düşünürken, koromuzda bile azımsanmayacak sayıda özel ihtiyaçlı çocuk ebeveyni olan kadın varken, ki biri de benim, onların/bizim bu deneyimini de es geçemeyeceğime karar verdim. Koromuzda son dönemde birçok kadın arkadaşımız göğüs kanseri teşhisi ile tedavi görmeye başladı, kadınlık üzerine konuşurken bunu da görmezden gelemezdim. Sonuç itibariyle bütün bu göçmenlik, annelik ve kadınlık hikâyelerimiz Rengin Kadın Korosu’nun mayasını oluşturdu. Ve doğal olarak da belgeselde yer verdim.

Belgeselin aynı zamanda kurgusunu, çekimlerinin büyük bölümünü yaptınız. Rengin Kadın Korosu ile birlikte yapımcılığını da üstlendiniz. Bu deneyimlere bakışınız ne, sizi nasıl etkilediler?

Londra’ya 2009 yılında evlenerek yerleştim ve kısa aralıklarla üç çocuğum doğdu. En büyük çocuğum Welat’ın sağlık sorunları nedeniyle mesleğimi uzun bir süre yapamadım, son birkaç senedir oğlumun da büyümesi ile birlikte, küçük adımlarla korka korka bir şeyler üretmeye başladım. Bu belgesel de sanırım biraz benim mesleğe dönüş, yeniden üretme çabamın bir ürünü. 

Uzun zaman sevdiği şeyleri yapamayınca insan biraz maymun iştahlı oluyor. Onu da yapayım, bunu da yapayım gibi. Ben de hem bu mesleğe dönüş heyecanına kapıldığım için hem de çocuklardan arta kalan zamanlarda üretmek zorunda olduğumdan sanırım tek başına çalışmayı ve birden fazla işi üstlenmeyi alışkanlık edindim. 

Çalışmaların birçoğuna zaten kameram ile gidiyordum, konserde sahnede olduğum zamanlar hariç, büyük bir bölümünü kendim çektim. Amatör bir kamera kullanımına yer yer rastlayacaktır seyirciler, bunun bir sebebi tanıklık etmek, estetik kaygılar duymadan hikâyeyi anlatmak ise diğer bir sebebi de çekerken öğrenmemdir. 

Bir kurgucuyla çalışmak yerine YouTube videolarından kurgu öğrenerek, uygun olduğum zamanlarda kurguyu yaptım. Yapımcılık için Rengin’den destek alarak çalıştım. Bütün bu deneyimler benim için çok öğretici oldu. Özellikle kurgu beni gerçekten zorladı diyebilirim. İki yüz saati aşkın bir görüntüyü elemek ve onu bir hikâyeye oturtmak hele de minimum teknik bilgi ve YouTube videosu ile kurgu yapmak deli işi. Bir sonraki projemde bir ekip ile işleri bölüşerek yapmak sanırım daha zahmetsiz ve aynı zamanda daha sağlıklı olacaktır. Dışardan bakan bir göz, sizin kıyamadığınız görüntülere çok rahat kıyabilir ve daha zahmetsiz bir kurguya ulaşır diye düşünüyorum. 

Yaşadığınız zorluklar oldu mu?

Yukarıda bahsettiğim teknik zorlukların dışında yine altını çizmek isterim; anne olmak ve bütün üretim sürecinizi çocuklardan arta kalan zaman üzerinden planlamak inanılmaz yorucu. Eğer çocuk bakımı konusunda destek alırlarsa kadınların üretim süreçlerine katılımlarının artacağını tekrar tekrar anlamış oldum. 

Diğer bir zorluk da yıllar boyunca yapılan çekimleri elemek oldu. Saatler süren görüntüleri kullanmak tabii ki mümkün değil ama ayrıca seçim yapmak çok sancılı bir süreç. Bu konuda baita koro şefimiz Zuhal Yıldırım olmak üzere Rengin Kadın Korosu’nun yürütmesinde yer alan Bedriye Avcıl, Şirin Akgül, Funda Akça, Hatice Dağdelen, Nukhet Esetekin, Melda Bulat ve Suna Boyraz’ın hakkını teslim etmem gerek. Tıkandığım yerlerde bana yol gösterdiler, hatta elediğim bazı görüntülere yer vermem konusunda beni yönlendirdiler. İyi ki de öyle yapmışlar, sonuçta Rengin’de kollektif üretim esas alınıyor ve belgesel bir istisna olamazdı.

Bu arada eklemek isterim çeviri süreci de uzun sürdü belgeselin. Benim açımdan bir dile hakim olamamak da büyük bir zorluktu. Neyseki Gik-Der bünyesinde oluşturulan bir çeviri grubu bu sorunu çözdü. Başta İbrahim Avcıl olmak üzere çeviri ekibine de tekrar teşekkür etmek isterim.

Şunu da yapsaydım dediğiniz ve belki bir sonraki çalışmanızda size ışık tutacak şeyler oldu mu?

Bu proje biraz doğaçlama oldu, koşullardan dolayı. Belki tek tabanca yerine bir teknik ekip ile çalışmak, hikâyenin yolda oluşmasını beklemektense bir ön araştırma ve planlama yapmak yerinde olurdu… 

Bu aynı zamanda bir göç belgeseli, belki giderek hayatımızdan ve hafızalarımızdan silinmekte olan bir kültürü yaşatma ve aktarma çabası da… Türküler, gurbet ve göç aslında çok iç içe geçen kavramlar, buna bir de Londra’yı ekliyorsunuz…

İngiltere genelinde büyük bir Türkiyeli nüfusu var. Maraş katliamıyla Aleviler, 80 darbesiyle solcular, 90’lardaki katliamlarla Kürtler akın akın İngiltere’ye gelmiş. Buna 2000’li yıllarda ve sonrasında eklenen ekonomik göçü, Ankara Anlaşmalıları, Türkiye’deki rejimin baskısıyla gerçekleşen Gezi sonrası göçü de eklerseniz sayı azımsanmayacak rakamlara ve aynı zamanda binlerce hikâyeye ulaşır. 

Her göçmenin korkulu rüyası asimilasyon olduğundan, ilk etapta içe kapanma ve kültürünü koruma refleksi gösteriliyor. Ancak on yıllardır İngiltere’de yaşayan ve en az üç kuşaktır buralı olan bir topluluk için artık refleksten çıkıp bir entegrasyon sürecine girdiğini görürüz. Dolayısıyla Rengin’de de refleksten ziyade daha bilinçli bir oluşumla göçmen olmanın bilinci ile kültürünü yaşatma ve gelecek kuşağa aktarma amacı var. 

Yüzyıllar boyunca direnişin, sevincin, ölümün taşıyıcısı olan türküler Londra’da ise göç hikâyelerimizi sırtlandı. Biz de Rengin'de türküler aracılığıyla dostluklar kurup, günlük sıkıntılarımızdan sıyrılırken aynı zamanda hem tarihimize hem de birkaç nesil sonrasına köprüler atıyoruz. 

Seyirci bu belgeseli izledikten sonra salondan nasıl bir duygu ile ayrılsın istersiniz, özellikle kadın seyirci için direkt mesajınız veya satır aralarında vermek istediğiniz mesaj nedir?

Genel olarak seyircinin umutlu bir şekilde salondan ayrılmasını diliyorum. Uygun koşullar yaratıldığında kadınların üretmekte sınır tanımadığını fark etmelerini isterim. 

Kadın izleyici ise en yakınındaki kadına sarılsın ve dünyayı birlikte yaşanılabilir bir yer yapacaklarını bilsin.

Bundan sonraki projeleriniz neler?

Aslında temel projem tabii ki çocuklarımı yetiştirmek, ancak fotoğraf ve belgesel sinemanın da büyük bir yeri var hayatımda. Birkaç fotoğraf projem hali hazırda devam ediyor. Onları bitirmeyi ve uzun zamandır yapmak istediğim ama bir türlü imkân yaratamadığım, bir belgesel projesini hayata geçirmeyi umuyorum. Henüz emekleme aşamasında olduğu için şimdilik bahsetmeyeyim konusundan, ama umarım onun üzerine de bir gün söyleşi yapma fırsatımız olur. Röportaj için çok teşekkür ediyorum. 


 Yer: Londra Cemevi, Woodgreen

Tarih: 4 Temmuz, Cuma

Saat: 19:30


LSE Contemporary Turkish Studies'in düzenlediği online panelinin başlığı: “Türkiye 2025: Yapısal Süreklilikler ve Görünür Değişim"

No comments



Londra Ekonomi Okulu (LSE) Contemporary Turkish Studies Community, Türkiye’nin 2025 yılı boyunca yaşadığı siyasi, ekonomik ve dış politika gelişmelerini ele alan bir online panel düzenliyor. “Türkiye 2025: Yapısal Süreklilikler ve Görünür Değişim” başlıklı etkinlikte uzmanlar, yılın dikkat çeken gelişmelerini daha geniş bir tarihsel ve kurumsal çerçevede değerlendirecek.

Panelde Pelin Ayan Musil, Esra Çuhadar, Işık Özel ve Buğra Süsler konuşmacı olarak yer alırken, moderatörlüğü Prof. Yaprak Gürsoy üstlenecek.

Etkinlikte; Türkiye–ABD ilişkilerindeki yakınlaşma, Orta Doğu’daki değişen dengeler, Kürt meselesine yönelik yeni komisyonun kurulması, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının tetiklediği protestolar ve ekonomide süregelen zorluklar gibi 2025’in öne çıkan başlıkları masaya yatırılacak.

Panel, bu gelişmelerin gerçek bir kırılma mı yoksa Türkiye’nin köklü siyasi ve kurumsal dinamiklerinin bir devamı mı olduğunu tartışmayı amaçlıyor.


Etkinlik Detayları

  • Başlık: Türkiye 2025: Yapısal Süreklilikler ve Görünür Değişim

  • Tarih: 11 Aralık 2025, Perşembe

  • Saat: 18.00–19.30 GMT (21.00–22.30 Türkiye saati)

  • Format: Online, halka açık etkinlik

  • Konuşmacılar: Pelin Ayan Musil, Esra Çuhadar, Işık Özel, Buğra Süsler

  • Moderatör: Prof. Yaprak Gürsoy

Gik-Der’den hükümetin “göçmen düşmanı yasa ve uygulamalarına karşı mücadele” çağrısı

No comments

Göçmen İşçiler Kültür Derneği  (Gik-Der) hükümetin göçmenlerin ve göçmen çocuklarının en temel haklarını hedef alan uygulamalarına yönelik bir basın bildiri yayınladı.



Gik-Der’in bildirisi şöyle:

İşçi Partisi hükümeti, derinleşen ekonomik krizin ve yıllardır süren yanlış politikaların sorumluluğunu bir kez daha en savunmasız kesim olan göçmenlere yüklemeye çalışıyor. İçişleri Bakanı Shabana Mahmood’un “ülkeyi yasadışı göç parçalıyor” söylemiyle duyurduğu yeni plan, hükümetin göçmenleri hedef alan ırkçı ve baskıcı yaklaşımının açık bir itirafıdır. Bu düzenlemeler yalnızca politik bir tercih değil, aynı zamanda insan haklarına, hukuka ve temel insani değerlere yönelmiş kapsamlı bir saldırıdır.

Hükümetin planına göre mültecilerin süresiz korunma hakkı tamamen kaldırılacak; her 30 ayda bir statüleri yeniden sorgulanarak insanlar sürekli bir güvencesizlik döngüsüne mahkûm edilecek. Kalıcı oturum için gerekli süre 5 yıldan 20 yıla çıkarılarak mültecilerin hayatlarını onlarca yıl beklemeye, belirsizliğe ve psikolojik baskıya zorlayan bir sistem yaratılıyor. “Güvenli ülke” bahanesiyle sığınmacıların hızla geri gönderilmesi planlanırken, insanların yaşadığı işkence, baskı veya savaş koşulları görmezden geliniyor.

Hükümet aynı zamanda en temel yardımları bile kısıtlama niyetinde. Sığınmacılara yapılan yardımlar ciddi şekilde daraltılacak, çalışma hakkı olsa bile geçimini sağlayamayanlar desteksiz bırakılacak. Yasal süreçlere uymayan ya da zor koşullar nedeniyle kayıt dışı çalışmak zorunda kalanların yardımları tamamen kesilebilecek. Aile birliğini koruyan temel hukuk ilkeleri hiçe sayılarak uygulaması daraltılıyor; binlerce ailenin parçalanmasının önü açılıyor. Çocuklu ailelerin dahi zorla sınır dışı edilmesi ihtimali gündeme getiriliyor.

Yaş tayininde yapay zekâ kullanılması, özellikle çocuk sığınmacılar için büyük bir hak gaspına dönüşebilir. Hatalı veya yanlı algoritmalar yüzünden çocukların yetişkin muamelesi görme riski artıyor; böylece korunma hakkı en baştan zedeleniyor.

Plan milyonlarca insanı uzun yıllar boyunca belirsizlik, güvencesizlik ve devlet eliyle uygulanan psikolojik baskı içinde bırakmayı hedefleyen sistematik bir saldırıdır. Göçmenler zaten zorlandıkları iş bulma, konut edinme, eğitim ve sağlık hizmetlerine erişim gibi alanlarda daha da çıkmaza sürüklenecek; çocukların beslenme, barınma ve güvenli yaşam gibi en temel hakları dahi gasp edilecektir.

İşçi Partisi hükümetinin bu açıkça ırkçı, hukuksuz ve insanlık dışı planı yalnızca göçmenleri değil, bu ülkede yaşayan tüm emekçileri, tüm toplum kesimlerini tehdit ediyor. Çünkü hakların budanması, ayrımcılığın derinleştirilmesi ve hukukun zayıflatılması her zaman en zayıftan başlar ama herkesin özgürlüklerini hedef alır.

Göçmen işçileri, kadınları, gençleri ve tüm emekçileri, bu saldırgan ve adaletsiz plana karşı omuz omuza mücadele etmeye çağırıyoruz. Bu düzenleme ancak ortak bir direnişle durdurulabilir.

 

Londra Kit@pEvi’nin düzenlediği 7. Kitap Şenliği başlıyor

No comments
Londra Kit@pEvi'nin düzenlediği  7’nci Kitap Şenliği  edebiyat severlerle buluşuyor. 14–30 Kasım 2025 tarihleri arasında gerçekleştirilecek şenlik, söyleşilerden konserlere, tiyatro oyunlarından imza günlerine kadar geniş bir etkinlik programı sunuyor.

 



25 Kasım 2001’de hizmete açılan Kit@pEvi’nin kurucularından İrfan Şahin, şenliğin anlamını şu sözlerle dile getirdi:

“Kitapsız bir yaşam düşünülemez. Daha yaşanabilir bir dünya için daha çok kitap! Edebiyatı, sanatı ve hayatı seven herkesi Londra Kitap Şenliği’ne davet ediyoruz. Bugünlere gelmemizde pay sahibi olan tüm yazar ve sanatçılarımıza sevgi ve saygılarımızı, desteklerini esirgemeyen dostlarımıza da içten teşekkürlerimizi iletiyoruz. Sevgiyle, edebiyatla, şiirle ve sanatla… Yaşasın hayat, yaşasın sanat!”

Şenliğin bu yılki mottosu ise Emile Zola’nın ilham veren sözünden esinleniyor:
“İnsanlık, yalanı ve adaletsizliği kılıçla değil, kitapla yenecektir.”

 


Etkinlik Programı

Müzikten şiire, tiyatrodan açık mikrofon buluşmalarına kadar geniş bir yelpazeye yayılan etkinliklerin bazıları şöyle:

16 Kasım Pazar – 18.00
Dodan Özer – Şiir ve Müzik


22 Kasım Cumartesi – 15.00
Edebiyat ve Şiir Söyleşileri
Konuklar: Canan Aktaş, Kamil Küpeli, Gül Greensdale, Gülsüm Coşkun, Nedime Koşgeroğlu – Söyleşi ve İmza






22 Kasım Cumartesi – 19.00

Kelebekler Özgürdür (Tiyatro) – Yönetmen: Ayşegül Hardern




23 Kasım Pazar – 13.00

Söyleşi & İmza
“Ben Gülüyor Muyum?” – Cengiz Bozkurt ve Semiha Durak




23 Kasım Pazar – 18.00
Gülmek Çok Güzel Show – Yönetmen: Yüksel Ünlü




28 Kasım Cuma – 18.00
Profesyonel Moda, İmaj ve Stil Atölyesi – Ayda Göktürk Çetinkaya

28 Kasım Cuma – 20.00
Açık Mikrofon & Pointing Fingers – Halla & Mionsky




30 Kasım Pazar – 17.00
Elektrikli Sandalye – “İçin, Elektrik Yok!” – Yönetmen: Melissa Kenter

30 Kasım Pazar – 19.00
Pointing Fingers – Halla & Mionsky




30 Kasım Pazar 

Greek Music – Grup Antama

 

Etkinlik Mekânı

Kit@pEvi – Fieldseat
Adres: 665 High Rd, London N17 8AD
Tel: 020 8808 2525
WhatsApp: +44 7946 376776

 

Shabana Mahmood'un radikal göçmenlik planları işleyecek mi?

No comments

İçişleri Bakanı Mahmood’un sığınmacı statüsünü geçici hale getirme ve insan hakları yasalarını elden geçirme önerileri, Birleşik Krallık'ın en katı göçmenlik sistemlerinden birini yaratma yolunda ilerlerken, İşçi Partisi milletvekillerini bölmüş durumda.




Yeni İçişleri Bakanı Shabana Mahmood'un, Başbakan Sir Keir Starmer tarafından on hafta önce göreve getirilmesinden bu yana, Birleşik Krallık'ın göçmenlik sisteminde radikal değişiklikler yapma amacı güttüğü biliniyor. Son günlerde duyurulan cesur politikalar arasında, mülteci statüsünün geçici süreyle sınırlandırılması, sınır dışı etmeleri kolaylaştırmak için insan hakları yasalarında değişiklik yapılması ve suçluları ile yasadışı göçmenleri geri kabul etmeyen ülkelere vize yasağı tehdidi yer alıyor. Hükümet, bu değişiklikleri İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana sığınma sistemine yapılan en önemli reformlar olarak lanse ediyor. Oxford Üniversitesi Göç Gözlemevi'ne göre, bu reformlar Birleşik Krallık'ın sistemini Avrupa'nın en katı sistemlerinden biri haline getirecek.

Ancak, bu planların hem insani hem de pratik açıdan tartışmalı olduğu belirtiliyor. Sığınmacıları destekleyen Mülteci Konseyi gibi kuruluşlar, mülteci statüsünü geçici yapmanın "son derece pratik dışı" ve "insanlık dışı" olduğunu savunuyor. İçişleri Bakanı'nın ekibi, bu duyuruların gazete manşetlerinde ve televizyon yayınlarında yarattığı olumlu etki nedeniyle memnun olsa da, asıl zorluğun kendi partilerinin milletvekillerini bu planlara topluca oy vermeye ikna etmek olduğunun farkında.

Parti içindeki gerilimler şimdiden su yüzüne çıkmaya başladı. Hükümetin refah reformlarını daha önce eleştiren Rachael Maskell gibi bazı İşçi Partisi milletvekilleri, meslektaşlarının çoğunun bu planlardan "ciddi şekilde endişe duyduğunu" dile getirdi. Maskell, hükümetin göç konusunda "tamamen yanlış yöne" gittiğini ve insan hakları yasasının uygulama şeklini değiştirme planlarının "çok ileri bir adım" olduğunu belirtti. Bir diğer şüpheci vekil Brian Leishman da, "büyük çekinceleri" olduğunu ifade ederek, bakanları "sadece insanları şeytanlaştırmak isteyen Farage ve Reform Partisini taklit etmeyi bırakmaya" çağırdı. Reform UK lideri Nigel Farage'ın, "İçişleri Bakanı Reform destekçisi gibi konuşuyor" şeklindeki alaycı açıklaması, bu politikaların partisinin temel değerleriyle ne kadar çeliştiğini gösteriyor.

Mahmood'un müttefikleri, parlamentodaki muhalefet ihtimalini en aza indirmek için "reform için ikna edici ahlaki gerekçeyi" sunmak amacıyla son haftalarda İşçi Partisi milletvekilleri gruplarıyla toplantılar düzenliyor. Ancak özelde, bu politikalar ve beraberindeki retorikle birçok İşçi Partili'nin rahatsız olması nedeniyle dengenin zor kurulacağını kabul ediyorlar. Hem Muhafazakarlar hem de Reform UK, bu gerilimleri hissediyor ve bunlardan yararlanmaya çalışıyor; her ikisi de bu planların Avam Kamarası'ndan bile geçeceğinden şüpheli olduklarını belirtiyor.

Kaynak: BBC

 

İlhan Erşahin’s Istanbul Sessions, EFG London Jazz Festivali kapsamında EartH'te sahne alacak

No comments


 

23 Kasım 2025 Pazar akşamı, EFG London Jazz Festival kapsamında dünyaca ünlü saksafoncu ve besteci İlhan Erşahin, “İstanbul Sessions ile Londra’da unutulmaz bir konser vermeye hazırlanıyor. London Jazz Festivali kapsamında gerçekleştirilecek olan konser, şehrin önemli kültür duraklarından EartH’te (Theatre) saat 18.30’da müzik severlerle buluşacak.

New York’un yeraltı müzik sahnesinin efsanevi figürlerinden biri olan İlhan Erşahin, hem kulübü hem de plak şirketi Nublu ile kentin enerjisini tüm dünyaya taşıyan nadir isimlerden biri. Erşahin’i Sao Paolo’da Red Hot Chili Peppers’la jam yaparken, Tokyo Blue Note’ta Bugge Wesseltoft ile aynı sahneyi paylaşırken veya Avrupa’nın görkemli salonlarında Roman müzisyenlerle doğaçlama bir set çalarken görmek mümkün.

2008’den bu yana Istanbul Sessions, New York’tan İstanbul’a, Paris’ten Sao Paolo’ya, Londra’dan Üsküp’e uzanan geniş bir coğrafyada sahne aldı. Cazın sınırlarını aşan, kimi zaman bir rock grubunun enerjisini taşıyan, kimi zaman köklü “Doğu–Batı buluşması” temasını gerçek anlamda vücuda getiren bu proje; ustalık seviyesi müzisyenlik ile yüksek eklektizmin buluştuğu bir deneyim sunuyor. Grubun müziği belki de en çok, “sinematik” olarak tanımlanabilir.

İlhan Erşahin, Londra konseri öncesi heyecanını şöyle dile getiriyor: “Londra’da sizler için gelip rock yapmayı sabırsızlıkla bekliyorum. NYC’nin enerjisini, Nublu ve Studio 151’in ruhunu Istanbul Sessions ile harmanlayarak getiriyoruz. Farklı şehirlerde yaşamamıza rağmen yılda birkaç kez buluşup çalıyoruz ve birlikte hep harika zaman geçiriyoruz. İstanbul’un enerjisi NYC’ye benzer; çünkü Avrupa’dan farklı bir ruhu var. Londra’da doğaçlama çalmak ise her zaman zevkli. Bu yıl özellikle London Jazz Festival için çok heyecanlıyız. Geliyoruz ve sizinle jazz it out yapmaya hazırız. Teşekkürler!”

Bu konserde İlhan Erşahin’e, bas gitarda Alp Ersönmez, davulda Turgut Alp Bekoğlu ve perküsyonda İzzet Kızıl eşlik edecek.

Gecenin açılışını ise, YouTube’da plak kültürünü merkezine alan efsanevi kanal My Analog Journal’ın kurucusu, yapımcı, DJ ve koleksiyoner Zag Erlat yapacak. İstanbul doğumlu, Londra merkezli Zag Erlat; 2017 sonunda kurduğu MAJ ile dünyanın dört bir yanından türlere, dönemlere ve kültürlere yayılmış plak seçkileriyle geniş bir takipçi kitlesi kazandı. Kanal, özellikle Türk psikedelik rock arşivlerinin sunumu ile büyük ilgi gördükten sonra farklı kültürlere açılarak büyümeye devam etti.

Bu özel gece, hem Istanbul Sessions’ın nefes kesen enerjisini hem de My Analog Journal’ın benzersiz müzik evrenini aynı sahnede buluşturacak.

 

Yer: EartH (Theatre)

Adres: 11–17 Stoke Newington Road, N16 8BH

Tarih: 23 Kasım 2025, Pazar

Saat: 18:30 (Kapı açılış 17:30)

 

Bilet: https://dice.fm/event/dkx2rq-ilhan-ersahins-istanbul-sessions-23rd-nov-earth-london-tickets

 


Ilhan Ersahin’s Istanbul Sessions to Light Up EFG London Jazz Festival

 

On Sunday 23 November 2025, internationally acclaimed saxophonist and composer Ilhan Ersahin will bring his renowned project Istanbul Sessions to London for a standout performance as part of the EFG London Jazz Festival. The concert will take place at EartH (Theatre), 11–17 Stoke Newington Road, N16 8BH, with doors opening at 5.30pm and live music starting at 6.30pm.

 

Ersahin is widely recognised as one of the essential figures of New York’s underground music scene. Through his influential club and record label, Nublu, he has carried the city’s distinctive energy to audiences around the world. His musical journey has included jamming with Red Hot Chili Peppers in São Paulo, performing with Bugge Wesseltoft at Blue Note Tokyo, and creating intimate, improvised sets with Roma musicians in some of Europe’s most prestigious concert halls.

 

Since its formation in 2008, Istanbul Sessions has performed across a vast international landscape, from New York to Istanbul, from Paris to São Paulo, from London to Skopje. Their sound is often described as cinematic. It pushes the boundaries of jazz while carrying the energy of a rock band and expressing a genuine East to West musical connection. The project blends top level musicianship with a bold and eclectic artistic vision.

 

Ilhan Ersahin shared his excitement ahead of the London concert:
"I am really looking forward to coming to London and rocking for you. We are bringing real New York City energy, with the vibes of my clubs Nublu and Studio 151, mixed with my Istanbul band Istanbul Sessions. Although we live in different cities, we meet up a few times a year and always have a great time playing together. The energy in Istanbul is similar to NYC because it is not quite European. Improvising in London is always a pleasure. We are coming excited and ready to jazz it out for you all. Thank you."

 

For this performance, Ersahin will be joined by Alp Ersonmez on bass, Turgut Alp Bekoglu on drums and Izzet Kızıl on percussion. This line up is known for delivering electrifying performances built on improvisation, rhythmic drive and deep musical chemistry.

The evening will open with a set by Zag Erlat, the Istanbul born and London based producer, DJ and record collector behind the widely followed YouTube channel My Analog Journal (MAJ). Since launching the platform in 2017, Erlat has attracted a significant global audience with vinyl only mixes that explore genres, cultures and eras. MAJ began with a focus on Turkish psychedelic rock from the 1970s and has since grown into a rich and diverse musical archive.

 

This special night brings together two unique musical worlds: the powerful, boundary pushing sound of Istanbul Sessions and the analogue driven, globally inspired selections of My Analog Journal.

 

Tickets are available at: https://dice.fm/event/dkx2rq-ilhan-ersahins-istanbul-sessions-23rd-nov-earth-london-tickets

 

 

 

Djanan Turan, EFG London Jazz Festival’inde Jamboree sahnesinde

No comments



23 Kasım 2025 Pazar akşamı, EFG London Jazz Festival kapsamında Jamboree’de çok özel bir konser gerçekleşiyor.  Kuzey Londra’nın alternatif müzik sahnesinin öne çıkan isimlerinden, şarkıcı-söz yazarı Djanan Turan, uzun yıllardır birlikte çalıştığı grubu ile saat 20.30'da sahnede olacak.

Djanan, hem İngilizce hem Türkçe söylediği şarkılarıyla dil ve kültür sınırlarını aşan müzikal bir dünya kuruyor. Müziğinde atmosferik gitar tınılarını ürpertici synthlerle buluşturarak Türk halk müziği klasiklerine taze ve çağdaş yorumlar getiriyor; ayrıca kendi özgün bestelerine de yer veriyor.

Bu özel gecede Djanan’a, uzun süreli müzikal yol arkadaşları Alice Mary Jelaska (klarnet), Berdin Pamukcu (gitarlar) ve Matt King Smith (bas gitar) eşlik edecek. Birlikte oluşturdukları tını, caz dokunuşlarıyla zenginleşirken; sözlü anlatım klarnetin ruhlu tonları, gitarın detaylı dokuları ve groovy bas çizgileriyle birleşiyor. Ortak müzik geçmişleri, hem sıkı örülmüş hem de spontane bir ses yaratmalarını sağlıyor; zamansız geleneklere kök salmış, aynı zamanda yenilikçi ve çağdaş bir müzikal yolculuk sunuyor.

 

Yer: Jamboree, 6 St Chads Place, Kings Cross, WC1X 9HH

Kapılar: 20.00

Giriş: £12 / £8 / £15

Bilet: https://wegottickets.com/f/14283





© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan