J. Derrida- Arşiv Ateşi
Bu yazıda, Londra’nın en sıcak gününde izlediğim,
Tristan Bernays’ın kaleme aldığı, Çağ Çalışkur’un rejisiyle sahnelenen, İdil
Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyuncu olarak yer aldıkları “Old Fools” adlı oyunu Derrida’nın “arşivleme” metaforu üzerinden
inceliyorum.
Eda Çatalçam
Tiyatrocu, eğitmen ve Mavi Productions'un kurucusu
Oyunun İstanbul’da da “Old Fools” adıyla
sahnelendiğini öncelikle belirtmek isterim. Bazı kelimelerin çevrilemediği, tam
karşılığını bulamadığı oyun isimlerinden “Old Fools”. Hani tam olarak çevirip
adını koyamasan da duygusundan tanıdığın bir oyun. “Old Fools” oyununun sonrasında, boğazımda
oluşan yumruyu ya da üstüme yapışmış inatçı bir tozu silkeleme hareketi yapma
ihtiyacımı veya oyunun omuzlarıma bıraktığı ağırlığı üstümden atma gereksinimim,
sonunda akacak bir yol bularak kelimelere dönüştü. Çok sıcak, her şeyin
buharlaştığı bir Londra gününde izlediğim “Old Fools”u beynimin arşivlediği
haliyle sizlere aktarmaya çalışacağım.
Seyİrcİ Fuayesİnden Sahneye
Derrida, dilimize “Arşiv Ateşi” ya da “Arşiv
Humması” olarak çevrilen eserinde arşivlemeyi pek çok başlıkta irdeler. Bense
Derrida’nın bu eserini “Old Fools” oyunundan hareketle, arşivlemenin hatırlamak
değil unutmak üzerine de yapılan bir eylem olduğu olgusu üzerinden ele almaya
çalışacağım. “Old Fools” oyunu özelinde, bir tür hafıza yaratmak için arşivleme
tekniği ile yaptığım yukarıdaki girişin çıkış noktası, oyunun seyircisi olarak
beni, Tom ve Viv’in ilişkilerine şahit kılmasıyla başladı. Oyunun, seyirci
olarak benimle şahitlik üzerinden kurduğu interaktif iletişim aynı zamanda benim
belleğimdeki çağrışımları da açmasına ve kendi kişisel tarihimdeki arşivlerin
kilitlerin de aralanmasına neden oldu.
Seyirci olarak ilk kez, oyunun sahneleneceği salona
geçmeden, bekleme alanı olarak adlandırılan seyirci fuayesinde tanışıyoruz Tom
ve Viv ile. Tom’un fuaye alanında toplanmış oyunun başlamasını bekleyen
herkesin dikkatini üzerine çekerek yaptığı konuşma sırasında artık bizler
seyirci fuayesindeki seyirciler olmaktan çıkarak Tom’un müzisyen olarak sahne
aldığı mekânın dinleyicileri konumuna geçiyoruz. Oyunun diğer ana karakteri Viv
ise bizimle beraber Tom’u dinleyen kişilerden herhangi birisi olarak aramızda
yer alıyor. Tom’un, kadın olarak Viv’den çok etkilenmesi ve ona kur yapmasına
şahitlik ederken, Viv’in tüm bu kurlar karşısında utanması ve bir tür gece
kulübü olarak sunulan tiyatro sahnesine kaçmasıyla biz seyirciler de Viv’in peşi
sıra koşan Tom’un ardına, gönüllü şahitler olarak kendi aramızdaki konuşmalar
ve yüzümüzdeki gülümsemelerle birlikte takılıyoruz. Acaba kız oğlandan
hoşlanacak mı? Oğlan kızı nasıl tavlayacak? Bizi neler bekliyor? Bakalım nasıl
bir oyun olacak? Merakına, kendi deli dolu zamanlarımızın ya da “ahh keşke”
dediğimiz olmuş olmamış, yaşanmış yaşanmamış pişmanlıkların uyarılması da eşlik
ediyor.
Hatırlamak mı Unutmak mı?
Arşİvlenmİş Duyguların Peşİnde
Tom’un peşinden Viv’i bulmak için sahneye
giriyoruz. Ortada mankenlerin yürüdüğü ince uzun podyum şeklinde uzanan bir
platform olarak tanımlayabileceğim tiyatro sahnesinin her iki yanına yerleşmeye
çalışan biz seyirciler, koltuk aralarında bizden çok önce mekâna giriş yapmış
olan Viv ve Tom’u yeniden görüyoruz. Aradaki podyum gibi uzanan sahne bizlerin yerleştiği
oturma alanını ikiye bölerken, yerleştiğimiz oturma alanının bir yanında Viv,
diğer yanında ise Tom var. Yüksek sesli ve eğlenceli müziklerin eşliğinde
birbirinden oldukça uzak mesafelerde dans eden bu iki insanın büyük aşklarının
başladığı o gece kulübü, biz seyreyleyenler için pek çok farklı mekâna dönüşürken,
ortadaki podyum gibi uzanan tiyatro sahnesi ise, oyunun sonunda lineer düzlem
şeklindeki bir tür yaşam çizgisine evriliyor. Sahnenin her iki ucuna
yerleştirilmiş olan çelik dikdörtgen kutularsa bu yaşam çizgisinin başlangıç ve
bitiş çizgilerini belirliyor. Bu yaşam çizgisini genişleten alanlar; Tom ve
Viv’in aramızdaki koltuklarda dolaşarak bizimle buluştuğu, zaman zaman biz
seyreyleyenlerle birebir temasa geçtiği anlarda oluyor. Bu anlar, başlayan her
şeyin bitişe doğru ilerlediği, tek düze bir ağır gerçeği de hafifleten, zamanı lineer
bir düzlemden geniş bir alana da taşıyan anlar oluveriyor.
Dekorun sadeliği, aksesuarların seyircinin
belleğinde kurulan çağrışımlı objeler bütününden oluşması, tiyatrodaki boş
alanın seyreyleyenin imgelemini uyandıran bir rejiyle sahneye uyarlanması da
oyunun, seyircinin belleğindeki arşivlerinin kilitlerini aralayan bir anahtar
görevi üstlenmesini sağlıyor. Oyun boyunca, Viv ve Tom’un ilişkilerinin
başlangıcına birebir tanıklık eden seyirciler olarak hem onların ilişkilerinin
belleğinde hem onların kişisel belleklerinde, hem de kendi kişisel belleğimizde
bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculuk, sahne tasarımında seçilen lineer bir
izlekten çok, oyuncuların seyirci koltuk aralarında belirmesi gibi sıçrayan,
değişken, bükülen ve evrilen bir dağınıklıkta oluyor.
Hayaletler, Boşluklar ve
Kayboluş: Arşİvİn Karanlık Yüzü
Oyun, Tom’un hem hayatla hem de Viv ve kızları
Alice ile kurduğu coşkulu, tutkulu, kararlı, anlayışlı, eğlenceli, esprili,
hareketli ve renkli ilişkisinin florasan lambalar gibi beyaz, soğuk ve renkleri
yok eden, hareketsiz bir bilinmeze evrilmesi arasında gidip geliyor. Tom
yaşlılığında Alzheimer hastası olarak hafızasını ve onu Tom yapan pek çok şeyi
kaybediyor. Bu kayıp seyreyleyen olarak bizleri de hayatın değiştirilemez gerçekleri
karşısındaki mecburi kabullenişe ve insanın ağır çaresizliğinin kollarına
bırakıveriyor. Can Yücel’in şiirindeki, “Bana bir varmış de ama bir yokmuş deme,
içime dokunuyor” dizeleri gibi bir hisle kalıveriyoruz.
Tom’un hafızasının derinliklerinde gezinirken
Derrida’nın “Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği
olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de
olmaz” tespitindeki dışarısı rolünü de üstlenen seyirciler olarak, Tom’un
bellek arşivinden çıkan anılarının da dışarısı oluveriyoruz. Bu arşivlenme
sırasında Tom, bazı anılarını hatırlamak istediği kadar bazılarını da unutmak
istiyor.
Tom’un âşık olduğu Viv karakteri olarak tanıdığımız
oyuncu İdil Sivritepe, Tom’un belleğindeki arşivlerden bazen onun eğlenceli ve
duyarlı baba kimliğini görmemize vesile olan kızı Alice olarak, bazen Tom’un
Alzheimer tedavisini üstlenen doktoru olarak, bazen de çocukluğunda Tom’u döven
öfke sorunları yaşayan, dürtüsel annesi olarak karşımıza çıkıyor. Tom’un
belleğindeki arşivlerden çıkan anıların kapısı hiç beklemediğimiz bir anda ve
çok hızla aralanıyor. Tıpkı düşüncelerin tutulamaz sıçrayışları, çağrışımların
öngörülemezliğinde olduğu gibi Tom’un belleğinde de kestirilemez, beklenmedik bir
gezintiye çıkıyoruz.
“Arşivdeki her belge hatırlama amacıyla
saklanırken, arşivdeki pek çok belge aynı zamanda geçmişte kalmış olanın, ölmüş
olanın, anın içinde olan mevcut olmayanın da bir artığıdır” diyen Derrida, işte
bu nedenlerden dolayı arşivlerin yapısını “çelişkili” olarak tanımlamıştır.
Hatırlamak ve saklamak niyetiyle tesis edilen arşivler, aynı zamanda “unutmaya”
ve “kaybolmaya” da içkindir. Derrida'ya göre arşivler; zamanla eskiyen,
kaybolan, unutulan şeylerin bir yansıması olması bakımından ele alınabilir ve
bu saklama eylemi bir tür ölümle de yüzleşme olarak yorumlanabilir. Tam da
buradan hareketle Tom’un yaşamının en göbeğinde aşkının şahitliğinde
başladığımız seyreyleme hikâyesi, Tom’un belleğindeki arşivlerin açılmasıyla bir
tür ölümle yüzleşme sürecine de dönüşüyor.
Derrida’nın arşivleme üzerinde bahsettiği arşivleneni
görülmez bir biçimde etkileyen hayalet kavramı ise Tom ve Viv’in ilişkisine dış
dünyanın etkileri üzerinden tanımlanabilir. Viv’in mesleğindeki başarısına
kıyasla, Tom’un dış dünya, para, meslek, gereklilikler üzerinden yönetmekte ve
dengelemekte zorlandığı hayatı ve aileyi geçindirme noktasında maddi olarak
yetersiz kalışı, onun coşkun dünyasına sızan hayaletler olarak oyunda karşımıza
çıkmakta. Bu kırılganlıklar Tom için, arşivlenenin unutulmak üzere tozlu
raflara kaldırılan bir hal yarattığı gerçeği, Alzheimer rahatsızlığı ile
belirgin bir hal almaktadır. Tom’un “Ben hep böyle mi olacağım, iyileşemeyecek
miyim?” sorusuna, Alzheimer doktorunun verdiği yanıt insana dair çok içkin bir
gerçeği de ortaya koymaktadır. Doktor; “Tom’un hastalığını tanımlarken bir süre
sonra beyindeki hücreler arasında iletişim tamamen durur ve hücreler yavaş
yavaş dışardan bir tehdit olduğunu düşünerek kendisine saldırarak ölür”. Oyundaki,
Tom’un hastalığına dair bu tanım; insanın hayatta kalabilmek, devam edebilmek,
gerçeklerle yüzleşebilmek için kendisine nasıl bilinç dışında oyunlar
oynayabileceğini göstermektedir. Buradan bakıldığında insan beynini bir oyun
alanı olarak yorumlamak da “Old Fools” oyunu özelinde mümkün olabilmektedir. Bu
yorumun etrafında Tom’un seyirci fuayesinde başlayan coşkun, yaşam dolu, renkli
ve tutkulu yanına olan şahitliğimizle başlayan oyun, onun belleğindeki arşivlerde
gezinirken biz seyirciler için aynı zamanda bir oyun alanına dönüşür.
Seyİrcİ Arşİvİn
Dışında mı İçİnde mİ?
Tom’un yaşlanması ve hastalığı ile birlikte uçuşan
anıların etrafındaki bağlantıların kesilmesiyle biz seyirciler de arşivin
dışsalı olma özelliğimizden, belleğin oyun alanına sıkışıp kaybolmuş, orada
ölen ve karanlıkta kalan hayaletleri oluveririz. Oyunda seçilen, ses, müzik ve
ışık kullanımı da bu yok oluşu güçlendirerek hikâyenin gücünü arttıran en
önemli destekçilere dönüşmekte. İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyunculuklarındaki
akışkanlık, bir sörf yaparcasına duyguların ve anıların üzerinde ustalıklı
gezinmeleri çok ilham verici. Londra’nın en sıcak gününde hiç bitmeyen
enerjileriyle, hikâye odağını fiziki koşulların olumsuzluğuna rağmen, hiç kaybetmeden
110 dakika boyunca büyük bir tutkuyla aktaran İdil Sivritepe ve Olgu Baran’a,
Tom ve Viv’in hikâyelerinin eşlikçisi ve benim yorumladığım yerden Tom’un
belleğindeki arşivlerin dışsal kayıt tutucuları ve hayaletlerinden birisi
olarak teşekkür ediyorum.
“Old Fools” oyunu sonrasında ellerimin, tüm
bedenimin üstünde toz varmışçasına silkeleme ihtiyacını neden duyduğunu şimdi
daha da iyi anlıyorum. Bu üstümü silkeleme hareketinin anlamı belki de Tom’un
hafızasında kaybolan bir hayaleti kovmak ya da Tom’un belleğinde arşivlenmiş
tozlu anıları üzerimden atmak, kendi varlığımı yeniden duyumsamak içindi belki
de.
“Old Fools”, Tom’un belleğinde yaptığımız gezinti sırasında,
hayat dediğimiz şeyin pek çok anının bir araya gelmesinden oluşan birer arşivler
bütünü olduğunu bir kere daha çok etkili bir biçimde gösterdi. Biz de Tom ve
Viv ile birlikte güldük, dans ettik, yüzdük, endişelendik, güneşin tadını
çıkardık, korktuk, hata yaptık, saçmaladık, üzüldük, hayal kırıklığı yaşadık
yani sonunda her şey bitecek, unutulacak ve ölecek de olsa doyasıya hissettik
ve yaşadık. Hani derler ya, hayat pencereden izlemek için çok kısa diye tam da
böyle bir tat kalıyor Old Fools sonrası
insana. Bu etkileyici şiirsellikte sahnelenmiş ve performe edilen oyunu, bir
yerlerde görürseniz kaçırmayın derim. Tiyatronun bize unuttuğumuz şeyleri
hatırlatan ya da hatırlamak istediğimiz şeylere nasıl şahitlik edebileceğimize
rehberlik eden yanını yine yeniden “Old Fools” ile deneyimlemek çok güzeldi. Katmanlı
ve inceliklerle ördüğü rejisiyle Çağ Çalışkur özelinde tüm ekibe bu güzel oyun
için çok teşekkür ederim.
Turne Arşiv Fişi
Başlık: Old
Fools – Londra Turnesi
Tarih: 17-18-19 Haziran 2025
Yer: Battersea Arts Centre, Londra
Topluluk: Tiyatro Craft (İstanbul)
Yazar:
Tristan Bernays
Çevirmen:
Şimal Yalçın
Yönetmen: Çağ Çalışkur
Oyuncular: İdil Sivritepe, Olgu Baran
Süre:
Tek Perde/ 110 Dk
Hava Durumu: Ortalama 29 derece hissedilen sıcaklık 32 derece civarı
Açıklama: İstanbul’da sahnelenen Old Fools oyunu, 17-18-19 Haziran 2025 tarihlerinde
Londra’daki Battersea Arts Centre’da seyirciyle buluştu. Oyun, Tommy (Tom) ve
Vivian (Viv) adlı iki karakterin ilişkilerini; tanışmalarından birlikte
yaşlandıkları yıllara dek uzanan bir zaman çizelgesinde anlatır. Bellek, aşk,
unutma, kariyer, başlangıçlar, sadakat gibi temalar etrafında şekillenen metin,
seyirciye duygusal bir yolculuk sunar.
Belge Türü: Turne kaydı / Gösterim belgesi
Yazım Şekli: Derrida’nın “Arşiv Ateşi” fikrinden hareketle oyun incelemesi.