latest

Belleğin arşivinden sızan bir oyun: “Old Fools"

25 Haziran 2025

/ by Bisikletli Gazete


 



“Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de olmaz.”

J. Derrida- Arşiv Ateşi


 

Bu yazıda, Londra’nın en sıcak gününde izlediğim, Tristan Bernays’ın kaleme aldığı, Çağ Çalışkur’un rejisiyle sahnelenen, İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyuncu olarak yer aldıkları  “Old Fools” adlı oyunu  Derrida’nın “arşivleme” metaforu üzerinden inceliyorum.

Eda Çatalçam 

Tiyatrocu, eğitmen ve Mavi Productions'un kurucusu

 

 

Oyunun İstanbul’da da “Old Fools” adıyla sahnelendiğini öncelikle belirtmek isterim. Bazı kelimelerin çevrilemediği, tam karşılığını bulamadığı oyun isimlerinden “Old Fools”. Hani tam olarak çevirip adını koyamasan da duygusundan tanıdığın bir oyun.  “Old Fools” oyununun sonrasında, boğazımda oluşan yumruyu ya da üstüme yapışmış inatçı bir tozu silkeleme hareketi yapma ihtiyacımı veya oyunun omuzlarıma bıraktığı ağırlığı üstümden atma gereksinimim, sonunda akacak bir yol bularak kelimelere dönüştü. Çok sıcak, her şeyin buharlaştığı bir Londra gününde izlediğim “Old Fools”u beynimin arşivlediği haliyle sizlere aktarmaya çalışacağım.

Seyİrcİ Fuayesİnden Sahneye

Derrida, dilimize “Arşiv Ateşi” ya da “Arşiv Humması” olarak çevrilen eserinde arşivlemeyi pek çok başlıkta irdeler. Bense Derrida’nın bu eserini “Old Fools” oyunundan hareketle, arşivlemenin hatırlamak değil unutmak üzerine de yapılan bir eylem olduğu olgusu üzerinden ele almaya çalışacağım. “Old Fools” oyunu özelinde, bir tür hafıza yaratmak için arşivleme tekniği ile yaptığım yukarıdaki girişin çıkış noktası, oyunun seyircisi olarak beni, Tom ve Viv’in ilişkilerine şahit kılmasıyla başladı. Oyunun, seyirci olarak benimle şahitlik üzerinden kurduğu interaktif iletişim aynı zamanda benim belleğimdeki çağrışımları da açmasına ve kendi kişisel tarihimdeki arşivlerin kilitlerin de aralanmasına neden oldu.

Seyirci olarak ilk kez, oyunun sahneleneceği salona geçmeden, bekleme alanı olarak adlandırılan seyirci fuayesinde tanışıyoruz Tom ve Viv ile. Tom’un fuaye alanında toplanmış oyunun başlamasını bekleyen herkesin dikkatini üzerine çekerek yaptığı konuşma sırasında artık bizler seyirci fuayesindeki seyirciler olmaktan çıkarak Tom’un müzisyen olarak sahne aldığı mekânın dinleyicileri konumuna geçiyoruz. Oyunun diğer ana karakteri Viv ise bizimle beraber Tom’u dinleyen kişilerden herhangi birisi olarak aramızda yer alıyor. Tom’un, kadın olarak Viv’den çok etkilenmesi ve ona kur yapmasına şahitlik ederken, Viv’in tüm bu kurlar karşısında utanması ve bir tür gece kulübü olarak sunulan tiyatro sahnesine kaçmasıyla biz seyirciler de Viv’in peşi sıra koşan Tom’un ardına, gönüllü şahitler olarak kendi aramızdaki konuşmalar ve yüzümüzdeki gülümsemelerle birlikte takılıyoruz. Acaba kız oğlandan hoşlanacak mı? Oğlan kızı nasıl tavlayacak? Bizi neler bekliyor? Bakalım nasıl bir oyun olacak? Merakına, kendi deli dolu zamanlarımızın ya da “ahh keşke” dediğimiz olmuş olmamış, yaşanmış yaşanmamış pişmanlıkların uyarılması da eşlik ediyor.

Hatırlamak mı Unutmak mı? Arşİvlenmİş Duyguların Peşİnde

Tom’un peşinden Viv’i bulmak için sahneye giriyoruz. Ortada mankenlerin yürüdüğü ince uzun podyum şeklinde uzanan bir platform olarak tanımlayabileceğim tiyatro sahnesinin her iki yanına yerleşmeye çalışan biz seyirciler, koltuk aralarında bizden çok önce mekâna giriş yapmış olan Viv ve Tom’u yeniden görüyoruz. Aradaki podyum gibi uzanan sahne bizlerin yerleştiği oturma alanını ikiye bölerken, yerleştiğimiz oturma alanının bir yanında Viv, diğer yanında ise Tom var. Yüksek sesli ve eğlenceli müziklerin eşliğinde birbirinden oldukça uzak mesafelerde dans eden bu iki insanın büyük aşklarının başladığı o gece kulübü, biz seyreyleyenler için pek çok farklı mekâna dönüşürken, ortadaki podyum gibi uzanan tiyatro sahnesi ise, oyunun sonunda lineer düzlem şeklindeki bir tür yaşam çizgisine evriliyor. Sahnenin her iki ucuna yerleştirilmiş olan çelik dikdörtgen kutularsa bu yaşam çizgisinin başlangıç ve bitiş çizgilerini belirliyor. Bu yaşam çizgisini genişleten alanlar; Tom ve Viv’in aramızdaki koltuklarda dolaşarak bizimle buluştuğu, zaman zaman biz seyreyleyenlerle birebir temasa geçtiği anlarda oluyor. Bu anlar, başlayan her şeyin bitişe doğru ilerlediği, tek düze bir ağır gerçeği de hafifleten, zamanı lineer bir düzlemden geniş bir alana da taşıyan anlar oluveriyor.

Dekorun sadeliği, aksesuarların seyircinin belleğinde kurulan çağrışımlı objeler bütününden oluşması, tiyatrodaki boş alanın seyreyleyenin imgelemini uyandıran bir rejiyle sahneye uyarlanması da oyunun, seyircinin belleğindeki arşivlerinin kilitlerini aralayan bir anahtar görevi üstlenmesini sağlıyor. Oyun boyunca, Viv ve Tom’un ilişkilerinin başlangıcına birebir tanıklık eden seyirciler olarak hem onların ilişkilerinin belleğinde hem onların kişisel belleklerinde, hem de kendi kişisel belleğimizde bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculuk, sahne tasarımında seçilen lineer bir izlekten çok, oyuncuların seyirci koltuk aralarında belirmesi gibi sıçrayan, değişken, bükülen ve evrilen bir dağınıklıkta oluyor. 



Hayaletler, Boşluklar ve Kayboluş: Arşİvİn Karanlık Yüzü

Oyun, Tom’un hem hayatla hem de Viv ve kızları Alice ile kurduğu coşkulu, tutkulu, kararlı, anlayışlı, eğlenceli, esprili, hareketli ve renkli ilişkisinin florasan lambalar gibi beyaz, soğuk ve renkleri yok eden, hareketsiz bir bilinmeze evrilmesi arasında gidip geliyor. Tom yaşlılığında Alzheimer hastası olarak hafızasını ve onu Tom yapan pek çok şeyi kaybediyor. Bu kayıp seyreyleyen olarak bizleri de hayatın değiştirilemez gerçekleri karşısındaki mecburi kabullenişe ve insanın ağır çaresizliğinin kollarına bırakıveriyor. Can Yücel’in şiirindeki, “Bana bir varmış de ama bir yokmuş deme, içime dokunuyor” dizeleri gibi bir hisle kalıveriyoruz.

Tom’un hafızasının derinliklerinde gezinirken Derrida’nın “Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de olmaz” tespitindeki dışarısı rolünü de üstlenen seyirciler olarak, Tom’un bellek arşivinden çıkan anılarının da dışarısı oluveriyoruz. Bu arşivlenme sırasında Tom, bazı anılarını hatırlamak istediği kadar bazılarını da unutmak istiyor.

Tom’un âşık olduğu Viv karakteri olarak tanıdığımız oyuncu İdil Sivritepe, Tom’un belleğindeki arşivlerden bazen onun eğlenceli ve duyarlı baba kimliğini görmemize vesile olan kızı Alice olarak, bazen Tom’un Alzheimer tedavisini üstlenen doktoru olarak, bazen de çocukluğunda Tom’u döven öfke sorunları yaşayan, dürtüsel annesi olarak karşımıza çıkıyor. Tom’un belleğindeki arşivlerden çıkan anıların kapısı hiç beklemediğimiz bir anda ve çok hızla aralanıyor. Tıpkı düşüncelerin tutulamaz sıçrayışları, çağrışımların öngörülemezliğinde olduğu gibi Tom’un belleğinde de kestirilemez, beklenmedik bir gezintiye çıkıyoruz.

“Arşivdeki her belge hatırlama amacıyla saklanırken, arşivdeki pek çok belge aynı zamanda geçmişte kalmış olanın, ölmüş olanın, anın içinde olan mevcut olmayanın da bir artığıdır” diyen Derrida, işte bu nedenlerden dolayı arşivlerin yapısını “çelişkili” olarak tanımlamıştır. Hatırlamak ve saklamak niyetiyle tesis edilen arşivler, aynı zamanda “unutmaya” ve “kaybolmaya” da içkindir. Derrida'ya göre arşivler; zamanla eskiyen, kaybolan, unutulan şeylerin bir yansıması olması bakımından ele alınabilir ve bu saklama eylemi bir tür ölümle de yüzleşme olarak yorumlanabilir. Tam da buradan hareketle Tom’un yaşamının en göbeğinde aşkının şahitliğinde başladığımız seyreyleme hikâyesi, Tom’un belleğindeki arşivlerin açılmasıyla bir tür ölümle yüzleşme sürecine de dönüşüyor.

Derrida’nın arşivleme üzerinde bahsettiği arşivleneni görülmez bir biçimde etkileyen hayalet kavramı ise Tom ve Viv’in ilişkisine dış dünyanın etkileri üzerinden tanımlanabilir. Viv’in mesleğindeki başarısına kıyasla, Tom’un dış dünya, para, meslek, gereklilikler üzerinden yönetmekte ve dengelemekte zorlandığı hayatı ve aileyi geçindirme noktasında maddi olarak yetersiz kalışı, onun coşkun dünyasına sızan hayaletler olarak oyunda karşımıza çıkmakta. Bu kırılganlıklar Tom için, arşivlenenin unutulmak üzere tozlu raflara kaldırılan bir hal yarattığı gerçeği, Alzheimer rahatsızlığı ile belirgin bir hal almaktadır. Tom’un “Ben hep böyle mi olacağım, iyileşemeyecek miyim?” sorusuna, Alzheimer doktorunun verdiği yanıt insana dair çok içkin bir gerçeği de ortaya koymaktadır. Doktor; “Tom’un hastalığını tanımlarken bir süre sonra beyindeki hücreler arasında iletişim tamamen durur ve hücreler yavaş yavaş dışardan bir tehdit olduğunu düşünerek kendisine saldırarak ölür”. Oyundaki, Tom’un hastalığına dair bu tanım; insanın hayatta kalabilmek, devam edebilmek, gerçeklerle yüzleşebilmek için kendisine nasıl bilinç dışında oyunlar oynayabileceğini göstermektedir. Buradan bakıldığında insan beynini bir oyun alanı olarak yorumlamak da “Old Fools” oyunu özelinde mümkün olabilmektedir. Bu yorumun etrafında Tom’un seyirci fuayesinde başlayan coşkun, yaşam dolu, renkli ve tutkulu yanına olan şahitliğimizle başlayan oyun, onun belleğindeki arşivlerde gezinirken biz seyirciler için aynı zamanda bir oyun alanına dönüşür.

Seyİrcİ Arşİvİn Dışında mı İçİnde mİ?

Tom’un yaşlanması ve hastalığı ile birlikte uçuşan anıların etrafındaki bağlantıların kesilmesiyle biz seyirciler de arşivin dışsalı olma özelliğimizden, belleğin oyun alanına sıkışıp kaybolmuş, orada ölen ve karanlıkta kalan hayaletleri oluveririz. Oyunda seçilen, ses, müzik ve ışık kullanımı da bu yok oluşu güçlendirerek hikâyenin gücünü arttıran en önemli destekçilere dönüşmekte. İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyunculuklarındaki akışkanlık, bir sörf yaparcasına duyguların ve anıların üzerinde ustalıklı gezinmeleri çok ilham verici. Londra’nın en sıcak gününde hiç bitmeyen enerjileriyle, hikâye odağını fiziki koşulların olumsuzluğuna rağmen, hiç kaybetmeden 110 dakika boyunca büyük bir tutkuyla aktaran İdil Sivritepe ve Olgu Baran’a, Tom ve Viv’in hikâyelerinin eşlikçisi ve benim yorumladığım yerden Tom’un belleğindeki arşivlerin dışsal kayıt tutucuları ve hayaletlerinden birisi olarak teşekkür ediyorum.  

“Old Fools” oyunu sonrasında ellerimin, tüm bedenimin üstünde toz varmışçasına silkeleme ihtiyacını neden duyduğunu şimdi daha da iyi anlıyorum. Bu üstümü silkeleme hareketinin anlamı belki de Tom’un hafızasında kaybolan bir hayaleti kovmak ya da Tom’un belleğinde arşivlenmiş tozlu anıları üzerimden atmak, kendi varlığımı yeniden duyumsamak içindi belki de.

“Old Fools”, Tom’un belleğinde yaptığımız gezinti sırasında, hayat dediğimiz şeyin pek çok anının bir araya gelmesinden oluşan birer arşivler bütünü olduğunu bir kere daha çok etkili bir biçimde gösterdi. Biz de Tom ve Viv ile birlikte güldük, dans ettik, yüzdük, endişelendik, güneşin tadını çıkardık, korktuk, hata yaptık, saçmaladık, üzüldük, hayal kırıklığı yaşadık yani sonunda her şey bitecek, unutulacak ve ölecek de olsa doyasıya hissettik ve yaşadık. Hani derler ya, hayat pencereden izlemek için çok kısa diye tam da böyle bir tat kalıyor Old  Fools sonrası insana. Bu etkileyici şiirsellikte sahnelenmiş ve performe edilen oyunu, bir yerlerde görürseniz kaçırmayın derim. Tiyatronun bize unuttuğumuz şeyleri hatırlatan ya da hatırlamak istediğimiz şeylere nasıl şahitlik edebileceğimize rehberlik eden yanını yine yeniden “Old Fools” ile deneyimlemek çok güzeldi. Katmanlı ve inceliklerle ördüğü rejisiyle Çağ Çalışkur özelinde tüm ekibe bu güzel oyun için çok teşekkür ederim.

 

 

Turne Arşiv Fişi

Başlık: Old Fools – Londra Turnesi
Tarih: 17-18-19 Haziran 2025
Yer: Battersea Arts Centre, Londra
Topluluk: Tiyatro Craft (İstanbul)

Yazar: Tristan Bernays

Çevirmen: Şimal Yalçın
Yönetmen: Çağ Çalışkur
Oyuncular: İdil Sivritepe, Olgu Baran

Süre: Tek Perde/ 110 Dk

Hava Durumu: Ortalama 29 derece hissedilen sıcaklık 32 derece civarı

Açıklama: İstanbul’da sahnelenen Old Fools oyunu, 17-18-19 Haziran 2025 tarihlerinde Londra’daki Battersea Arts Centre’da seyirciyle buluştu. Oyun, Tommy (Tom) ve Vivian (Viv) adlı iki karakterin ilişkilerini; tanışmalarından birlikte yaşlandıkları yıllara dek uzanan bir zaman çizelgesinde anlatır. Bellek, aşk, unutma, kariyer, başlangıçlar, sadakat gibi temalar etrafında şekillenen metin, seyirciye duygusal bir yolculuk sunar.

Belge Türü: Turne kaydı / Gösterim belgesi

Yazım Şekli: Derrida’nın “Arşiv Ateşi” fikrinden hareketle oyun incelemesi.

 

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan