Showing posts with label tiyatro. Show all posts
Showing posts with label tiyatro. Show all posts

Eda Çatalçam, Şahika Tekand’ın “Aşınma” oyununu değerlendirdi: “Aşınma, varlık ve yokluk arasında titreşen bir canlının tragedyası"

No comments

28 October 2025

 



 

“Yaşamımızı, yokluğun huzurlu dinginliğini gereksizce bozan bir ara bölüm olarak görebiliriz.”
Arthur Schopenhauer

 

 

Eda Çatalçam, Tiyatrocu / Eğitmen, Mavi Productions – Londra

 

Studio Oyuncuları’nda Şahika ve Esat Tekand’ın tedrisatından geçmiş ve Tekand’ın sahne diline yakından tanıklık etmiş biri olarak, Yiğit Özşener’in Battersea Arts Centre’da sahnelediği, Şahika Tekand’ın kaleminden çıkan Aşınma oyununa giderken bir tür akıl oyununa maruz kalacağımı öngörüyordum.

Tekand’ın tiyatrosuna özgü o derin karanlıktan doğan “an”ları, ışıkla ve sesle her defasında bozup yeniden kuran yapısına aşinaydım.
Ancak bu kez sahnede kalabalık bir koro ya da tiyatronun öğeleriyle birbirine pas atan bir oyuncu topluluğu yoktu.
Bu kez tüm ağırlık, tüm enerjik ve çarpıcı ritim, tek bir bedene, Yiğit Özşener’e yüklenmişti.

Seyirci olarak, oyun boyunca adeta bir laboratuvar deneyinin içindeymişçesine, lokal ışıklarla aydınlatılan açık bir küpün ortasında, sandalyesine mıhlanmış bir figürün zihinsel girdabını izledik.
Tekand’ın görünmeyen otoritesi sahnede bir gözetim aygıtı gibi konuşuyordu: emir veriyor, yönlendiriyor, denetliyordu.
“Kollarını kavuştur.”
“Sağa dön.”
“Bacak bacak üstüne at.”
Bu ses, bir insana değil, sistemin içinde aşınmış, kendi varlığıyla bağı kopmuş bir deneğe hitap ediyordu.

“Özşener hem sİstemİn ürünü hem de kurbanı halİne geldİ”
Yiğit Özşener’in bedeni, o soğuk ışığın altında bir ölçüm aracına dönüşmüştü. Her nefes, kontrolün bedende ne kadar yer ettiğini; her duraksama, itaat ile direniş arasındaki o ince çizgiyi görünür kılıyordu.
Oyun ilerledikçe, Özşener hem sistemin ürünü hem de kurbanı haline geldi.
Artık bir karakter oynamıyor, sadece var kalmaya çalışıyordu.
Her kelime, manasız sesler bütünü; her sessizlik ise anlamın ve özgürlüğün karanlığın neresinde olduğunu bulmaya çalıştığımız duraklardı artık.

“Artık ben de rol kİŞİSİ gİbİydİm”

Biz seyirciler, rol kişisiyle birlikte o kutunun içine sıkıştık.
Işığın ne zaman yanıp söneceğini, sesin ne zaman belireceğini bilemeden, zamanın ve otoritenin denetimi altında kaldık.
Modern insanın korkunun gölgesinde titreşen kelimeleri, zaman zaman isyana kalkışsa da hep aynı çemberin içinde yok olup gidiyordu.
Bir noktadan sonra, anlamı takip etmeyi bıraktım.
Çünkü her sorgunun ve her aranan cevabın kurgunun ötesine geçemeyeceğini fark ettim.
Artık ben de rol kişisi gibiydim; oturduğum sandalyeye mıhlanmış, kafamın içindeki seslerin izini süren, ötesine geçemeyen bir hayalet.
Varlığımın yokluğa eş olduğu, eyleme gücünün elimden alındığı, düşüncelerin ağırlığında, balona sıkıştırılmış bir hava gibi etkisiz ve görünmeyen bir varlık haline gelmiştim.

Yiğit Özşener’in rol kişisi, tüm bu hiçlik arasında durmadan konuşuyor; duygularını bir yerlere asmış, geriye yalnızca korku ve kaygının kaldığı iki boyutlu bir canlı türü gibi var olmaya çalışıyordu.
Sönen her ışıkla karanlığa ve yokluğa gömüleceğini biliyordu.
Ve oyunun, alıştığımız hikâyelerde olduğu gibi bir sona bağlanmaması, tam da dekorun, ışığın ve seslerin vaat ettiği gibi, bizleri tekinsiz bir kurmacanın içinde bırakıverdi.
Biz seyreyleyenler, oyun bitip salon ışıkları yandığında, artık üst üste sıralanan kelime dalgalarına maruz kalmış, o dalgaların aşındırmasıyla yine yeniden devam etmesi gerekenler olarak kalakalmıştık.

 

“English Kings Killing Foreigners” (Yabancıları Öldüren İngiliz Krallar) Soho Theatre sahnesinde

No comments

11 September 2025

Geçtiğimiz yıl Camden People’s Theatre’da prömiyer yapan English Kings Killing Foreigners, 16 Eylül – 18 Ekim 2025 tarihleri arasında Londra’daki Soho Theatre sahnesinde olacak.

 


Oyuncu-yazar ikilisi Nina Bowers ve Philip Arditti tarafından kaleme alınan oyun, Shakespeare’in 5. Henry oyunu üzerinden İngiliz kimliğini, ulusal anlatıları ve temsil politikalarını göçmenlerin gözünden sorguluyor. Kara mizah unsurlarıyla öne çıkan eser, İngiliz kültürel kimliğini yeniden tartışmaya açarken seyirciye hem düşündürücü hem de eğlenceli bir deneyim sunuyor.

Shakespeare’in İngiliz milliyetçiliği üzerindeki etkisini hicivli bir dille yeniden ele alan oyun,  Shakespeare’in bugünkü anlamını sorgularken hem kişisel hem de sanatsal deneyimlerini absürt bir gösteri formatında seyirciyle buluşturuyor.

Camden’daki prömiyerinde eleştirmenlerden övgü alan oyun, “zekice saçmalık”, “enerjik ve mizahi bir yapım” sözleriyle tanımlandı; bazı yorumcular ise eseri “dönem tanımlayıcı potansiyele sahip” olarak değerlendirdi.

Oyunun yaratıcılarından Philip Arditti, Arcola Theatre’ın kurucu ekibinde yer almış, Türkçeye birçok oyun çevirmiş ve Londra’da düzenli olarak Türkçe tiyatro eğitimi vermeye devam etmektedir. Eğitim hayatının önemli bir bölümünü Türkiye’de tamamladıktan sonra Londra’nın en prestijli okullarından RADA’dan mezun olan Arditti, yıllarca National Theatre’da sahne aldı. Türkçe bilen Arditti’nin katkısıyla, bu sezon English Kings Killing Foreigners Türkçe üst yazı ile sahnelenecek.

 

Yaratıcı Ekip

Yaratıcı Prodüktörler: The Project People

Yaratıcı Danışman: Ellen McDougall

Dekor & Kostüm Tasarımcısı: Erin Guan

Ses Tasarımcısı: Jamie Lu

Işık Tasarımcısı: Alex Fernandes

Prodüksiyon Asistanları: Ateş Toğrul & Nil Üzer

Yardımcı Yapımcı: Pan Productions

Proje Sanatçısı: Emre Koyuncuoğlu

 

 

Etkinlik Detayları

Yer: Soho Theatre, Dean Street, London W1

Tarih: 16 Eylül – 18 Ekim 2025

 

Basın Gösterimleri: 22 – 23 Eylül 2025

Saat: 18:45 (Cumartesi günleri ek 15:00 matineleri)

Süre: 70 dakika

 

Biletler: https://sohotheatre.com/events/english-kings-killing-foreigners/

 

 

“The Womb”, Arcola Theatre’da sahnelenecek

No comments

26 August 2025


Aylin Rodoplu’nun yazdığı absürt komedi “The Womb”, 27–30 Ağustos tarihleri arasında Arcola Theatre’da sahnelenecek. 






Kadınlık deneyimine, ataerkil normlara ve toplumsal kalıplara alışılmadık bir gözle bakan oyun, seyirciyi hem güldürüyor hem de düşündürüyor.
Gerçekle hayalin iç içe geçtiği bu tuhaf dünyada, üç kadın asla terk edemedikleri bir yerde yollarını arıyor. Zekice yazılmış, hızlı akan diyaloglar; özgün, tekno-atmosferik müziklerle örülü bir anlatı…

Asla terk edilemeyen bu yerde kaybolmuş üç kadının hikâyesi,
STOFF’ta En İyi Yükselen Sanatçı ödülüne aday gösterilen ve FUSE International’da övgüyle karşılanan The Womb ile sahnede hayat buluyor.
Ataerkil bir dünyada kadın olmanın ne anlama geldiğine dair alışılmadık, sarsıcı bir bakış açısı sunuyor.

Ne kadar saçma olduğuna gülecek,
Ve belki de sonunda fark edeceksiniz:
The Womb, bizim dünyamızdan o kadar da uzak değil.



Oyun Bilgileri:

  • Yazan & Müzik: Aylin Rodoplu
  • Yöneten: Elise Xiaqi Eriksen
  • Oyuncular: Aylin Rodoplu, Tara McMillan, Gabriela Mahé
  • Yer: Arcola Theatre, 24 Ashwin St, London E8 3DL
  • Tarih: 27-30 Ağustos
  • Biletler: www.arcolatheatre.com/whats-on/thewomb/


Sokak palyaçosunun “seksi palyaçoya” dönüşmesinin hikâyesi: Oyuncu Feride Morçay’la yeni oyunu Chickadee üzerine söyleşi

No comments

10 August 2025

Feride Morçay, palyaçoluk sanatına duyduğu ilgiyle yazmaya başladığı tek kişilik oyunu Chickadee ile Londra’da Riverside Studios Bite Size Festivali’nden sonra ağustos ayında Edinburgh Fringe Festivali’nde 23 gün boyunca sahne alacak. Mizah ve trajediyi harmanlanan Chickadee, bir sokak palyaçosunun içsel çatışmalarını ve günümüzün sosyal medya dünyasında kadın bedeninin metalaşmasını konu alıyor.

 





 

Londra’da tiyatro ve sinema alanındaki üretimlerine devam eden Feride Morçay, son yıllarda özellikle akıl sağlığı, kadınlık ve aidiyet temalarını sahneye ve perdeye taşıyan çalışmalarla adından söz ettiriyor. Londra’nın ardından Edinburgh Fringe Festivali’nde ağustos ayı boyunca sahne alacak olan Feride Morçay’la kendi yazıp oynadığı tek kişilik oyunu Chickadee hakkında konuştuk.

Böyle bir oyun yazmak nereden aklına geldi?

Liseden beri yanımda fikir defteri taşıyorum. Yaklaşık 10-15 sene önce ben bu fikir defterine bir sokak sanatçısıyla ilgili hikâye fikri yazmıştım. Palyaço değildi ama sokak sanatçısı olmak hep ilgimi çekmişti. Bunun dışında senelerdir yazıp çizip karaladığım bazı sürreal fikirlerle bu ve palyaçoluk felsefesinden çıkan karakter birleşti ve bir anda akmaya başladı. Londra’da daha önce “clowning” üzerine atölyelere katılmıştım. Bu sayede birçok farklı performans sanatçısıyla tanıştım. Micaela Miranda adında bir hocam vardı, onun bir haftalık yoğun programına katıldım. Sonra Rus palyaço Slava hakkında bir belgesel izledim ve Slava'nın bir palyaço olarak hayat felsefesi, koşullar ne olursa olsun insanları gülümsetebilme çabası beni çok etkiledi. Derken kendimi bir anda bu oyunu yazarken buldum.

Dahlia karakterin böyle mi doğdu?

Evet, önce bir fikir olarak ortaya çıktı. Üzerine çok düşünmeden bu ilhamla sahneler yazmaya başladım. Sonra sokakta, palyaço kılığıyla doğaçlama bir performans yaptım. Trafalgar Square’de tamamen doğaçlama bir şekilde, sokakta bir süpürge alıp sokağa süpürmeye başladım.  İnsanların şaşkın bakışları, gülümsemeleri, tepkileri beni çok etkiledi.

Bu deneyimle birlikte metin henüz oluşmamışken, performans dünyasındaki bir oyuncunun ne yaşadığından çok karşı tarafa ne verdiğinin daha önemli olduğunu fark ettim.  

Ardından bir palyaço ver performans sanatçısı olan Tanya Zhuk palyaço koçu olarak oyuna dahil oldu; üç seans diye konuştuk, yirmi seanstan fazla yaptık. Bazen bütün gün palyaço karakterinin içinde kalıp palyaçoyu oynamayıp adeta palyaço oldum.

Biraz da oyunun metnine gelelim. Dahlia nasıl bir karakter?

Dahlia, idealist bir sokak palyaçosu. Başarıyı ün ya da para ile değil, insanların yüzüne bir gülümseme koyabilmekle ölçen biri. Fakat etrafındaki insanlar onun bu yolculuğunu anlamıyor. Para kazanması, “başarılı” olması gerektiğini düşünüyor. Derken menajeri ve en yakın arkadaşı olan Sue’nun zorlamasıyla bir televizyon programına çıkıyor ve orada kendi seksapeli üzerinden değer görüyor. Farkında olmadan sistemin ona çizdiği yola yöneliyor. Kendisi de bir kukla gibi aslında bir bakıma izin veriyor buna. Ertesi gün ünlü biri olarak uyanıyor ve bu durumdan annesi, menajeri, babası çok mutlu oluyor.

Palyaçolukla çatışan bir durum değil mi bu?

Evet. Bu da kızın kafasını çok karıştırıyor. Hikâye de bununla ilgili zaten; Dahlia’nın, kendi içindeki ‘kadın’la, ‘sanatçı’ ile ve ‘toplumun kadından beklediği şey’ ile olan çatışmasıyla… Dahlia, bir anda "seksi palyaço" olarak ünleniyor ama bunu istemeden yapıyor. Ve herkes – annesi, menajeri, çevresi – bu başarıyı kutlarken, Dahlia içten içe kim olduğunu sorguluyor.

Kadın sanatçıların bazen yaşadığı bir durum bu; bir kişinin değerinin dış görünüşünden verilmesi akıl sağlığını inanılmaz etkiliyor.  Ben bunu çok gözlemliyorum; arkadaşlarımdan, çevremden, iş arkadaşlarımdan, herkesten kendim de deneyimleyerek. Burada güzel ve bakımlı olmaktan söz etmiyorum. Gerçek değerinin sadece ‘cinsellik’ üzerinden biçilmesi çok can acıtıcı bir durum bence. Dahlia da idealist bir sokak palyaçosuyken birdenbire başka birine dönüşüyor.

Oyunun yapısı nasıl? Gerçekçi bir anlatım mı, yoksa farklı katmanlar var mı?

Metin çok katmanlı. Oyunda sürreal kısımlar da var. Çünkü biz bu karakterin tamamen psikolojisinin içine giriyoruz. Ve bazen bu anı yaşarken sahne bir anda değişiyor. Işıklar değişiyor. Ve biz Dahlia 'nın beyninin içine giriyoruz sanki. Ve onun düşüncelerini ve geçmişte yaşadıklarını görüyoruz. Çocukluğuna iniyoruz.

Bu kadar ağır bir metin ancak mizahla yoğrulabilir sanırım…

Kesinlikle. Bence mizah, en zor konuları insana yaklaştırmanın en etkili yolu. Taciz, sistem baskısı, kadın kimliği, bedenin pazarlanması gibi çok ağır temaları işliyorum. Ama bunları doğrudan yüzüne çarpmadan, biraz güldürerek, sonra da düşündürerek sahneliyorum. Bu, seyircinin daha açık kalmasını sağlıyor.


Seyirci nasıl karşıladı oyunu?

Seyircilerde metnin doğasından kaynaklanan yoğun duygu geçişleri oluyor. Dahlia’nın gülümseyen yüzünün arkasında yaşadığı içsel yıkım çok etkiliyor insanları. Mizahın içinde derin bir trajedi var. O kontrast seyircide büyük bir etki yaratıyor.

Seyirci bu oyunda her şey. Bazı bölümlerinde interaktif sahneler var. Aralarına giriyorum, doğaçlama anlar oluyor. Bu da seyirciyi oyunun bir parçası kılıyor.

Bir saat boyunca tek başına sahnede olmak zor bir iş değil mi?

Oyunun zengin içeriği, duygusal iniş çıkışlar ve ağır konuların mizahla harmanlanması ve karakterin seyirciyle kurduğu iletişimdeki dürüstlük seyirciyi diri tutuyor.

Chickadee ağustosta Edinburgh Fringe Festivali’nde sahnelenecek? Seni neler bekliyor?

Oyunu daha önce Bite Size Festivali kapsamında Riverside Studios’da dört kez oynadım. Çok iyi bir prömiyer oldu. Şimdi Fringe’de 1-25 Ağustos tarihleri arasında 23 gösterim yapacağım. Her gün, her seyirci ve her an birbirinden farklı olduğu için her oyun kendine özel olacaktır. Bu arada unutmadan belirteyim; bilet gelirlerinin bir kısmı akıl sağlığı ile ilgili bilinçlendirme amaçlı ‘Comic Relief’ adlı hayır kurumuna bağışlanacak.

Bu oyundan sonra ne var sırada? Yeni projeler?

Chickadee’yi Londra’ya tekrar getirmek istiyorum. İstanbul için bazı görüşmeler var, henüz netleşmediği için bir şey söylemek istemem. Bunun dışında farklı şehirlerde ve festivallerde oynamak gibi bir hedefim var.

Son olarak, söylemek istediğin bir şey var mı?

Bu süreçte tiyatronun değerini çok anladım. Canlı performans yapmak ve seyircinin gözünün içine bakarak gerçek bir iletişim kurmak, onlarla bir hikâyeyi, karakteri paylaşmak iki taraf için de çok derin bir deneyim. Tiyatronun bizi uyanık tuttuğuna ve iyileştirdiğine inanıyorum.

Feride Morçay kendi yazdığı tek kişilik oyunu Chickadee ile Edinburgh Fringe’te sahne alacak

No comments

30 July 2025

Londra’da yaşayan oyuncu Feride Morçay, yazıp oynadığı tek kişilik tiyatro oyunu Chickadee ile Edinburgh Fringe Festivali’nde sahne alıyor. Mizah ve trajediyi harmanlanan Chickadee, bir sokak palyaçosunun içsel çatışmalarını ve günümüzün sosyal medya dünyasında kadın bedeninin metalaşmasını konu alıyor.


 

Londra’da tiyatro ve sinema alanında üretimlerine devam eden Feride Morçay, son yıllarda özellikle akıl sağlığı, kadınlık ve aidiyet temalarını sahneye ve perdeye taşıyan çalışmalarıyla tanınıyor.

Morçay, Chickadee’yi clowning (palyaçoluk) sanatına ilgi duymaya başladıktan sonra kaleme aldı. Oyunun merkezinde, idealist bir sokak palyaçosu olan Dahlia karakteri yer alıyor. Dahlia, sokakta insanlara gülümseme dağıtarak anlam bulan bir kadınken, televizyon dünyasında kendisine seksapelinin dayatılmasıyla bir kimlik krizine sürükleniyor. Oyuncu, bu çatışmayı “Kendi sanatıyla değil, dış görünüşüyle değer görmek, kadın sanatçının en derin açmazlarından biri” sözleriyle özetliyor.

Bir saat süren tek kişilik oyun boyunca Morçay, hem Dahlia karakterini hem de onun çevresindeki bazı sesleri sahneye taşıyor ve zaman zaman interaktif anların da yer aldığı performansta clowning tekniğinden yoğun biçimde yararlanılıyor. Sürreal sahnelerin de  de yer aldığı oyunda seyirci zaman zaman Dahlia’nın çocukluğuna dönmesine şahitlik ediyor.

Taciz, sömürü, bedenin metalaşması gibi ağır temaları mizahla yoğuran metin, seyirciyi zaman zaman güldürüp zaman zaman da duygusal olarak sarsmayı hedefliyor. Prova sürecinde yönetmen Aishwarya Ajit Gaikwad ile birlikte sahne üzerinde şekillendirdiği oyun için Feride Morçay, “Mizahın gücüyle çok ağır konuları sahneye taşımak, seyircide güçlü bir etki yaratıyor” diyor.

Chickadee, 1–25 Ağustos tarihleri arasında Edinburgh Fringe Festivali’nde, yalnızca iki gün hariç her akşam sahnelenecek. Oyunun bilet gelirlerinin bir kısmı akıl sağlığı ile ilgili bilinçlendirme amaçlı ‘Comic Relief’ adlı hayır kurumuna bağışlanacak. Oyuncu, bu oyunu festivalin ardından farklı sahnelere taşımayı hedefliyor.

 


📍 Chickadee, 1–25 Ağustos tarihleri arasında Edinburgh Fringe Festivali’nde, her gün 20:45’te sahneleniyor (11 ve 18 Ağustos hariç).
🎭 Yazan ve oynayan: Feride Morçay
🎬 Yönetmen: Aishwarya Ajit Gaikwad
Süre: 1 saat
🎟 Tür: Tek kişilik gösteri, mizahi dram, clowning

 

Londra Meydan Sahnesi’nden bir Aziz Nesin klasiği: “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" (27-28-29 Haziran)

No comments

26 June 2025

Türk edebiyatının usta kalemi Aziz Nesin’in unutulmaz eseri “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”, Londra’da sahneye taşınıyor. Londra Meydan Sahnesi tarafından sahnelenecek oyun Haziran ayının son haftasında North London Community House’da sanatseverlerle buluşacak.

 




Aziz Nesin’in kaleme aldığı, bürokrasinin absürtlüğünü mizahi bir dille ele alan “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” oyunu Londra Meydan Sahnesi tarafından 27-28-29 Haziran tarihlerinde Londra’da sahnelenecek.

Suat Onur Çalık’ın yönettiği oyunun oyuncu kadrosu ise şöyle: Cem Ok, Dursun Kuran, Elif Karabulut, Hıdır Şahin, Neslişah Şahin, Oktay Erpolat, Pınar Tilkidağ, Sevinç Çelik, Sultan Umut ve Tayfun Keleş.

Oyun ayrıca Deniz Gürsucu (Yönetmen Yardımcısı ve Müzik), Semra Şahinoğlu (Asistan), Aylin Yüzeirova (Hareket Düzeni) ve Anıl Duman (Müzik Düzenleme) gibi isimlerin katkılarıyla şekillendi.

  • 27 Haziran 2025 Cuma - 19:30 (Prömiyer)
  • 28 Haziran 2025 Cumartesi - 19:30
  • 29 Haziran 2025 Pazar - 14:00 (Matine) & 19:30

Biletler ve Mekân Bilgisi

Oyun, Londra’nın canlı kültür merkezlerinden North London Community House’da (22 Moorfield Road, London N17 6PY) sahnelenecek.

Bilet temini için iletişim:

  • E-Posta: INFO@DAYMER.ORG
  • Telefon: 020 7275 8440
  • WhatsApp: 07494 334095

 



Belleğin arşivinden sızan bir oyun: “Old Fools"

No comments

25 June 2025


 



“Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de olmaz.”

J. Derrida- Arşiv Ateşi


 

Bu yazıda, Londra’nın en sıcak gününde izlediğim, Tristan Bernays’ın kaleme aldığı, Çağ Çalışkur’un rejisiyle sahnelenen, İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyuncu olarak yer aldıkları  “Old Fools” adlı oyunu  Derrida’nın “arşivleme” metaforu üzerinden inceliyorum.

Eda Çatalçam 

Tiyatrocu, eğitmen ve Mavi Productions'un kurucusu

 

 

Oyunun İstanbul’da da “Old Fools” adıyla sahnelendiğini öncelikle belirtmek isterim. Bazı kelimelerin çevrilemediği, tam karşılığını bulamadığı oyun isimlerinden “Old Fools”. Hani tam olarak çevirip adını koyamasan da duygusundan tanıdığın bir oyun.  “Old Fools” oyununun sonrasında, boğazımda oluşan yumruyu ya da üstüme yapışmış inatçı bir tozu silkeleme hareketi yapma ihtiyacımı veya oyunun omuzlarıma bıraktığı ağırlığı üstümden atma gereksinimim, sonunda akacak bir yol bularak kelimelere dönüştü. Çok sıcak, her şeyin buharlaştığı bir Londra gününde izlediğim “Old Fools”u beynimin arşivlediği haliyle sizlere aktarmaya çalışacağım.

Seyİrcİ Fuayesİnden Sahneye

Derrida, dilimize “Arşiv Ateşi” ya da “Arşiv Humması” olarak çevrilen eserinde arşivlemeyi pek çok başlıkta irdeler. Bense Derrida’nın bu eserini “Old Fools” oyunundan hareketle, arşivlemenin hatırlamak değil unutmak üzerine de yapılan bir eylem olduğu olgusu üzerinden ele almaya çalışacağım. “Old Fools” oyunu özelinde, bir tür hafıza yaratmak için arşivleme tekniği ile yaptığım yukarıdaki girişin çıkış noktası, oyunun seyircisi olarak beni, Tom ve Viv’in ilişkilerine şahit kılmasıyla başladı. Oyunun, seyirci olarak benimle şahitlik üzerinden kurduğu interaktif iletişim aynı zamanda benim belleğimdeki çağrışımları da açmasına ve kendi kişisel tarihimdeki arşivlerin kilitlerin de aralanmasına neden oldu.

Seyirci olarak ilk kez, oyunun sahneleneceği salona geçmeden, bekleme alanı olarak adlandırılan seyirci fuayesinde tanışıyoruz Tom ve Viv ile. Tom’un fuaye alanında toplanmış oyunun başlamasını bekleyen herkesin dikkatini üzerine çekerek yaptığı konuşma sırasında artık bizler seyirci fuayesindeki seyirciler olmaktan çıkarak Tom’un müzisyen olarak sahne aldığı mekânın dinleyicileri konumuna geçiyoruz. Oyunun diğer ana karakteri Viv ise bizimle beraber Tom’u dinleyen kişilerden herhangi birisi olarak aramızda yer alıyor. Tom’un, kadın olarak Viv’den çok etkilenmesi ve ona kur yapmasına şahitlik ederken, Viv’in tüm bu kurlar karşısında utanması ve bir tür gece kulübü olarak sunulan tiyatro sahnesine kaçmasıyla biz seyirciler de Viv’in peşi sıra koşan Tom’un ardına, gönüllü şahitler olarak kendi aramızdaki konuşmalar ve yüzümüzdeki gülümsemelerle birlikte takılıyoruz. Acaba kız oğlandan hoşlanacak mı? Oğlan kızı nasıl tavlayacak? Bizi neler bekliyor? Bakalım nasıl bir oyun olacak? Merakına, kendi deli dolu zamanlarımızın ya da “ahh keşke” dediğimiz olmuş olmamış, yaşanmış yaşanmamış pişmanlıkların uyarılması da eşlik ediyor.

Hatırlamak mı Unutmak mı? Arşİvlenmİş Duyguların Peşİnde

Tom’un peşinden Viv’i bulmak için sahneye giriyoruz. Ortada mankenlerin yürüdüğü ince uzun podyum şeklinde uzanan bir platform olarak tanımlayabileceğim tiyatro sahnesinin her iki yanına yerleşmeye çalışan biz seyirciler, koltuk aralarında bizden çok önce mekâna giriş yapmış olan Viv ve Tom’u yeniden görüyoruz. Aradaki podyum gibi uzanan sahne bizlerin yerleştiği oturma alanını ikiye bölerken, yerleştiğimiz oturma alanının bir yanında Viv, diğer yanında ise Tom var. Yüksek sesli ve eğlenceli müziklerin eşliğinde birbirinden oldukça uzak mesafelerde dans eden bu iki insanın büyük aşklarının başladığı o gece kulübü, biz seyreyleyenler için pek çok farklı mekâna dönüşürken, ortadaki podyum gibi uzanan tiyatro sahnesi ise, oyunun sonunda lineer düzlem şeklindeki bir tür yaşam çizgisine evriliyor. Sahnenin her iki ucuna yerleştirilmiş olan çelik dikdörtgen kutularsa bu yaşam çizgisinin başlangıç ve bitiş çizgilerini belirliyor. Bu yaşam çizgisini genişleten alanlar; Tom ve Viv’in aramızdaki koltuklarda dolaşarak bizimle buluştuğu, zaman zaman biz seyreyleyenlerle birebir temasa geçtiği anlarda oluyor. Bu anlar, başlayan her şeyin bitişe doğru ilerlediği, tek düze bir ağır gerçeği de hafifleten, zamanı lineer bir düzlemden geniş bir alana da taşıyan anlar oluveriyor.

Dekorun sadeliği, aksesuarların seyircinin belleğinde kurulan çağrışımlı objeler bütününden oluşması, tiyatrodaki boş alanın seyreyleyenin imgelemini uyandıran bir rejiyle sahneye uyarlanması da oyunun, seyircinin belleğindeki arşivlerinin kilitlerini aralayan bir anahtar görevi üstlenmesini sağlıyor. Oyun boyunca, Viv ve Tom’un ilişkilerinin başlangıcına birebir tanıklık eden seyirciler olarak hem onların ilişkilerinin belleğinde hem onların kişisel belleklerinde, hem de kendi kişisel belleğimizde bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculuk, sahne tasarımında seçilen lineer bir izlekten çok, oyuncuların seyirci koltuk aralarında belirmesi gibi sıçrayan, değişken, bükülen ve evrilen bir dağınıklıkta oluyor. 



Hayaletler, Boşluklar ve Kayboluş: Arşİvİn Karanlık Yüzü

Oyun, Tom’un hem hayatla hem de Viv ve kızları Alice ile kurduğu coşkulu, tutkulu, kararlı, anlayışlı, eğlenceli, esprili, hareketli ve renkli ilişkisinin florasan lambalar gibi beyaz, soğuk ve renkleri yok eden, hareketsiz bir bilinmeze evrilmesi arasında gidip geliyor. Tom yaşlılığında Alzheimer hastası olarak hafızasını ve onu Tom yapan pek çok şeyi kaybediyor. Bu kayıp seyreyleyen olarak bizleri de hayatın değiştirilemez gerçekleri karşısındaki mecburi kabullenişe ve insanın ağır çaresizliğinin kollarına bırakıveriyor. Can Yücel’in şiirindeki, “Bana bir varmış de ama bir yokmuş deme, içime dokunuyor” dizeleri gibi bir hisle kalıveriyoruz.

Tom’un hafızasının derinliklerinde gezinirken Derrida’nın “Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de olmaz” tespitindeki dışarısı rolünü de üstlenen seyirciler olarak, Tom’un bellek arşivinden çıkan anılarının da dışarısı oluveriyoruz. Bu arşivlenme sırasında Tom, bazı anılarını hatırlamak istediği kadar bazılarını da unutmak istiyor.

Tom’un âşık olduğu Viv karakteri olarak tanıdığımız oyuncu İdil Sivritepe, Tom’un belleğindeki arşivlerden bazen onun eğlenceli ve duyarlı baba kimliğini görmemize vesile olan kızı Alice olarak, bazen Tom’un Alzheimer tedavisini üstlenen doktoru olarak, bazen de çocukluğunda Tom’u döven öfke sorunları yaşayan, dürtüsel annesi olarak karşımıza çıkıyor. Tom’un belleğindeki arşivlerden çıkan anıların kapısı hiç beklemediğimiz bir anda ve çok hızla aralanıyor. Tıpkı düşüncelerin tutulamaz sıçrayışları, çağrışımların öngörülemezliğinde olduğu gibi Tom’un belleğinde de kestirilemez, beklenmedik bir gezintiye çıkıyoruz.

“Arşivdeki her belge hatırlama amacıyla saklanırken, arşivdeki pek çok belge aynı zamanda geçmişte kalmış olanın, ölmüş olanın, anın içinde olan mevcut olmayanın da bir artığıdır” diyen Derrida, işte bu nedenlerden dolayı arşivlerin yapısını “çelişkili” olarak tanımlamıştır. Hatırlamak ve saklamak niyetiyle tesis edilen arşivler, aynı zamanda “unutmaya” ve “kaybolmaya” da içkindir. Derrida'ya göre arşivler; zamanla eskiyen, kaybolan, unutulan şeylerin bir yansıması olması bakımından ele alınabilir ve bu saklama eylemi bir tür ölümle de yüzleşme olarak yorumlanabilir. Tam da buradan hareketle Tom’un yaşamının en göbeğinde aşkının şahitliğinde başladığımız seyreyleme hikâyesi, Tom’un belleğindeki arşivlerin açılmasıyla bir tür ölümle yüzleşme sürecine de dönüşüyor.

Derrida’nın arşivleme üzerinde bahsettiği arşivleneni görülmez bir biçimde etkileyen hayalet kavramı ise Tom ve Viv’in ilişkisine dış dünyanın etkileri üzerinden tanımlanabilir. Viv’in mesleğindeki başarısına kıyasla, Tom’un dış dünya, para, meslek, gereklilikler üzerinden yönetmekte ve dengelemekte zorlandığı hayatı ve aileyi geçindirme noktasında maddi olarak yetersiz kalışı, onun coşkun dünyasına sızan hayaletler olarak oyunda karşımıza çıkmakta. Bu kırılganlıklar Tom için, arşivlenenin unutulmak üzere tozlu raflara kaldırılan bir hal yarattığı gerçeği, Alzheimer rahatsızlığı ile belirgin bir hal almaktadır. Tom’un “Ben hep böyle mi olacağım, iyileşemeyecek miyim?” sorusuna, Alzheimer doktorunun verdiği yanıt insana dair çok içkin bir gerçeği de ortaya koymaktadır. Doktor; “Tom’un hastalığını tanımlarken bir süre sonra beyindeki hücreler arasında iletişim tamamen durur ve hücreler yavaş yavaş dışardan bir tehdit olduğunu düşünerek kendisine saldırarak ölür”. Oyundaki, Tom’un hastalığına dair bu tanım; insanın hayatta kalabilmek, devam edebilmek, gerçeklerle yüzleşebilmek için kendisine nasıl bilinç dışında oyunlar oynayabileceğini göstermektedir. Buradan bakıldığında insan beynini bir oyun alanı olarak yorumlamak da “Old Fools” oyunu özelinde mümkün olabilmektedir. Bu yorumun etrafında Tom’un seyirci fuayesinde başlayan coşkun, yaşam dolu, renkli ve tutkulu yanına olan şahitliğimizle başlayan oyun, onun belleğindeki arşivlerde gezinirken biz seyirciler için aynı zamanda bir oyun alanına dönüşür.

Seyİrcİ Arşİvİn Dışında mı İçİnde mİ?

Tom’un yaşlanması ve hastalığı ile birlikte uçuşan anıların etrafındaki bağlantıların kesilmesiyle biz seyirciler de arşivin dışsalı olma özelliğimizden, belleğin oyun alanına sıkışıp kaybolmuş, orada ölen ve karanlıkta kalan hayaletleri oluveririz. Oyunda seçilen, ses, müzik ve ışık kullanımı da bu yok oluşu güçlendirerek hikâyenin gücünü arttıran en önemli destekçilere dönüşmekte. İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyunculuklarındaki akışkanlık, bir sörf yaparcasına duyguların ve anıların üzerinde ustalıklı gezinmeleri çok ilham verici. Londra’nın en sıcak gününde hiç bitmeyen enerjileriyle, hikâye odağını fiziki koşulların olumsuzluğuna rağmen, hiç kaybetmeden 110 dakika boyunca büyük bir tutkuyla aktaran İdil Sivritepe ve Olgu Baran’a, Tom ve Viv’in hikâyelerinin eşlikçisi ve benim yorumladığım yerden Tom’un belleğindeki arşivlerin dışsal kayıt tutucuları ve hayaletlerinden birisi olarak teşekkür ediyorum.  

“Old Fools” oyunu sonrasında ellerimin, tüm bedenimin üstünde toz varmışçasına silkeleme ihtiyacını neden duyduğunu şimdi daha da iyi anlıyorum. Bu üstümü silkeleme hareketinin anlamı belki de Tom’un hafızasında kaybolan bir hayaleti kovmak ya da Tom’un belleğinde arşivlenmiş tozlu anıları üzerimden atmak, kendi varlığımı yeniden duyumsamak içindi belki de.

“Old Fools”, Tom’un belleğinde yaptığımız gezinti sırasında, hayat dediğimiz şeyin pek çok anının bir araya gelmesinden oluşan birer arşivler bütünü olduğunu bir kere daha çok etkili bir biçimde gösterdi. Biz de Tom ve Viv ile birlikte güldük, dans ettik, yüzdük, endişelendik, güneşin tadını çıkardık, korktuk, hata yaptık, saçmaladık, üzüldük, hayal kırıklığı yaşadık yani sonunda her şey bitecek, unutulacak ve ölecek de olsa doyasıya hissettik ve yaşadık. Hani derler ya, hayat pencereden izlemek için çok kısa diye tam da böyle bir tat kalıyor Old  Fools sonrası insana. Bu etkileyici şiirsellikte sahnelenmiş ve performe edilen oyunu, bir yerlerde görürseniz kaçırmayın derim. Tiyatronun bize unuttuğumuz şeyleri hatırlatan ya da hatırlamak istediğimiz şeylere nasıl şahitlik edebileceğimize rehberlik eden yanını yine yeniden “Old Fools” ile deneyimlemek çok güzeldi. Katmanlı ve inceliklerle ördüğü rejisiyle Çağ Çalışkur özelinde tüm ekibe bu güzel oyun için çok teşekkür ederim.

 

 

Turne Arşiv Fişi

Başlık: Old Fools – Londra Turnesi
Tarih: 17-18-19 Haziran 2025
Yer: Battersea Arts Centre, Londra
Topluluk: Tiyatro Craft (İstanbul)

Yazar: Tristan Bernays

Çevirmen: Şimal Yalçın
Yönetmen: Çağ Çalışkur
Oyuncular: İdil Sivritepe, Olgu Baran

Süre: Tek Perde/ 110 Dk

Hava Durumu: Ortalama 29 derece hissedilen sıcaklık 32 derece civarı

Açıklama: İstanbul’da sahnelenen Old Fools oyunu, 17-18-19 Haziran 2025 tarihlerinde Londra’daki Battersea Arts Centre’da seyirciyle buluştu. Oyun, Tommy (Tom) ve Vivian (Viv) adlı iki karakterin ilişkilerini; tanışmalarından birlikte yaşlandıkları yıllara dek uzanan bir zaman çizelgesinde anlatır. Bellek, aşk, unutma, kariyer, başlangıçlar, sadakat gibi temalar etrafında şekillenen metin, seyirciye duygusal bir yolculuk sunar.

Belge Türü: Turne kaydı / Gösterim belgesi

Yazım Şekli: Derrida’nın “Arşiv Ateşi” fikrinden hareketle oyun incelemesi.

 

“Londoner” 12 Temmuz’da George Wood Theatre’da

No comments

Londra TV’nin sempatik sunucusu Fatma Yüksel “Londoner” oyunuyla yeniden sahnede. Yüksel, üç yıl önce “Londralı” olarak Türkçe sahnelediği tek kişilik oyununu bu kez İngilizce olarak sahneleyecek.

 




12 yaşında geçirdiği trafik kazası sonucu hafızasını kaybeden ve çocuk yaşta Londra'ya göç eden bir kadının, kendini yeniden keşfedip "Londralı" olma yolculuğunu konu alan “Londoner” 12 Temmuz, Cumartesi akşamı, saat 19:00’da  George Wood Theatre'da seyirciyle buluşacak.

Migrant Futures İnstitute - Goldsmiths, University of London tarafından gerçekleştirilen proje kapsamında, tek kişilik ve tek perdelik oyunda Fatma Yüksel, kendine özgü stand-up havasındaki performansıyla Londra’ya alışma sürecini, göçmenliğin zorluklarını mizahi bir dille aktarıyor.

 

  • Tarih: 12 Temmuz 2025, Cumartesi
  • Saat: 19:00
  • Yer: George Wood Theatre
  • Adres:  25 Laurie Grove, London SE14 6 NW
  • Bilet fiyatı: ÜCRETSİZ!

 

Bilet Bilgisi:
Ücretsiz olan etkinliğin biletleri eventbrite.co.uk. üzerinden temin edilebilir.

 





“Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası” 27-31 Mayıs'ta

No comments

24 May 2025

Londra’nın kültür sanat takviminde yerini alan Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, bu yıl ikinci kez 27-31 Mayıs 2025 tarihlerinde Tower Theatre’da izleyiciyle buluşuyor.

                                                                                                        


                                                  

İstanbul’dan Londra’ya uzanan sanat yolculuğunu sahneye taşıyan Mavi Production ekibi, Eda Çatalçam ve Fatih Dönmez öncülüğünde bu yıl da yepyeni hikâyelerin peşinden koşarak “umuda, direnişe ve güzelliğe” yelken açıyor.

Mavi Production çatısı altında gerçekleştirilecek olan II. Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, çağdaş metin yorumlarından performatif deneylere, disiplinler arası işbirliklerinden atölye sunumlarına kadar uzanan yoğun bir programla seyirciyi selamlıyor.

“Yaşasın Bağzı Şeyler!” sloganıyla bİR arada

“Gelin, birlikte ‘Yaşasın bağzı şeyler!’ diyelim” çağrısıyla izleyicileri bir araya getirmeyi hedefleyen etkinlik, 5 gün boyunca tiyatro oyunları, söyleşiler ve atölyelerle renklenecek.

II. Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, yalnızca sahne performanslarından oluşmuyor. Kollektif yaratım süreçlerine dair atölyeler, söyleşiler, Dünyada Kitap’ın desteğiyle gerçekleşen yazar buluşmaları ile dolu bir haftaya ev sahipliği yapıyor. Gençlerin üretimin bir parçası olmasını çok önemseyen Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, 27-31 Mayıs’a denk gelen ara tatilde gençler için de çok eğlenceli atölyeler düzenliyor.

Neden Mevsİmlİk?”

Mevsimlik Oyuncular kavramı, sabit bir tiyatro kumpanyasından çok, üretim ve eğitim süreçlerinin iç içe geçtiği, geçici ama derin bağların kurulduğu bir yapıyı ifade ediyor. Katılımcılar sezon boyunca atölye, prova ve sahneleme süreçlerine dahil oluyor; her bir üretim hem bireysel bir gelişim alanı hem de kolektif bir sahneleme biçimi olarak kurgulanıyor. Mavi Production çatısı altında yürütülen bu program, Türkiyede ve Avrupada benzeri az görülen bir sanatsal model oluşturuyor.

Nasıl Katılabilİrsİnİz?
Tower Theatre’ın 16 Northwold Rd, N16 7HR adresinde gerçekleşecek etkinliğin biletleri ve detaylı programı, linktr.ee/maviproduction üzerinden ve Tower Theatre’ın web sitesi üzerinden erişime açık. Tiyatronun büyülü dünyasında farklı kültürlerin izlerini keşfetmek isteyenler, bu beş günlük şölene davetli. Ayrıca “herkes için tiyatroyu” mottosuyla yola çıkan tiyatro haftası boyunca “askıda bilet” uygulamasıyla tiyatro severlere tiyatro bileti hediye edebilirsiniz.

 


FestivalProgramı ve Diğer Etkinlikler

 

 


Ama Ya Doğru Söylüyorsa?

Ekonomik kriz diye bir şey yoktur. Ekonomi bizzat kendisi bir krizdir."
Henrik Ibsen

Ekonomi nedir? Ekonomi, aslında her şeyin alınıp satıldığı, para ve kaynakların paylaşıldığı dev bir oyun alanıdır. Bizler ekonomi için ne anlama geliyoruz peki? Formüller, yüzdeler, rakamlar (mı)? Yoksa sadece tüketmesi gereken organizmalar mı? Biz, ekonominin öznesi miyiz yoksa bir nesnesi mi? Yoksa ekonomideki rakamlar karşılığımız kadar mı özne olabiliriz? "Ama Ya Doğru Söylüyorsa?" tam da bu sorulara eğlenceli bir şekilde yanıt veriyor. Bu oyun, yalnızca ekonomi üzerine bir tartışma değil; aynı zamanda bu devasa sistemin içinde insan olmanın ne anlama geldiğini sorgulayan, özneyle nesnenin, varlıkla yokluğun sınırlarını zorlayan bir deneyim sunuyor. Grotesk anlatımıyla seyirciyi oradan oraya savururken hiçbir şey yerinde durmayacak; her şey sürekli değişecek ve aniden, eğlence patlayacak!

 

28, 30 Mayıs 2025
Saat: 14.30
Mekan: Tower Theatre

 

31 Mayıs 2025
Saat: 19.00
Mekan: Tower Theatre
Yaş sınırı: +12

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/ama-ya-dogru-soyluyorsa/




Keşke Anlattıklarım Yalan Olsa

“Bu Dünya nasıl kendi evim gibi tanıdık olabilir, kendi evim nasıl bütün Dünya gibi yabancı, anlat bana.”

Orhan Pamuk

Hayat bazen, aklımızın ulaşamayacağı kadar distopik hikayelerle doludur. Bu hikayeleri distopik kılan şey, aslında gerçeğe dönüşmelerinin gizeminde yatar. "Keşke Anlattıklarım Yalan Olsa" fragman fragman, bu dünyayı kendilerine yuva yapmaya çalışan insanların çelişkilerle dolu öykülerini anlatıyor. Yer yer gerçekçi, yer yer absürt bir tınıyla şekillenen anlatımı, izleyiciyi eglenceli bir yolculuğa çıkaracak. Oyun, izleyenleri coğrafya ve kültür sınırlarını aşarak, ortak bir coşkuda buluşmaya davet ediyor.

 

29, 31 Mayıs 2025
Saat: 14.30
Mekan: Tower Theatre

30 Mayıs Cuma
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş sınırı: +12

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/keske-anlattiklarim-yalan-olsa/




Uykusuz Bir Rüya, Salim

Adanada ailesi ile yaşarken, İstanbula amcasının yanına gönderilen Salim’in hikayesine odaklanan Uykusuz Bir Rüya, Salim; amcasına ait kebapçı dükkanında çalışırken gördüklerini ve ‘çaresizlik’ duygusunu izleyiciye aktarıyor.

Berkay Ateş’in yazdığı oyunda usta oyuncunun tek kişilik performansı ile de izleyiciye unutulmaz anlar yaşatmaya hazırlanıyor.

2024 yılında Direklerarası Tiyatro Ödülleri 2024 - “Tek Kişilik Performans” ile birlikte İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri 2024 -Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu”, Sadri Alışık Tiyatro Ödülleri 2024 - Yılın En Başarılı Erkek Oyuncusu”, Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri 2024- Ferhan Şensoy En İyi Erkek Oyuncu Ödülü”nün sahibi olan Uykusuz Bir Rüya, Salim; son zamanların en başarılı tek kişilik performansları arasında üst sıralarda yer alıyor.

 

27 Mayıs 2025
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş sınırı: +12

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/03/uykusuz-bir-ruya-salim/




 9/8’lik Kıyamet

Yakın gelecek.
İklim krizinin vurduğu bir dünyada, kıyamet gelmiş ama tam da gelmemiş. Hiçbir ülkenin kabul etmediği göçebe topluluklar — Parazitler — yeni bir yaşam biçimi kurmak zorunda kalmış.
Ve o topluluğun içinden bir hikâye anlatıcısı: Diyar.
Her akşam ateş başında darbukasıyla hikâyeler anlatan Diyar, bu kez bizi kıyametin ilk günlerine, İstanbula götürüyor. Açlık, susuzluk, isyan ve ihanetin iç içe geçtiği bu anlatıda, yükselen muhafazakâr bir hareket — İzan — ve Diyar’ın kaderini altüst eden gizemli bir kız: Leylâ yer alıyor.
Diyar’ın Gözleri”, büyük yangınların, göçlerin ve kayıpların ortasında şekillenen bir aşk ve vicdan hikâyesi.
Ve temel bir soru soruyor:
Dünya elimizden kayarken, biz kimin elini tutacağı
z?

 2025 Direklerarası Tiyatro Ödülleri “Tek Kişilik Performans” ödülü ile ödülleri toplamaya başlayan “9/8’lik Kıyamet” in bu sene pek çok ödülü daha alacağına eminiz.

 

28 Mayıs 2025
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş Sınırı: +16

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/9-8lik-kiyamet/




Dansöz

Meryem isimli bir oryantalin hikâyesini ‘bakış’ çerçevesinde ele alan oyun, tiyatronun Antik Yunandan beri bakışla tanımlandığı teorik bir alanı (theatron, bakılan/seyredilen yer” anlamına geliyor), oryantaldeki ekol farklarıyla birlikte sahneye taşıyor.

“Birilerine bakmak için özel olarak tasarlanmış bir alanda, yine özel bir bağlam içinde, bakış’ın ne anlama geldiğini araştıran” oyunda tek kişilik performansı ile Sezen Keser göz dolduruyor.

Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri 2020 - “En İyi Çıkış Yapan Kadın Oyuncu”, Direklerarası Tiyatro Ödülleri 2020 - “Tek Kişilik Performans” ödüllü oyun Londra’da izleyicisi ile buluşmaya hazırlanıyor.

29 Mayıs 2025
Saat: 19.30
Mekan: Tower Theatre
Yaş Sınırı: +16

 https://maviproduction.co.uk/2025/04/10/dansoz/




Atölye: Yaz Yaz Yaz! Bugün Hemen Şimdi

Gördüğünüz gözden, hissettiğiniz yerden, duyduğunuz seslerden bir dünya kurmaya ne dersiniz?

Ödüllü Yazar Hande Ortaç ile gerçekleştirilecek bu yaratıcı yazı atölyesinde, örnek metinler üzerinden çalışacak, kendi öykünüzü kaleme alma fırsatı bulacaksınız.

Atölyemiz hem Türkçe hem de İngilizce yürütülecektir. Böylece, içinizden gelen dili seçerek kelimelerle özgürce oynayabilirsiniz.

Bu atölyeye katılmak için önceden yazma deneyiminiz olması gerekmez; sadece yeni şeylere keşfetmeye açık olmanız yeter!

Kelimelerden nasıl yeni bir dünya yaratıldığını merak eden tüm gençleri bekliyoruz.

 

28 Mayıs 2025
Saat: 12.00 - 14.00,
* 12 - 16 Yaş
Mekan: Tower Theatre

 


Atölye: Ben Senin Yerinde Olsam

Sahneye sadece izlemek için değil, değiştirmek için çıkıyoruz!

Forum Tiyatro uzmanı Mengü Türk’ün liderliğinde gerçekleştirilen Forum tiyatro atölyemizde bir hikâyeyi birlikte izliyor, sonra Ben senin yerinde olsam ne yapardım?” diyerek sahneye müdahale ediyoruz. Oyunun akışını birlikte değiştiriyor, karakterlerin yerine geçip olaylara farklı çözümler getiriyoruz.

Rol alabilir, fikirlerini sahneye taşıyabilir ya da izleyici olarak tartışmaya katılabilirsin. Deneyim gerekmez — sözünü söylemek isteyen herkes bu sahnede yer bulabilir.

*Atölye dili Türkçe ve İngilizcedir.

 

30 Mayıs 2025
Saat: 12.00
*  12 - 16 Yaş
Mekan: Tower Theatre

 


Lemonade Stand Up

Eren Erdoğan, Suat Eroğlu ve Yunus Dalgıç
gülmenin bilimini sahneye taşıyor!

II. Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası’nda, acıya merhem, derde deva, yüzlere ise yoga olmaya geliyorlar! Gündelik hayatın saçmalıkları, kuyrukta beklerken akla gelen büyük sorular, Türk usulü dertleşmeler ve kahkahanın evrensel diliyle buluşuyor.
Yani evet, bu üçlü yine sahnede ve yine absürt zekânın zirvesindeler!
Hazır olun: Bu gösteri sizi hem güldürecek, hem düşündürecek, hem de ben de tam bunu yaşıyorum” dedirtecek.

 30 Mayıs 2025

Saat: 21.30
Mekan: Tower Theatre

 



 Söyleşi: Tiyatro Göçer Mi?

Tiyatro, sabit bir sahneye mi bağlıdır, yoksa yolculuk eden bir anlatı mıdır? Bir yerden başka bir yere taşındığında köklerini de beraberinde götürür mü, yoksa gittiği yerde yeniden mi filizlenir?

Bu söyleşide tiyatronun tarihsel olarak göçer doğasından yola çıkarak; mekân, kimlik, aidiyet ve dönüşüm meselelerine uzanacağız. Sanatın sınır tanımayan doğasını, hem fiziksel hem de zihinsel göç deneyimleri üzerinden birlikte tartışacağız.

Göçün yalnızca acı ve kayıp değil; aynı zamanda yaratıcılık, direnç ve yeniden inşa için bir alan olduğunu hatırlamak istiyoruz.

Tiyatro Göçer mi?” sorusu yalnızca biçimsel bir arayış değil, aynı zamanda varoluşsal bir sorgudur.

 Bu göçerlik hâlinin tiyatroya nasıl yansıdığını birlikte düşünmek, konuşmak, belki de yeniden tarif etmek için…

Eda Çatalçam, Fatih Dönmez, Memet Ali Alabora ve Philip Arditti sahnede bu soruya yanıt arayacak.

Söyleşiye katılmak için tiyatro haftasındaki oyunlardan birine bilet almanız yeterli.

 

31 Mayıs 2025
Saat: 17.00
Mekan: Tower Theatre

 

 


Konser: The Third Culture Collective

Third Culture Collective, farklı kültürlerin ve yaratıcı ifade biçimlerinin kesişiminden doğmuş çığır açıcı bir sanat projesidir. Misyonumuz, müziğin birleştirici gücünü keşfetmek; etnik ezgileri, cazı ve psikedelik etkileri harmanlayarak izleyiciyi içine çeken canlı performanslar yaratmaktır.

Gerçek zamanlı doğaçlama ve görsel sanatçılarla işbirliği yoluyla, sadece bir konser değil; bağ kurma, iyileşme ve hikâye anlatımı yolculukları sunuyoruz. Kollektif, izleyicileri yalnızca izleyen değil, sürekli gelişen bir anlatının parçası olmaya davet eder. Sanatın sınırları aşarak kişisel düzeyde derinlemesine yankı bulduğu bir deneyim yaşatmayı amaçlıyoruz. Sesin, kültürün ve topluluğun sınırlarını yeniden tanımladığımız bu olağanüstü etkinliğe siz de katılın.

Jomy Jai – Klavye & Elektronikler
Salih Korkut Peker – Elektro Cümbüş / Çift Saplı (çağlama – perdesiz gitar)
Gökhan Demirdöğmez – Sol Klarnet
Cana Çankaya – Trompet
James Heggarty – Davul

 

27 Mayıs 2025
Saat: 22.00
Mekan: Tower Theatre

 



 

 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan