Feride Morçay, palyaçoluk sanatına duyduğu ilgiyle yazmaya başladığı tek kişilik oyunu Chickadee ile Londra’da Riverside Studios Bite Size Festivali’nden sonra ağustos ayında Edinburgh Fringe Festivali’nde 23 gün boyunca sahne alacak. Mizah ve trajediyi harmanlanan Chickadee, bir sokak palyaçosunun içsel çatışmalarını ve günümüzün sosyal medya dünyasında kadın bedeninin metalaşmasını konu alıyor.
Londra’da tiyatro ve sinema alanındaki üretimlerine devam
eden Feride Morçay, son yıllarda özellikle akıl sağlığı, kadınlık ve aidiyet
temalarını sahneye ve perdeye taşıyan çalışmalarla adından söz ettiriyor.
Londra’nın ardından Edinburgh Fringe Festivali’nde ağustos ayı boyunca sahne
alacak olan Feride Morçay’la kendi yazıp oynadığı tek kişilik oyunu Chickadee hakkında
konuştuk.
Böyle bir oyun yazmak nereden aklına geldi?
Liseden beri yanımda fikir defteri taşıyorum. Yaklaşık
10-15 sene önce ben bu fikir defterine bir sokak sanatçısıyla ilgili hikâye
fikri yazmıştım. Palyaço değildi ama sokak sanatçısı olmak hep ilgimi çekmişti.
Bunun dışında senelerdir yazıp çizip karaladığım bazı sürreal fikirlerle bu ve
palyaçoluk felsefesinden çıkan karakter birleşti ve bir anda akmaya başladı. Londra’da
daha önce “clowning” üzerine atölyelere katılmıştım. Bu sayede birçok farklı
performans sanatçısıyla tanıştım. Micaela Miranda adında bir hocam vardı, onun
bir haftalık yoğun programına katıldım. Sonra Rus palyaço Slava hakkında bir
belgesel izledim ve Slava'nın bir palyaço olarak hayat felsefesi, koşullar ne
olursa olsun insanları gülümsetebilme çabası beni çok etkiledi. Derken kendimi
bir anda bu oyunu yazarken buldum.
Dahlia karakterin böyle mi doğdu?
Evet, önce bir fikir olarak ortaya çıktı. Üzerine çok
düşünmeden bu ilhamla sahneler yazmaya başladım. Sonra sokakta, palyaço
kılığıyla doğaçlama bir performans yaptım. Trafalgar Square’de tamamen
doğaçlama bir şekilde, sokakta bir süpürge alıp sokağa süpürmeye başladım. İnsanların şaşkın bakışları, gülümsemeleri,
tepkileri beni çok etkiledi.
Bu deneyimle birlikte metin henüz oluşmamışken, performans
dünyasındaki bir oyuncunun ne yaşadığından çok karşı tarafa ne verdiğinin daha
önemli olduğunu fark ettim.
Ardından bir palyaço ver performans sanatçısı olan Tanya
Zhuk palyaço koçu olarak oyuna dahil oldu; üç seans diye konuştuk, yirmi seanstan
fazla yaptık. Bazen bütün gün palyaço karakterinin içinde kalıp palyaçoyu oynamayıp
adeta palyaço oldum.
Biraz da oyunun metnine gelelim. Dahlia nasıl bir
karakter?
Dahlia, idealist bir sokak palyaçosu. Başarıyı ün ya da
para ile değil, insanların yüzüne bir gülümseme koyabilmekle ölçen biri. Fakat
etrafındaki insanlar onun bu yolculuğunu anlamıyor. Para kazanması, “başarılı”
olması gerektiğini düşünüyor. Derken menajeri ve en yakın arkadaşı olan Sue’nun
zorlamasıyla bir televizyon programına çıkıyor ve orada kendi seksapeli
üzerinden değer görüyor. Farkında olmadan sistemin ona çizdiği yola yöneliyor. Kendisi
de bir kukla gibi aslında bir bakıma izin veriyor buna. Ertesi gün ünlü biri
olarak uyanıyor ve bu durumdan annesi, menajeri, babası çok mutlu oluyor.
Palyaçolukla çatışan bir
durum değil mi bu?
Evet. Bu da kızın kafasını
çok karıştırıyor. Hikâye de bununla ilgili zaten; Dahlia’nın, kendi içindeki
‘kadın’la, ‘sanatçı’ ile ve ‘toplumun kadından beklediği şey’ ile olan
çatışmasıyla… Dahlia, bir anda "seksi palyaço" olarak ünleniyor ama
bunu istemeden yapıyor. Ve herkes – annesi, menajeri, çevresi – bu başarıyı
kutlarken, Dahlia içten içe kim olduğunu sorguluyor.
Kadın sanatçıların bazen
yaşadığı bir durum bu; bir kişinin değerinin dış görünüşünden verilmesi akıl
sağlığını inanılmaz etkiliyor. Ben bunu
çok gözlemliyorum; arkadaşlarımdan, çevremden, iş arkadaşlarımdan, herkesten
kendim de deneyimleyerek. Burada güzel ve bakımlı olmaktan söz etmiyorum. Gerçek
değerinin sadece ‘cinsellik’ üzerinden biçilmesi çok can acıtıcı bir durum
bence. Dahlia da idealist bir sokak palyaçosuyken birdenbire başka birine
dönüşüyor.
Oyunun yapısı nasıl? Gerçekçi bir anlatım mı, yoksa farklı
katmanlar var mı?
Metin çok katmanlı. Oyunda sürreal kısımlar da
var. Çünkü biz bu karakterin tamamen psikolojisinin içine giriyoruz. Ve bazen
bu anı yaşarken sahne bir anda değişiyor. Işıklar değişiyor. Ve biz Dahlia 'nın
beyninin içine giriyoruz sanki. Ve onun düşüncelerini ve geçmişte yaşadıklarını
görüyoruz. Çocukluğuna iniyoruz.
Bu kadar ağır bir metin ancak mizahla yoğrulabilir
sanırım…
Kesinlikle. Bence mizah, en zor konuları insana
yaklaştırmanın en etkili yolu. Taciz, sistem baskısı, kadın kimliği, bedenin
pazarlanması gibi çok ağır temaları işliyorum. Ama bunları doğrudan yüzüne
çarpmadan, biraz güldürerek, sonra da düşündürerek sahneliyorum. Bu, seyircinin
daha açık kalmasını sağlıyor.
Seyirci nasıl karşıladı oyunu?
Seyircilerde metnin doğasından kaynaklanan yoğun duygu
geçişleri oluyor. Dahlia’nın gülümseyen yüzünün arkasında yaşadığı içsel yıkım
çok etkiliyor insanları. Mizahın içinde derin bir trajedi var. O kontrast
seyircide büyük bir etki yaratıyor.
Seyirci bu oyunda her şey. Bazı bölümlerinde interaktif
sahneler var. Aralarına giriyorum, doğaçlama anlar oluyor. Bu da seyirciyi
oyunun bir parçası kılıyor.
Bir saat boyunca tek başına sahnede olmak zor bir iş değil
mi?
Oyunun zengin içeriği, duygusal iniş çıkışlar ve ağır
konuların mizahla harmanlanması ve karakterin seyirciyle kurduğu iletişimdeki
dürüstlük seyirciyi diri tutuyor.
Chickadee ağustosta Edinburgh Fringe Festivali’nde
sahnelenecek? Seni neler bekliyor?
Oyunu daha önce Bite Size Festivali kapsamında Riverside
Studios’da dört kez oynadım. Çok iyi bir prömiyer oldu. Şimdi Fringe’de 1-25
Ağustos tarihleri arasında 23 gösterim yapacağım. Her gün, her seyirci ve her
an birbirinden farklı olduğu için her oyun kendine özel olacaktır. Bu arada
unutmadan belirteyim; bilet gelirlerinin bir kısmı akıl sağlığı ile ilgili
bilinçlendirme amaçlı ‘Comic Relief’ adlı hayır kurumuna bağışlanacak.
Bu oyundan sonra ne var sırada? Yeni projeler?
Chickadee’yi Londra’ya tekrar getirmek istiyorum. İstanbul
için bazı görüşmeler var, henüz netleşmediği için bir şey söylemek istemem.
Bunun dışında farklı şehirlerde ve festivallerde oynamak gibi bir hedefim var.
Son olarak, söylemek istediğin bir şey var mı?
Bu süreçte tiyatronun değerini çok anladım. Canlı
performans yapmak ve seyircinin gözünün içine bakarak gerçek bir iletişim
kurmak, onlarla bir hikâyeyi, karakteri paylaşmak iki taraf için de çok derin
bir deneyim. Tiyatronun bizi uyanık tuttuğuna ve iyileştirdiğine inanıyorum.