Londra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Londra etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

“Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası" Başlıyor

Hiç yorum yok

24 Nisan 2025

Londra’nın renkli sanat sahnesinde bu yıl ikincisi düzenlenecek olan Mevsimlik Oyuncular Tiyatro Haftası, 27-31 Mayıs 2025 tarihleri arasında Tower Theatre’da tiyatro severlerle buluşmaya hazırlanıyor. İstanbul’dan Londra’ya uzanan sanat yolculuğunu sahneye taşıyan Mavi Production ekibi, bu yıl da hikâyelerin peşinden koşarak “umuda, direnişe ve güzelliğe” alan açıyor.

 




“Yaşasın Bağzı Şeyler!” sloganıyla bir arada

“Gelin, birlikte ‘Yaşasın bağzı şeyler!’ diyelim” çağrısıyla izleyicileri bir araya getirmeyi hedefleyen etkinlik, 5 gün boyunca tiyatro oyunları, söyleşiler ve atölyelerle renklenecek.

Tiyatro severleri zengin bir tiyatro programı bekliyor

“Mevsimlik Oyunculari”, kurulduğu günden bu yana tiyatro aracılığıyla eğlenmek, birlikte üretmek ve yeni keşiflere çıkmak ve her şeyden önce hikâyeler anlatmak isteyen herkese sezon boyunca kapılarını açık tutuyor. 

Nasıl Katılabilirsiniz?
Tower Theatre’ın 16 Northwold Rd, N16 7HR adresinde gerçekleşecek etkinliğin biletleri ve detaylı programı, linktr.ee/maviproduction üzerinden erişime açık. Tiyatronun büyülü dünyasında farklı kültürlerin izlerini keşfetmek isteyenler, bu beş günlük şölene davetli.

Son Söz Sanatseverlerden:
“Sanat, sınırları aşar” diyen Mavi Production, her yıl daha da büyüyen bu buluşmayı, “direnen güzelliklerin kutlaması” olarak tanımlıyor. Londra’da yaşayan Türkiyeli sanatseverler detaylar ve güncel duyurular için @maviproduction sosyal medya hesaplarını takip edebilir.


https://maviproduction.co.uk/2025/04/09/ii-mevsimlik-oyuncular-tiyatro-haftasi-program/




 

İsmail Kaygusuz’un ardından: Kavga / Kervan dergilerinde Kaygusuz'un izleri

Hiç yorum yok

Alevilik üzerine birçok değerli çalışmaya imza atan İsmail Kaygusuz, 3 Şubat 2022’de İstanbul’da vefat etti. Bu yazıda, Kaygusuz’un Kavga ve Kervan dergilerinde yazdıkları üzerinden Alevilik düşüncesine yaptığı katkıya değiniyorum.

 Tuncay Bilecen




Kavga ve Kervan dergileri üzerine akademik çalışmalar yapana kadar İsmail Kaygusuz’u tanımıyordum. Daha sonra kendisiyle Emek Araştırmaları Vakfı’nın (EMAR) Londra’da düzenlediği Gaye Yılmaz söyleşisinde yüz yüze tanışma fırsatı bulduğum Kaygusuz, bir hayata sığdırdığı onca çalışma, araştırma makale, kitap ve romana rağmen içten, mütevazı bir kişilikti.

Kavga ve Kervan’ın felsefi yükünü çekiyordu

Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) Londra kanadı tarafından Mart 1991 – Aralık 1998 tarihleri arasında çıkan (71 sayı yayımlanmıştır) Kavga ve Kervan dergilerinin politik yükünü Rıza Yürükoğlu (Nihat Akseymen) felsefi yükünü ise İsmail Kaygusuz sırtlıyordu. İsmail Kaygusuz, Alevilik konusundaki engin tarihi ve mitolojik bilgi birikimi nedeniyle derginin entelektüel ayağını oluşturuyordu.

İsmail Kaygusuz, dergideki yazılarında Alevilikle sosyalizm arasında tarihsel, sınıfsal ve diyalektik bağlar kurmuş ve Alevi kimliğinin İslamiyet’ten azade bir kimlik olarak tanınması için yaşamı boyunca uğraş vermiştir. Bu bakımdan Alevilik inancının müstakil bir inanç olarak tanınmasında, onu zengin tarihsel ve felsefi kökleriyle buluşturmada ve özellikle de yurt dışında yaşayan Alevilerin diasporik bir kimlik kazanmalarında Kaygusuz’un rolü yadsınamaz. Örneğin, Kervan dergisinin 24. sayısında, 1993’te İşçi Birliği’nin girişimiyle Londra’daki ilk cemi şöyle anlatıyor Kaygusuz: “İlk toplanan cemde, Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelmiş, genç-yaşlı, kadın-erkek canlarda başlangıçta, uzun yıllar ceme katılmamış olmanın ya da ilk kez katılmanın verdiği bir heyecan, ürkeklik vardı. Ancak, cemde canların sorduğu sorulara Dede’den doyurucu yanıtlar geldikçe saatlerin ilerlemesine rağmen canların Dede’nin ağzından çıkanı can kulağıyla dinleme isteği daha ağır bastı. Cemevi’nin gerekliliği üzerine görüş birliği oluştu.” (Kaygusuz, Kervan 24, sy.16).



Londra’da ilk cemin yapılmasına ön ayak oluyor

1990’ların ikinci yarısından itibaren Alevi örgütlenmesinde yaşanan gelişmeler Alevilerin kamusal ve siyasal alanda görünür olmalarını sağlamıştır. Özellikle Almanya’daki Alevilerin örgütlenmesiyle başlayan görünürlük yurt dışında yaşayan diğer Alevileri de örgütlenme konusunda motive etmiştir. Bu dönemde Kaygusuz’un da yazılar kaleme aldığı Kervan dergisi Türkiye’de ve yurt dışında açılan cemevlerinin haberlerini okuyucuya duyurmakta, “Cemevlerimizi her yerde açacağız.”, “Nerede Alevi varsa orada Cemevi kuralım”, “Her semte cemevi, her hafta cem gerekli”, “Gençleri ‘cem ve kültürevi’ne çekelim” gibi başlıklarla cemevlerinin Alevilerin olmazsa olmazı olduğunu sürekli vurgulamaktadır.

“Sünnilikle, Aleviliğin ortak paydası yoktur”

Kaygusuz, Alevilik felsefesini materyalizmle ilişkilendirme eğilimindedir. “Sonsuz olan maddedir. Tanrı da uzay ve zaman gibi, maddenin bir varoluş biçimi olarak tanımlanamaz mı? Öyle ya da değil, ama tanrıyı en gelişmiş madde olan insanda varoluşa (yokoluşa) götüren Alevi-Bektaşi inancı, onun, maddenin dışında var olamayacağını ispatlamıştır (Kaygusuz, Kervan 58, sy.14). Aleviliğin materyalist düşünceyle ilişkilendirilmesi Sünni inancının ister istemez “metafizik” olarak kodlanmasına yol açacaktır. Bu da inanç felsefesi boyutunda Sünnilik ve Aleviliği iki zıt kutba yerleştirmek anlamına gelmektedir: “Alevilik inanç olarak dinin metafizik göğünde asılı duran değerlerin bazılarını reddetmiş, bazılarını ise yere indirip insanlaştırmış, maddeleştirmiştir. Bu nedenle, İslam metafizik değerlerinin kendi öz mantığı içinde, ‘vahiyle akıl arasında çelişki yoktur’ diyerek mantıkla bağdaşamayan ve aklı dine uyduran Sünnilikle, Aleviliğin ortak paydası yoktur (Kaygusuz, Kervan 70, sy. 3-4).

“Hak=Halk!”

Kaygusuz, Alevilik’i bir taraftan tarihsel kökleriyle buluşturmaya ve onu dünyevileştirmeye çalışırken bir taraftan da onunla İslami düşünce arasına mesafe koymaya çalışır. Bir yazısında “Enalhak” düşüncesine karşı çıkarak “Tanrı Halktır Halk da Tanrıdır” görüşüne varır. “Yolunu, süreğini unutmuş Cemevi’ne Cami gözüyle bakan; Cemlerde niçin Dede’nin önünde yeri öptüğünü, pirine mürşidine rehberine, musahibine, cem erenlerine neden niyaz ettiğini bilmeyen günümüz Alevilerinden bazıları da soruyor: ‘Allah insan, insan allahtır! Nasıl olur bu milyarlarca allah mı var?’ Bir Alevi bunu soruyorsa şeriatçıdan farklı düşünmüyor demektir. (…) Kaldı ki, “Hakk Halktır, halk da Hakk’tır belgisinden yola çıkmış olan, Hacı Bektaş Veli Hurdaname’sinde, ‘Şeriatta bu senin bu benim, Tarikatta hem senin hem benim, Hakikatta ise ne senin var ne benim. Cümle varlık Hakk’ındır, yani Halk’ındır’ buyuruyor. Demek ki, tasavvufta ve onun halka indirilmiş Alevilik inancında bu ‘dünyanın tek sahibi var: Hak=Halk! Ve bütün var olanlardan eşit biçimde yararlanılmalıdır” (Kaygusuz, Kervan 49, sy. 19).

Aleviliğin ve sosyalizmin özde bir olduğu görüşü Kaygusuz’un kaleminde Sol-Alevi ütopya diyebileceğimiz bir dünyanın yaratılmasına yol açmıştır. Örneğin “İşçiler ve Aleviler omuz omuza rıza şehrini kurmaya” başlıklı yazısında Marx, More ve Campenalla’dan yola çıkarak Alevi mitolojisinde kurulan “rıza şehri, “paranın geçmediği her şeyin rıza ile yapıldığı mülkiyetin olmadığı bir ütopya” olarak tasvir edilmektedir.



İşçi sınıfı ile Aleviliği musahip etme çabası

Kaygusuz Türkiye solunun Alevi inancına bakışını iki noktada eleştirir. Bunlardan ilki Alevi meselesinin görmezden gelinmesi ve geleneksellik olarak aşağılanmasıdır; ikincisi ise kendi toprağında yetişen muhalif, devrimci tarihsel damarın görmezden gelinmesidir. Kaygusuz’a göre Alevilerin muhtaç olduğu teorik yaklaşım zaten bu inançta mündemiçtir. “Aleviliğin ve Alevi toplumunun arzu ettiği dünyayı ve yönetimini, beş yüz yıl önce ihtilalci Kızılbaş siyaseti saptamıştır. Rıza şehri kurmak! Komünizmin ve komünistlerin de istediği bu dünyadır. Kızılbaşlığınızı yadsımayın ve ihtilalci Kızılbaş siyasetine sahip çıkınız! İşte bunun içindir ki ‘işçiler ve Aleviler yol musahibidirler’” (Kaygusuz, Kervan 55, sy.8-9). Alevilerin ve işçilerin yol musahibi olduğu görüşü Kaygusuz ve Yürükoğlu’un Kavga ve Kervan sayfalarında, konuşmalarında ve diğer yazılarında bıkmadan usanmadan tekrar ettikleri bir düşüncedir. Öyle ki dergide reklamı yapılan kasetler dahi “İşçi sınıfı ile Aleviliği musahip etmede mütevazi bir adım” şeklinde tanıtılır.

Alevilik ve sosyalizm arasındaki fikirsel akrabalık sadece tarihten örneklerle değil, güncel siyasî gelişmeler üzerinden de vurgulanmaktadır. Örneğin derginin 10 Eylül 1993’te düzenlediği panelin başlığı “Alevi işçi gönül gönüle”dir. Panelde “Alevi ve işçi yol musahibidir” ifadesi öne çıkartılır. Dergi çevresi, Alevilerin tarihsel, sınıfsal ve diyalektik bir zorunluluk olarak sosyalist mücadele saflarında yer almaları gerektiğini defalarca yinelemektedir. Bu adeta bir zorunluluktur. “Bugün Aleviliğin yer alabileceği tek siyasî platform vardır, o da sol düşüncedir” (Metin, Kervan 67, sy.7).



ALEVİLERE YAPILAN SALDIRILARIN KARŞISINDA YER ALIYORDU

İsmail Kaygusuz’un bir başka misyonu da Alevi topluluğuna yönelik fikri saldırılarla mücadele etmektir. Örneğin İzzettin Doğan’ın 17 Ağustos 1995’te Milliyet’te kaleme aldığı yazıya ilişkin şunları yazar: “Alevi İslam yoktur sayın Doğan, Alevilik vardır. İstanbul Belediye başkanının da (Tayyip Erdoğan) daha pek çoklarının da söylediği gibi ‘İslam demek Şeriat demektir.’ Alevi İslam da olmaz Alevi şeriatı da. Alevilik, İslamın materyalizme dönük yüzüdür. Alevilik İslam dininden çıkmış ama islamın kendisi değildir. İslamın insanı öne alan ve sevgiye, nesnel dünya yaşamına dönük yorumudur. (Kaygusuz, Kervan 53, sy.22). Kaygusuz, Alevilerin Sünni devletle hemhal edilme projelerine ve bu projelerin değişmez isimlerine yönelik tavrını her daim ortaya koyan biriydi. Cem Vakfı başkanı İzzettin Doğan’ın marifetiyle Alevilerin Diyanet’e bağlanma çabasına ilişkin olarak şunları yazmıştı: “Alevi burjuvazisinin kurduğu, sözcülüğünü ve başkanlığını Prof. İzzettin Doğan’ın yapmakta olduğu Cem Vakfı’nın bu toplantısı tesadüf olmadığı gibi, bilimsellikten de uzaktır. Alevi toplumunun kendisine ne icazet ne de yeti vermiş olduğu Prof. İzzettin Doğan, babasından kalan miras ve vasiyetle kol kola bulunduğu devlet tarafından ‘Alevi dedesi’ olarak atanmayı başarmış birisidir! O günden beri kendi kendini yetkili kılarak, Aleviler adına devletle uzlaşma pazarlıkları yapıyor.”, devlet eliyle toplanmak istenen Ehli Beyt kurultayına da karşı çıkarak Alevileri bu konuda uyarmaktadır. “Kapitalistinden, sağ-tutuculardan, dinci-milliyetçilere kadar çeşitli görüşlerdeki kişilerin devletin teşvik ve desteğiyle, hiç hakları olmadığı halde Alevilik adına oluşturdukları kurultay, ne Aleviliği ne de Alevileri hiçbir zaman temsil etmemektedir. (…) Bu kurultay aynı zamanda devletin, bazı sözde Aleviler aracılığıyla, Alevi toplumuna yaptığı tehdittir: bunlar gibi olacaksınız, yoksa ‘Kerbela vakaları’ yaşarsınız!” (Kaygusuz, Kervan 60, sy. 16).

“İncindiğimiz yerde inciteceğiz”

Kaygusuz, Alevi toplumunu, onları devletle hemhal etmeye çalışan, Alevi değerlerinin özünden uzaklaştıran “Alevilere” karşı uyarmayı kendisine bir nevi vazife edinmiştir. “Tüm Alevi – Bektaşi örgütlenmeleri, bu tehditten korkmamalı; devrimci saflarda birleşip toplumunu mücadeleye hazırlamalıdır. Hacı Bektaş Veli’nin ‘İncinsen de incitme sözü’, bireysel ilişkileri düzenleyen, dostlukları perçinleyen bir Alevi güzel ahlak kuralıdır. Ama Alevi – Bektaşi toplumsal hareket düsturu değildir. Bu inancı bin yılı aşkın süredir yaşanan zulme, baskıya ve eşitsizliğe başkaldırışıdır. Haksızlığa karşı direnmesidir. İncindiğimiz yerde inciteceğiz. Bu böyle biline! Bu toplum bir daha Çorum, Sivas ve Gazi gibi” Kerbela Vakaları’ yaşamayacak. Küfeli ihanetçileri de aralarında asla barındırmayacaktır.” (Kaygusuz, Kervan 68, sy.7). 

İsmail Kaygusuz, verdiği onca eserin yanı sıra, Türkiye sosyalist düşüncesini Aleviliğin değerleriyle buluşturma ve Alevileri  sosyalist mücadele saflarına katma konusundaki çabaları nedeniyle her zaman hatırlanacak…

 

 İsmail Kaygusuz’un araştırma-inceleme Kitapları:

  • Onar Dede Mezarlığı ve Şeyh Hasan Oner , Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul-1983
  • Musahiblik, Alev Yayınları, İstanbul-1991(genişletilmiş 2.Baskı, Alev Yay.İstanbul, 2004)
  • Alevilik’te Dar ve Pirleri, Alev Yayınları, İstanbul-1993
  • Alevilik İnanç Kültür ve Siyaset Tarihi I, Alev Yayınları, İstanbul-1995
  • Görmediğim Tanrıya Tapmam, 2.Baskı, Su Yayınları, İstanbul, 2009
  • Hünkar Hacı Bektaş Veli, Alev Yayınları, İstanbul-1998
  • Alevilik, Diyanet Siyaset, Alev Yayınları, İstanbul- 2004
  • Hasan Sabbah ve Alamut (Öğretisi,tarihi, felsefesi),  Su Yayınları,  İstanbul-2004
  • Anadolu Bilgeleri (Anadolu’yu aydınlatan düşün ve eylem adamları), Su Yayınları, İstanbul-2005
  • İslam İmparatorluklarında İktidar Mücadeleleri ve ALEVİLİĞİN DOĞUŞU, Su Yayınları, İstanbul-2005
  • Müslümanlık ve Hristiyanlığın İnanç Öğretilerinde ÖTEKİ GERÇEKLER, Su Yayınları, İstanbul-2006
  • Abdal Musa Sultan Velâyetnamesi, Karacaahmet Sultan Derneği Yayınları, İstanbul, 2008
  • Makalat-ı Şeyh Safi, Alevi Akademisi Yayınları, Ankara, 2009
  • Ummü’l Kitab,  Demos Yayınları, İstanbul, 2009

Romanları:

  • Son Görgü Cemi (Roman), Alev Yayınları,  İstanbul- 1991
  • Kentin Kızı PLANKİA MAGNA (Roman), Alev Yayınları, İstanbul-1997
  • Perge’nin Kızı Plancia Magna (Tarihsel roman), 2.Baskı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2008
  • SAVAŞLI YILLAR 1-2, Son Görgü Cemi/Çileli Günler (Roman), Alev Yayınları, İstanbul, 2006

Tiyatro Oyunları:

  • Silvanlı Kadınlar, Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Satılık (Evlilik Oyunu),Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Kısır, Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Pascal ile Stephanie (Paris’te bir Kafe Tiyatro’nun doğuşuna katkı), Alev Yayınları,  İstanbul-1999
  • Plankia Magna, Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Oğlan Şeyh Maşuki Duruşması,  Alev Yayınları, İstanbul-1999
  • Baba Erenler, Alev Yayınları,  İstanbul-1999
  • “Dünya mülkü halkındır”dedi Baba Resul, Alev Yayınları, İstanbul-2001
  • Arkeolog (Baskıya hazır)
  • İnsanoğlu Çifttir/July ile Jale (Baskıya hazır)              

Anı-Öyküler:

  • Darbe Günleri (Üniversite ve Bilim-Araştırma Çevresinden Yaşanmış Öyküler ve Anılar), Alev Yayınları, İstanbul-2001
  • Dünden Bugüne Alevi Olmanın Bedeli (Yaşanmış Öyküler), Alev Yayınları, İstanbul-2004
  • Şarabi Öyküler, Su Yayınları, İstanbul, 2008


Çeviri:

  • Karam Khella, (Çev.İsmail Kaygusuz), Tarihin Yeniden Keşfi ÜNİVERSALİST TARİH  Avrupa Merkezci Tarih Bilincinin Yıkımı, Su Yayınları, İstanbul-2005

 

Kaynakça:

Bilecen, Tuncay, (2020). The Struggle to Unite Diaspora Alevis and the Working Class: Alevism in the Kavga/Kervan Magazine. Kurdish Studies8(1), 91-112.

Kaygusuz, İsmail, (1993) “Londra’da ilk cem. Cem tutalım yola gidelim”, Kervan 23, s.16.

Kaygusuz, İsmail, (1996) “Makamı nazda Tanrıyı sorgulama eleştiri ve yoksama”, Kervan 58, s.14

Kaygusuz, İsmail, (1998) “Türk Müslümanlığı Çıkışıyla, Türk-İslam Sentezi Resmileşiyor (mu?)”, Kervan, 70, s.3-5.

Kaygusuz, İsmail, (1995), “Tanrının İnsanda Nesneleşmesi”, Kervan 49, s.15-19.

Kaygusuz, İsmail, (1995) “Aleviliğin ‘Ütopya’’sı: Rıza Kenti’nde Canı Cana Malı Mala Katmak”, Kervan 55, s.8-9.

Metin, İsmail, (1998), “Alevilik ve ‘sol’ bağlamı üzerine”, Kervan 67, s.7

Kaygusuz, İsmail, (1995) “Alevi toplumundan elinizi çekin”, Kervan 53, s.22-23.

Kaygusuz, İsmail, (1996) “Alevi İslam, Emevi İslam ve Diyanete yeni düzen”, Kervan 60, s.16-17

Kaygusuz, İsmail, (1998) “Alevi Bektaşi örgütlerinde yaşananlar ve Ehli Beyt Kurultayı”, Kervan 68, s.6-7

 https://www.biyografya.com/biyografi/10274

http://www.ismailkaygusuz.com/

 

Londra Belediyesi ULEZ raporunu yayınladı: “Londra'da hava kalitesi iyileşiyor”

Hiç yorum yok

22 Nisan 2025

Londra Belediyesi, 29 Ağustos 2023'te yoğun eleştiriler altında hayata geçirdiği Ultra Düşük Emisyon Bölgesi’ne (ULEZ) ilişkin bir rapor yayınladı. Veriler, bazı sokakların araç trafiğine kapatılması, 1.800'den fazla sıfır emisyonlu otobüsün hizmete girmesi, taksi ve özel araç kiralama araçlarına getirilen yaş sınırlamaları ve emisyon temelli lisanslama gereklilikleri gibi uygulamaların hava kalitesini iyileştirmede etkili olduğunu gösteriyor.



Raporun Öne Çıkan Bulguları:

- Londra'da seyir halindeki araçların yaklaşık %97'si artık ULEZ standartlarına uygun hale geldi.

- ULEZ olmadan bir senaryoyla karşılaştırıldığında, zararlı NO2 (azot dioksit) kirleticilerinde önemli bir azalma gözlemlendi. NO2, astımı tetikleyen, akciğer gelişimini engelleyen ve akciğer kanseri riskini artıran zehirli bir gazdır. Tahmini azalma oranları şu şekilde:

  - Londra genelinde %27 daha düşük,

  - Merkez Londra'da %54 daha düşük,

  - İç Londra'da %29 daha düşük,

  - Dış Londra'da %24 daha düşük.

- Dış Londra'da araçların NOx (azot oksit) emisyonlarının 2024 yılında %14, PM 2.5 (partikül madde) egzoz emisyonlarının ise %31 daha düşük olması bekleniyor.

Londralılar Daha Temiz Hava Soluyor

ULEZ genişlemesi ve diğer çevre dostu ulaşım politikaları sayesinde, Londra'da hava kalitesinin iyileşmesiyle birlikte, özellikle astım ve solunum yolu hastalıkları gibi sağlık sorunları yaşayan vatandaşlar için olumlu bir etki yaratıldı. Belediye yetkilileri, bu tür önlemlerin, kent sakinlerinin daha sağlıklı bir çevrede yaşamasına katkıda bulunduğunu vurguluyor.

Londra Belediye Başkanı Sadiq Khan, "ULEZ genişlemesi ve diğer çevreci adımlarımız sayesinde, Londralılar artık daha temiz hava soluyor. Bu, özellikle çocuklar ve yaşlılar gibi savunmasız gruplar için büyük bir fark yaratıyor. Hava kirliliğiyle mücadelemiz devam edecek" dedi.

Bu gelişmeler, Londra'nın 2030 yılına kadar karbon nötr bir şehir olma hedefine doğru önemli bir adım olarak görülüyor.

Müge Çetinkaya deneme tadındaki yazılarını “Londra Notları"nda topladı

1 yorum

05 Nisan 2025

Müge Çetinkaya’nın pandemi döneminde tuttuğu notlardan oluşan; arkadaş ilişkilerini, yalnızlığı, kültür-sanat olaylarını konu alan  “Londra Notları” adlı kitabı Londra merkezli yayınevi Press Dionysus tarafından Türkiye'de ve İngiltere'de yayımlandı.

 

                                                          




                                

 

Yirmi yılı aşkın bir süredir Londra’da yaşayan Müge Çetinkaya, geçtiğimiz günlerde “Londra Notları” adını taşıyan ilk kitabını yayımladı. Yazarla, kitabının yazılış serüveni ve içeriği hakkında sohbet ettik.

Müge, seni kısaca tanıyabilir miyiz?

Özümde çocukluğundan beri dünyayı güzelleştirmeye, değiştirmeye çalışan birisiyim. İyi yürekliyim. Bu özelliklerimle doğmuş olmalıyım ki etrafımda ne yaşanırsa yaşansın onları hiç kaybetmedim ve bunu yakın bir geçmişte aldığım bir eğitim sırasında fark ettim.

Ben bir yazarım. Bunu kitabımın resmî olarak yayınlandığı 28 Mart 2023 tarihinde önce kendime sonra da başkalarına yüksek sesle söylemeye başladım. Hatta o gün bisikletime atlayıp, yakınlardaki Pophams Kafe’ye gittim, kendime güzel bir çörek ve kahve söyledim. Önünde dalları bahar çiçekleri açmış tarihi St.James Klisesi’nin manzarası ve mavi gökyüzünün altında keyifle kahvemi yudumlayarak bunu kutladım. 

Beni gerçekten tanıyan ve seven arkadaşlarıma sorsanız “deli kız” derler. Onlar, içimdeki iyilik ve güzel enerjiyi açıkça ve özgürce ortaya koymama fark etmeden alan açan dostlarımdır. Yanlarında kendim olabildiğim, neşeme ortak olan, kendi iyilik ve enerjilerinden beni mahrum etmeyen arkadaşlarım. Akışta olmak tam da böyle bir yer. 

Kendimi toplum kural ve kurumları tarafından kabul edilmek, onlara uyum sağlamak kaygısıyla alınmış ve verilmiş statü ve kimliklerimden ayrı düşünmeyi öğrendim. O nedenle bu soruya klasik bir cevap vermiyorum. Fakat soran olursa benim için, eğitimini aldığım ve aktif olarak devam ettirdiğim roller üzerinden; sosyolog, nöromindfulness koçu, kriz müdahale gönüllüsü, aktivist, yazar ve iyi bir arkadaş diyebilirsiniz. Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şeyden biri de olabilirim.

Londra Notları kitabının yazılma öyküsünden kısaca söz eder misin?


Aslında Londra Notları kendi yazılma sürecini de anlatan bir kitap.

Yazmayı sevdiğimi ve bu konuda yetenekli olduğumu henüz ilkokuldayken öğrenmeye başlamıştım. Bu, eğitim hayatım boyunca taçlanarak devam etti. Cinedergi ve Aktivist Dergisi’ne yazılar yazdım. Okuyucularım tarafından daha fazlasını yazmaya teşvik edildim. Bilgisayarımın başına oturup bir kitap yazmaya başlamam ise tam anlamıyla bir ilham perisinin omuzuma dokunmasıyla oldu. Ya da başımdan aşağıya o sihirli tozdan döktü sanırım. Bir anda bundan ne kadar keyif aldığımı anımsadım ve düzenli olarak yazmaya devam ettim. Yazma sürecim de benim için akışta olabildiğim bir dönem oldu. 20 seneyi aşkındır Londra’da yaşıyorum. O nedenle bu kitabı yazmak, benim için hem hatırlamak hem de yeni bilgilere erişmek ve onları işlemek açısından muazzam bir tecrübeydi.

Pandemi süreci seni ve bu kitabın yazılma sürecini olumlu/ olumsuz nasıl etkiledi?

Pandemi sürecinde ne kadar da mutluymuşum!

Büyük kayıplar verildi, büyük acılar çekildi. Dünyanın herhangi bir yerinde belki de binlerce insan hâlâ yas tutuyor. Ama şu an yani depremden sonra hissettiğim acıyı, o zaman bu kadar yoğun hissetmemiştim. Adını bilmediğim, yüzünü görmediğim insanlar ve diğer canlılar için canım çok acıyor. Pandemi dönemindeki kısıtlamalar sebebiyle kontrolümüz dışındaki olaylar yüzünden çaresizlik yaşıyorduk. Yer değiştiremedik. Bizlerin yapabileceği işleri, bizim yerimize başkaları yaptı. Bir yandan da belki de ilk defa, kısıtlanmış hayatlarımız sebebiyle hemen hemen eşit şartlarda yaşadık. Ama deprem ve sonrasında yaşadığım çaresizlik hissi çok başka. Evlerimize kapandığımız o günlerde bile bu kadar izole olmuş, bu kadar yalnızlaşmış hissetmemiştim. Bunları söylerken bile boğazım düğümleniyor. Türkiye’deki eşitsizlik yüzümüze hiç bu kadar sert çarpmamıştı.

Pandemi süreci yazma konusunda bana ihtiyacım olan vakti sağladı. Yazmaktan keyif alıyor olmam da başka şeylerle oyalanma isteği olmadan motive olmamı. Ayrıca yazmak zorlayıcı duygularla baş etme metotlarından biri. Koçluk seanslarımda danışanlarıma da bunun pratiğini yapmalarını söylüyorum. Evlerimize kapandığımız o günlerde bana da destek oldu. Kitabımın gündelik hayata yer verdiğim bölümlerinde pandemi sebebiyle tekrara düşmeye başlayacağımı hissettiğim anda, hafızamdaki ve dosyalarımdaki arşivlerime dönerek devam ettim. Pandemi süreci içimdeki araştırmacı ruhu da besledi. Merak kediye kitap yazdırdı.

Kitabın bir günlük gibi ama öte yandan sohbet eder gibi yazılmış deneme tadında bölümler de var. Sen kitabını hangi kategoriye koyuyorsun?


Ben artık kitapçılarda “Dışavurumcu” kategorisi de olsun istiyorum.

Hayatı çok ciddiye alan biriyim. Biriydim. Pandemi süreci bana bunu yumuşatmamı ve yaratıcı yanlarımla kendimi ortaya koyma cesaretini öğretti. Yazı aracılığıyla…

Kitabımın taslak halini okuyarak benimle değerli fikirlerini paylaşan dostlarım ikiye ayrılmıştı; “Daha iyisini yazabilirsinciler” ile “Sana bravo, mutlaka tanıtmalısın, İngilizceye de çevirmelisinciler.” İlk grup Türkiye’den, diğeri ise İngiltere. Daha fazlasını söylemeye gerek var mı bilmiyorum ama kısaca iki kültür arasındaki farkı burada görebilirsiniz. Şu ana kadar tecrübe ettiğim kadarıyla İngiltere hep yeniliğe, bir sonrakine, herkesin kendi yöntemleriyle kendini ifade etmesine açık bir kültür olarak öne çıkıyor. Bizim kültürümüz kalıplara uymayı ve uyanları daha çok sever.

Bu ilk kitabındı. Bir sonraki için planlarını merak ediyorum.

Umut veren kitaplar yazmak istiyorum.

Pandemi başlangıcından beri travma konusu ile çalışıyorum. Eğitim arkadaşlarım, danışanlarım, dayanışma gruplarım ve son olarak da psikolojik ilk yardım gönüllüsü olduğum dernek aracılığıyla ulaştığım insanlar arasında travma, kaygı bozukluğu ve depresyon o kadar yaygın ki. Sosyal medyanın olumsuz etkileri sebebiyle acı çeken gencecik insanlar var. Beden imajı, yeme bozuklukları, okullarda akran zorbalığı. Bu sorunlar yaşamlarını sonlandırma arzusuna kadar gidebiliyor. Yolda yürürken yanınızdan geçen kişilerden pek çoğunun zorlayıcı duygularla baş ettiğini bilmek, bir o kadar da özgürleştirici.

Bu insanların şifalanmasına destek olmak beni çok mutlu ediyor. Bana yalnız olmadığımı hatırlatıyorlar. Onlara yalnız olmadıklarını hatırlatan satırları yine onların hikayeleri ile yazmayı düşünüyorum. Yeni bir kişisel gelişim kitabı yazmayı düşünmem ama kütlesel birleşime hizmet etmeyi ve bunun anlaşılabilmesini çok isterim. Olumlu yönde değiştirmek istediğim dünyanın yolu aslında buradan geçiyor. Umarım bu ilk kitabım beni, benim gibi düşünen insanlarla buluşturur.

Türkiye'de yola çıkmayı, yani gerçekten bir şehirden diğerine giderek gözlem yapabileceğim bir yola çıkmayı ve onları yazmayı çok istiyorum. Başkalarının hikayelerini duymak beni çok heyecanlandırıyor. Örneğin, geçenlerde Hyde Park’ta birlikte yürüyüşe gittiğim grupta tanıştığım bir Kolombiyalıdan, onların daha yedi yaşındayken kahve içmeye başladıklarını öğrendim. Yeni bir bilgiye hem de ilk ağızdan ulaşmak beni mutlu ediyor.

Aslında bir senaryo yazmak ve film çekmek hayalim de var ama şu anda en iyi bildiğim, dışavurumcu yazmak.

Kitabınla ilgili en çok sevdiğini şey nedir?

Zamansız olması. En azından benim için.
Yayına hazırlarken titiz çalıştık. Bu süreçte ekip arkadaşlarımı; editörüm ve tasarım ekibimi beklerken belli aralıklarla kitaptan uzak kaldım. Aldığım bu molalar sonrasında kitabımı pek çok kez baştan sona okudum.

İkisi arasında geçen epey bir zaman var ama ilk okumamda da sonuncuda da hep “Iyl ki yazmışım” dedim. Tarihe benden küçük bir not, bir saygı duruşu.

Kendime, okuyucuma ve evrene benden hediye.

 

👉Müge Çetinkaya'nın Londra Notları Türkiye'de kitap yurdu'ndan ve Dionysus Yayınları  sayfasından, İngiltere'de ise Press Dinoysus'un sayfasından ve Amazon, Barnes and Noble ve Waterstones gibi platformlardan edinilebilir. 


Müge Çetinkaya


Müge Çetinkaya kimdir?

Ankara Üniversitesi, Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi, Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Eğitimine Londra’da Ravensbourne College of Design and Communication ve Arts Marketing Association’da aldığı kurslarla devam etti. BBC London, MTV Europe gibi medya kurumlarında, ardından da sanat, kültür alanında uluslararası PR etkinlik ve koordinasyonunda 17 yıl görev yaptı. Aktivist Dergisi ve Cinedergi’ye yazılar yazdı. Green Peace ve British Lung Foundation’da gönüllü olarak çalıştı. 2020 yılında kendisi için dönüştürücü, iyileştirici birer tecrübe olan nefes, mindfulness pratikleri ve yoga felsefesiyle tanıştı. Yoga, mindfulness ve öz şefkatli farkındalık konularında uzmanlaşarak önce Yoga Alliance, ardından International Coaching Federation, ICF Mindfulness Koçluk sertifikalarını aldı.

Yazar halen Neuro-Mindfulness Koçu ve kriz müdahale gönüllüsü olarak çalışmakta, yazılar yazmaya devam etmektedir.


* Bu yazı ilk defa 13 Nisan 2023'te Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

Müge Çetinkaya’nın “Londra Notları” kitabı yayımlandı | Olay Gazetesi Turkish Newspaper in London

“Bir Barmenin Anıları" kitabının yazarı Ahmet Sapaz'la söyleşi

Hiç yorum yok

10 Mart 2025

Ahmet Sapaz’ın, Londra’nın merkezi St. James’te bulunan Oxford ve Cambride Üniversitesi mezunu üyelerin girebildiği Centilmenler Kulübü’nde çalıştığı 38 yıl boyunca tuttuğu günlükleri Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından İngiltere'nin ardından Türkiye'de de yayımlandı yayımlandı.



Ankara Otelcilik Okulu mezunu olan Ahmet Sapaz’ın Londra macerası 1970’li yılların başında başlıyor. Bu dönemde birçok otelde çalıştıktan sonra yolu meşhur Wimpy Kralı Ali Salih Usta’nın restoranlarına da düşen Sapaz, ardından 38 yıl boyunca çalışacağı, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’ne adım atıyor. Sapaz’ın yarım asrı bulan çalışma hayatının anılarıyla dolu olan “Bir Barmenin Anıları” adlı kitap, Londra merkezli Press Dionysus tarafından Türkçe olarak yayımlandı. Biz de Sapaz’la kişisel tarihi ve kitabı hakkında sohbet ettik.

Ahmet Bey sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Ben 1948 Çorum doğumlu bir köylü çocuğuyum. Burada şunu itiraf edeyim ki köyüm Çorum’un en aydın birkaç köyünden bir tanesidir. Çocukluk yıllarım köyümde, okul yıllarım ilçem Sungurlu ve Ankara'da geçti. İlçemde ortaokuldan mezun olduktan sonra kısmetime turizm için eleman yetiştirmek amacıyla kurulan Ankara Otelcilik Okulu adıyla bilinen yatılı bir meslek lisesi çıktı.

Çalışma hayatıma önce stajyer öğrenci, mezun olduktan sonra ise daimî personel olarak, o yılların yıldız oteli İzmir Büyük Efes otelinde başladım. Yirmi ay süren vatani görevimi Ankara Orduevi’nde tamamladıktan sonra bazı okul mezunu ağabeylerimizin izinden giderek yurt dışında çalışmaya karar verdim. Çünkü Türkiye’de o yıllarda turizmin t'si bile henüz olmadığından hem kendimi geliştirmek ve hem de sınırlı olan İngilizcemi ilerletmek için böyle bir tercihte bulundum. Yıl 1970, iyi ki de bulunmuşum!

Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl kitabının yazılma öyküsünden kısaca söz eder misiniz?

Çalıştığım Centilmenler Kulübü üyelerinin takip ettiği alışkanlıklarından esinlenerek böyle bir kitabı yazma fikri ortaya çıktı. Çünkü emekli olan kulüp üyelerinin birçoğu muhakkak bir şeyler yazar. Çalışma hayatlarından, içinde bulundukları meslek dallarından topluma bir şeyler anlatır, bazen de başlarından geçen ve şahit oldukları olaylardan okuyucuların da faydalanmalarını arzu ederler. Kısacası yaşadıkları tecrübeleri paylaşarak insanları bilgilendirirler. Bu durumu yakından bildiğim için ben de böyle bir hevese kapıldım diyebilirim. Zaten çalışma hayatıma başladığım yıllardan beri, kısa kısa da olsa günlük tutarım. Dolayısıyla bir şeyler yazmak bana yabancı değildir.

Kitapta yazılanların hepsi yaşanmış olaylar mı? Yoksa içine kurgu da kattınız mı?

Bu kitapta yazılmış olan bütün konular ne bir kurgudur ne de içinde bir nebze olsun abartı bulunmaktadır. Hepsi bire bir yaşanmış hadiselerdir. Hatta bazı hallerde kitaptaki bazı olaylar sansürlenmiştir. Bunun nedeni ise bu önemli kişiliklerin çok özel durumlarının korunma isteğidir. Bazı isimler ise bir sorun yaşanmaması adına değiştirilmiştir ama bu durum kitabın geneline kıyasla çok az uygulanmıştır.

38 yıl boyunca İngiliz seçkin sınıfının üye olduğu bir mekânda çalıştınız. Bu nasıl bir tecrübeydi? Size neler kattı?

Elbette bu eşsiz deneyim bana birçok şey kattı. Bu insanlar seçkin ailelerin iyi eğitim görmüş seçkin evlatlarıdırlar. Kişisel ilişkilerinde birbirleriyle en nazik bir şekilde tartışır, tartışmadan haz duymaya çalışırlar. Konuşmalarında kesinlikle ses tonu yükseltilmez. Herkes herkesin görüşüne saygı duyar, beğenmese bile anlayışla dinler veya cevaplandırır. Tartışma konusunda biz Türklerle kıyasladığımız zaman bunların ağzı var dili yoktur dersiniz. Çünkü bizde hangi seviyede olursa olsun çoğu zaman tartışmalarımızda kırıcı oluruz ve bazı hallerde bunlar kavgayla neticelenir. Özür dileyerek söylüyorum; maalesef bizde çok bilmişlik, ukalalık, konu dışı konuşmalar çok yaygındır.



Centilmenler Kulübü’ne ilişkin gözlemlerinizden biraz söz eder misiniz?

Fransızların “creme de la creme” diye tarif ettikleri bir terim vardır. Bu herhangi bir toplumun kaymak tabakası için kullanılır. Kulüp, İngiliz toplumunun olgun, görgülü, kibar ve bilgili insanlarının yani kaymak tabakasının bir arada olduğu sosyal bir tesistir. Centilmenler Kulübü, seviyeli insanların sosyalleşme mekândır.

İki yüz yıl önce kurulmuş olan kulüp hâlâ canlı ve gözdedir. Kulüp, ticari kaygıların dile getirilmediği, üyeleri hangi alanda çalışırsa çalışsın bu gibi konulardan söz edilmediği, kimsenin kimseyi küçümsemediği huzur ortamının yaşandığı bir tesistir. Hep böyle midir? İstisnalar kaideyi bozmaz denilir; uymayanlar olmaz mı, evet olur ama o kişiler hemen fark edilir, göze batar ve itibar görmezler. Deyim yerindeyse dışlanırlar. Dışlandığını anlayan kişi veya kişiler kulübe uzun süre devam edemez, çekip giderler. Üyelerin birbirleriyle olan ilişkileri, arkadaşlıkları centilmence devam eden dostluk bağlarıyla sürdürülür. Kulübün aile ortamı gibi olan havası da buradan gelir. Dolayısıyla mutlu insanların bir yuvasıdır kulüp, çünkü bu insanların müşterekleri çoktur. İşte ben de “Bir Barmenin Anıları” adlı kitabımda, Centilmenler Kulübü’nde 38 yıl boyunca bu seçkin insanların arasında neler yaşadığımı, anılarımı ve gözlemlerimi kaleme aldım.  

Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlanan Ahmet Sapaz’ın Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl adını taşıyan kitabı aşağıdaki linkten temin edilebilir.


Kitap Yurdundan sipariş vermek için tıklayın


Türkiye dışından sipariş vermek için tıklayın

 

* Bu yazı ilk defa 19 Aralık 2022'de Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

https://olaygazete.co.uk/turk-toplumu/centilmenler-kulubunde-gecen-38-yilin-anilarini-bir-kitapta-topladi.html

Enfield Türkçe Konuşan Hasta Katılım Grubu çalışmalarına devam ediyor

Hiç yorum yok

12 Şubat 2025

Enfield Türkçe Konuşan Hasta Katılım Grubu (Enfield Turkish Speaking PPG), NHS’e bağlı mahalle doktorlarına hizmet alan topluluğa yönelik çalışmalarına devam ediyor. 2023 yılında kurulan grup,Türkçe konuşan toplulukları GP PPG gruplarına katılmaya teşvik etmek ve bu sayede sağlık hizmetlerinin kalitesini artırmayı amaçlıyor.

 


Her GP, hizmet kalitesini yükseltmek için PPG (Patient Participation Group) kurmak zorundadır. Ancak, Türkçe konuşan topluluğun dil ve diğer engeller nedeniyle bu gruplara katılması zor. İşte bu nedenle Enfield Turkish Speaking PPG kuruldu.

PPG Nedir?

Hasta Katılım Grubu (PPG), mahalle doktorlarında hastaların görüşlerini paylaştığı bir platformdur. Hastalar, sağlık hizmetleri ile ilgili geri bildirimde bulunmak ve geliştirme önerileri sunmak için bir araya gelirler.

PPG'ye Kimler Katılabilir?

Mahalle doktoruna kayıtlı herkes, online veya GP ofisinde form doldurarak PPG’ye katılabilir. Katılım için özel bir yetenek gerekmemektedir; sadece istek yeterlidir.

PPG'nın Faaliyetleri Neler

Grup, ayda bir kez toplanır ve tüm üyelere açıktır. Toplantılarda hastalar, ilgilendikleri konuları tartışma ve geri bildirimde bulunma fırsatı bulurlar.

Türkçe Konuşan Hasta Katılım Grubu ile iletişim için: enfieldturkishspeakingppg@gmail.com

Annesi yazdı, küçük kızı çizdi, ortaya bu kitap çıktı!

Hiç yorum yok

23 Ocak 2025

Kuzey Londra’da yaşayan Çağrı Oral, kızı Zehra’ya her akşam kendi zihninden hikâyeler anlatıyordu. Kızı anlattığı hikâyeleri çok beğenince diğer çocuklar da sever diye “The Little Girl with a Big Heart” isimli bir kitap yazdı. Yola çıktığı illüstratörle yaşadığı anlaşmazlık nedeniyle çizim işi yarıda kalınca 6 yaşındaki kızı “Anne sen üzülme kitabın resimlerini ben çizerim!” dedi ve ortaya bu tatlı ve duygusal resimli çocuk kitabı çıktı.

Fotoğraflar: Deniz Kavalalı


Halil Yetkinlioğlu

İngilizce olarak Londra merkezli yayınevi Press Dionysos tarafından okuyucuyla buluşturulan kitabın yayımlanma hikâyesi de gerçekten çok ilginç! The Little Girl with a Big Heart’ı yazan Çağrı Oral ve resimleyen Zehra ile kitabın ortaya çıkış serüveni hakkında sohbet ettik.

 

Bu sizin ilk çocuk kitabınız? Çocuk kitabı yazma fikri nasıl ortaya çıktı?

Ben çok uzun yıllar Türkiye’de reklam yazarlığı yaptım. Birçok ünlü markanın reklam kampanyalarında yaratıcı ekipte yer aldım. Ayrıca üniversitede sinema okudum. Dolayısıyla yazma eylemini farklı bir kulvarda zaten gerçekleştiriyordum. Yayınlanmış öykülerim de var. Sözlü yazılı hikâye anlatmayı seven biriyim. Hikâyenin etkisine çok inanırım. Çocuk kitabı konusuna gelince asıl itici güç kızım oldu. Ona hikâyeler anlatıyor, kitaplar okuyor, masallar uyduruyordum. Bildiğimiz klasik masalların beğenmediğim bölümlerini değiştiriyor, adapte ediyordum. Ama çoğunlukla uyduruyordum ve kızımın çok hoşuna gidiyordu anlattıklarım. Bir gün dedim ki ya ben her akşam uyku saati değişik değişik hikâyeler uyduruyorum doğaçlama, bunu kâğıda döksem ya. Kızım seviyorsa diğer çocuklar da sevebilir. Sonra bir akşam bilgisayarın başına oturdum ve yazdım.

Peki, The Little Girl with a Big Heart’ın hikâyesinin çıkış noktası ne?

Aslında bu öykü için gerçek hayattan alınmıştır desem çok yanlış olmaz. Tamamen kızımdan esinlendim. Kitap, küçük bir kızın koşarken birden durup kalp atışını duyup çocuk merakıyla yüreğine yolculuğunu anlatıyor. Mesela anneannesi kızım Zehra’yı bahçede salıncakta sallarken kızım “ben kelebek oldum ben kelebek oldum” demişti ve bunu hikâyemde kullandım. Zehra ne zaman bir kedi görse çok mutlu olur ve onları beslemek şefkat göstermek ister bu da kitapta yer alan bir bölüm. Çocuklar o kadar doğal ve etkileyici ki onlardan ilham almamak ne mümkün! Benim esinlenmem de bana bu hikâyeyi yazdıran şey oldu.

The Little Girl with a Big Heart İngilizce bir kitap. Neden anadilinizde değil de İngilizce yazdınız kitabı?

Onun da hikâyesi enteresan. Ben aslında hikâyeyi önce Türkçe yazdım. Hatta ismi “Kalbinin Derinliklerine Giden Kız”dı. Sonra Türkiye’de üç farklı yayınevine gönderdim dosyayı. Hepsi reddetti. Bunun için de çeşitli gerekçeler sıraladılar. Örneğin, biri “hikâye çok güzel ve samimi” dedi. Çok sevindim. “Ama basamayız” dedi sevincim kursağımda kaldı. “Neden?” diye sordum. “Ya sosyal medyada çok takip edilen biri ya da aktiviteler düzenleyen ünlü bir öğretmen olmanız lazım” dedi. Dedim ki “bu saatten sonra öğretmen olmam zor.” Güldük beraber. Bir diğeri “kâğıt çok zamlandı, maliyetler arttı” dedi. Öbürü de benim ritim olsun, metne şiirsellik katsın diye kullandığım tekrarları fazla buldu. Oysaki bir sürü yabancı çocuk kitabında bu tarz tekrarları görmüş ve okumuştum. 

Türkiye’deki yayınevleri tarafından reddedilmek sizi nasıl etkiledi?

Ben aslında çok çabuk demoralize olan biriyimdir. Oldum da. Demek ki hikâyem o kadar da güzel değil diye düşündüm. Neyse ki etrafımda edebiyat dünyasından yazar çevirmen ve çocuk kitapları konusunda bilirkişi diyebileceğimiz insanlar vardı. Onlara reddedildiğimi anlattığımda yazar arkadaşım “Türkiye’de yayınevlerinde de çeteleşme yok mu sanıyorsun” dedi. Diğer konusunda uzman arkadaşlarım da hikâyemin iyi olduğu konusunda beni ikna etti. Ve ben de ikna olmuş olmalıyım ki Türkiye olmadıysa Dünya olur deyip oturup hikâyeyi İngilizceye çevirdim. Anlayacağınız bana kendi dilimde bir hikâye kitabı çıkartmadılar. :)

Sonrasında süreç nasıl gelişti?  

Ben metni İngilizceye çevirdim ama edebi çeviri bambaşka bir şey. Türkçedeki müzik ve ritimli formu yakalamak her İngilizce bilenin yapacağı şey değil. Bir arkadaşım beni Özge Çalık Spike ile tanıştırdı. Özge zaten Türkçeden İngilizceye çeviriler yapan çok başarılı bir çevirmen. Eşi Matt de Edinburgh Üniversitesi Dil Bilimi Bölümü’nde kürsüsü olan bir akademisyen. Onlara gönderdim metni. Özge de Matt de çok beğendiler metni. Yalan yok, özellikle Matt’in bana videolu bir görüşmemizde Türkçe olarak hikâyeyi çok beğendiğini söylemesi beni çok cesaretlendirdi. Sonra Özge çeviriyi yaptı bana gönderdi metni bir okudum. İnanamadım. Öyle bir dokunmuş ki hikâyeye bazı kelimeleri o kadar özenle seçmişti ki çok etkilendim. Benim Türkçede yapmaya çalıştığım müzikli anlatımı o İngilizce yapmıştı. Hatta İngilizcesi Türkçesinden daha etkileyici oldu diye bile düşündüm.

Peki, kitabın İngiltere’de basımı nasıl oldu?

Çizer bir arkadaşım hikâyeyi çok beğenmişti. Beraber yola çokalım dedim. Çünkü hikâyenin yanında görseller olduğu zaman yayınevlerini ikna etmek daha kolay olur diye düşünüyordum. Nitekim öyle oldu. Sunum dosyasını birkaç görselle birlikte gönderdim. Press Dionysus çok kısa sürede yanıt verdi. Ben bu kitabı basarım dedi. İmzalar atıldı.

Kitabın illüstrasyonlarını kızınız yaptı, buna nasıl karar verdiniz?

Kitabın yayınlanmasına çok az bir zaman kala çizer arkadaşımla yollarımızı ayırmak zorunda kaldık. Çizdiklerini çok beğenmiştim ve benimsemiştim ama bazen ilişkileri yönetebilmek zor olabiliyor. Çok üzülmüştüm çünkü kitapla ilgili özellikle yayıneviyle anlaştıktan sonra çok hayal kurmuştum. Umut bağlamıştım. Kitabın çıkmasına çok az kalmıştı ama ortada çizimler yoktu. Çok üzgün olduğum anda kızım Zehra geldi yanıma ve “Ağlama anne, üzülme kitabın resimlerini ben çizerim hem de çok güzel çizerim” dedi. Altı yaşındaydı o zaman ve hayatım boyunca o anı unutmayacağım. Ve hemen bir kalem kâğıt alıp bana nasıl şeyler çizebileceğini gösterdi. Sonra gerçekten düşündüm kitap küçük bir kızın kalbine yolculuğunu anlatıyor. Kız kalbine gidiyor ve yüreğinde gördüklerini resmediyor. Çok güzel örtüştü hikâyeyle. Yayımcıyı aradım. “Çok iyi fikir Çağrı” dedi. “Hiç acele etme, zaman problemin yok; çünkü insan her zaman kitap çıkaramıyor” dedi. Çok rahatladım. Minnettarım. Zehra üzerinde zaman baskısı oluşsun istemedim. Böylelikle kızım kitabın illüstratörü oldu. İyi ki de öyle oldu.

Zehra için süreç nasıl geçti? 

Uzun zamana yaydık çizimleri. Bazen iki hafta bir şey çizmedi. Ben ona paragraf okudum, o zaman ben buraya şöyle bir şey çizeyim dedi çoğunlukla… Benim de müdahalelerim oldu zaman zaman. “Acaba şuraya bir de pusula mı çizsen” dedim mesela… Bana “Sen karışma anne, bu kitabın çizeri benim demişliği” de var ayrıca… İşi sahiplendi gerçekten ve sorumluluk hissetti ve beğenmediği çizimini olmadı bu diyerek yırtıp attı. Ben de hayretler içinde onu izleyip kızımla gurur duydum.

Kitap ile ilgili ilk tepkiler nasıl?

Aslında Zehra’nın çizimleri hikâyenin önüne geçti. Kitabın yazarı olarak kendimi ikinci planda hissediyorum (gülerek). Bu da beni çok gururlandırıyor. Örneğin bir çocuk terapistinin yorumu geldi şu an aklıma. “Tam bir terapi kitabı hem çok güçlü mesajı var hem de bu mesajı çok yalın bir şekilde veriyor” dedi. Çok hoşuma gitti. Okuyan herkes çok beğeniyor. Zehra’nın hayranları bir hayli fazla. Sık rastladığım bir başka yorum da bu sadece bir çocuk kitabı değil, büyükler de okumalı. Evet doğru zaten biz yetişkinlerin çocuk kitaplarından öğreneceği çok şey var. Büyüdükçe unuttuğumuz şeyler hatırlatıyorlar bize çünkü.

 


Zehra sen nasıl çizmeye karar verdin?

Zehra: Annemin kitabını ilk çizen kişi bıraktı. Annem çok üzüldü. Ben de “Ben çizerim anne” dedim. Annemin üzülmesini istemedim.

Peki nasıl çizdin kitabı?

Zehra: Çok eğlenerek çizdim. Çizerken annem bana hangi konuyla ilgili çizeceğimi okudu. Ben de aklıma gelenleri çizdim.

Kitapta en çok sevdiğin bölüm hangisi?

Zehra: Bir tane et yiyen bitki çizdim. Kızın elinde kalpten balon var. Ben en çok o sayfayı beğendim.

Hangi boya kalemlerini kullandın?

Zehra: Kuru kalemlerle çizdim. Annem bana yeni illüstrasyon kalemleri aldı. 

Çizerken en çok neyde zorlandın?

Zehra: Kızı her sayfada aynı çizmem lazımdı. Başka kişi olduğunu zannetmesinler diye.

Anne ve kız çok güzel bir işe imza attınız. Çok güzel bir duygu olmalı…

İnanılmaz. Tarifi yok. Her şeyden önce çok kıymetli bir anı ikimiz için de. Bir de şöyle güzel bir yanı var bu kitabın. Bu ülkede bandrollü bir kitap yayınladığınızda başta British Library olmak üzere ülkenin çok önemli kütüphanelerine kitabı yollamanız gerekiyor ve kitap arşivleniyor. Yani yıllar sonra Zehra’nın torunu British Library’e gitse The Little Girl with a Big Heart’ı bulup okuyabilecek. Bunu ilk duyduğumda çok etkilendim. Dünyaya dikili bir ağaç bırakmışız gibi geldi.

Son olarak ne söylemek istersiniz?

Teşekkür etmek isterim. Başta kızıma. Beni yüreklendiren arkadaşlarıma, Kitabın sanat yönetmenliğini yapan arkadaşım Jülide Lokman’a, editör ve çevirileri yapan Özge Calik Spike’a, yayınevim Press Dionysos’a, emeği geçen herkese. 

Bu kitap gönüllü olarak saatini, emeğini, çocuğuyla geçireceği vakti bu öykü için özveriyle paylaşan ve beni yüreklendiren kadın arkadaşlarım sayesinde gerçekleşti. Kadın dayanışmasının güzel bir örneği oldu. Buradan teşekkür ediyorum hepsine. 

 

https://pressdionysus.com/product/the-little-girl-with-a-big-heart-cagri-oral/




© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan