Bisikletli Gazete söyleşilerinin bu bölümünde Esra Kendir ile şirket sponsorluğundan Ankara Anlaşması'na geçmesini, kendi göç deneyimini ve Birleşik Krallık'taki Türkiyeli göçmen erkeklekleri ve erkeklik hallerini konuştuk.
Göçmen erkekler ve erkeklik halleri
No comments18 August 2025
8/18/2025Mültecilik: suç işledikçe görünür, ezildikçe görünmez olmak
No comments13 August 2025
8/13/2025![]() |
| Heykel: Bruno Catalano |
Bugün 20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü…
Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre, 2020'nin sonu
itibariyle dünyada 82,4 milyon mülteci veya sığınmacı bulunuyor. BM,
mültecilği: "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti
veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku
taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya
dönmek istemeyen kişi" şeklinde tanımlıyor.
Genel kullanımda “göçmen”, “sığınmacı”, “mülteci”
kavramlarının karıştırıldığı ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı
görülse de mültecilikte “zorunlu bir göç” olgusunun bulunduğunu ve
“mülteciliğin” aynı zamanda hukuksal bir statü olduğunu belirtelim.
ASAYİŞ VE SOSYAL DÜZENE TEHDİT
Güvenlikçi politikaların, temel insan hakları ve hukuk devletinin önüne geçtiği günümüzde mültecilik ve mülteciler bir hukuksal statü olarak
değil asayiş ve sosyal düzene bir tehdit olarak algılanıyor.
11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından yaygınlaşan
güvenlikçi söylem, kapitalizmin yapısal ve döngüsel krizleri derinleştikçe hedef
tahtasına en kırılgan ve kolay hedef olan göçmenleri koydu. Sağ popülizmin
söylem dünyasında bereketli bir malzeme teşkil eden göçmenler artık her türlü
fenalığın, bozulmanın, kötülüğün müsebbibi idi.
-
Ekonomi kötüye gidiyor?
- Çünkü çok göçmen geldi, tüm
yardımları alıyorlar. Bütçeni çoğu bedavadan geçinen göçmenlere gidiyor.
- Asayiş bozuldu, sosyal sorunlar var.
- Çünkü çok göçmen geldi. Toplumun yapısını, kimyasını
bozdular. O yüzden ahlakımız da bozuluyor.
- İşsizlik artıyor.
- Çünkü çok göçmen geldi. Ucuza çalıştıkları için elimizdeki
işleri de aldılar.
İNSAN-ALTI BİR KATEGORİ
Sağ popülist siyaset bu bereketli malzemeyi tepe tepe kullandıkça ekonomik kriz nedeniyle eski konforunu yitiren, güvencesizleşen ve gelir kaybına uğrayan kesimler için çok kullanışlı bir nefret objesi ortaya çıktı: göçmenler…
“British jobs for British workers”
sloganının gölgesinde gerçekleştirilen Brexit referandumundan Fransa’dan,
İsveç’e, İtalya’dan Almanya’da ırkçı partilerin tırmanışına kadar Batı dünyasında
göçmenlerin söylem düzeyinde bir nefret objesi olarak kullanım alanının
yaygınlaştığını görüyoruz. Burada “obje” özne olamamış, özne dahi kabul
edilmeyen, edilgen, eğreti bir varoluşu sembolize ediyor. İrfan Aktan’ın gerçekleştirdiği söyleşide Tanıl Bora bu durumu şu
şekilde ifade ediyor: “Göçmenler insan-altı bir kategori gibi
görülüyorlar. Kayıt dışı ve insan dışılar, kağıtsızlar, statüsüzler; bir ‘fazla’
veya ‘artık’ nüfus teşkil ediyorlar; onlara her şey yapılabilir. Bir yandan da
müthiş bir tehdit kaynağı sayıldıkları için, üzerlerinde tepinilebilecek bir
yığın olarak görülüyorlar. Kendilerini ‘yerli’ kabul eden, hasbelkader bir
memlekette yerleşik olan insanların tehdit algılarına hitap etmeye çok
elverişliler.”
"BEN GÖÇMENLERE KARŞI DEĞİLİM AMA BU KADARI DA FAZLA!"
Elbette göçmen, mülteci karşıtlığı ve düşmanlığını sadece sağ
popülist siyasete mal edemeyiz. Dolaşıma girdikçe çoğalan ve yaygınlaşan bu söylemlerin
her kesimden birçok alıcısı bulunuyor. Bu konudaki neşriyat arttıkça nefret kervanına
katılanların sayısı da artıyor. “Ben göçmenlere karşı değilim ama bu kadarı
da fazla!” diye başlayan yakınmalar, göçmenlere “artık” negatif ayrımcılık
uygulanması gerektiğini hatırlatan tehditkâr cümlelerle bitiyor: “Hepsini
göndereceksin geldiği yere!” Bu yönüyle mültecilik makul ve makbul
vatandaşlığa da bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla aynı suçu makbul vatandaşın
işlemesiyle zaten potansiyel tehlike olan mültecinin işlemesi farklı yorumlara
yol açıyor. Temel insan haklarına, hukukun en temel prensiplerinden biri olan suçta
ve cezada yasallık ilkesine aykırılık teşkil etse de bunu savunan kişiler güvenlikçi
bahanelerin arkasına kolayca sığınabiliyor.
SUÇ İŞLEDİKÇE GÖRÜNÜR, EZİLDİKÇE GÖRÜNMEZ OLMAK
Günden güne yayılan mülteci karşıtlığının ilginç bir boyutu
da tekil örneklerle yapılan genellemelerin meselenin özünün
kaçırılmasına yol açması… Bu sayede göçmenler şeytanlaştırılırken; ülkenin olmayan
sınır politikası, olmayan göçmen politikası ve olmayan entegrasyon politikası
tartışma konusu bile edilmiyor. Ezcümle, kamusal alanda göçmen tartışmaları
meseleyi ortaya çıkaran nedenlerle değil, bu nedenlerin yol açtığı kriminal tekil
örnekler üzerinden yapılıyor. Böylece sınıfsal piramidin en altında yer
alan; güvencesiz, kayıtsız, kağıtsız, ucuz işgücü olan göçmenlerin sınıfsal
konumları da kendileri gibi görünmez hale geliyor. Ne yazık ki
milyonlarca yoksul göçmen ancak suç işlediklerinde görünür oluyorlar.
Yazıyı, Kemal Siyahhan’ın mülteci kitabından, bir Afgan mülteci
olan Abdülmelik’in sözleriyle bitirelim: “Dünyanın neresine giderseniz
gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü
giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.”
Sınırların ve pasaportların olmadığı bir dünya
özlemiyle…
Ayfer Tunç’un “Kuru Kız” romanında göç ve göçmenlik
No comments11 August 2025
8/11/2025Tuncay Bilecen
Türk edebiyatının üretken yazarlarından biri olan Ayfer Tunç, Nisan 2023’te yayımlanan romanı Kuru Kız’da; mahalle baskısından kadının ailedeki ve toplumdaki rollerine, ekonomik ve sosyal çözülmenin yarattığı ahlaki erozyondan standardize edilen beden ölçütlerinin dışında olanların yaşadığı aşağılanmaya (bodyshaming) kadar birçok farklı konuya değiniyor.
Kuru
Kız’ı
bir “göç romanı” olarak değerlendirmek zorlama bir çıkarım olsa da roman, sosyal
çürümenin her yere sirayet ettiği bir toplumsal yapıda bireysel kurtuluşu sıra
dışı bir hikâyeyle göç etmekte bulan bir kadını anlatması bakımından bu yönüyle
de irdelenebilir.
Kitabın
ana kahramanı Kuru Kız’ın kırk yaşına birkaç ay kala Arjantin’in en güney
ucunda, “dünyanın sonu” diye bilinen Ushuaia’ya gitmesiyle başlayan roman,
devamında çoğunlukla kronolojik bir sıra izlemeden onun bu yolculuğa çıkmasına
neden olan olaylarla devam ediyor.
Adını
bilmediğimiz, fiziksel özellikleri nedeniyle kendisine takılan isimle, “Kuru
Kız” olarak tanıtılan karakter, Ushuaia’daki ilk zamanlarında geldiği yerle buranın
bir karşılaştırmasını yapar. Bu karşılaştırma okuyucuya, Kuru Kız’ı göç etmeye
iten sebepler hakkında bir ön fikir verir: “Kendi ülkesindeki insanlar korkunç,
buradakiler de harika değiller ama daha az kötücüller, en azından ona karşı” (s.16).
Aynı
şekilde yeni yerleştiği bu yerdeki duygu durumu da terk ettiği yere göre çok
farklıdır artık: “Geride bıraktığı
yıllar boyunca güldüklerinin bin katını burada iki yıl olmadan güldü” (s.19). Çünkü
Türkiye’deyken gülebilecek, gülse bile bunu gösterebilecek bir çevrede
yaşamamaktadır: “Babası öldükten sonra olmaya başlamıştı aralarında (kardeşiyle)
böyle neşeli şeyler. Hayattayken güldüklerini pek hatırlamıyordu. Gülmüşlerse
de gizli gizli, kendi aralarında” (s.29).
Kuru
Kız, başladığı
yerde biten (dünyanın sonunda), olay örgüsü itibariyle ucu açık bir roman… Kuru
Kız’ın ailesinden başlayarak yaşadığı muhite, topluma ve ülkeye kadar
çevresini sarıp sarmalayan kötülükler silsilesinden bilgiye açlığı sayesinde kurtulmasını
konu alan roman, sözü edilen katmanların her birinde yer yer trajik hikâyeleri
de barındırıyor. Hatta bu bakımdan kitabın zaman zaman arabesk bir iklime
büründüğünü söylemek de mümkün. Örneğin, Kuru Kız dışındaki tüm aile
bireylerinin ölümlerine tek tek tanıklık ettiğimiz romanda; anne 36, baba 50, erkek
kardeş ise 37 yaşında hayatını kaybeder.
Yıllar
içinde peş peşe gelen bu ölümler her seferinde Kuru Kız’ı biraz daha
yalnızlaştırır, en sonunda yazarın adını vermediği ama İstanbul olmadığını
bildiğimiz (çünkü erkek kardeşi İstanbul’a kaçıyor) bir şehrin yoksul
mahallesinde eski, kagir bir binada yapayalnız kalır. Fakat bu onu aşağı çeken
bir yalnızlık değil, kendisini gerçekleştirme potansiyelini ortaya çıkaran bir
yalnızlıktır. Her birinin ayrı bir acı verdiği ve onu belli kalıpların içine
soktuğu aile içi rollerden azadedir artık. “Özgürlük olduğunu o sırada
bilmediği bu tuhaf, coşkulu duygu henüz damarlarına nüfuz etmemişti ama
edeceğini anlamıştı, varlığını ele geçireceğini tahmin ediyordu. Büyük
temizliğe oturma odasındaki ağır vitrinle değil annesinin zamanından kalma
gardıropla başladı” (s.163).
Kuru
Kız,
aile ilişkilerinin dışına çıkarak mahalleye, topluma ve oradan da ülkeye bakan,
bunu da yüksek sesle, göze sokarak değil, birbirine bağlı hikâyelerdeki sosyo-politik
detaylar ve gözlemler üzerinden veren bir roman. Bu bakımdan aile içinde, oda
paylaşımında bile kendisini gösteren cinsiyetçi tutum, tek başına kalan Kuru
Kız’ın evine göz koyan akraba ve komşular, kentsel dokunun rantçı yaklaşımlarla
bozulmasının mahalle ve komşuluk ilişkilerine yansıması, siyasetle organik
ilişkisi olan görgüsüz ve aç gözlü mafyatik müteahhit profili, tarikat
şeyhlerinin kentsel rantın dağıtımındaki yeni rolleri gibi birçok karakter ve
tema romanda yer alıyor.
Kuru
Kız, etrafını saran ona tecavüz etmek isteyen, özel hayatını merak eden ve
fütursuzca mahremiyetini ihlal eden, bahçesine evine el koymak isteyen bu gözü
dönmüş topluluktan öğrenme merakı ve bilinci sayesinde kurtulur. Sözünü
ettiğimiz bu bilinç durumu bir aydınlanmadan ziyade Kuru Kız’ın içinde
kendisiyle açtığı bir çeşit iletişim kanalı yoluyla yaşanır. Bu iletişim kanalı
sayesinde kendi içinde olayların muhasebesini yapar, vicdanıyla yüzleşir. Roman
boyunca sürekli “tanrısıyla” konuştuğuna şahitlik ederiz. “Kardeşinin ardından
acı çekmeyi başka bir zamana bırakmıştı. Gecenin, tanrısıyla konuşacağı ileri
saatlerine” (s.138). “Rüyadan sonra tanrısıyla konuştu, kardeşinin hakkı olan
hayattan zevkli bir yudum bile alamadan gittiği için çok acı çektiğini söyledi”
(s.149). “Tanrısına interneti anlatmaya doyamıyordu, sanki tanrısı bu buluştan
haberdar değilmiş ve ondan öğrenmekten çok hoşlanıyormuş gibi” (s.150). “Tanrısı
onu yatıştırmak için yatağının başucunda bekliyor oluyordu. Yüzü olmayan,
bedeni olmayan, sesi olmayan, olmayan sesi bazen annesininkine, bazen olmayan
bir sevgilininkine benzeyen tanrısı” (s. 174). “Tanrısı coşkuyla destekliyordu,
onu yüreklendiriyordu. Git, yeter ki git. Canlan, yaşa” (s. 202).
Kuru
Kız’ın göç ederek kendi kurtuluşunu gerçekleştirmesinde içindeki sonsuz öğrenme
aşkı önemli rol oynamıştır. YouTube’taki gezginlerin gezip gördüğü yerleri
merak etmeyle başlayan bu aşk zamanla bir tutkuya dönüşür. Artık büyük bir
açlıkla her şeyi merak etmektedir. “Hayatını ikiye ayırıyordu, internetten önce
ve internetten sonra” (s.150). Etrafında, saf, kıt akıllı, kandırılmaya müsait
olarak görülen Kuru Kız, öğrenme merakı sayesinde komşuların, akrabaların,
mahalle sakinlerinin elinden kurtulmuş, internetten bulduğu bir emlak şirketine
evini satmayı başarmış ve böylelikle ancak hayalinde yapabildiği yolculuğa tek
başına çıkabilmiştir.
Ayfer
Tunç; Kuru Kız’da fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak dezavantajlı bir
konumda olan bir kadının göç ederek kurtuluşunu konu alırken, örtük olarak “bilgi
güçtür” mesajını da okuyucuya duyuruyor.
Ayfer
Tunç, Kuru Kız, Can Yayınları, 2023, 216 sayfa
*Bu yazı ilk defa Göç Dergisi'nde Temmuz 2024'te yayınlanmıştır.
https://dergi.tplondon.com/goc/article/view/882
"Bilinçli Hamilelik ve Doğuma Pratik Yolculuk" eğitimi 25 Ağustos – 5 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek
No comments07 August 2025
8/07/2025Hamilelik sadece fiziksel bir süreç değil; zihinsel, duygusal ve ruhsal olarak da bütüncül bir hazırlık gerektiriyor. Bu farkındalıkla yola çıkan "Bilinçli Hamilelik ve Doğuma Pratik Yolculuk" adlı 6 haftalık online program, anne adaylarını doğuma her yönüyle hazırlamayı hedefliyor.
Alanında uzman üç isim tarafından yürütülecek olan
program, 25 Ağustos - 5 Ekim tarihleri arasında toplam 18 buluşma ile
gerçekleşecek. Canlı Zoom buluşmaları ve kayıtlarla hibrit bir yapıya sahip
olan program, anne adaylarına esnek ve derinlemesine bir deneyim sunuyor.
Uzman Kadrodan Bütüncül Yaklaşım
- Klinik
Psikolog Begüm Teke, annelik
kimliği, doğum korkusu, bağlanma ve zihinsel kalıplar gibi konularda
teorik bilgi aktarımıyla süreci destekleyecek.
- Bütünsel
Şifa Eğitmeni Bilge Maitri,
hamile yogası, nefes, meditasyon, ses çalışmaları ve gevşeme teknikleriyle
beden farkındalığını artıracak.
- Doğuma
Hazırlık Eğitmeni Özge Aydoğan
ise hypnobirthing temelli tekniklerle doğum anına dair pratik bilgiler,
doğum planı ve pozisyonlar gibi konulara ışık tutacak.
Her Hafta Üç Modül: Teori – Pratik – Hypnobirthing
Her haftanın modüler yapısı şu şekilde planlandı:
- 🧠 Teori (20-30 dk): Psikolojik bilgi ve farkındalık çalışmaları
- 🧘♀️ Pratik (45-60 dk): Yoga, nefes, gevşeme uygulamaları
- 🌸 Hypnobirthing (50-60 dk): Doğuma yönelik zihinsel ve bedensel hazırlık
Programda ayrıca olumlamalar, yazma çalışmaları,
rehber sesli meditasyonlar, haftalık PDF çalışma defteri ve WhatsApp üzerinden
birebir destek de sunulacak.
Hedef: Güvenli, Bilinçli ve Şefkatli Doğum
Programın temel amacı; anne adaylarının korkudan
güvene, belirsizlikten içsel güce doğru bir yolculukla doğuma zihinsel,
duygusal ve fiziksel olarak hazırlanmalarını sağlamak.
Katılımcılar bu süreçte:
- ✨ Bedenlerini doğuma hazırlayacak,
- ✨ Zihinlerini güvene odaklayacak,
- ✨ Bebekleriyle bağlarını derinleştirecekler.
Kayıt yaptırmak ve bilgi almak için bu link’e tıklayabilirsiniz.
İngiltere ve Fransa arasındaki geri gönderme anlaşması uygulamaya girdi: ilk göçmenler gözaltında
No commentsİngiltere ile Fransa arasında imzalanan yeni “bir giren, bir çıkan” göç anlaşması çerçevesinde, Manş Denizi’ni küçük teknelerle geçerek İngiltere’ye ulaşan ilk göçmenler gözaltına alındı. Çarşamba günü Dover limanına ulaştırılan ve can yelekleri giydikleri görülen göçmenler, Sınır Gücü botlarından indirildi. İngiltere İçişleri Bakanlığı, gözaltına alınan kişilerin, Fransa’ya iade edilene kadar göçmen gözaltı merkezlerinde tutulacağını açıkladı.
İçişleri Bakanı Yvette Cooper, kaç göçmenin
gözaltına alındığını açıklamaktan kaçınırken, Fransa’nın güvenli bir ülke
olduğunu ve yasal itirazlara karşı kararlı bir duruş sergileneceğini belirtti.
Cooper, “Şu anda geri gönderme hazırlıkları devam ediyor. Kimsenin şüphesi
olmasın, bugünden itibaren gelen herkes gözaltına alınacak ve iade sürecine
tabi tutulacak,” dedi. İlk geri göndermelerin birkaç hafta içinde gerçekleşmesi
bekleniyor.
Bu pilot uygulama, Temmuz ayında İngiltere
Başbakanı Sir Keir Starmer ile Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron arasında
imzalanan anlaşma kapsamında hayata geçirildi. Anlaşma, yasa dışı yollardan
İngiltere’ye giriş yapanların Fransa’ya geri gönderilmesini öngörürken,
Fransa’dan da güvenlik kontrollerinden geçmiş aynı sayıda sığınmacının yasal
yollarla İngiltere’ye kabul edilmesini içeriyor. Pilot uygulama 11 ay sürecek.
Anlaşma çerçevesinde Fransa’daki yetişkin ve
aileler, İngiltere’ye gelmek için çevrim içi başvuru platformu üzerinden
talepte bulunabilecek. Uygun bulunan başvuru sahipleri, İngiltere’ye
geldiklerinde üç ay içinde sığınma talebinde bulunabilecek veya vizeye
başvurabilecek. Bu süreçte, çalışma, eğitim ve sosyal yardımlardan
faydalanamayacaklar.
2025 yılında bugüne kadar 25 binden fazla kişi Manş
Denizi’ni geçerek İngiltere’ye ulaştı. Bu sayı, geçtiğimiz yılın aynı dönemine
göre %49 daha yüksek. Muhalefetteki Muhafazakâr Parti ise yükselişte olan
Reform Partisi’nin elinden göçmen kozunu almak için bu yeni anlaşmanın
yeterince caydırıcı olmadığını savunuyor. Muhafazakârlar eski hükümetin Ruanda
planının iptal edilmesini "büyük bir hata" olarak değerlendiriyor.
Kaynak: BBC
İngiltere ile Fransa arasında göçmen iadesi planı yürürlüğe girdi
No comments05 August 2025
8/05/2025İngiltere İçişleri Bakanı Yvette Cooper, 5 Ağustos’ta yürürlüğe giren yeni göçmen iade planı kapsamında Fransa’ya kaç kişinin geri gönderileceğine dair bir rakam açıklamaktan kaçındı. Anlaşma gereği, Manş Denizi’ni küçük botlarla geçen bazı göçmenler gözaltına alınarak Fransa’ya gönderilecek. Karşılığında, İngiltere güvenlik ve uygunluk kontrollerini geçen ve kaçak geçiş denememiş sığınmacıları kabul edecek.
Başbakan Sir Keir Starmer, planı “aylar süren olgun bir
diplomasinin ürünü” olarak nitelendirdi ve “gerçek sonuçlar” getireceğini
savundu. Ancak Muhafazakâr Parti, bu adımın “hiçbir fark yaratmayacağı”
görüşünde. 30 Temmuz itibarıyla, 2025 yılında küçük botlarla İngiltere’ye
ulaşan kişi sayısı 25 bini aşarak geçen yılın aynı dönemine göre %49’luk bir
artış gösterdi.
Cooper, uygulamanın şu an için deneme aşamasında olduğunu,
sayının zamanla artacağını ancak başlangıçta düşük olacağını belirtti.
Operasyonel bilgilerin suç çeteleri tarafından kullanılmasını engellemek
amacıyla günlük veya toplam hedef paylaşmadıklarını vurguladı. Basına yansıyan
bilgilere göre, haftada yaklaşık 50 kişinin iade edilebileceği konuşuluyor.
Ancak Oxford Üniversitesi Göç Gözlemevi’nden Peter Walsh, bu rakamın
caydırıcılık için yeterli olmayacağını, şu anki geçiş oranlarında bunun sadece
%5 geri gönderilme ihtimali anlamına geldiğini söyledi.
Plan, Avrupa Komisyonu ve AB üye devletlerinden onay aldı.
Hükümet, aynı zamanda insan kaçakçılarıyla mücadele amacıyla Ulusal Suç
Ajansı’na 300 yeni görevli alımı ve 100 milyon sterlinlik ek bütçe ayırdığını
duyurdu. Muhafazakâr Parti ise, önceki hükümetin Ruanda planının “%100 geri
gönderme” hedefi taşıdığını, ancak iktidardaki İşçi Partisi’nin bunu iptal
ettiğini hatırlatarak yeni düzenlemeyi etkisiz buldu.
Sivil toplum kuruluşları ise tepkili. Asylum Matters,
tehlikeli yolculukların ancak güvenli ve yasal sığınma yollarının açılmasıyla
engellenebileceğini savunuyor. Hükümet ise bu planın tek başına “sihirli bir
çözüm” olmadığını kabul ediyor ancak yılın ilk yarısında rekor seviyelere çıkan
yasa dışı geçişleri azaltmada önemli bir adım olacağını düşünüyor.
Kaynak: BBC
Home Office verilerine göre son üç günde Manş Denizi’nden İngiltere’ye hiç sığınmacı gelmedi
No comments04 August 2025
8/04/2025İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın (Home Office) verilerine göre, 30 Temmuz’dan bu yana geçen üç gün boyunca (31 Temmuz, 1 Ağustos ve 2 Ağustos) Manş Denizi üzerinden küçük botlarla İngiltere’ye hiçbir düzensiz göçmen geçişi gerçekleşmedi. Bu, yaz aylarında nadir görülen bir durumu işaret ediyor.
Home Office’in haftalık verilerine göre, 27
Temmuz–2 Ağustos 2025 tarihleri arasında toplamda 1.355 göçmen, 20
küçük botla ülkeye ulaştı. Ancak bu toplamın neredeyse tamamı, yalnızca bir
güne sıkıştı: 30 Temmuz Çarşamba günü, 13 ayrı botla 898 kişi
Dover kıyılarına ulaştı. Bu gün aynı zamanda 2025’in şu ana kadar en yoğun göç
günü olarak kayda geçti.
Yetkililer, son üç gündeki durgunluğun hava
koşulları, artırılmış sınır güvenliği ve Fransa kıyılarındaki önlemlerle ilgili
olabileceğini belirtiyor. Ancak bazı uzmanlar, bu tarz kısa süreli durmaların
geçici olduğunu ve önümüzdeki haftalarda yeniden artış yaşanabileceğini
öngörüyor.
İngiliz hükümeti ise, göçmen kaçakçılığına karşı
önlemlerini sertleştirmeye devam ediyor. Yeni yasal düzenlemelerle, sosyal
medya üzerinden botla geçiş organizasyonuna dair ilan yayınlayanlar beş yıla
kadar hapis cezasıyla karşı karşıya kalabilecek. Ayrıca Fransa ile iş
birliği çerçevesinde sahil gözetimi için ek kaynaklar ayrıldı.
Göçmen krizinin gölgesinde, son üç gündeki
“sessizlik” hükümet tarafından güvenlik politikalarının etkisi olarak lanse
edilirken, insan hakları örgütleri ise geçişin durmasının göçmenlerin güvende
olduğu anlamına gelmediğini ve bu kişilerin hâlâ riskli koşullarda Fransa’da
beklediğini vurguluyor.
27 Temmuz – 2 Ağustos 2025 Tarihli Küçük Bot
Girişleri (Günlük Dağılım)











