Londra Meydan Sahnesi’nden bir Aziz Nesin klasiği: “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz" (27-28-29 Haziran)

Hiç yorum yok

26 Haziran 2025

Türk edebiyatının usta kalemi Aziz Nesin’in unutulmaz eseri “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz”, Londra’da sahneye taşınıyor. Londra Meydan Sahnesi tarafından sahnelenecek oyun Haziran ayının son haftasında North London Community House’da sanatseverlerle buluşacak.

 




Aziz Nesin’in kaleme aldığı, bürokrasinin absürtlüğünü mizahi bir dille ele alan “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” oyunu Londra Meydan Sahnesi tarafından 27-28-29 Haziran tarihlerinde Londra’da sahnelenecek.

Suat Onur Çalık’ın yönettiği oyunun oyuncu kadrosu ise şöyle: Cem Ok, Dursun Kuran, Elif Karabulut, Hıdır Şahin, Neslişah Şahin, Oktay Erpolat, Pınar Tilkidağ, Sevinç Çelik, Sultan Umut ve Tayfun Keleş.

Oyun ayrıca Deniz Gürsucu (Yönetmen Yardımcısı ve Müzik), Semra Şahinoğlu (Asistan), Aylin Yüzeirova (Hareket Düzeni) ve Anıl Duman (Müzik Düzenleme) gibi isimlerin katkılarıyla şekillendi.

  • 27 Haziran 2025 Cuma - 19:30 (Prömiyer)
  • 28 Haziran 2025 Cumartesi - 19:30
  • 29 Haziran 2025 Pazar - 14:00 (Matine) & 19:30

Biletler ve Mekân Bilgisi

Oyun, Londra’nın canlı kültür merkezlerinden North London Community House’da (22 Moorfield Road, London N17 6PY) sahnelenecek.

Bilet temini için iletişim:

  • E-Posta: INFO@DAYMER.ORG
  • Telefon: 020 7275 8440
  • WhatsApp: 07494 334095

 



Belleğin arşivinden sızan bir oyun: “Old Fools"

Hiç yorum yok

25 Haziran 2025


 



“Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de olmaz.”

J. Derrida- Arşiv Ateşi


 

Bu yazıda, Londra’nın en sıcak gününde izlediğim, Tristan Bernays’ın kaleme aldığı, Çağ Çalışkur’un rejisiyle sahnelenen, İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyuncu olarak yer aldıkları  “Old Fools” adlı oyunu  Derrida’nın “arşivleme” metaforu üzerinden inceliyorum.

Eda Çatalçam 

Tiyatrocu, eğitmen ve Mavi Productions'un kurucusu

 

 

Oyunun İstanbul’da da “Old Fools” adıyla sahnelendiğini öncelikle belirtmek isterim. Bazı kelimelerin çevrilemediği, tam karşılığını bulamadığı oyun isimlerinden “Old Fools”. Hani tam olarak çevirip adını koyamasan da duygusundan tanıdığın bir oyun.  “Old Fools” oyununun sonrasında, boğazımda oluşan yumruyu ya da üstüme yapışmış inatçı bir tozu silkeleme hareketi yapma ihtiyacımı veya oyunun omuzlarıma bıraktığı ağırlığı üstümden atma gereksinimim, sonunda akacak bir yol bularak kelimelere dönüştü. Çok sıcak, her şeyin buharlaştığı bir Londra gününde izlediğim “Old Fools”u beynimin arşivlediği haliyle sizlere aktarmaya çalışacağım.

Seyİrcİ Fuayesİnden Sahneye

Derrida, dilimize “Arşiv Ateşi” ya da “Arşiv Humması” olarak çevrilen eserinde arşivlemeyi pek çok başlıkta irdeler. Bense Derrida’nın bu eserini “Old Fools” oyunundan hareketle, arşivlemenin hatırlamak değil unutmak üzerine de yapılan bir eylem olduğu olgusu üzerinden ele almaya çalışacağım. “Old Fools” oyunu özelinde, bir tür hafıza yaratmak için arşivleme tekniği ile yaptığım yukarıdaki girişin çıkış noktası, oyunun seyircisi olarak beni, Tom ve Viv’in ilişkilerine şahit kılmasıyla başladı. Oyunun, seyirci olarak benimle şahitlik üzerinden kurduğu interaktif iletişim aynı zamanda benim belleğimdeki çağrışımları da açmasına ve kendi kişisel tarihimdeki arşivlerin kilitlerin de aralanmasına neden oldu.

Seyirci olarak ilk kez, oyunun sahneleneceği salona geçmeden, bekleme alanı olarak adlandırılan seyirci fuayesinde tanışıyoruz Tom ve Viv ile. Tom’un fuaye alanında toplanmış oyunun başlamasını bekleyen herkesin dikkatini üzerine çekerek yaptığı konuşma sırasında artık bizler seyirci fuayesindeki seyirciler olmaktan çıkarak Tom’un müzisyen olarak sahne aldığı mekânın dinleyicileri konumuna geçiyoruz. Oyunun diğer ana karakteri Viv ise bizimle beraber Tom’u dinleyen kişilerden herhangi birisi olarak aramızda yer alıyor. Tom’un, kadın olarak Viv’den çok etkilenmesi ve ona kur yapmasına şahitlik ederken, Viv’in tüm bu kurlar karşısında utanması ve bir tür gece kulübü olarak sunulan tiyatro sahnesine kaçmasıyla biz seyirciler de Viv’in peşi sıra koşan Tom’un ardına, gönüllü şahitler olarak kendi aramızdaki konuşmalar ve yüzümüzdeki gülümsemelerle birlikte takılıyoruz. Acaba kız oğlandan hoşlanacak mı? Oğlan kızı nasıl tavlayacak? Bizi neler bekliyor? Bakalım nasıl bir oyun olacak? Merakına, kendi deli dolu zamanlarımızın ya da “ahh keşke” dediğimiz olmuş olmamış, yaşanmış yaşanmamış pişmanlıkların uyarılması da eşlik ediyor.

Hatırlamak mı Unutmak mı? Arşİvlenmİş Duyguların Peşİnde

Tom’un peşinden Viv’i bulmak için sahneye giriyoruz. Ortada mankenlerin yürüdüğü ince uzun podyum şeklinde uzanan bir platform olarak tanımlayabileceğim tiyatro sahnesinin her iki yanına yerleşmeye çalışan biz seyirciler, koltuk aralarında bizden çok önce mekâna giriş yapmış olan Viv ve Tom’u yeniden görüyoruz. Aradaki podyum gibi uzanan sahne bizlerin yerleştiği oturma alanını ikiye bölerken, yerleştiğimiz oturma alanının bir yanında Viv, diğer yanında ise Tom var. Yüksek sesli ve eğlenceli müziklerin eşliğinde birbirinden oldukça uzak mesafelerde dans eden bu iki insanın büyük aşklarının başladığı o gece kulübü, biz seyreyleyenler için pek çok farklı mekâna dönüşürken, ortadaki podyum gibi uzanan tiyatro sahnesi ise, oyunun sonunda lineer düzlem şeklindeki bir tür yaşam çizgisine evriliyor. Sahnenin her iki ucuna yerleştirilmiş olan çelik dikdörtgen kutularsa bu yaşam çizgisinin başlangıç ve bitiş çizgilerini belirliyor. Bu yaşam çizgisini genişleten alanlar; Tom ve Viv’in aramızdaki koltuklarda dolaşarak bizimle buluştuğu, zaman zaman biz seyreyleyenlerle birebir temasa geçtiği anlarda oluyor. Bu anlar, başlayan her şeyin bitişe doğru ilerlediği, tek düze bir ağır gerçeği de hafifleten, zamanı lineer bir düzlemden geniş bir alana da taşıyan anlar oluveriyor.

Dekorun sadeliği, aksesuarların seyircinin belleğinde kurulan çağrışımlı objeler bütününden oluşması, tiyatrodaki boş alanın seyreyleyenin imgelemini uyandıran bir rejiyle sahneye uyarlanması da oyunun, seyircinin belleğindeki arşivlerinin kilitlerini aralayan bir anahtar görevi üstlenmesini sağlıyor. Oyun boyunca, Viv ve Tom’un ilişkilerinin başlangıcına birebir tanıklık eden seyirciler olarak hem onların ilişkilerinin belleğinde hem onların kişisel belleklerinde, hem de kendi kişisel belleğimizde bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculuk, sahne tasarımında seçilen lineer bir izlekten çok, oyuncuların seyirci koltuk aralarında belirmesi gibi sıçrayan, değişken, bükülen ve evrilen bir dağınıklıkta oluyor. 



Hayaletler, Boşluklar ve Kayboluş: Arşİvİn Karanlık Yüzü

Oyun, Tom’un hem hayatla hem de Viv ve kızları Alice ile kurduğu coşkulu, tutkulu, kararlı, anlayışlı, eğlenceli, esprili, hareketli ve renkli ilişkisinin florasan lambalar gibi beyaz, soğuk ve renkleri yok eden, hareketsiz bir bilinmeze evrilmesi arasında gidip geliyor. Tom yaşlılığında Alzheimer hastası olarak hafızasını ve onu Tom yapan pek çok şeyi kaybediyor. Bu kayıp seyreyleyen olarak bizleri de hayatın değiştirilemez gerçekleri karşısındaki mecburi kabullenişe ve insanın ağır çaresizliğinin kollarına bırakıveriyor. Can Yücel’in şiirindeki, “Bana bir varmış de ama bir yokmuş deme, içime dokunuyor” dizeleri gibi bir hisle kalıveriyoruz.

Tom’un hafızasının derinliklerinde gezinirken Derrida’nın “Bir arşiv, teslim edilen bir yer olmadan, tekrarın bir tekniği olmadan ve belirli bir dışsallık olmadan var olamaz. Dışarısı olmadan arşiv de olmaz” tespitindeki dışarısı rolünü de üstlenen seyirciler olarak, Tom’un bellek arşivinden çıkan anılarının da dışarısı oluveriyoruz. Bu arşivlenme sırasında Tom, bazı anılarını hatırlamak istediği kadar bazılarını da unutmak istiyor.

Tom’un âşık olduğu Viv karakteri olarak tanıdığımız oyuncu İdil Sivritepe, Tom’un belleğindeki arşivlerden bazen onun eğlenceli ve duyarlı baba kimliğini görmemize vesile olan kızı Alice olarak, bazen Tom’un Alzheimer tedavisini üstlenen doktoru olarak, bazen de çocukluğunda Tom’u döven öfke sorunları yaşayan, dürtüsel annesi olarak karşımıza çıkıyor. Tom’un belleğindeki arşivlerden çıkan anıların kapısı hiç beklemediğimiz bir anda ve çok hızla aralanıyor. Tıpkı düşüncelerin tutulamaz sıçrayışları, çağrışımların öngörülemezliğinde olduğu gibi Tom’un belleğinde de kestirilemez, beklenmedik bir gezintiye çıkıyoruz.

“Arşivdeki her belge hatırlama amacıyla saklanırken, arşivdeki pek çok belge aynı zamanda geçmişte kalmış olanın, ölmüş olanın, anın içinde olan mevcut olmayanın da bir artığıdır” diyen Derrida, işte bu nedenlerden dolayı arşivlerin yapısını “çelişkili” olarak tanımlamıştır. Hatırlamak ve saklamak niyetiyle tesis edilen arşivler, aynı zamanda “unutmaya” ve “kaybolmaya” da içkindir. Derrida'ya göre arşivler; zamanla eskiyen, kaybolan, unutulan şeylerin bir yansıması olması bakımından ele alınabilir ve bu saklama eylemi bir tür ölümle de yüzleşme olarak yorumlanabilir. Tam da buradan hareketle Tom’un yaşamının en göbeğinde aşkının şahitliğinde başladığımız seyreyleme hikâyesi, Tom’un belleğindeki arşivlerin açılmasıyla bir tür ölümle yüzleşme sürecine de dönüşüyor.

Derrida’nın arşivleme üzerinde bahsettiği arşivleneni görülmez bir biçimde etkileyen hayalet kavramı ise Tom ve Viv’in ilişkisine dış dünyanın etkileri üzerinden tanımlanabilir. Viv’in mesleğindeki başarısına kıyasla, Tom’un dış dünya, para, meslek, gereklilikler üzerinden yönetmekte ve dengelemekte zorlandığı hayatı ve aileyi geçindirme noktasında maddi olarak yetersiz kalışı, onun coşkun dünyasına sızan hayaletler olarak oyunda karşımıza çıkmakta. Bu kırılganlıklar Tom için, arşivlenenin unutulmak üzere tozlu raflara kaldırılan bir hal yarattığı gerçeği, Alzheimer rahatsızlığı ile belirgin bir hal almaktadır. Tom’un “Ben hep böyle mi olacağım, iyileşemeyecek miyim?” sorusuna, Alzheimer doktorunun verdiği yanıt insana dair çok içkin bir gerçeği de ortaya koymaktadır. Doktor; “Tom’un hastalığını tanımlarken bir süre sonra beyindeki hücreler arasında iletişim tamamen durur ve hücreler yavaş yavaş dışardan bir tehdit olduğunu düşünerek kendisine saldırarak ölür”. Oyundaki, Tom’un hastalığına dair bu tanım; insanın hayatta kalabilmek, devam edebilmek, gerçeklerle yüzleşebilmek için kendisine nasıl bilinç dışında oyunlar oynayabileceğini göstermektedir. Buradan bakıldığında insan beynini bir oyun alanı olarak yorumlamak da “Old Fools” oyunu özelinde mümkün olabilmektedir. Bu yorumun etrafında Tom’un seyirci fuayesinde başlayan coşkun, yaşam dolu, renkli ve tutkulu yanına olan şahitliğimizle başlayan oyun, onun belleğindeki arşivlerde gezinirken biz seyirciler için aynı zamanda bir oyun alanına dönüşür.

Seyİrcİ Arşİvİn Dışında mı İçİnde mİ?

Tom’un yaşlanması ve hastalığı ile birlikte uçuşan anıların etrafındaki bağlantıların kesilmesiyle biz seyirciler de arşivin dışsalı olma özelliğimizden, belleğin oyun alanına sıkışıp kaybolmuş, orada ölen ve karanlıkta kalan hayaletleri oluveririz. Oyunda seçilen, ses, müzik ve ışık kullanımı da bu yok oluşu güçlendirerek hikâyenin gücünü arttıran en önemli destekçilere dönüşmekte. İdil Sivritepe ve Olgu Baran’ın oyunculuklarındaki akışkanlık, bir sörf yaparcasına duyguların ve anıların üzerinde ustalıklı gezinmeleri çok ilham verici. Londra’nın en sıcak gününde hiç bitmeyen enerjileriyle, hikâye odağını fiziki koşulların olumsuzluğuna rağmen, hiç kaybetmeden 110 dakika boyunca büyük bir tutkuyla aktaran İdil Sivritepe ve Olgu Baran’a, Tom ve Viv’in hikâyelerinin eşlikçisi ve benim yorumladığım yerden Tom’un belleğindeki arşivlerin dışsal kayıt tutucuları ve hayaletlerinden birisi olarak teşekkür ediyorum.  

“Old Fools” oyunu sonrasında ellerimin, tüm bedenimin üstünde toz varmışçasına silkeleme ihtiyacını neden duyduğunu şimdi daha da iyi anlıyorum. Bu üstümü silkeleme hareketinin anlamı belki de Tom’un hafızasında kaybolan bir hayaleti kovmak ya da Tom’un belleğinde arşivlenmiş tozlu anıları üzerimden atmak, kendi varlığımı yeniden duyumsamak içindi belki de.

“Old Fools”, Tom’un belleğinde yaptığımız gezinti sırasında, hayat dediğimiz şeyin pek çok anının bir araya gelmesinden oluşan birer arşivler bütünü olduğunu bir kere daha çok etkili bir biçimde gösterdi. Biz de Tom ve Viv ile birlikte güldük, dans ettik, yüzdük, endişelendik, güneşin tadını çıkardık, korktuk, hata yaptık, saçmaladık, üzüldük, hayal kırıklığı yaşadık yani sonunda her şey bitecek, unutulacak ve ölecek de olsa doyasıya hissettik ve yaşadık. Hani derler ya, hayat pencereden izlemek için çok kısa diye tam da böyle bir tat kalıyor Old  Fools sonrası insana. Bu etkileyici şiirsellikte sahnelenmiş ve performe edilen oyunu, bir yerlerde görürseniz kaçırmayın derim. Tiyatronun bize unuttuğumuz şeyleri hatırlatan ya da hatırlamak istediğimiz şeylere nasıl şahitlik edebileceğimize rehberlik eden yanını yine yeniden “Old Fools” ile deneyimlemek çok güzeldi. Katmanlı ve inceliklerle ördüğü rejisiyle Çağ Çalışkur özelinde tüm ekibe bu güzel oyun için çok teşekkür ederim.

 

 

Turne Arşiv Fişi

Başlık: Old Fools – Londra Turnesi
Tarih: 17-18-19 Haziran 2025
Yer: Battersea Arts Centre, Londra
Topluluk: Tiyatro Craft (İstanbul)

Yazar: Tristan Bernays

Çevirmen: Şimal Yalçın
Yönetmen: Çağ Çalışkur
Oyuncular: İdil Sivritepe, Olgu Baran

Süre: Tek Perde/ 110 Dk

Hava Durumu: Ortalama 29 derece hissedilen sıcaklık 32 derece civarı

Açıklama: İstanbul’da sahnelenen Old Fools oyunu, 17-18-19 Haziran 2025 tarihlerinde Londra’daki Battersea Arts Centre’da seyirciyle buluştu. Oyun, Tommy (Tom) ve Vivian (Viv) adlı iki karakterin ilişkilerini; tanışmalarından birlikte yaşlandıkları yıllara dek uzanan bir zaman çizelgesinde anlatır. Bellek, aşk, unutma, kariyer, başlangıçlar, sadakat gibi temalar etrafında şekillenen metin, seyirciye duygusal bir yolculuk sunar.

Belge Türü: Turne kaydı / Gösterim belgesi

Yazım Şekli: Derrida’nın “Arşiv Ateşi” fikrinden hareketle oyun incelemesi.

 

“Londoner” 12 Temmuz’da George Wood Theatre’da

Hiç yorum yok

Londra TV’nin sempatik sunucusu Fatma Yüksel “Londoner” oyunuyla yeniden sahnede. Yüksel, üç yıl önce “Londralı” olarak Türkçe sahnelediği tek kişilik oyununu bu kez İngilizce olarak sahneleyecek.

 




12 yaşında geçirdiği trafik kazası sonucu hafızasını kaybeden ve çocuk yaşta Londra'ya göç eden bir kadının, kendini yeniden keşfedip "Londralı" olma yolculuğunu konu alan “Londoner” 12 Temmuz, Cumartesi akşamı, saat 19:00’da  George Wood Theatre'da seyirciyle buluşacak.

Migrant Futures İnstitute - Goldsmiths, University of London tarafından gerçekleştirilen proje kapsamında, tek kişilik ve tek perdelik oyunda Fatma Yüksel, kendine özgü stand-up havasındaki performansıyla Londra’ya alışma sürecini, göçmenliğin zorluklarını mizahi bir dille aktarıyor.

 

  • Tarih: 12 Temmuz 2025, Cumartesi
  • Saat: 19:00
  • Yer: George Wood Theatre
  • Adres:  25 Laurie Grove, London SE14 6 NW
  • Bilet fiyatı: ÜCRETSİZ!

 

Bilet Bilgisi:
Ücretsiz olan etkinliğin biletleri eventbrite.co.uk. üzerinden temin edilebilir.

 





İngiltere’deki doktorlar Türkiye'de yapılan mide küçültme ameliyatları konusunda uyardı

Hiç yorum yok

22 Haziran 2025

Türkiye'de yapılan kilo verme ameliyatlarında 100'den fazla komplikasyonla karşılaşılması İngiltere’deki doktorları harekete geçirdi.  Luton & Dunstable Hastanesi'nden Tanveer Adil, İzmir'deki Özel Gözde Hastanesi'nde mide ameliyatı sonrası organ yetmezliğinden hayatını kaybeden 40 yaşındaki Hayley Butler'ın ameliyatının tıbbi koşullara uygun yapılmadığını belirtti. Norfolk Bölge Adli Tıp Sorumlusu Yvonne Blake ise ameliyatın "doğru şekilde yapılmadığının" açık olduğunu kaydetti.




Ucuz Paket, Ölümcül Sonuç

Norwich'teki soruşturmada edinilen bilgilere göre, Hayley Butler, İngiltere'de yardım alamadığını düşünerek Eylül 2024'te bir arkadaşıyla İzmir'e gitti. Yaklaşık 2.500 sterlin (100 bin TL civarı) karşılığında uçuşlar, transferler, konaklama, ameliyat öncesi testler ve ilaçların dahil olduğu bir paketle tüp mide ameliyatı oldu. Ameliyat sonrası hastaneden taburcu olan Butler, iki gün sonra evine döndü ancak kendini zaten hasta hissediyordu. Annesi Gill Moore'un ifadesine göre Butler, "sürekli susuzluk çekiyor ve enerjisi olmuyordu... ama bunun normal olduğunu düşündü."

Hızla Kötüleşen Sağlık ve Kayıp Hayat

Butler'ın sağlık durumu 5 Ekim hafta sonu hızla kötüleşti; fışkırır tarzda kusuyor ve çok az şey tüketebiliyordu. Norfolk ve Norwich Hastanesi'ne kaldırıldı, 11 Ekim sabahı Luton'daki uzmanlaşmış bariatrik üniteye sevk edildi. Aynı gün saat 17:00'de acil ameliyata alındı. Moore'a, kızının hayatta kalma şansının %30 olduğu söylendi. Hayley Butler, sepsise (kan zehirlenmesi) bağlı çoklu organ yetmezliği nedeniyle 24 Ekim'de hayatını kaybetti. Moore, bir doktorun kendisine bunun "gördüğü en kötü vaka" olduğunu söylediğini aktardı.

"Ameliyat ve Sonrasındaki Eksiklikler Öldürdü”

Dr. Adil, mahkemeye yaptığı açıklamada, ameliyat sırasında Butler'ın karnında sıvı ve organlarında dört delik (perforasyon) tespit edildiğini belirterek ölüm nedeninin "Türkiye'de olanlar ve büyük bir bariatrik cerrahi sonrası güvenlik ağının eksikliği" olduğu görüşünü tekrarladı. Adil, kendi hastanelerindeki üçüncü basamak bariatrik ünitesinin, Türkiye'de benzer ameliyatlar geçiren hastalardan kaynaklanan komplikasyonlarda "kayda değer bir artış" gözlemlediğini vurgulayarak, "Ünitemizde 100'den fazla bu tür komplikasyonu yönettik, bu durum endişe verici" dedi. Adli Tıp Sorumlusu Blake, annenin yaşadığı iletişim kopukluklarını da eleştirerek, Hayley'nin yaşam desteği kapatılırken ve ölüm anında annesinin yalnız bırakılma şeklini "şaşırtıcı" bulduğunu ifade etti ve Türkiye'deki düzenleyici kurumlara endişelerini ileteceğini söyledi.

 

Kaynak: BBC

Mültecilik: suç işledikçe görünür, ezildikçe görünmez olmak

Hiç yorum yok

20 Haziran 2025

Heykel: Bruno Catalano


Tuncay Bilecen, tuncaybilecen@gmail.com

Bugün 20 Haziran, Dünya Mülteciler Günü…

Birleşmiş Milletler (BM) rakamlarına göre, 2020'nin sonu itibariyle dünyada 82,4 milyon mülteci veya sığınmacı bulunuyor. BM, mültecilği: "ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönmeyen veya dönmek istemeyen kişi" şeklinde tanımlıyor.

Genel kullanımda “göçmen”, “sığınmacı”, “mülteci” kavramlarının karıştırıldığı ve zaman zaman birbirlerinin yerine kullanıldığı görülse de mültecilikte “zorunlu bir göç” olgusunun bulunduğunu ve “mülteciliğin” aynı zamanda hukuksal bir statü olduğunu belirtelim.

ASAYİŞ VE SOSYAL DÜZENE TEHDİT

Güvenlikçi politikaların, temel insan hakları ve hukuk devletinin önüne geçtiği günümüzde mültecilik ve mülteciler bir hukuksal statü olarak değil asayiş ve sosyal düzene bir tehdit olarak algılanıyor.

11 Eylül 2001 terör saldırılarının ardından yaygınlaşan güvenlikçi söylem, kapitalizmin yapısal ve döngüsel krizleri derinleştikçe hedef tahtasına en kırılgan ve kolay hedef olan göçmenleri koydu. Sağ popülizmin söylem dünyasında bereketli bir malzeme teşkil eden göçmenler artık her türlü fenalığın, bozulmanın, kötülüğün müsebbibi idi.

-       Ekonomi kötüye gidiyor?

-  Çünkü çok göçmen geldi, tüm yardımları alıyorlar. Bütçeni çoğu bedavadan geçinen göçmenlere gidiyor.

 

- Asayiş bozuldu, sosyal sorunlar var.

- Çünkü çok göçmen geldi. Toplumun yapısını, kimyasını bozdular. O yüzden ahlakımız da bozuluyor.

 

- İşsizlik artıyor.

- Çünkü çok göçmen geldi. Ucuza çalıştıkları için elimizdeki işleri de aldılar.

İNSAN-ALTI BİR KATEGORİ

Sağ popülist siyaset bu bereketli malzemeyi tepe tepe kullandıkça ekonomik kriz nedeniyle eski konforunu yitiren, güvencesizleşen ve gelir kaybına uğrayan kesimler için çok kullanışlı bir nefret objesi ortaya çıktı: göçmenler… 

British jobs for British workers” sloganının gölgesinde gerçekleştirilen Brexit referandumundan Fransa’dan, İsveç’e, İtalya’dan Almanya’da ırkçı partilerin tırmanışına kadar Batı dünyasında göçmenlerin söylem düzeyinde bir nefret objesi olarak kullanım alanının yaygınlaştığını görüyoruz. Burada “obje” özne olamamış, özne dahi kabul edilmeyen, edilgen, eğreti bir varoluşu sembolize ediyor. İrfan Aktan’ın gerçekleştirdiği söyleşide Tanıl Bora bu durumu şu şekilde ifade ediyor: Göçmenler insan-altı bir kategori gibi görülüyorlar. Kayıt dışı ve insan dışılar, kağıtsızlar, statüsüzler; bir ‘fazla’ veya ‘artık’ nüfus teşkil ediyorlar; onlara her şey yapılabilir. Bir yandan da müthiş bir tehdit kaynağı sayıldıkları için, üzerlerinde tepinilebilecek bir yığın olarak görülüyorlar. Kendilerini ‘yerli’ kabul eden, hasbelkader bir memlekette yerleşik olan insanların tehdit algılarına hitap etmeye çok elverişliler.”

"BEN GÖÇMENLERE KARŞI DEĞİLİM AMA BU KADARI DA FAZLA!"

Elbette göçmen, mülteci karşıtlığı ve düşmanlığını sadece sağ popülist siyasete mal edemeyiz. Dolaşıma girdikçe çoğalan ve yaygınlaşan bu söylemlerin her kesimden birçok alıcısı bulunuyor. Bu konudaki neşriyat arttıkça nefret kervanına katılanların sayısı da artıyor. “Ben göçmenlere karşı değilim ama bu kadarı da fazla!” diye başlayan yakınmalar, göçmenlere “artık” negatif ayrımcılık uygulanması gerektiğini hatırlatan tehditkâr cümlelerle bitiyor: “Hepsini göndereceksin geldiği yere!” Bu yönüyle mültecilik makul ve makbul vatandaşlığa da bir tehdit oluşturuyor. Dolayısıyla aynı suçu makbul vatandaşın işlemesiyle zaten potansiyel tehlike olan mültecinin işlemesi farklı yorumlara yol açıyor. Temel insan haklarına, hukukun en temel prensiplerinden biri olan suçta ve cezada yasallık ilkesine aykırılık teşkil etse de bunu savunan kişiler güvenlikçi bahanelerin arkasına kolayca sığınabiliyor.

SUÇ İŞLEDİKÇE GÖRÜNÜR, EZİLDİKÇE GÖRÜNMEZ OLMAK

Günden güne yayılan mülteci karşıtlığının ilginç bir boyutu da tekil örneklerle yapılan genellemelerin meselenin özünün kaçırılmasına yol açması… Bu sayede göçmenler şeytanlaştırılırken; ülkenin olmayan sınır politikası, olmayan göçmen politikası ve olmayan entegrasyon politikası tartışma konusu bile edilmiyor. Ezcümle, kamusal alanda göçmen tartışmaları meseleyi ortaya çıkaran nedenlerle değil, bu nedenlerin yol açtığı kriminal tekil örnekler üzerinden yapılıyor. Böylece sınıfsal piramidin en altında yer alan; güvencesiz, kayıtsız, kağıtsız, ucuz işgücü olan göçmenlerin sınıfsal konumları da kendileri gibi görünmez hale geliyor. Ne yazık ki milyonlarca yoksul göçmen ancak suç işlediklerinde görünür oluyorlar.  

Yazıyı, Kemal Siyahhan’ın mülteci kitabından, bir Afgan mülteci olan Abdülmelik’in sözleriyle bitirelim: “Dünyanın neresine giderseniz gidin iyi koşullar bulsanız bile en az beş on sene çekersiniz, koşullar kötü giderse inanın köle olmak mülteci olmaktan çok daha iyidir çocuklar.”

 

Sınırların ve pasaportların olmadığı bir dünya özlemiyle… 

İdeolojik Bir Söylem Olarak “Mutluluk”

Hiç yorum yok

19 Haziran 2025



Mutluluk söylemi, modern dünyada bireyin kendini tanımlama ve anlamlandırma sürecinde merkezi bir konuma yerleşmiştir. Foucault'nun "iktidar ve bilgi" kavramlarından hareketle, mutluluk söylemi, tarihsel ve toplumsal bağlamda belirli güç ilişkileri tarafından üretilen bir ideoloji olarak görülebilir. Bu söylem, bireyi "mutlu olmaya" zorlayan normatif bir çerçeve sunar. Üniversiteler, medya, popüler kültür ve kişisel gelişim endüstrisi gibi çeşitli kurumlar, mutluluğu hem bir hedef hem de bir ölçüt olarak yeniden üretir. Bu durum, modern öznenin "anlamlı bir yaşam" arayışını "mutlu bir yaşam" ile eşitlemesine yol açar.

Bireysel mutluluk, postmodern özne için anlamlı bir yaşamın birincil kıstası olarak adeta ontolojik bir hakikate dönüşmüştür. Modern birey, sağlıklı bir beden, maddi refah, statü, kariyer, terapi seansları, sağlıklı beslenme gibi söylemlerle bu “ideale” doğrudan veya dolaylı olarak yönlendirilmektedir. Ancak sorun şu ki, mutlu bir yaşam sürmenin sadece "bireysel bir sorumluluk" olarak özneye dikte edilmesi, toplumsal eşitsizlikleri ve sistemik sorunları birey tarafından göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla "mutluluk," hem bireysel bir amaç hem de "ideolojik bir söylem" olarak bir baskı işlevi görmektedir.

Bir diğer husus ise "mutluluğun" ne olduğuna, ne zaman veya hangi koşullarda "mutlu" olunacağına dair evrensel bir tanımın olmamasıdır. Bu belirsizlik, mutluluğun bireyler arasında farklı anlamlar taşımasına neden olur. Bu evrensel tanım eksikliği, daha doğrusu mutluluğun bir hedef ya da kesin bir "a priori" olarak var olmama hali, "mutluluk söyleminin" iktidar tarafından manipülatif bir araç olarak kullanılmasına olanak tanır. Bireyler dinamik bir şekilde sürekli bir "mutluluk arayışı" içinde tutulur, bu da tüketim kültürü ve kişisel gelişim endüstrisini besler.

Kısacası mutluluk, modern özne için ontolojik olarak yaşamın amacı haline gelmiş, ancak bu süreçte modern özneyi şekillendiren ideolojik bir aygıta dönüşmüştür. Doğası gereği belirsizlik taşıyan bu ideolojik söylem, postmodern bireyleri kendi mutluluklarını sorgulamaya ve sürekli bir arayış içinde olmaya zorlamaktadır. Bu durum, bir yandan bireysel özgürlüğü yüceltirken, diğer yandan ise postmodern özneyi belirli normlara uymaya zorlayan imperatif bir baskı aracına dönüşmektedir.

Yaylalı Ramazan

Türk Şirketlerinin İngiltere Yolculuğu: Londra’daki Panelde Stratejiler ve Fırsatlar Masaya Yatırıldı

Hiç yorum yok

16 Haziran 2025

İngiltere’ye açılmak isteyen Türk şirketlerine yönelik düzenlenen etkinlikte hukuk, finans ve yatırım alanlarında önemli tavsiyeler paylaşıldı.

 


LONDRA – Türk şirketlerinin Birleşik Krallık pazarına giriş sürecine ışık tutmayı amaçlayan “Scaling into the UK” başlıklı panel  Londra’daki The Landmark Hotel’de gerçekleştirildi. Greymore ve Sistem Global iş birliğiyle düzenlenen etkinlikte, şirketlerin İngiltere’de nasıl konumlanabileceği, karşılaşabilecekleri zorluklar ve uygulanabilecek stratejiler ele alındı.

Etkinlikte moderatörlüğü Greymore Kurumsal Hesaplar Başkanı Evren Çelik üstlenirken, panelistler arasında İşbank UK Genel Müdürü Mete Uluyurt, Sistem Global UK & Global Masası Başkanı Aylin Alkan, Oleka Capital Kurucu Ortağı İlker Sözdinler ve Greymore Ortağı Çağrı Coşar yer aldı.

Diplomatik ve Kurumsal Katılım Yoğundu

Etkinlik, iş dünyasının yanı sıra diplomatik düzeyde de yoğun ilgi gördü. Azerbaycan Cumhuriyeti'nin Londra Büyükelçisi Elin Suleymanov, Avrupalı Türk Markalar Birliği (ATMB) Başkanı Vehbi Keleş, Ziraat Bankası Londra Genel Müdürü Ersan Söğüt, Türkiye’nin Londra Ticaret Başmüşaviri Devlet Selim Paslı, Londra Büyükelçiliği Hazine ve Maliye Baş Müşaviri Ahmet Yalçın Yalçınkaya ve  KKTC Londra Temsilciliği’nde görevli Muavin Konsolos Mustafa Erçakıca da katılımcılar arasında yer aldı.

Vehbi Keleş, Elin Suleymanov, Selim Paslı


Kurumsal Kimlik Tanıtımı ve Açılış Konuşmaları

Greymore Law kurucu ortağı Cemal Türk, açılış konuşmasında ofisin yeni kurumsal yapılanmasını tanıtarak, bunun yalnızca bir  isim değişikliği değil, stratejik bir dönüşüm olduğunu belirtti. Türk, Türk şirketlerinin Birleşik Krallık pazarındaki büyüme yolculuklarında, sadece hukuki değil stratejik ortaklık anlayışıyla hizmet verdiklerini vurguladı.

Sistem Global’den Küresel Büyüme Stratejisi Vurgusu

Sistem Global COO’su Ülkü Şengül, şirketin 30 yıllık tecrübesiyle Türkiye genelinde 10 şehirde faaliyet gösterdiğini ve 650 kişilik bir ekiple 4.000’den fazla müşteriye hizmet sunduğunu aktardı. Vergi danışmanlığı, teşvik yönetimi, finansmana erişim, marka ve fikri mülkiyet ile uluslararası pazara giriş stratejileri gibi beş ana alanda hizmet verdiklerini ifade eden Şengül, “Özellikle teknoloji üreten KOBİ’lerin küresel ölçekte sürdürülebilir büyüme sağlayabilmesi için çok yönlü rehberlik sunuyoruz” dedi.

Yatırımcı Perspektifinden İngiltere Pazarı

Girişimci kökenli yatırımcı İlker Sözdinler, konuşmasında pazara girişte yapılan en yaygın hatalara değinerek, Türk girişimcilerin çoğu zaman stratejik planlama yapmadan hareket ettiğini vurguladı. “Önce tutunun, sonra büyüyün. Bu bir sprint değil, uzun soluklu bir maraton” diyen Sözdinler, yatırımcıların ilk olarak faaliyet alanının yalnızca Türkiye ile sınırlı olup olmadığını, gelirlerin hangi para biriminde kazanıldığını ve regülasyon uyumunu sorguladığını belirtti.

Sözdinler ayrıca, Türk şirketlerinin yurt dışına kendi ekipleriyle gitme eğiliminin sürdürülebilir olmadığını söyledi: “Biz 7 ülkede yerel yöneticilerle çalıştık. Başarıyı getiren, o ülkenin dilini, kültürünü bilen profesyonellerle sahada olmaktır.” Türkiye’de 5–20 milyon dolar aralığında yatırım boşluğu bulunduğunu belirten Sözdinler, Oleka Capital’i bu ihtiyaca yanıt vermek üzere kurduklarını ifade etti.

Hukuki Uyum ve Kültürel Farklar

Greymore Partneri Çağrı Coşar, İngiltere ile Türkiye arasındaki hukuk sistemlerinin farklarına dikkat çekti. “Anglo-Sakson hukuk sistemi, sözleşme serbestliği ilkesiyle çalışır. Bu nedenle 100 sayfalık sözleşmeler burada normdur” diyen Coşar, Greymore’un her iki ülkede baroya kayıtlı avukatlarla çalışarak müvekkillerine yalnızca teknik değil, kültürel uyum da sunduğunu belirtti. “Biz Türkiye’den gelen şirketlere ‘Türkiye’yi terk edin’ demiyoruz. ‘Türkiye’den güç alarak bu pazara açılın’ diyoruz” sözleriyle şirketin yaklaşımını özetledi.

Finansal Altyapı ve Gerçekçi Projeksiyonlar

İşbank UK Genel Müdürü Mete Uluyurt ise konuşmasında, şirketlerin küresel açılım planlarını oluştururken finansal altyapılarını sağlam temellere oturtmaları gerektiğini vurguladı. İngiltere gibi yüksek düzenlemeye sahip pazarlarda faaliyet göstermenin sadece finansal değil, kültürel bir adaptasyon süreci de gerektirdiğini belirtti. “Burada bankalar olarak bizler, Türkiye’deki ticari refleksleri buradaki sistemle uyumlu hale getiren bir adaptör görevi görüyoruz” diyen Uluyurt, Türkiye’nin 2024 itibarıyla Birleşik Krallık’a ihracatının 24 milyar doları aştığını, kısa vadede bu rakamın 50 milyar dolara çıkarılmasının hedeflendiğini ifade etti.

Pazara Girişte Stratejik Planlama Şart

Sistem Global UK & Global Desk Direktörü Aylin Alkan, şirketlerin İngiltere pazarına girmeden önce pazar araştırması, regülasyon analizi ve uzun vadeli bütçeleme yapmaları gerektiğini söyledi. “Pazara giriş planı olmadan atılan adımlar ciddi kaynak kayıplarına yol açıyor” diyen Alkan, güven inşası, yerelleşme stratejisi ve sabırlı büyümenin önemine vurgu yaptı. Sistem Global’in sunduğu entegre hizmetlerin, sadece giriş aşamasında değil, pazarda ölçeklenme sürecinde de şirketlere rehberlik ettiğini aktardı.

Etkinlik Networking ile Tamamlandı

Etkinlik, panelin ardından düzenlenen networking oturumu ile sona erdi. Katılımcılar, uzmanlarla birebir görüşme imkânı buldu, olası iş birlikleri için temaslar kurdu.

 

 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan