Londra’da ulaşım grevleri bisiklet kullanımını artırdı

No comments

02 October 2025






5-12 Eylül tarihleri arasında Londra’da gerçekleşen metro ve toplu taşıma grevleri, bisiklet kullanımında tarihi bir artışa yol açtı. Çoğu metro hattının kapalı kalması ve otobüslerin yoğun trafikte ilerleyememesi nedeniyle binlerce Londralı çareyi bisiklete binmekte buldu. Şehirdeki güvenli bisiklet yollarının son yıllarda artması ve elektrikli bisiklet kiralama hizmetlerinin yaygınlaşması da bu geçişi kolaylaştırdı.

Bisiklet kiralama şirketi Lime, grevin ilk iki gününde kiralamaların yüzde 50, hafta sonunda ise yüzde 70 arttığını açıkladı. YouGov’un yaptığı bir ankete göre, Londralıların yüzde 21’i grev sırasında bisiklete bindi, yüzde 28’i ise bu deneyimden sonra bisikleti daha fazla kullanmaya istekli olduğunu belirtti. London Cycling Campaign, grev sürecinde günlük bisiklet yolculuklarının iki milyona ulaştığını, bunun da normalin yaklaşık yarı yarıya üzerinde olduğunu belirtti.

Ancak bu büyük artış altyapı sorunlarını da gün yüzüne çıkardı. Özellikle güvenli bisiklet yollarının bulunmadığı bölgelerde sürücülerle bisikletliler arasında sıkışmalar yaşandı. Bazı güzergâhlarda bisiklet trafiği adeta kuyruk oluşturdu. London Cycling Campaign yetkilileri, mevcut bisiklet yollarının kapasitesinin çoktan dolduğunu, daha fazla yol, köprü ve güvenli geçiş noktalarına ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.

Uzmanlara göre, bu grev dönemi Londra’nın gelecekte ulaşımda bisikletin rolünü gösteren bir “işaret” oldu. Eğer şehir, karbon salımını azaltma ve sürdürülebilir ulaşımı artırma hedeflerine ulaşmak istiyorsa, bisiklet yollarını genişletmek ve bisikleti her kesim için güvenli bir seçenek haline getirmek zorunda. Grev, Londralılara bisikletin sadece bir alternatif değil, kent yaşamının vazgeçilmez bir parçası olabileceğini hatırlattı.

 

Haringey’de edebiyat, hafıza ve sinema buluşması

No comments



Haringey’de bulunan Kurdish Community Centre (KCC), 17 Ekim 2025 Cuma günü kültür ve sanat dolu bir programa ev sahipliği yapacak. “Mekân ve Hafıza – War û Bîr” başlığıyla düzenlenecek etkinlik, edebiyat, sinema ve hafızanın kesiştiği noktada önemli bir buluşma sunacak.

Etkinliğin konuşmacıları arasında, bir dizi etkinlik kapsamında İngiltere’ye gelen yazar Rober Koptaş, yazar ve gazeteci Aydın Çubukçu ile yazar ve yönetmen İlham Bakır yer alıyor. Programda Rober Koptaş, 2024 yılında yayımlanan “Unufak” adlı romanını okurları için imzalayacak. Ayrıca İlham Bakır’ın yönetmenliğini yaptığı “Sesler ve Kilitler” filmi izleyicilerle buluşacak.

Edebiyat, hafıza, sinema ve düşüncenin buluşacağı bu özel etkinlikte katılımcılar hem yazarlarla söyleşi fırsatı bulacak hem de film gösterimine katılabilecek.

 📅 Tarih: 17 Ekim 2025, Cuma

Saat: 18:00 – 20:00
📍 Yer: Kurdish Community Centre (KCC), 11 Portland Gardens, Haringey – N4 1HU

 

Katılımın ücretsiz olduğu etkinliğe tüm kültür ve sanat dostları davet ediliyor.

 

ROBER KOPTAŞ: 1977’de İstanbul’da doğdu. Lusavoriçyan, Karagözyan, Surp Haç Tıbrevank okullarından sonra Marmara Üniversitesi Çalışma Ekonomisi ve Endüstri İlişkileri Bölümü’nde lisans eğitimini tamamladı. Boğaziçi Üniversitesi’nde, yazar, hukukçu, mebus Krikor Zohrab hakkındaki teziyle Modern Türkiye Tarihi yüksek lisansı derecesini aldı. Üniversite öğrenciliği yıllarından itibaren çalıştığı Aras Yayıncılık’ta 2015-2023 arasında genel yayın yönetmenliği yaptı. 2006’da “Hayat, Olduğu Gibi” başlığı altında köşe yazıları yazmaya başladığı Agos gazetesinde, 2007’de Hrant Dink’in katledilmesinin ardından editör olarak görev aldı; 2010-2015 arasında gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlendi. Çeşitli mecralarda yazı, söyleşi ve makaleleri yayımlandı. Romanı Unufak Eylül 2024’te İletişim Yayınları’nca basıldı. İstanbul’da yaşıyor, yazıyor ve yeni romanı üzerinde çalışıyor.

 

Hükümetten kalıcı oturumu zorlaştırma planı: “Göçmenler kalıcı oturum için ülkeye katkılarını kanıtlamalı"

No comments

29 September 2025

İngiltere'de ırkçı Reform Partisi'nin anketlerde yükselişini gören hükümet Nigel Farage'dan rol çalmak için süresiz oturumu zorlaştıran bir dizi uygulama için düğmeye bastı. İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göçmenlerin kalıcı oturum hakkı kazanabilmesi için topluma katkılarını göstermeleri gerektiğini söyledi.



Labour Parti konferansında konuşan İçişleri Bakanı Shabana Mahmood, göçmenlerin İngiltere’de süresiz oturum hakkı elde etmesi için yeni şartlar getirileceğini açıkladı. Buna göre göçmenlerin iyi seviyede İngilizce öğrenmesi, temiz bir sabıka kaydına sahip olması ve gönüllü çalışmalara katılması gerekecek.

Mahmood, bu politikayla hem toplumsal birlikteliği güçlendirmeyi hem de Reform UK’nin “oturumu tamamen kaldırma” önerisine karşı net bir çizgi çizmeyi hedeflediklerini belirtti. İngiltere’ye katkıda bulunan göçmenlerin kabul görmesi gerektiğini söyleyen bakan, “Burada yaşamanın şartı, bu ülkeye katkıda bulunmaktır” dedi.

Labour hükümeti, göçmenlerin süresiz oturum alabilmesi için gerekli süreyi 5 yıldan 10 yıla çıkarmayı planlıyor. Bunun yanında göçmenlerin çalıştıklarını, sigorta primi ödediklerini ve sosyal yardımlardan faydalanmadıklarını kanıtlamaları da beklenecek. Öte yandan, ülkeye önemli katkı sağlayan veya özel becerilere sahip olanların daha erken oturum alabilmesi gündemde.

Konuşmasında kişisel deneyimlerine de yer veren Mahmood, ailesinin İngiltere’ye göç hikâyesinden söz etti. Çocukken ailesinin dükkânında çalışırken yaşadığı hırsızlık olaylarını hatırlatan bakan, “Düşük seviyeli” olarak görülen suçların aslında insanlarda büyük bir etki yarattığını vurguladı. Bu nedenle kış boyunca ülke genelinde polis ve esnaf iş birliğiyle bir “hırsızlıkla mücadele seferberliği” başlatılacağını duyurdu.



Piraye, Science Museum’da takipçileriyle buluşuyor

No comments


Piraye, “Selam” semineriyle Londra’da uluslararası sahneye çıkıyor.

400. baskıya ulaşarak uzun süredir "en çok satanlar" listesinde yer alan Seyir ve Can Borcu romanlarının yazarı Piraye, Londra’daki prestijli Science Museum’da düzenleyeceği özel seminerle takipçileriyle buluşuyor. Aynı zamanda zihin dönüşümü ve İnsan Tasarımı (Human Design) sistemi eğitmeni olan Piraye, bu seminerle uluslararası sahnede de yerini alacak.

“Selam: Gerçeğe ve Gerçeğini Yaşamaya Var mısın?” Semineri ile Londra’da

DelphinPiraye Dönüşüm Akademisi’nin kurucusu olan Piraye, katılımcılarını bireysel dönüşüm yolculuğuna davet ettiği “Selam: Gerçeğe ve Gerçeğini Yaşamaya Var mısın?” başlıklı semineriyle 9 Kasım Pazar günü Science Museum’da sahne alacak.

Seminerde, “Gerçek nedir?”, “Zihin dönüşümü nedir ve nasıl yaşanır?” gibi sorular ele alınacak. Ayrıca “Gerçekten ve gerçekte yaşamak ne anlama gelir?” sorusu üzerinden bireysel dönüşüm yolculuğuna yönelik çözümlemeler paylaşılacak. Piraye, geliştirdiği “Özgür Zihin” yaklaşımıyla günlük yaşamda uygulanabilir adımlar sunarak katılımcılara dönüşüm deneyimini yaşatmayı amaçlıyor.

Kitaplardan Dönüşüme Uzanan Yol

400. baskıya ulaşan Seyir romanı ve 2024’te yayımlanan Can Borcu kitabıyla milyonlarca okura ulaşan Piraye, 15 yıllık dönüşüm deneyimini geliştirdiği özgün çözümleme ve eğitim içerikleriyle paylaşmayı sürdürüyor. Londra’daki seminerin ardından, sınırlı sayıda katılımcının yer alacağı özel bir akşam yemeğinde Piraye, içsel dönüşüm yolculuğunda olan takipçileriyle birebir sohbet etme imkânı da sunacak.

“Dönüşüm, Kendine Özgürleşmektir”

Science Museum’da bu deneyimi paylaşmaktan heyecan duyduğunu belirten Piraye, dönüşüm sürecini şöyle tanımladı:
“İçsel bir yolculuk olan dönüşüm, yeniden doğuşu; kendine gelmeyi, kendini bilmeyi ve bunu yaşayabilmeyi barındırır. Dönüşümünü yaşayan kişi, adım adım ‘olmaya geldiğini olabildiği’ noktaya ulaşır ve böylece doygun bir yaşamı keşfeder. Kendi yolculuğumdan hareketle geliştirdiğim çözümlemeler ve tekniklerle insanlara kendi gerçeklerini yaşama yolunda eşlik edebilmek en büyük yönlenişim.
Selam, bu yönlenişin en olgunlaşmış hali. Katılımcılarla paylaşacağım bu süreç, yeni bir öğrenme ve deneyim imkânı sunacak.”

İlki Londra’da düzenlenecek olan “Selam” semineri, 2026 yılı içinde Dubai, İstanbul, Amsterdam ve Bakü gibi şehirlerde de devam edecek.

 

 

📍 Etkinlik: “Selam: Gerçeğe & Gerçeğini Yaşamaya Var mısın?”

📅 Tarih: 9 Kasım 2025

📍 Yer: London Science Museum

🕙 Saat: 10:00 – 17:00 (VIP akşam yemeği seçeneğiyle)

Biletler ve Ayrıntılar:

https://pirayeselam.com/collections/egitim-ve-vip-aksam-yemegi

 

 Kaynak: British Yaşam

Tuğçe Yaşar'ın "Kurtarılmış Zamanlar" kitabı üzerine

No comments

28 September 2025





Tuncay Bilecen

Tuğçe Yaşar’ın, Ocak 2023’te Sözcükler Yayınları tarafından yayımlanan Kurtarılmış Zamanlar başlıklı öykü kitabı birbirinden bağımsız on öyküden oluşuyor. Öyküler her ne kadar bu şekilde kurgulansa da Kurtarılmış Zamanlar’da; göç, uyum sorunu, dil yetersizliği, göçmenlerin Fransa’daki çalışma koşulları, farklı mekânsallıklarda yaşam sürmenin aşk, arkadaşlık ve aile ilişkilerine etkisi gibi göçmenliğe dair yaşanmışlıkların öne çıkan ortak izlekler olduğu söylenebilir. Bu da bir bakıma kurgusal olmasa da izleksel olarak öyküleri birbirine teyelliyor ve okuyucuda bir bütünlük hissi uyandırıyor.

Öykülerde, göç ve göçmenliğin ortak izlekler olması yazarın yaşamıyla da paralellik taşıyor, zira kitapta yer alan öz yaşam öyküsünden Tuğçe Yaşar’ın lise ve yüksek öğrenimini Fransa’da tamamladığını öğreniyoruz (s.1). Yazarın bu sırada yaptığı gözlem ve yaşadığı deneyimlerin Kurtarılmış Zamanlar’da göze çarpan, göç ve göçmenliğe dair yaşanmışlık hissi veren duygu durumlarının kaynağını oluşturduğu söylenebilir.

Yetmiş iki sayfadan oluşan kitapta yer alan on öykünün bir diğer ortak özelliği ise her birinin çok kısa metinlerden oluşması. Detaylı tasvirlere yer vermeden, “o an”a odaklanılması kurgusal olarak öyküleri karakterlerin geçmişinden uzaklaştırırken okuyucuyu da dolambaçlı olmayan yollardan öykünün meramına ve şimdiye getiriyor. Tuğçe Yaşar, sosyal medya kullanımının da etkisiyle odaklanma süresinin saniyelerle ölçüldüğü bir dönemde, öykülerindeki karakterleri ve olay örgüsünü çok derinleştirmeden öyküyü varacağı istikamete bir an önce ulaştırıyor. Her ne kadar olaylar çabuk gelişip çabuk serimlense bazen de netice okuyucuya bırakılsa da yazar bunu telaşlı bir anlatımla yapmıyor. Dolayısıyla bu kurgusal tutum okuyucunun da anda kalma duygusunu pekiştiriyor.    

Göçmenlerin “dil yetersizliği” nedeniyle yaşadığı sorunlar Kurtarılmış Zamanlar’ın ortak temalarından birini oluşturuyor. Örneğin “La Carte La Carte” başlıklı öyküde Hekimhan’dan Fransa’ya göç eden, gündüzleri inşaat işçiliği, hafta sonları ise düğünlerde zurnacılık yapan Kevî’nin Paris’teki yaşamına tanıklık ediyoruz. “Fransızcayı kahve istemeyi ve ağrıyan yerini anlatabilecek kadar” kavrayan Kevî, dört yıldır yaşadığı Fransa’da oturum alamadığı için halen kaçaktır. Mahkeme tarafından sürekli ret almaktan yorulan Kevî son duruşmaya paragöz avukatı olmadan bir tercüman yardımıyla çıkar. Kevî duruşma esnasında konuşulanları çat pat anlar ama müziğin evrensel dili Kevî’nin dil sorununu ortadan kaldırır: “Bu kez zurnasını çıkarıp Diyarbekir Yolunda Türküsü’nü çaldı. Salondaki Afrikalı, Çinli, Pakistanlılar alkış tuttu. Kimisi ayağa kalkıp dans etti” (s.25). Duruşma çıkışında arkadaşının durumuyla ilgili kötü bir haber alacak olsa da Kevî müziğin evrensel diliyle oturum sorununu şimdilik halletmiştir.

“Renkli Boya Kalemleri” adlı öyküde ise dil yeterliliği ve ayrımcılık ortak temalardır. Öykü göçmen çocuklarıyla dolu bir ilkokul sınıfının anlatımıyla başlar, öykü kahramanı dil yetersizliği yaşadığından çizerek anlatmayı daha çok sevmektedir, bu yüzden en sevdiği ders resim dersidir. Tuğçe Yaşar, bu öyküde dil bilmemenin verdiği çaresizliği çarpıcı bir şekilde tanımlamıştır:

Dil bilmeyen insanlar konu ne olursa olsun sohbet esnasında sık sık güler. Hem de olur olmadık yerde. Soru sorulduğunda anlamadığı zamanlar olur, evet ya da hayır deyip hemen gülmeye başlarlar. O gülüş, anlamış gibi yapmak değil de, “Bir gün bütünüyle anlayacağım, benimle sohbet etmeyi sürdür,” demek sanki (s.8).

Resim öğretmeni Madam Veziat, öğrencilerin arkadaşları Eflâ’nın okuldan atılmaması için verdikleri kâğıda destek imzası atmak yerine dolu olan kalem kutusuna başka bir boya kalemini sokmaya çalışarak dolu kalem kutusu metaforunu kullanır; “Bak Eflâ, bu kalem kutusu Fransa, bu tek kalem de sensin. (…) Ama bak bu kalem buraya girmiyor, çünkü artık yer yok” (s.10) der. Madam Veziat’ın bu sözleri öykü kahramanını derinden sarsar, bunu “Belki de hayatımda hiçbir Fransızca cümleyi bu kadar çabuk ve temiz, tek seferde anlamamışımdır” diyerek ifade eder.  

Öykünün sonunda ise mücadele ve dayanışma ruhu galip gelmiş, Madam Veziat’ın kullandığı kalem kutusu ve boya kalemleri metaforu tersine dönmüştür: “Hayet, Eflin ve Arthur, ‘Hepimiz göçmen çocuğuyuz!’ diye slogan atıyor. Her biri o bardaktaki renkli boya kalemlerine benziyor. Yan yana başları dik! Ben de rengimi onlara katıyorum” (s.10).

“Paris’in Şölen Yeri Geceleri” adlı öyküsünde ise göçmenlerin çalışma koşullarına tanıklık eder okuyucu, bu koşullar göç edilen ülkenin dilinin geç öğrenilmesinin ipuçlarını da ortaya koyar. Çünkü “hoparlördeki şarkılar işçiler diri kalsın diye hep yüksek sesteydi” (s.34). Bu da göçmenlerin kendi aralarında konuşmalarını ve sosyalleşmelerini engellemektedir. Bu yüzden ancak mesai bitiminde birbirleriyle konuşma fırsatı bulurlar. Hikâyenin Cezayirli ve Türk kahramanları kendi aralarında konuşurken, Cezayirli söze girer: “‘Birbirimizin yüzünü göremiyoruz, kaldı ki konuşacağız da dilini geliştireceksin! Allah iyiliğini versin abi’” (s.39).

Kitabın son öyküsü “Mavi Masa”da ise gurbette gerçekleştirilen çok kültürlü, çok dilli buluşmalara şahitlik eder okuyucu. Burada da müzik dost sohbetlerinin ortak dili olarak karşımıza çıkar. Sabaha eren gecenin sonunda dostlar birer birer ayrılırken geriye Veronika dışında sadece Türkiye’den göç edenler kalmıştır. “Artık sohbetin tek dili bütünüyle Türkçe olmuştu. Veronika da seheri bekleyenlerdendi. Konuştuklarımızdan bir şey anlamasa da can kulağıyla dinliyordu” (s.74).

Göçmenliğe ilişkin alışageldik bu olgu başka birçok göçmen yazarın yapıtlarında da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin Menekşe Toprak’ın Temmuz Çocukları (2011) romanında da Hangi Dildedir Aşk (2009) adlı öykü kitabında da anadil korunaklı bir liman olma özelliğini çok kültürlü sohbetlerde sürdürür. Toprak, bunu bir güvence ve rahatlama olarak yansıtırken karşı tarafın tepkisine yer vermeyi de ihmal etmez;

Üstelik ikisinin aralarında Türkçe konuşması Polonyalı yazarı da, çevirmeni de rahatsız etmemişti. Belki de herkes ortak bir yabancı dili konuşmaktan yorulmuş, şimdi ana diline dönerek rahatlamıştı (Toprak, 2009, s.22).

Tuğçe Yaşar’ın öykülerinde dil meselesi sadece göçmenlerin yaşadığı dil sorunuyla sınırlı kalmaz, anadil de izleklerden biridir. “Taksi Balıkçısı” öyküsü, Paris’te çevirmenlik yapan Çiçek’in İstanbul’da arkadaşı Sedef’in evini ziyaretini konu alır. Çiçek, taksiyle Sedef’e giderken taksicinin telefonda Kürtçe konuşması üzerine ilkokul anılarına geri döner. Kürtçenin bir dil, anadili olduğunu o yıllarda yaşadığı bir olay üzerine annesinden öğrenmiştir.

Göçmenlerin emek piyasalarındaki görünümleri Yaşar’ın öykülerinin bir başka ortak izleğidir. “Tadeo Kalarov” adlı öyküsü Türkiye’de ekonomik olarak zorlanan Zafer ve Yade çiftinden, “Memlekette artık yaşanmaz” diyen Zafer’in pandemi döneminde Fransa’ya göçünü konu alır. Sahte Bulgar kimliği olan Zafer, Tadeo Kalarov ismiyle bilinir ve çoğu yeni gelen göçmen gibi bir inşaatta iş bulur. İşi ve odası arasında mekik dokuduğu rutin yaşamına başlar. Göçmenlerin gündelik yaşamlarına uzun uzadıya yer vermeyen yazar, yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi bir an önce varacağı yere varır, Zafer inşaatta geçirdiği bir iş kazasında hayatını kaybeder. “Evleneli bir buçuk yıl olmuştu. Biraz para biriktirdikten sonra salgına da çare bulununca ailesini yanına aldıracaktı. Salgın gibi Zafer’in kaçakçılığı da sürerken, Tadeo’nun kıyafetleri ve Bulgar kimliği Zeynel Ustabaşına verildi” (s.18).

“Paris’in Şölen Yeri Geceleri” başlıklı öykü göçmenlerin zorlu çalışma koşullarına ilişkin detaylı tasvirlerle doludur. Bu öyküde göçmen işçiler arasındaki çekişmeler ve rekabetin yanı sıra göçmen işçi sirkülasyonu da yer alır. “Mavi yelekli ustalar her yorgunluğa, bıkkınlığa yetişemezdi. Kimi işçinin dayanamayıp molada istifasını verip çekip gittiği de olurdu. Sokak, okul, ev arasında öğrendikleriyle çelişip denge tutturamayan gençlerinse yerine başkalarının geçmesi uzun sürmezdi” (s.34). Bu öykü de tıpkı “Renkli Boya Kalemleri”nde olduğu gibi göçmenler açısından ümitvâr bir sonla biter ve tıpkı o öyküdeki gibi bir metaforu tersine çevirir yazar. Göçmenlerin birbirleriyle konuşmamaları ve tempolu çalışmaları için çalışma ortamında yüksek sesle dinletilen Dans sa bulle şarkısı grev marşı olup çıkmıştır.  

Kurtarılmış Zamanlar’ın bir başka ortak izleği ise farklı mekânsallıklarda yaşamanın arkadaş, aile ve aşk ilişkilerine yansımasıdır. Örneğin “Ardıç Kuşu” adlı öyküde öykü anlatıcısının Yunan sevgilisiyle yaşadığı aşk ilişkisini arkadaşı Zeynep’e anlatması konu edilir. Sonradan Yunanistan’a gittiği anlaşılan Yunan sevgili bir ara ortadan kaybolmuş, aylar sonra ise yeniden ortaya çıkmıştır. Ardıç kuşu bu yönüyle bir bakıma gurbet içinde gurbeti yaşamayı, göç edilen yerde köklü ilişkiler kuramamayı gösterir gibidir. “Ardıç Kuşu şimdi bir yerlerde gitarını çalıp şarkı söylüyordur. Bir kadının parmaklarına dokunup hangi enstrümanı çalabileceğini tartışıyordur” (s.45).

“Denize Atılan Taşlar” öyküsü ise araya giren mesafelerle birlikte dostluklar yıllara meydan okur mu? Biz ve geride bıraktığımız yıllar sonra bile aynı kişiler midir? sorularını sordurur. Bu öyküde göçmenlerin yaşadığı aidiyet sorununun arkadaş ilişkilerine yansıması örtük olarak kendisini hissettirir.

Tuğçe Yaşar’ın kendine özgü üslubu ve diliyle kaleme aldığı Kurtarılmış Zamanlar, göç ve göçmenliği çeşitli biçimleriyle aktarması ve yaşanmışlıklardan süzülen gerçekçi anlatımıyla göç yazınına ilgi duyanların keyifli okuyacağı bir kitap olma özelliği taşıyor.

 

Tuğçe Yaşar, Kurtarılmış Zamanlar, Sözcükler, 2022, 77 sayfa

 

Kaynakça:

Toprak, Menekşe, Hangi Dildedir Aşk, Yapı Kredi Yayınları, 2009

Toprak, Menekşe, Temmuz Çocukları, İletişim, 2011


* Bu yazı Göç dergisinin Kasım - 2023 sayısında yayınlanmıştır.

https://dergi.tplondon.com/goc/article/view/872

İngiltere’de zorunlu dijital kimlik dönemi başlıyor

No comments

26 September 2025

İngiltere Başbakanı Keir Starmer, ülkede yaşayan vatandaşlar ve yasal oturum sahipleri için ücretsiz dijital kimlik uygulamasını hayata geçireceklerini duyurdu. Hükümet “Plan for Change” başlığı altında açıkladığı yeni adımla, yasa dışı göçün önüne geçmeyi hedefliyor.



Başbakanlık Ofisi’nden yapılan açıklamaya göre, dijital kimlik sistemi parlamentonun bu döneminin sonuna kadar “Right to Work” yani çalışma hakkı kontrollerinde zorunlu hale gelecek. Böylece işverenler, çalışanlarının yasal statüsünü dijital ortamda hızlıca doğrulayabilecek. Hükümet, bu adımın yasa dışı istihdamı azaltarak küçük teknelerle yapılan tehlikeli Kanal geçişlerini caydıracağını savunuyor.

Yeni sistem yalnızca göçmenleri denetlemekle sınırlı kalmayacak, aynı zamanda vatandaşlara günlük yaşamda önemli kolaylıklar sağlayacak. Dijital kimlik, sürücü belgesi başvurusu, çocuk bakımı ve sosyal yardımlar gibi hizmetlere erişimi hızlandıracak. Kullanıcıların kimlik bilgileri, telefonlarındaki dijital cüzdanda saklanacak. Yetkililer, tıpkı NHS uygulaması ya da temassız ödemelerde olduğu gibi, güvenli şifreleme ve kimlik doğrulama teknolojilerinin kullanılacağını vurguluyor.

Starmer, yaptığı açıklamada “Çalışan insanlar bu ülkeye yönelik yasa dışı göçten kaygılı. Güvenli sınırlar ve kontrollü göç, makul taleplerdir. Bu hükümet dinliyor ve gereğini yapıyor” ifadelerini kullandı. Başbakan, dijital kimliğin yalnızca göçü kontrol etmek için değil, aynı zamanda vatandaşlara hızlı ve güvenli hizmet sunmak için “en büyük fırsatlardan biri” olduğunu belirtti.

Uygulamanın, akıllı telefon kullanamayan veya dijital dünyaya uzak gruplar için erişilebilir olacağı da açıklandı. Bu kapsamda yaşlılar, evsizler ve teknolojiye sınırlı erişimi olan kişiler için yüz yüze destek programları oluşturulacak. Hükümet ayrıca, uygulamanın tasarım sürecinde kamuoyu danışma toplantıları düzenleyerek farklı toplulukların görüşlerini almayı planlıyor.

Dünya genelinde Estonya, Danimarka ve Hindistan gibi ülkelerde benzer dijital kimlik sistemlerinin başarıyla uygulandığını hatırlatan yetkililer, İngiltere’nin de bu adımla hem güvenliği artıracağını hem de vatandaşların hayatını kolaylaştıracağını vurguluyor.


Kaynak: https://www.gov.uk/

Timur Öztürk gazetecilik anılarını “40 Yılın Hikâyesi"nde topladı

No comments

25 September 2025




Londra’da yaşayan gazeteci ve radyo programı yapımcısı Timur Öztürk’ün “40 Yılın Hikâyesi – Unutamadıklarım” adını taşıyan kitabı yakın zamanda Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlandı. Okuyucuyu kendi tanıklıkları üzerinden Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’nin yakın tarihinde bir yolculuğa çıkaran Timur Öztürk ile kitabı hakkında sohbet ettik.



Sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Kıbrıs Mehmetcikli olan babam Türkiye’de şehirler arası yolculuk yaparken Ege bölgesinde Aydın ili civarında mola vermiş.  Yanındaki yardımcısının teklifiyle az ilerideki kuru incir mağazasına gitmişler. Orada kadınlar kuru incir paketliyorlarmış. Onların arasında bir kadına gözü takılmış. Hemen sorup soruşturmuş, niyetini belli etmiş. Gel zaman git zaman evlenmişler. Aydının o cennet kasabasında yani Sultanhisar’da dünyana gelmişim. Sonra ailemle yola çıkıp Kıbrıs’a dönmüşüz. Oradan da buralara gurbet ellere.          

Bu kitabın yazılış hikâyesinden biraz söz eder misiniz?

Bu kitaptakiler benim 40 yıldır aldığım notlardır. Yaşadıklarım, hissettiklerim, acılarım, tatlılarımdır. Hepsi benim yaşamımın parçalarıdır. Son yıllarda torun sahibi olunca bu notları derlemeye başlamıştım. Bir gün Facebook’tan Sıcağı Sıcağına isimli bir gruptan bana katılma teklifi geldi. Daha önceleri de olmuştu. İnceledim baktım samimi ve güzel insanlar. Gruba katıldım. Beni aralarında görmekten çok mutlu oldular. Onları Sıcağı Sıcağına’yı bu kadar sahiplenmiş görünce hoşuma gitti. Kitap işini hızlandırdım ve gerçekleşti.   

Gazeteciliğe ne zaman ilgi duymaya başladınız? Gazeteciliğe başlamanız nasıl oldu?

Babam benim okuyup yazmamı, kalem kâğıt ile uğraşmamı istemezdi. Annem de tam aksine beni sürekli heveslendirirdi. Çünkü annem okur yazar değildi. Çok başarılı bir öğrenciydim. Ama babam elimde kalem görünce kızıp döverdi. “Zanaatkar ol para kazan, yazar olup aç kalma” derdi. Beni tamirhaneye çırak olarak verdi. Ben yine not almaya bir şeyler okuyup yazmaya devam ettim. Yakalandığımda babam her şeyi imha ederdi ama ben yine de yazardım. Askerlik döneminde gazeteci ağabeyim Akay Cemal ile tanıştım. Onun da yardımıyla bu kaçak yazışmalar daha ciddi boyuta ulaştı. 17 yaşımda evimden ve babamdan uzaklaştım, hayatımın tümünü ve eğitimimi gazetecilik üzerine yoğunlaştırdım. İyi ki de öyle yapmışım. 



40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım’da Kıbrıs, İngiltere ve Türkiye’deki gazetecilik deneyimlerinize yer veriyorsunuz. Sizin için bu üç farklı ülkede gazetecilik yapmak nasıl bir deneyimdi? Hangisinde daha çok zorlandığınızı düşünüyorsunuz?

Gazetecilik bazı meslekler gibi evrensel değerleri birdir. Dili, dini, milliyeti, rengi farklı havası yoktur. Doktorsunuz ve ben Afrika’da hasta muayene edemem diyemezsiniz. Gazetecilik de aynı temel üzerine çalışır. Sadece haberi yazdığınız dil değişir, coğrafya değişir ve zaman değişir. Sonuçta haberi nerde yaparsanız yapın temeli ve nedeni hep aynıdır. Görevimiz o haberi ulaştırmaktır. Sadece haberi yapıp yayınladığınız toprakların yasaları, kültürü ve siyasetçilerin sindirim sistemine bağlı olarak zor veya kolay haber olur. Türkiye’de zaman zaman zorlandığım oldu. Ama o zorluklar artık beni bağlamıyor.

 

1990’lı yılların kaotik politik ikliminde gazetecilik yaptınız. Susurluk kazası ve onun kopardığı fırtınaya da şahitlik ettiniz. Bu dönemi, bir gazeteci gözüyle nasıl değerlendiriyorsunuz?

Evet 1990’lı yıllar çok zor unutulacak bir dönemdi. Yalnız gazetecilik değil, birçok alanda zorlukların yaşandığı bir dönemdi. Ben o dönemi çok gerçekçi biçimde yaşadım. İliklerime kadar hissederek yaşadım. Başıma ağrılar çıkıp, gözlerim kararırcasına yaşadım. Haber programları veya Show Tv’de yaptığım haberler bana sıkıntılı günler yaşattı. Kitabımın adını veren Unutamadıklarım bunlardır. Yaşandı, bitti ve gitti diyorlar ama...

 

Gazetecilik hayatınızda sizi en çok zorlayan haber/ röportaj hangisi olmuştu?

1990’lı yıllar, Susurluk Kazası ve artçılarının etkileri dedik ya, habere ve haberciye de zararı dokunmuştur. Susurluk Kazası’ndaki S500 siyah arabayı kazadan önce bir kadın kullanmış. İstanbul’da kaza yapmış ve karşı taraf şikayetçi olunca aracı ve sürücüyü Bakırköy Bahçelievler polis karakoluna götürmüşler. Herkesten gizlenmiş. Ben bulup ortaya çıkardım. Bir gazeteci olarak mükemmel bir haber. Patron ve müdürler habere bayıldılar. Haberim ShowTv ana haberde yayınlandı. Beş dakika sonra Reha Muhtar beni yanına çağırdı, “bu haberdeki aracı kullanan kadının kocası bizi aradı çok sinirlenmiş” dedi. Hemen ardından kadının eşi beni de aradı, ağzına geleni söylemeye başladı. Her cümlenin başı, “sen beni tanıyor musun?” oldu. Her cümlesinin sonu da “gelip seni 8. kattan aşağıya atacağım” oldu. Sonradan öğrendim ki o kadın, Türkiye güzeli bir mankenmiş ve evlendiği adam da büyük bir holding sahibiymiş. Şimdi gelin siz bir sonraki habere aşk ile gidin. Buna benzer ne haberler oldu.

Yayınlanmayanlar da oldu. Örneğin; Söz Fato’da programı için bir haber yaptım. Günlerimi haftalarımı aldı. Kocaman bir dosya hazırladım. Fatma Girik alnımdan öptü, çok beğendi. Haber sıraya girdi yayını bekleme başladı. Baktım haberim programda yayınlanmadı. Fatma ablayı aradım. “Kusura bakma Timur haberin ucu kimlere kadar uzanıyor yayınlayamayız” dedi. Daha ne yazayım?

            

Kitabınızda bu Sıcağı Sıcağına’nın adeta mutfağına giriyor okuyucu. Sıcağı Sıcağına programı 1990’lı yılların televizyonculuk dünyasında yerini alan önemli yapımlardan biriydi. Bu programda çalışmanın zorlukları nelerdir?

Sıcağı Sıcağına programı benim prematüre evladım gibidir. Onun yeri başkadır. Şoföründen, kameramanına kadar emeği geçen herkesin işinin hakkını verdiği bir programdı. Onun için her çarşamba gecesi Türkiye’de hayat dururdu. Muhabir ekibi olarak da çok iyi anlaşan kişilerdik. Bu programda çalışmak ve o programa emeğimin geçmesi benim en büyük kazancımdı. Hiçbir zorluğu olmadı. Şimdi bu yaşımda yine aynı programda çalışmak isterim.

 

Bu kitapta yer verdiğiniz anılardan sizi en çok hangisi etkiledi?

40 yıl bu dile kolay, neler yaşadım. Her haberim benim için önemliydi.Bu kitaba aldıklarım sadece kolaylıkla elime gelenler. ‘Unutamadıklarım’ seri olacak bir kitap. Bu kitaptakiler dediğim gibi hepsinin yeri başka. Ama arife gecesi yaşamını yitirip elindeki bayramlık ayakkabılarıyla gömülen küçük kızı unutamam. Beni yoldan çeviren yaşlı kadını, milyonlar kazandığı gün evine giderken kaza yapıp ölen adamı da unutamam. Yani hepsini bendeki yeri aynı ve unutulmazlar. 

    

Londra’da uzun yıllardır yaşayan bir gazeteci olarak Birleşik Krallık’taki Türkiyeli toplumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben Londra’ya 1982 yılında genç bir gazeteci olarak tayin oldum. Geldiğim haftanın sonunda bir düğüne davetliydim. Gelin ve damatla tanıştırdılar. Onlar da benim yaşlarımdaydı. Görüşmeye devam ettik ve hâlâ görüşmekteyiz. 1983 yılında bir oğulları 1985 yılında da bir kızları dünyaya geldi. Samet ve Sevda isimli çocuklar büyüdüler ben onların da düğünlerine gittim. Şimdi Samet ve Sevda’nın da çocukları oldu. Yani ben Birleşik Krallıkta yaşayan Türk Toplumu’nu çok iyi tanıyorum. Kimse geçmişleri hakkında bana bir şey söyleyemezler. Ama ben söyleyebilirim.

1983 yılında Londra haftalık bir gazete çıkarıyordum. Arşivden çıkarım zaman zaman o gazete sayfalarına göz atarım. Neredeyse aradan 40 yıl geçmiş değişen bir şey yok. Hep aynı terane. Yani o günlerde de birlik olalım deniliyordu, bugün de bir türlü birlik olamıyoruz deniliyor. Ego ve hırs toplumu bir türlü bir araya getirtmiyor. Benim gibi olacaksınız, hiç bir şeyin aşırısına kaçmadan sadece ihtiyacın kadarına sahip olmak isteyeceksiniz. Maddiyat sadece araç olacak. İşte o zaman ego ortadan kayboluyor.

Yalın, akıcı anlaşılır bir yazım diliniz var. Başka kitap çalışmalarınız var mı?

Yetenekli insanların bir araya geldiği ve bu işi bilinçli bir şekilde yapan Press Dionysus ile çalışıyorum. Editörüm Tuncay Bilecen uyuyan devleri uyandırma konusunda uzman. Çok candan ve cesaretlendirici birisi. Ona söz verdim kitapların arkası gelecek. Yıllardır notlarını aldığım 1935 Kıbrıs Göçünün hikâyesi var. Ayrıca, 1900’lu yıllarda kaybolmuş iki kardeşin büyük torunlarının yüz yıl sonra buluşmalarının hikayesi var. Ha bir de benim sevdiğim ve yirmi yıldır yazıp notlarını bir kenara bıraktığım,1570 yılında başlayan ve bugün hâlâ devam eden bir ailenin hikâyesi var. Kısacası bundan sonra torun bakıp kitaplarımı derleyeceğim. Yeter ki Press Dionysus ile soluk almaya devam edeyim.

 

 Timur Öztürk'ün "40 Yılın Hikâyesi, Unutamadıklarım" kitabını Türkiye'den

https://tinyurl.com/55kwy92w adresinden ve Türkiye dışından

Unutamadıklarım – Timur Öztürk – Press Dionysus adresinden 

Londra'da ise Fieldseat Cafe'den edinebilirsiniz. (665 High Road - Tottenham N17 8AD Londra, Birleşik Krallık)


Fieldseat Cafe


Right pointing backhand index40 Yılın Hikâyesi'ni Kitap Yurdu'ndan almak için tinyurl.com/55kwy92w

* Bu röportajın bir kısmı 27 Temmuz 2021 tarihli Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 


© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan