latest

Bir Bayram da Böyle Geçti (Peyami Çokbilir'in mahrem anıları)

21 Temmuz 2021

/ by Bisikletli Gazete

 Çocukluk hatıralarımın arasında bayramların hususi bir yeri vardır. En büyük haşarılıklarımı her ne hikmetse bayram günleri yapmaya muvaffak olduğum için rahmetli pederim bayrama birkaç gün kala huysuzlanmaya başlardı.




Akşam namazından eve geldiğinde, endişeli gözlerle beni bir müddet süzdükten sonra dizlerinin üzerine oturtur, daha sonra dediklerini tekrar ettirirdi:
-          Bak Peyami, halanlar geldiğinde uslu duracaksın, anlaşıldı mı?
-          
-          Teyzenlere geçen sene yaptığın eşek şakalarını yapmayacaksın, tamam mı?
-          
-          Fesüpanallah, cevap versene yavrucuğum! Geçen bayram ortalığı birbirine kattın. Hele bu bayram da aynı şeyleri yap, bak nasıl çekiyorum kulaklarını! Anlaşıldı mı?
Babamın bu ısrarı karşısında, biraz da mengeneye alınan kulağımdaki acının son haddine varmasının etkisiyle, kuru bir “tamam” diyebiliyordum ancak.
Fakat bu sözüm tesirini ağzımdan çıktığı anda yitiriyor, babam bulutlu gözlerini benden ayırmayarak, ağızlığına taktığı sigarasını dalgın dalgın üflüyordu.
Daha arife gününden giydiğim bayramlık elbiselerimde o güne dair bir iz, bir leke bırakmak benim için adeta bir zaruret olmuştu.
Annem akşam eve döndüğümde pejmürde halimi görünce çığlığı basıyor, “yine nasıl becerdin? Yine nasıl becerdin?” diyerek dövünüyordu.
Bayram akşamlarını paçavraya dönen kıyafetlerimi adam etmekle geçiren annem, vaziyeti babama çaktırmamak için türlü yollara başvuruyor fakat acı gerçek çok geçmeden açığa çıkıyordu. Artık başına gelecek olan felaketi iyice idrak eden babam bu kabahatim karşısında ulvi sükunetini bozmuyordu.
Bayram sabahları, annem kıyısını köşesini düzelttiği kıyafetlerimi üzerime geçirdikten sonra babamla birlikte beni de camiye uğurluyordu.   
Babam camide çocuklara ayrılan bölümden benim tiz kahkahalarımı duydukça yerin dibine batıyor, adeta benim gülüşlerimi perdelemek için kesik kesik öksürmeye başlıyordu. Arka tarafta saf tutanlardan biri benimle birlikte birkaç arkadaşı dışarıya atarken babamın öksürüğü de nöbete dönüyordu.
Namaz çıkışı babam, utancından usulden cemaatle hızlı hızlı bayramlaştıktan sonra büyük bir sabırla koruduğu sükunetini bozmadan evimizin yolunu tutardı.
Ölüm sessizliğinin Arnavut kaldırımına vuran ayak sesleriyle kesildiği o anlarda içimden hafif de olsa bir pişmanlık rüzgârı esip geçerdi.
Asıl kızılca kıyamet ise misafirler evimize akın ettiğinde kopuyordu. Annem kulağı kirişte her an duyacağı feryadı bekliyordu.
“Koşun, koşun Peyami ağaçtan düşmüş!”
“Yetişin Peyami, kurban bıçağı ile elini kesmiş!”
“Eyvahlar olsun, Peyami odunluğu tutuşturmuş!”
Efendim bu kurban bayramı da benim için işte böyle sessiz sedasız, çocukluk anılarımı yad ederek geçti.
Duygu sömürüsünün tavana vurduğu şeker reklâmlarında olduğu gibi perdenin aralığından boş sokağı beyhude izledim. Ne bir kapımı çalan oldu, ne de halimi hatırımı soran.
Bir umut kahveye indim, orada da yüzüme bakan yok. Meyhaneye gittim, in gelmemiş cin tek kaleye şut çalışıyor, meyhaneci Sadık ise akıp giden hayattan bihaber rakı şişesinde balık olma telaşında.
Efendim bir kere huzursuzluk bir kurt gibi içinizi kemirmeye başlamaya görsün, kendinizi nereye atsanız kâr etmiyor. Cemal Süreya boşuna,  “biliyorsun, ben hangi şehirdeysem / Yalnızlığın başkenti orası”, dememiş.
            Hatta “Ben nerede değilsem orada iyi olacakmışım gibi gelir” demiş ecnebi şairlerden Baudelaire.
            İşte ben de ruhumun derinliklerinden böyle içli bir mısra çekerken kendimi bir anda Bağçeşme’deki mezarlıkta buldum. Rahmetli pederimin üzerinde otlar biten mezarının başına gittim. Gittim de hem içimi döktüm, hem de göz yaşlarımı…
            Bir bayram da böyle geldi, geçti…

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan