Florida’da göçmen gözaltı merkezlerinde insanlık dışı uygulamalar

No comments

22 July 2025



İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün (HRW) temmuz 2025’te yayımladığı 92 sayfalık rapor, Florida’da faaliyet gösteren üç ABD Göçmenlik ve Gümrük Muhafaza (ICE) merkezinde “yürek burkan” kötü muameleleri gözler önüne seriyor. Raporda, Krome North, Broward Transitional Center ve Federal Detention Center (FDC) Miami’de aşırı kalabalık, yetersiz hijyen, tıbbi hizmet eksikliği ve ahlaksız disiplin yöntemleri detaylı şekilde belgeleniyor.

Onur kırıcı uygulamalar ‘psikolojik işkenceden farksız’
Miami’deki merkezlerde göçmenlerin yemek için elleri kelepçeli halde diz çöktürülerek kötü muamele gördükleri, aynı zamanda soğuk, karanlık ve kalabalık bekleme odalarında saatlerce bırakıldıkları ifade ediliyor. Bir göçmen ifadesinde, “Hayatım bitti” diyerek psikolojik yıkım yaşadıklarını, gardiyanların kendilerini “çöp” olarak gördüğünü söylüyor.

Tıbbi ihmal ve ölümcül sonuçlar
HRW raporuna göre hastalara yeterli tıbbi bakım sağlanmamış, bu durum en az bir kişinin ölümüne doğrudan katkıda bulunmuş. Merkezlerde ciddi tıbbi ihmal yaşandığı ve göçmenlerin temel sağlık hakkından yoksun bırakıldığı vurgulanıyor. Ayrıca, kadın göçmenler için mahremiyet yokluğu, hijyen sorunları, çocukların travmaya maruz bırakılması gibi sorunlar da detaylandırılmıştır.

Bağımsız soruşturma ve kamusal denetim çağrısı
HRW, bu tür tutuklamaların istisna değil, politika olduğunu belirtiyor ve gözetimden muafiyet nedeniyle denetim eksikliğine dikkat çekiyor. Raporda, gözetim için bağımsız bir komisyon kurulması, özel şirketlere ödenen teşviklerin kaldırılması ve gözetimin son çare olması gerektiği vurgulanıyor. DHS ise suçlamaları reddederek insan haklarına saygı gösterdiklerini savunuyor.

 

Göçmenlikte acı yarıştırma hastalığı

5 comments

Bu yazıda göçmenlik hiyerarşisinin raconunda yer alan "acı yarıştırma" mevzusuna değiniyorum. 




Tuncay Bilecen

tuncaybilecen@gmail.com


    “Brexit’e neden evet dediniz?”

“Çünkü çok göçmen geldi?”

“Peki, siz de göçmen değil misiniz?”

“Biz de göçmeniz ama biz vergimizi veriyoruz. Onlar hep sosyal yardımları alıyorlar. Burayı mahvettiler.”

Bu tür diyalogları alan araştırması sırasında sıkça yaşamışımdır. Göçmenlik hiyerarşisi diye bir hadise gerçekten var. Bir yere daha önceden gelenler yeni gelenlere karşı agresif bir tutum içinde olabiliyorlar. Bu agresif tutum zaman zaman rövanşist bir biçim de alabiliyor.

Nasıl mı? Bunu acı yarıştırmak şeklinde de düşünebiliriz. Daha doğrusu, bazı göçmenler kendilerinden sonra gelenlerin çabucak uyum sağlamalarına, düzenlerini kurmalarına, para kazanmalarına asla tahammül edemiyorlar. “Biz çok çektik, siz de aynı çileyi çekmelisiniz!” düşüncesi yatıyor bu tutumun arkasında.

Hani sizden hep kötü şeyler duymak, sizi hep üzgün görmek isteyen “enerji emici” insanlar vardır. Bu insanlar “kara gününüzde” birden yanınızda peyda olurlar ama size destek olmak için değil, acınızın cilasını çekmek için. Göçmenlikte de böyle tipler yok mu? Sürüsüyle… Bir bakmışsınız geldiğiniz ilk günlerde güya size destek olur gibi görünen bu kişi, yavaş yavaş kendi ayaklarınız üzerinde durmaya başladığınızda size yüz çevirmiş. Niye? Çünkü illaki siz de onun kadar çile çekeceksiniz!

Göçmenlik hiyerarşinin değişmeyen kurallarından olan bu durum bazen acı yarıştırmaya da dönüşebiliyor. Örneğin bir Ankara Anlaşmalı “15 aydır ailemi göremiyorum. Home Office vize sonucumu bir türlü açıklamıyor” dediğinde yanındaki birinci göç akınıyla gelen göçmen “o da bir şey mi, biz yıllardır gidemedik. Biz gemileri yakıp geldik buraya!” diyor. Ve ekliyor, “siz hiç zahmet nedir görmediniz. Biz geldiğimizde burada bir tane Türk bakkalı yoktu!” Veya bu sohbeti tersine de çevirelim. Şimdi de bir Ankara Anlaşmalı konuşuyor: “Adam geldiğinin ertesi günü Job Center’a gidip maaş almaya başlamış. Ardından belediye evine yerleşmiş. Yetmemiş part time çalışıyorum göstermiş, bir sürü yardıma başvurmuş. Bana çektiği çileden söz ediyor. Biz burada beş sene boyunca bırakın yardım almayı istediğimiz işi bile yapamıyoruz.”

Kuşkusuz tüm göçmenlerin aynı tutum içinde olduklarını söylemiyoruz, ancak “göçmenlikte acı yarıştırma” mevzusu çoğu göçmenin başına gelmiş bir hadisedir. Esasında, birinden, onun başına gelmiş kötü bir şey dinlerken haz almak, iyi bir şey dinlerken ise için için kıskanıp bunu değersizleştirmeye çalışmak göçmenlere değil bencil, değerleri olmayan insanlara özgü bir davranıştır… 


* Sizin de böyle bir deyeniyimiz olduysa lütfen yorumlarda paylaşın... 

“Hepimiz göçmeniz” etkinliği Goldsmiths Üniversitesi’nde gerçekleştirildi

No comments

21 July 2025




“Hepimiz göçmeniz” 12 Temmuz Cumartesi günü Londra’daki Goldsmiths Üniversitesi’nde düzenlenen etkinliğin açılış cümlesiydi. Migrant Futures Institute ile New Vic Tiyatrosu’nun ilham verici Borderlines ekibi iş birliğinde gerçekleştirilen bu etkinlik, Migration Stories (Göç Hikâyeleri) projesinin başlangıç lansmanıydı.

Yaratıcı ve Katılımcı Bir Atölye Çalışması

Saat 13.00-16.00 arasında Richard Hoggart Binası’nda her yaştan katılımcıya açık olan atölye, Aida, Rachel ve Rory’nin rehberliğinde gerçekleşti. Katılımcılar, tiyatro, hareket, kolaj çalışmaları ve sohbetlerle, göç olgusunu hem kişisel bir deneyim hem de küresel bir gerçeklik olarak keşfettiler.

İsimlerimiz Hikâyelerimizin Kapısıdır

Etkinlik, tiyatro geleneğinden alınmış sade ama güçlü bir “isim oyunu” ile başladı. Bosna, Türkiye, Bulgaristan, İrlanda ve başka ülkelerden gelen katılımcılar, isimlerinin aileleri, kültürleri ve kendileri için ne ifade ettiğini paylaştı. İsmini söylemek ve duyulmak, atölyeye saygı, merak ve ortak insanlık duygularıyla başlayan bir ton kazandırdı.



Tiyatro, Yerinden Edilmenin Gerçekliğini Hissettirdi

“Çocuk, Sığınak, Fırtına” adı verilen etkileyici bir drama oyununda katılımcılar, hayali bir çocuğu şiddetli bir fırtınadan koruyacak fiziksel “sığınaklar” oluşturdu. Oyun, evini kaybetmenin ya da köklerinden koparılmanın ne anlama geldiğini bedensel olarak deneyimlemeyi sağladı. Koruma, sorumluluk ve savunmasızlık gibi zorlayıcı sorular gündeme geldi. Duygusal yoğunluğu yüksek ve derinlemesine etkileyici bu etkinlik, göç anlatılarına empatiyle yaklaşmayı teşvik etti.

Dışlanmayı Konuşmakla Kalmayıp Hissettik

Sandalyelerle oynanan bir başka oyunda, bir kişi boş bir sandalyeye ulaşmaya çalışırken diğerleri bu hareketi engellemeye çalıştı. Hızlı ve basit görünen bu oyun, dışlanma ve hareketin engellenmesi üzerine çarpıcı bir metafora dönüştü. Oyunun ardından kimin erişim sağladığı, kimin engellendiği ve kuralların adaletsiz biçimlerde nasıl uygulanabildiği üzerine anlamlı bir sohbet gerçekleştirildi.

Sanat, Düşünmeye ve Yeniden Kurmaya Alan Açtı

Katılımcılar, ev ve göç temalarına bireysel yanıtlar vermek üzere kolaj çalışması yaptı. Kesilmiş yazılar, görseller ve çizimlerle yapılan bu yaratıcı süreç, yavaşlamaya ve derin düşünmeye olanak tanıdı. “Ev”in ne anlama geldiği; çocukluk anıları, kültürel öğeler ve güven ya da kayıp gibi soyut hislerle birlikte görsel olarak keşfedildi. Bu üretim süreci, sanatın farklı deneyimleri bir araya getirme ve ifade etme gücünü gözler önüne serdi.

Bir Şiirle Her Şey Bir Araya Geldi

Atölyenin son etkinliğinde, savaştan dolayı okulu yıkılan ve başka bir okul tarafından “yabancı” olduğu gerekçesiyle reddedilen bir çocuğun hikâyesini anlatan bir şiir hep birlikte okunup canlandırıldı. Bu toplu performans, gün boyunca işlenen kayıp, direnç, dışlanma ve umut temalarını yaratıcı ve kolektif bir ifade biçimiyle bir araya getirdi.

Göç Hikâyeleri: Kişisel, Politik, Yaşayan Gerçeklikler

Bu atölye yalnızca bir etkinlik değil, aynı zamanda bir yolculuktu. Tiyatro oyunları, grup sohbetleri, görsel sanatlar ve performans aracılığıyla göçün duygusal ve politik katmanları, bedensel ve insani bir yaklaşımla keşfedildi.

Migration Stories projesi, “Hayatlarımız ve işlerimiz farklı olsa da, hepimiz göç deneyimlerine sahibiz – ister kendi yolculuklarımızdan, ister ailelerimizin geçmişinden gelsin,” düşüncesini temel alıyor. Bu yaratıcı ve katılımcı atölye, göç hikâyelerinin sadece tarihsel ya da politik değil; aynı zamanda duygusal, canlı ve bugüne ait olduğunu hatırlattı.

Aida, Rachel ve Rory’nin duyarlı kolaylaştırıcılığı sayesinde, kişisel deneyimlerimize ses verirken aynı zamanda bu hikâyeleri daha geniş tarihsel ve toplumsal bağlamlarla ilişkilendirebildik. Göçün yalnızca bir “mesele” değil, aile, hafıza ve hayal gücüyle şekillenen bir yaşam gerçeği olduğu bir kez daha ortaya kondu.

Migration Stories projesi hakkında daha fazla bilgi almak için Goldsmiths etkinlik takvimine göz atabilir, Migrant Futures Institute'u keşfedebilir ve New Vic Theatre’ın Borderlines programını inceleyebilirsiniz.

Aynı akşam, George Wood Tiyatrosu’nda 16 yaş üstü izleyicilere yönelik "Londoner" adlı tek kişilik bir oyun sahnelendi.
Fatma’nın Türkiye’deki bir Kürt köyünden Kıbrıs’a ve oradan Londra’ya uzanan göç hikâyesini anlatan bu etkileyici performans, göçün hem sıradan hem olağanüstü yönlerine dair güçlü bir tanıklık sundu.

 

Modern birey gerçekten özgür mü?

No comments




Moderniteyle birlikte geleneksel toplumların sabit ve tekdüze yapısından kopan birey, kimliğini oluştururken geleneksel değerlere ve bilgilere eskisi kadar bağlı değildir. Çünkü modern yaşamın ihtiyaçları karşısında geleneksel bilgi, bir rehber olarak yetersiz kalmıştır. Modernite sadece geleneğe meydan okuyarak yeni bir dünya yaratmakla yetinmemiş, aynı zamanda bireyi yeniden inşa etmiştir. Modern birey artık hayatını şekillendirebileceği, seçeneklerle dolu, dinamik bir ekosistemde yaşamaktadır. Bu ekosistemde birey, özgür bir şekilde kendi yolunu çizen, verdiği kararların sorumluluğunu taşıyan özerk kişidir. Her seçimi kendine aittir ve bu seçimler onun kendi hayat hikayesini yazmasını sağlar. Birey artık geleneksel toplumlarda olduğu gibi önceden kendisi için belirlenmiş yolda yürümek yerine, kendi iradesiyle ve elindeki imkanlarla hayatını inşa etme özgürlüğüne sahiptir[1].

Modern öncesi dönemlerde aileler, cemaatler ya da dini kurumlar bireyin hayatını tüm sorumluğunu alarak yönlendirir, fırsatları ve riskleri sorumluluğunu alarak dizayn ederlerdi. Ancak modern dünyada birey kendini gerçekleştirme sürecinde bu fırsatları ve riskleri kendi başına algılamak, yorumlamak ve karar vermek zorundadır. Modern yaşamın karmaşıklığı düşünüldüğünde, bireyler doğru kararlar almakta zorlanabilirler. Çünkü aldıkları kararların sonuçları ve etkileri çoğu zaman belirsizdir. Bu nedenle birey, seçeneklerle dolu (multi-options) bir ekosistemde risk analizleri yapmakta güçlük çeker. Ekonomik, sosyal ve kişisel risklerle karşı karşıya kalan birey, adeta bir deneme-yanılma süreciyle hayatını planlamak, düzenlemek ve tutarlı hale getirmek zorundadır. Bu süreçte modern özne doğrudan bir emre zorlanmaz, ancak kendi hayatını planlaması, anlaması ve eyleme geçmesi beklenir. Kendini gerçekleştirme sürecinde bir başarısızlık (scheitern) durumunda ise bu sonuçlarla başa çıkmak bireyin sorumluluğundadır ve bu durum bazen hem bedensel hem ruhsal anlamda birey için ızdıraba dönüşebilir.[2]

Bir diğer önemli nokta ise, bireyselleşme sürecinin yalnızca geleneksel otoritenin despot ve baskıcı dünyasından kurtulunması olarak algılanmasıdır. Bu kısmen doğru olsa da geleneksel kurumlardan bağımsız hale gelen birey, bu kez modern kurumların sınırlayıcı gerçekliğiyle karşı karşıya kalır. Dolayısıyla, mutlak anlamda özgür bireyden bahsetmek pek mümkün değildir.

Çünkü insanlar, geleneksel norm ve kısıtlamalardan kurtulurken, aynı zamanda modern toplumun getirdiği sistemlerle bütünleşmektedir; emek piyasası, eğitim sistemi, hukuk sistemi, bürokrasi gibi. Bu kurumlar kendi gereksinimlerini, standartlarını ve uygunluk kriterlerini oluşturmaktadırlar. Birey, bu düzenlemelerin oluşturduğu ağlarda yolunu bulmayı öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılacaktır[3]. Almanların meşhur bir deyimi ile ifade edersek her birey bir selberschuld[4] kategorisine itilmektedir

Özetle, bireyselleşme tam anlamıyla özgürleşmek demek değildir. Aksine, modern dünyanın yeni kuralları ve beklentileri çerçevesinde bireyin kendini yeniden şekillendirmesidir. Özgürlük bazen bireyi zorunlu seçimlere itebilir. Birey; ekonomik, kültürel ve sosyal koşullar gibi yapısal sınırlar içinde hareket eder. Bireyin karar verme ve seçim özgürlüğü, bu yapıların dayattığı sınırlar içinde; bireyin özgür iradesinden çok, zorunlu bir seçime dönüşebilir.

 



[1]  Beck, Ulrich, Nicht Autonomie, sondern Bastelbiographie Anmerkungen zur Individualisierungs-diskussion am Beispiel des  Aufsatzes von Günter Burkart. Zeitschrift für Soziologie, Jg. 22, Heft 3, Juni 1993, S. 178-187

[2] Beck, U. & Beck-Gernsheim, E., 1993: Riskante Freihei ten. Zur Individualisierung von Lebensformen in der Moderne. Frankfurt: Suhrkamp.

[3]  Hitzler, R., & Honer, A. (1994). Bastelexistenz: über subjektive Konsequenzen der Individualisierung. In U. Beck, & E.

 Beck-Gernsheim (Hrsg.), Riskante Freiheiten: Individualisierung in modernen Gesellschaften (S. 307-315). Frankfurt

 am Main: Suhrkamp

[4] Bu ifade, kişinin yaptığı seçimler veya eylemler nedeniyle karşılaştığı olumsuz sonuçlardan kendisinin sorumlu olduğunu vurgulamak için kullanılır. Türkçede duruma göre "kendi düşen ağlamaz" gibi atasözleriyle de benzer bir anlam taşır.

 

İdeolojik Bir Söylem Olarak “Mutluluk”

No comments

18 July 2025



Mutluluk söylemi, modern dünyada bireyin kendini tanımlama ve anlamlandırma sürecinde merkezi bir konuma yerleşmiştir. Foucault'nun "iktidar ve bilgi" kavramlarından hareketle, mutluluk söylemi, tarihsel ve toplumsal bağlamda belirli güç ilişkileri tarafından üretilen bir ideoloji olarak görülebilir. Bu söylem, bireyi "mutlu olmaya" zorlayan normatif bir çerçeve sunar. Üniversiteler, medya, popüler kültür ve kişisel gelişim endüstrisi gibi çeşitli kurumlar, mutluluğu hem bir hedef hem de bir ölçüt olarak yeniden üretir. Bu durum, modern öznenin "anlamlı bir yaşam" arayışını "mutlu bir yaşam" ile eşitlemesine yol açar.

Bireysel mutluluk, postmodern özne için anlamlı bir yaşamın birincil kıstası olarak adeta ontolojik bir hakikate dönüşmüştür. Modern birey, sağlıklı bir beden, maddi refah, statü, kariyer, terapi seansları, sağlıklı beslenme gibi söylemlerle bu “ideale” doğrudan veya dolaylı olarak yönlendirilmektedir. Ancak sorun şu ki, mutlu bir yaşam sürmenin sadece "bireysel bir sorumluluk" olarak özneye dikte edilmesi, toplumsal eşitsizlikleri ve sistemik sorunları birey tarafından göz ardı edilmesine yol açmaktadır. Dolayısıyla "mutluluk," hem bireysel bir amaç hem de "ideolojik bir söylem" olarak bir baskı işlevi görmektedir.

Bir diğer husus ise "mutluluğun" ne olduğuna, ne zaman veya hangi koşullarda "mutlu" olunacağına dair evrensel bir tanımın olmamasıdır. Bu belirsizlik, mutluluğun bireyler arasında farklı anlamlar taşımasına neden olur. Bu evrensel tanım eksikliği, daha doğrusu mutluluğun bir hedef ya da kesin bir "a priori" olarak var olmama hali, "mutluluk söyleminin" iktidar tarafından manipülatif bir araç olarak kullanılmasına olanak tanır. Bireyler dinamik bir şekilde sürekli bir "mutluluk arayışı" içinde tutulur, bu da tüketim kültürü ve kişisel gelişim endüstrisini besler.

Kısacası mutluluk, modern özne için ontolojik olarak yaşamın amacı haline gelmiş, ancak bu süreçte modern özneyi şekillendiren ideolojik bir aygıta dönüşmüştür. Doğası gereği belirsizlik taşıyan bu ideolojik söylem, postmodern bireyleri kendi mutluluklarını sorgulamaya ve sürekli bir arayış içinde olmaya zorlamaktadır. Bu durum, bir yandan bireysel özgürlüğü yüceltirken, diğer yandan ise postmodern özneyi belirli normlara uymaya zorlayan imperatif bir baskı aracına dönüşmektedir.

Yaylalı Ramazan

İngiltere’deki doktorlar Türkiye'de yapılan mide küçültme ameliyatları konusunda uyardı

No comments

13 July 2025

Türkiye'de yapılan kilo verme ameliyatlarında 100'den fazla komplikasyonla karşılaşılması İngiltere’deki doktorları harekete geçirdi.  Luton & Dunstable Hastanesi'nden Tanveer Adil, İzmir'deki Özel Gözde Hastanesi'nde mide ameliyatı sonrası organ yetmezliğinden hayatını kaybeden 40 yaşındaki Hayley Butler'ın ameliyatının tıbbi koşullara uygun yapılmadığını belirtti. Norfolk Bölge Adli Tıp Sorumlusu Yvonne Blake ise ameliyatın "doğru şekilde yapılmadığının" açık olduğunu kaydetti.




Ucuz Paket, Ölümcül Sonuç

Norwich'teki soruşturmada edinilen bilgilere göre, Hayley Butler, İngiltere'de yardım alamadığını düşünerek Eylül 2024'te bir arkadaşıyla İzmir'e gitti. Yaklaşık 2.500 sterlin (100 bin TL civarı) karşılığında uçuşlar, transferler, konaklama, ameliyat öncesi testler ve ilaçların dahil olduğu bir paketle tüp mide ameliyatı oldu. Ameliyat sonrası hastaneden taburcu olan Butler, iki gün sonra evine döndü ancak kendini zaten hasta hissediyordu. Annesi Gill Moore'un ifadesine göre Butler, "sürekli susuzluk çekiyor ve enerjisi olmuyordu... ama bunun normal olduğunu düşündü."

Hızla Kötüleşen Sağlık ve Kayıp Hayat

Butler'ın sağlık durumu 5 Ekim hafta sonu hızla kötüleşti; fışkırır tarzda kusuyor ve çok az şey tüketebiliyordu. Norfolk ve Norwich Hastanesi'ne kaldırıldı, 11 Ekim sabahı Luton'daki uzmanlaşmış bariatrik üniteye sevk edildi. Aynı gün saat 17:00'de acil ameliyata alındı. Moore'a, kızının hayatta kalma şansının %30 olduğu söylendi. Hayley Butler, sepsise (kan zehirlenmesi) bağlı çoklu organ yetmezliği nedeniyle 24 Ekim'de hayatını kaybetti. Moore, bir doktorun kendisine bunun "gördüğü en kötü vaka" olduğunu söylediğini aktardı.

"Ameliyat ve Sonrasındaki Eksiklikler Öldürdü”

Dr. Adil, mahkemeye yaptığı açıklamada, ameliyat sırasında Butler'ın karnında sıvı ve organlarında dört delik (perforasyon) tespit edildiğini belirterek ölüm nedeninin "Türkiye'de olanlar ve büyük bir bariatrik cerrahi sonrası güvenlik ağının eksikliği" olduğu görüşünü tekrarladı. Adil, kendi hastanelerindeki üçüncü basamak bariatrik ünitesinin, Türkiye'de benzer ameliyatlar geçiren hastalardan kaynaklanan komplikasyonlarda "kayda değer bir artış" gözlemlediğini vurgulayarak, "Ünitemizde 100'den fazla bu tür komplikasyonu yönettik, bu durum endişe verici" dedi. Adli Tıp Sorumlusu Blake, annenin yaşadığı iletişim kopukluklarını da eleştirerek, Hayley'nin yaşam desteği kapatılırken ve ölüm anında annesinin yalnız bırakılma şeklini "şaşırtıcı" bulduğunu ifade etti ve Türkiye'deki düzenleyici kurumlara endişelerini ileteceğini söyledi.

 

Kaynak: BBC

İbrahim Türk’ün “OVERBEARING” adlı heykeli London Art Biennale 2025’e seçildi

No comments

09 July 2025

İbrahim Türk, “OVERBEARING” adlı heykel çalışmasıyla dünyanın önde gelen çağdaş sanat etkinliklerinden biri olan London Art Biennale 2025’e katılmaya hak kazandı. 17 - 20 Temmuz tarihleri arasında Chelsea Old Town Hall’da gerçekleşecek olan bienalin açılışı 16 Temmuz Çarşamba günü, 18.30 – 21.30 saatleri arasında yapılacak. Etkinliğin açılışında, yaylı çalgılar dörtlüsü eşliğinde sanatseverlere şarap ve özel ikramlarda bulunulacak.

 


İbrahim Türk, Pan Productions ile farklı projelerde üretimlerde bulunmuş, güçlü görsel diliyle öne çıkan bir sanatçıdır. Pan Productions, sahne sanatları odağını korurken, görsel sanatlar alanındaki iş birlikleriyle de farklı alanlardaki sanatçılara destek olmayı sürdürüyor.

OVERBEARING’İN MESAJI

“OVERBEARING”, görünmeyen iktidar yapılarının birey üzerindeki psikolojik etkisini ele alıyor. Eser; gözetim, baskı, duygusal sıkışmışlık gibi temaları hem kamusal hem de kişisel düzeyde sorguluyor. Sert ve yumuşak malzemelerin bir arada kullanıldığı bu heykel, hem kurumsal hem içsel bir otorite hissini izleyiciye sezdiriyor. Gözle görülemeyen ancak hissedilen bir kontrol atmosferi yaratarak izleyiciyi rahatsız edici bir yakınlıkla yüzleşmeye davet ediyor.

İbrahim Türk’ün üretimleri genellikle güç, acı ve hafıza etrafında şekilleniyor. Sanatçının kendine özgü malzeme dili, kırılganlık ile tahakküm arasındaki sınırda dolaşıyor. Bienal jürisi, “OVERBEARING”i görsel sadeliğine rağmen içerdiği derin psikolojik ve politik katmanlar sebebiyle seçildiğini belirtti.

London Art Biennale Hakkında

İngiltere’nin en prestijli uluslararası çağdaş sanat etkinliklerinden biri olan London Art Biennale, resim, heykel, fotoğraf ve enstalasyon gibi pek çok disiplinden yüzlerce sanatçıyı bir araya getiriyor. Seçkide yer almak, sanatçılar için uluslararası görünürlük, küratörlerle tanışma ve koleksiyonerlere ulaşma açısından büyük bir fırsat sunuyor.

 

Basın iletişimi ve görsel talepleri için:
📧 info@panproductions.co.uk
📞 07944430349

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan