
Moderniteyle birlikte geleneksel toplumların sabit ve tekdüze
yapısından kopan birey, kimliğini oluştururken geleneksel değerlere ve
bilgilere eskisi kadar bağlı değildir. Çünkü modern yaşamın ihtiyaçları
karşısında geleneksel bilgi, bir rehber olarak yetersiz kalmıştır. Modernite
sadece geleneğe meydan okuyarak yeni bir dünya yaratmakla yetinmemiş, aynı
zamanda bireyi yeniden inşa etmiştir. Modern birey artık hayatını
şekillendirebileceği, seçeneklerle dolu, dinamik bir ekosistemde yaşamaktadır.
Bu ekosistemde birey, özgür bir şekilde kendi yolunu çizen, verdiği kararların
sorumluluğunu taşıyan özerk kişidir. Her seçimi kendine aittir ve bu seçimler
onun kendi hayat hikayesini yazmasını sağlar. Birey artık geleneksel
toplumlarda olduğu gibi önceden kendisi için belirlenmiş yolda yürümek yerine,
kendi iradesiyle ve elindeki imkanlarla hayatını inşa etme özgürlüğüne
sahiptir[1].
Modern öncesi dönemlerde aileler, cemaatler ya da dini kurumlar
bireyin hayatını tüm sorumluğunu alarak yönlendirir, fırsatları ve riskleri sorumluluğunu
alarak dizayn ederlerdi. Ancak modern dünyada birey kendini gerçekleştirme
sürecinde bu fırsatları ve riskleri kendi başına algılamak, yorumlamak ve karar
vermek zorundadır. Modern yaşamın karmaşıklığı düşünüldüğünde, bireyler doğru
kararlar almakta zorlanabilirler. Çünkü aldıkları kararların sonuçları ve
etkileri çoğu zaman belirsizdir. Bu nedenle birey, seçeneklerle dolu (multi-options)
bir ekosistemde risk analizleri yapmakta güçlük çeker. Ekonomik, sosyal
ve kişisel risklerle karşı karşıya kalan birey, adeta bir deneme-yanılma
süreciyle hayatını planlamak, düzenlemek ve tutarlı hale getirmek zorundadır. Bu
süreçte modern özne doğrudan bir emre zorlanmaz, ancak kendi hayatını
planlaması, anlaması ve eyleme geçmesi beklenir. Kendini gerçekleştirme
sürecinde bir başarısızlık (scheitern) durumunda ise bu
sonuçlarla başa çıkmak bireyin sorumluluğundadır ve bu durum bazen hem bedensel
hem ruhsal anlamda birey için ızdıraba dönüşebilir.[2]
Bir diğer önemli nokta ise, bireyselleşme sürecinin
yalnızca geleneksel otoritenin despot ve baskıcı dünyasından kurtulunması
olarak algılanmasıdır. Bu kısmen doğru olsa da geleneksel kurumlardan bağımsız
hale gelen birey, bu kez modern kurumların sınırlayıcı gerçekliğiyle
karşı karşıya kalır. Dolayısıyla, mutlak anlamda özgür bireyden
bahsetmek pek mümkün değildir.
Çünkü insanlar, geleneksel norm ve kısıtlamalardan
kurtulurken, aynı zamanda modern toplumun getirdiği sistemlerle bütünleşmektedir;
emek piyasası, eğitim sistemi, hukuk sistemi, bürokrasi gibi. Bu
kurumlar kendi gereksinimlerini, standartlarını ve uygunluk kriterlerini
oluşturmaktadırlar. Birey, bu düzenlemelerin oluşturduğu ağlarda yolunu bulmayı
öğrenmek zorundadır. Aksi takdirde sonuçlarına katlanmak zorunda bırakılacaktır[3]. Almanların
meşhur bir deyimi ile ifade edersek her birey bir selberschuld[4]
kategorisine itilmektedir
Özetle, bireyselleşme tam anlamıyla özgürleşmek demek
değildir. Aksine, modern dünyanın yeni kuralları ve beklentileri çerçevesinde
bireyin kendini yeniden şekillendirmesidir. Özgürlük bazen bireyi
zorunlu seçimlere itebilir. Birey; ekonomik, kültürel ve sosyal koşullar gibi
yapısal sınırlar içinde hareket eder. Bireyin karar verme ve seçim özgürlüğü,
bu yapıların dayattığı sınırlar içinde; bireyin özgür iradesinden çok, zorunlu
bir seçime dönüşebilir.
[1] Beck, Ulrich, Nicht Autonomie, sondern
Bastelbiographie Anmerkungen zur Individualisierungs-diskussion am Beispiel
des Aufsatzes von Günter Burkart.
Zeitschrift für Soziologie, Jg. 22, Heft 3, Juni 1993, S. 178-187
[2] Beck, U.
& Beck-Gernsheim, E., 1993: Riskante Freihei ten. Zur Individualisierung
von Lebensformen in der Moderne. Frankfurt: Suhrkamp.
[3] Hitzler, R., & Honer, A. (1994).
Bastelexistenz: über subjektive Konsequenzen der Individualisierung. In U.
Beck, & E.
Beck-Gernsheim
(Hrsg.), Riskante Freiheiten: Individualisierung in modernen Gesellschaften (S.
307-315). Frankfurt
am Main:
Suhrkamp
[4] Bu
ifade, kişinin yaptığı seçimler veya eylemler nedeniyle karşılaştığı olumsuz
sonuçlardan kendisinin sorumlu olduğunu vurgulamak için kullanılır. Türkçede
duruma göre "kendi düşen ağlamaz" gibi atasözleriyle de benzer bir
anlam taşır.
No comments
Post a Comment