Tuncay Bilecen -
Çin’in bir kentinde başlayan salgın birkaç haftada tüm dünyaya yayıldı. Artık corona virüsüyle yatıyor, corona virüsüyle kalkıyoruz. Emeği geçenlerin haklarını yemeyelim, bu mevzuya ilişkin hatırı sayılır bir mizah da türedi.
Birçok ülkede tedbirler kapsamında okullar kapandı, giriş-çıkışlara sınırlama getirildi, birçok işyerinde uzaktan çalışma uygulamasına geçildi. Bazı ülkeler ise karantina uygulamasını ülke sathına yayarak bütün kurulu düzeni değiştirdi.
Ömrü savaş yıllarını hatırlamaya vefa edenler dışında pek az kişi böyle bir dönemi hatırlayabilir. Corona virüsünün yarattığı olağanüstü hal ortamı daha önce pek de sorgulamadığımız gündelik hayat rutini üzerine düşünmeye sevk etti çoğumuzu. Malum gündelik hayatımız artık eskisi gibi değil; işe gitmiyoruz, çocuklar okula gitmiyor, alışveriş merkezleri ya kapalı ya da yağmalanıyor, sair zamanlarda hınca hınç dolu olan barlar, kahveler sinek avlıyor. Selamlaşma biçimimizden toplu taşıma araçlarında ve kamusal alanda yer alma biçimimize kadar birçok şey değişti.
Böyle bir durumda hayatın gündelik temposuna alışmış bir kişinin yaşayacağı sıkıntıları bir düşünün. İşine gidememek, evde kapalı kalmak kısa bir süre bir ferahlık duygusu verse de kendisini başka meşgalelerle oyalamaya alışmış bir insanın kendisiyle baş başa kalmasından daha büyük bir zulüm yoktur. Çünkü böyle bir durumda kişioğlu adeta sudan çıkmış balığa döner, ne yapacağını, ne edeceğini bilemez. Aldığı saat ücretini övüne övüne söyleyen, ilişkilerini bile zaman-para denkleminde kuran biri bir başına kaldığında üzerine ışık tutulan tavşan gibi kalakalır. Ne de olsa o güne kadar zamanı parayı çevirme konusunda maharet göstermiştir sadece.
Can Yücel’in Poetika şiiri böyleleri içinde ve şöyle başlar:
Yalnızlığı sevmiyorum
Yalnız kim ola ki
Kendim…
Kendimin kendimi sevmiyorum
Kendisiyle kalmaya alışmamış birisi için yalnızlıktan büyük bir ıstırap yoktur. Şükür ki şu günlerde imdadımıza akıllı telefon ve internet yetişti de; evir - çevir, kurcala, sosyal medya hesapları arasında cambazlık yap derken vakit tüketilebiliyoruz. Tüketmek ifadesi burada eylemin hakkını vermek amacıyla bilinçli olarak kullanılmıştır.
Tarih insanın gündelik hayatının dışına çıktığında neler yapabileceğinin örnekleriyle doludur. Örneğin festivaller tam da böyle dönemler içindir. Dünyanın neresinde olursa olsun festivaller, insanın gündelik hayatının dışına bir günlüğüne de olsa çıktığı her türlü taşkınlığın hoşgörüyle karşılandığı dönemlerdir. Bu yüzden festivaller bir gaz alma mekanizması olarak kurulu düzene hizmet eder. Ne de olsa yorgun kahramanımız her türlü taşkınlığı yaptığından eski düzenine, güvenlikli alanına dönmek için büyük bir özlem duymaktadır. Böyle dönemler herkese mutluluk da getirmeyebilir. Örneğin Trakya’daki bağ bozumu şenliklerinde köleler arasında seçilen kişinin gün boyunca canının istediğini yapmak ve her türlü taşkınlığı yaşamak konusunda sonsuz bir kredisi bulunuyormuş. Ne ki günün sonunda bu kişi belki de yaşadıklarının diyeti olarak tanrılara kurban edilirmiş.
Kitaplığımı Türkiye’de bıraktım; ama bu hususa ilişkin aklıma antik dönem dışında edebiyat dünyasından üç farklı örnek geldi. İlki, Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın Kuyruklu Yıldız Altında Bir İzdivaç romanı… Herhalde romanı okuyalı şöyle böyle bir yirmi yıl kadar oluyor, hatırımda kaldığı kadarıyla dünyaya bir kuyruklu yıldız çarpacağı döneminin İstanbul’unda da epey bir heyecan yaratmıştı. İnsanlar nasıl olsa öleceğiz duygusuyla heybelerinde ne var yoksa çıkarıyor velhasıl yine kurulu düzenin çarkları bir süreliğine duruyordu. Aklıma gelen diğer iki eser; -biri roman, biri öykü kitabı olmak üzere- ikisi de İkinci Dünya Savaşı’yla ilgili. Nobel Edebiyat ödüllü Hendrick Böll’ün Fotoğrafta Kadın da Vardı, romanında İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı günlerinde insanların sığınaklarda gündelik rutinlerinden sıyrılmaları ve birbirlerine karşı besledikleri duyguları sansürsüz ve sosyal hayatın getirdiği hiyerarşilere kulak asmadan ortaya dökmeleri vardı. Tıpkı Feyyaz Karacan’ın Sığınak Hikâyeleri’nde olduğu gibi… Burada cinsellik bile yarın ölünecekmiş gibi coşkuyla yaşanıyordu.
Kendimi bildim bileli günlük tutarım. Üniversite yıllarına ilişkin yazdıklarıma baktığımda belki de o dönemin koşulları, kendine özgü hüznü, havası sebep olmuştur böyle satırlar yazmama sebep, ama ne olursa olsun hep şöyle bir dileğim vardı. “Ne olur, şöyle küçücük bir odam olsa, içinde istediğim kadar kitap olsa, para pul, yeme içme derdi olmadan dilediğimce bir okusam!”
Corona günlerinde raks bana bütün bunları hatırlattı. İşte dedim kendi kendime, al gözüm seyreyle, yaşa yaşa gör temaşa ve dahi işte Halep işte arşın! Kendisiyle barışık olanlar için, içinde yeni pencereler açmak isteyenler için, gündelik hayatın patronlar lehine çalışan rutininin dışına çıkmak isteyenler için ne güzel bir fırsat corona günlerinde kendi içimize doğru yaptığımız raks!
Öyleyse raks!
Biz iyisi mi yine Can Baba’ya sığınalım…
***
GÖTÜMSER
Gün gidiyor limoni, bana kalsa da nezle
Sümüklü deniziyle, bulut mendilleriyle
Hapşırdı hapşıracak burnu morarmış Kıble,
Yaşıycağız demek ki bir eyyam daha böyle
Dün gidiyor limoni, mükedder filleriyle
Can YÜCEL
Hiç yorum yok
Yorum Gönder