Hüseyin Mirza Karagöz, Türkiye’de Alevilik: Toplumsal Çatışmalar ve Göç Modellerine Bakış adlı kitabıyla Alevi göçlerinin her dönemine uzanmaya çalışarak konuyla ilgili bütünlüklü bir tarihsel çerçeve sunmakla kalmıyor aynı zamanda göç literatürüne önemli bir kaynak kazandırmış oluyor.
Mustafa Saygın Araz
msayginzara@hotmail.com
ALEVİ GÖÇLERİ
Kitabın ilk bölümü Osmanlı döneminde
yaşanan baskı ve katliamlar sonucu yaşadıkları bölgelerden sürgün edilen
Alevilerin durumu, daha sonraki bölümde
ise Cumhuriyet döneminden başlayıp günümüze kadar meydana gelen ekonomik ve politik gelişmeler
sonucunda yaşanan Alevi göçleri
irdelenmektedir. Osmanlı döneminde Alevi göçleri 16. yy’ın başında ortaya çıkan
ve daha sonra devam eden toplumsal gerilimlerle birlikte ele alınmaktadır. Yavuz Sultan Selim döneminde
Alevilere uygulanan katliam, müteakip
zamanlarda ortaya çıkan iç isyanlar ve bu isyanlar sonrasında Anadolu topraklarını terk ederek Safevi
devletine sığınan topluluğun Horasan’a
sürgün edilmesi bunlardan bazılarıdır. Bunun dışında kitapta Osmanlı’nın iskân siyaseti neticesinde
gerçekleşen göçlere yer yer vurgu
yapılmaktadır. Öte yandan Cumhuriyet döneminde hem devlet hem de topluluk düzeyinde gerçekleşen sosyo-politik
olayları ele alan Karagöz; 1938 Dersim,
1978 Maraş, 1980 Çorum, 1993 Sivas katliamları ile birlikte 1967 Elbistan olayına yer vererek Alevilerin ülke
içinde zorunlu yer değiştirme
süreçlerine odaklanmaktadır.
Kitapta Türkiye’nin planlı dönem
ekonomi politikalarının sonucu olarak
gerçekleşen köyden kente göç ve bu göçler sonrasında Alevilerin kentlerdeki durumuna da yer verilmektedir.
Burada topluluk üyelerinin
kimliklerinden ötürü kentlerde
maruz kaldıkları toplumsal baskı ve
önyargılara, farklı veçheleriyle eğitim ve emek piyasasında
(özellikle kamuda istihdam edilirken)
karşı karşıya kaldıkları ayrımcı muameleye de
değinilmektedir. Bununla birlikte Alevilerin kentlerde örgütlenme
biçimi, kendi inanç ve kültürlerini
yaşatma pratiklerine de kısmen değinilmektedir.
ALEVİLERİN YURTDIŞINA GÖÇÜ
Karagöz, ülke içindeki göç
hareketinin yanı sıra yurtdışına göçü de konu
edinmektedir. Türkiye’den yurtdışına ilk göçler ekonomik temelli
olup 1960’larda çeşitli ülkelerle
imzalanan işgücü anlaşmaları ve 1970’lerde aile
birleşmeleriyle gerçekleşmiştir. Sonraki süreçte Türkiye’de yaşanan siyasi istikrarsızlıklar nedeniyle politik göçlerin
hâkim akım halini aldığı görülmektedir.
Alevilerin yurtdışına göçü ekonomik olduğu kadar politik nedenlere dayandığından; darbe, muhtıra,
olağanüstü hal, etnik ve mezhepsel
çatışmalarla ilişkilendirilerek ele alınmaktadır.
Öte yandan çalışmada Alevilerin
göç sonrası karşı karşıya kaldığı sorunlara değinerek göçün topluluk üzerinde yarattığı
etkiler incelemektir. Göçlerin Alevi toplumu üzerinde ekonomik, sosyal ve
psikolojik olmak üzere birçok olumsuz etkisi olmuştur. Kuşkusuz en ağır olanı
ise yaşanan can kayıplarıdır. Göçler ile Alevi toplumu anavatanından
uzaklaştırılarak farklı yerlerde yaşamak üzere sürgün hayatına mahkûm
edilmiştir. Bu sürgün yolculukları esnasında başta yaşlılar ve çocuklar olmak
üzere çok sayıda insan hastalık ve açlık
gibi nedenlerden dolayı hayatını kaybetmiştir
(s.33).
DERSİM OLAYLARI
Göçün bir diğer etkisi aile bireylerinin
birbirinden koparılması şeklinde olmuştur. Kitapta bu durum zorunlu iskân ve
nüfus politikaları çerçevesinde hayata geçirilen uygulamaların bir sonucu
olarak ele alınmaktadır. Yazar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1691 yılından başlayarak
bölgedeki bütün yerleşim birimlerinde zorunlu göçebe yerleştirme hareketine
girişildiğini ve bu iskân planında bir köye tek bir oymağı değil, bir oymağı
3-4 köye bölerek aynı oymağa mensup ailelerini aynı yere yerleştirmemeye özel
bir önem verildiğinden bahsetmektedir
(s.32-33). Alevilere yönelik benzer bir yaklaşım Cumhuriyet döneminde meydana
gelen Dersim Olayları sırasında gerçekleşmiştir. 1938’de yaşanan Dersim
Katliamında binlerce insan yaşamını kaybetmiş geriye kalanlar ise ülkenin
çeşitli bölgelerine yerleştirilmek üzere zorunlu göçe tabi tutulmuştur. 1938 yılında evlatlık verilen ve
çocuk esirgeme yurtlarına yerleştirilen ya da dönemin yetkililerince kendi
üzerine kaydedilen birçok Dersimli yetim çocuk olduğu bilinmektedir (s.51).
Hatta 400-500 civarında kız çocuğu dönemin subaylarına evlatlık olarak
verilmiştir (s.46). Yetiştirme
yurtlarına yerleştirilen ve evlatlık verilen kişiler ait oldukları
toplumdan koparılmak suretiyle kendi
inanç ve kültürlerinden uzaklaştırılıp hiç
bilmedikleri bir ortamda yaşamaya mecbur bırakılmıştır. Böylece öz kimliklerini
kaybetmekle kalmamış, bu yolla gerçekleştirilen asimilasyon politikalarının mağduru haline gelmişlerdir.
KENTLERE GÖÇÜN SONUÇLARI
Göçlerle birlikte topluluk
üyelerinin sosyal ve sınıfsal konumu da
değişmiştir. Daha önce kırsaldan gelerek şehir merkezine yerleşen
Aleviler zamanla iş sahibi olmaya
başladı. Kendilerinden sonra gelenlerin bu işyerleri ile kurduğu (alış
verişleri bu işyerlerinden yapmak, birikimlerini güven duyduğu esnafa emanet etmek vb.)
ilişkiler çerçevesinde Aleviler sosyal
ve ekonomik hayatta varlık gösterir oldu. Fakat Alevilere yönelik şiddet
olayları bu durumu tersine çevirdi. Örneğin, Çorum’da yaşanan olaylar
sonrasında Aleviler evlerini ve iş yerlerini haraç mezat satmak zorunda kaldılar ve çoğu da şehri terk etti
(s.56). Aynı şekilde Maraş’ta yaşanan olaylara vurgu yapan Karagöz bu durumu şu
şekilde ifade etmektedir: “Zaten
katliamın amacı da Maraş merkeze yerleşmiş olan
Alevileri ürküterek, korkutarak ve sindirerek şehir merkezinden
sürgün ettirerek; sosyal ve ekonomik
olarak güçlenen Alevilerin elindeki
sermayenin el değiştirmesini sağlamaktır” (s. 53).
Alevilerin göç ile birlikte
yaşadığı sorunlar bunlardan ibaret değildir. Üçüncü bölümünde köyden kente göç
hareketine ayrı yer veren Karagöz,
kentlere göç eden Alevilerin başta barınma ihtiyacı olmak üzere çeşitli
kamu hizmetlerine ulaşım sırasında karşılaştığı problemlere değinmekte; yaşadığı
mahallelerde maruz kaldığı sosyal ve psikolojik baskılara, okul ve iş yaşamında karşılaşılan ayrımcılığa ilişkin
çeşitli örnekler sunmaktadır.
Yazar, ülke içinde göç edenlere
kıyasla diaspora Alevilerinin göçten farklı biçimde etkilendiğini belirtiyor.
Diaspora Alevileri, göçmen olarak bulundukları ülkelerin, demokrasi ve insan
haklarına saygılarından dolayı daha şanslılardı ve bu yüzden örgütlenmeleri
önünde hiçbir engel yoktu (s.69). Bu
nedenle dernek ve vakıf benzeri örgütlenmeler aracılığıyla bir araya gelerek
kurumsallaşabildiler. Alevilerin bulundukları ülkelerde kurumsallaşması ve
kendi inancının İslam’dan farklı olduğunu anlatabildikleri için birçok Avrupa
ülkesi, İslam’dan bağımsız kendi başına farklı bir inanç topluluğu olduğunu
kabul etti (s.73). Bunun bir sonucu olarak kimliklerinden ötürü herhangi bir
baskı, ayrımcılık ve şiddete maruz kalmadan sosyal ve siyasal yaşama daha özgür
biçimde katılım gösterme imkânı bulmuş oldular.
Kitabın sonunda “Aleviler ne
istiyor ?” başlıklı bir bölüm yer alıyor.
Yazar burada çalışmanın kapsamı dışında olduğunu fakat konunun
güncel kalmasını sağlamak için yer
vermeyi uygun bulduğunu belirterek
Aleviler’in devletten taleplerini konu ediyor. Özü itibariyle demokratik
hak ve özgürlüklere vurgu yapan;
Cemevleri’nin yasal statüye kavuşturulması,
sivil demokratik anayasa istemi, eşit yurttaşlık hakkı, din derslerinin zorunlu olmaktan çıkarılması gibi on üç
başlıkta Alevilerin temel taleplerini sıralıyor.
Sonuç olarak Türkiye’de Alevilik: Toplumsal Çatışmalar ve Göç Modellerine Bakış adlı çalışmasıyla Hüseyin Mirza
Karagöz Alevi göçlerinin her dönemine
uzanmaya çalışarak konuyla ilgili bütünlüklü bir tarihsel çerçeve
sunmakla kalmıyor aynı zamanda
göç literatürüne önemli bir kaynak
kazandırmış oluyor.
👉Hüseyin Mirza Karagöz (2019). Türkiye’de Alevilik: Toplumsal
Çatışmalar ve Göç Modellerine Bakış,
İstanbul: Ozan Yayıncılık, 109 sayfa.
👉Bu yazı Göç Dergisi’nin Mayıs 2020 sayısında yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder