Dünyaya bir türlü sığmayan insanın yazgısıdır yolculuk… Yollardır esas olan, menzil değil… Mekânı değiştirme isteği değil kendini değiştirme istediğidir yola çıkma arzusunu tetikleyen…
Duyduğum yoktu ne vakittir
Güvercin sesi, kumru sesi, pencerede;
İçime gene
Yolculuk mu düştü, nedir?
Nedir bu yosun kokusu,
Martıların gürültüsü havalarda;
Nedir?
Yolculuk olmalı, yolculuk.
(Orhan
Veli Kanık, “Kumrulu Şiir”)
İşte
böyle apansız düşmez mi içimize çekip gitme isteği… Gitmek, uzaklaşmak,
alışkanlıkların dışına çıkmak… Yolculuk kimileyin yeni bir başlangıca yelken
açmak kimileyinse bir kaçıştır… Geride kalan ne varsa her şeyi bir anda bırakıp
gitme isteği… İnsanın kendisine bile itiraf edemediklerini, kendisiyle birlikte
alıp götürmesidir.
Dünyaya bir türlü sığmayan insanın yazgısıdır yolculuk… Yollardır
esas olan, varılacak nokta değil… Mekânı değiştirme değil kendini değiştirme
istediğidir yola çıkma arzusunu tetikleyen…
(…)
İçimde zaptedilmez bir kırma isteği
dizginlerini koparan bir at sanki bu
soluk soluğa kalıyorum her sonbahar
ve sevgilim ne zaman hoşgörülü olsa
bir yolculuk düşüyor aklıma, gidiyorum
bütün gençliğim böylece geçip gitti işte
ama hâlâ bir şeyler var vazgeçemediğim
(Ahmet
Telli, “Belki Yine Gelirim”)
Her yolculuk bir ayrılıştır, bir vazgeçiştir aslında… Zamansız
vedalarla ayrılır yollar. Geriye demirden tekerleklerin şarkısı ve garda boynu
bükük bekleyen yalnız sevgili kalır. Trenler kavuşulmamayı anlatır, raylar da
öyle… Ayrılığın ve kavuşmanın kutsal mekânları; tren garları, otogarlar,
havaalanları nice hikâyeleri biriktirmiştir böyle…
Yağmurdan, güneşten,
poyrazdan, uzun yollardan
Biz şimdi gurbetimize çıkıyoruz, vakit tamam
Çanlarla, türkülerle, davullarla ayrılmak uzak bize
Yüzüme vuran sıcaklığınla çocuk dudaklarınla
Sen giderken, ellerimde ellerinden ayrılmanın öfkesi
Varlığında yeniden kurulur eksiksiz bir sıla (…)
(Afşar Timuçin, “Akşam Serüvenleri”)
“DEMİR ASA DEMİR ÇARIK DEDİM”
Eskiler “tebdil-i mekânda ferahlık vardır” demişler. Kendi dışına
çıkmaya, kendinden başka biri olmaya ihtiyaç duyar kimi zaman insan…
Tıpkı dağlardan yankılanan geyiğin çağrısı gibi yüreklerin en
karanlık yerine gizlenen bir gölge durmadan çağırır durur insanoğlunu…
Pek azımız duyarız bu daveti… İcabet edenlerimiz ise hani
neredeyse yok gibidir…
Attila İlhan, Şahane Serseri şiirinde ne güzel anlatır demir
asasına eline alıp demir çarıklarını giyen adamın kendini yollara vurma
isteğini…
yolumdan çekil yavrum
bağlasalar duramam
demir asa demir çarık
dedim
neyleyim!
yolculuk dedim (…)
yola bir düşüldü mü ömür
boyunca gidilir
ekmeğin ve şarabın peşinden
turnaların peşinden
(Attila İlhan, “Şahane Serseri”)
Bir kere düşülmüştür yollara, geriye ne zaman dönüleceği ise
meçhuldür… Sıla ve gurbet birbirine karışmış, “yollar memleket” olmuştur… O
zaman anlar ki insanoğlu aslolan yoldur vuslat değil…
Göç yolları “doğduğun yerden”,
“doyduğun yere” doğru uzanır her zaman. Ne demişti Muhlis Akarsu, “yokluk beni
mecbur etti, gurbeti ben mi yarattım?” Ne ki her gurbet doyurmaz karınları
doyurmadığı gibi ruhları. İşte orada da yeni bir hayat mücadelesi başlar; dil
lisan, yol yordam, usul erkân öğreneceğim derken ömrün yaprakları bir bir düşer
yere… Beyhude bir çabayla tükenirken ömür “taş yerinde ağırdır” sözüdür daima
hatırda kalan.
doğduğum
yerden kopup
doyduğum
yere vardım
her
şeyimi unutup
yarama
tütün sardım
selam benden eşe dosta
karım yorgun oğlum hasta
sızlayarak
kapandı
görünürdeki
yara
gurbet
yeni dert açtı
acı
kattı acıma
turna değil yardan haber getiren
heves değil beni sizden ayıran
hemşeriyiz
belki de
özlemimiz
de yanı
gelmişiz
yaban ele
alın
teri kolay mı
beyaz mendil sıla gibi koynumda
işsizliğin zalim ipi boynumda
(Eray Canber, “Ayrılık Türküleri”)
Dünyaya sığmayan insanın, sığınacak huzurlu bir liman arayışıdır
yolculuk…
Yollar yollara açılır… Soruların yeni sorulara açılması gibi…
Seyyah olsan kâr etmez, içindeki sular durulmadıkça yanında taşırsın
kederlerini de… Ve sonunda kendinde, yerinde yurdunda karar kılar kişioğlu… Mutluluk
çiçeğini aramak için dünyayı dolaşıp da onu kendi bahçesinde bulması gibi…
Yeni ülkeler
bulamayacaksın, bulamayacaksın yeni denizler.
Hep peşinde, izleyecek
durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı
mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak
aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın.
Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir
yol sana.
Nasıl heder ettiysen
hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin
onu tüm yeryüzünde.
(Kavafis, “Kent”)
Hiç yorum yok
Yorum Gönder