26 Kasım'da Londra'da bir konser verecek olan sanatçı Seyidxan Sevinç'le müzik yolculuğuna dair bir söyleşi gerçekleştirdik.
Suna Alan
Seyidxan Sevinç, müziğin derin tınıları içinde, Kürt şairlerinin eserlerinin etkileyici izlerini taşıyan bir sanatçı. Müzik serüveni, geleneksel Kürt eserlerinin melodi dünyasına ilk adımını attığı medrese eğitimi zamanlarıyla başlar. Kültürel mirasın, özellikle Kürt şairlerin eserlerinin etkisi altında büyüyen bir isim olarak, müziğin toplumda ve kendi yaşamında nasıl bir dönüşüm yarattığını dinleyeceksiniz.
"Gerçekte yaptığım şey, müzik değil bir tavır olarak başladı," diyen Sevinç, müziği sadece bir tını olarak görmüyor; aynı zamanda bir sesin ve ifadenin taşıyıcısı olarak kabul ediyor. Tourette Sendromu'nun müzik yolculuğundaki etkisi hakkında konuştuğumuz Sevinç, bu sendromla olan mücadelesini ve müziğin kendisine sunduğu çıkış yollarını içtenlikle anlatıyor. Yeni albümü "Lerz"deki temaları, eserlerinin ve müzik tarzının gelişimini paylaşan Sevinç, bu albümde geleneksel Kürt eserlerine olan sevgisini ve onlardan ilham almayı sürdürürken, aynı zamanda yeni müzik formlarını deneyerek kendisini ve sanatını sürekli olarak yenilediğini belirtiyor.
Müzik yolculuğunuz nasıl başladı? Medrese eğitimi sırasında kültürel mirasın müzikle buluşmasının, özellikle Kürt şairlerin eserlerinin etkisi hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Muhafazakâr bir ailede doğdum. Yaz tatillerinde Siirt'in ilçelerine
(Pervari) ve Van'a (Gürpınar) yatılı olarak gönderildiğim medreselerde eğitim
aldım. Medreselere gitmeden önce müzikle ilgilenirdim fakat perşembe akşamları
erbaneler eşliğinde okunan kasideler ve ilahiler beni büyülemeye başladı. Bu
süreç, müziğe aktif olarak başlamamdaki en büyük etkenlerden biri oldu. Artık
sadece dinlemek yetmiyordu, erbanelere dokunmak, onları çalmak istiyordum.
Bu süreçte Melayê Cizîrî, Ehmedê Xanî gibi büyük Kürt şairlerinin kasideleri ve şiirleriyle tanıştım. Geleneksel formlar olan erbane ve blûr gibi enstrümanlarla icra edilse de, klasik Kürt edebiyatı yenilikçi bazı örnekleri barındırmasına rağmen daha çok geleneksel formlarla anılır. Ben ise bu mirası yeni formlarla birleştirmenin yanındayım. Bu sebeple Melayê Cizîrî'nin iki, Baba Tahirê Üryan'ın bir ve Elî Herîrî'nin bir şiirini besteledim.
Dünya sürekli değişen, gelişen bir yer ve algılamamız da bu değişime paralel şekilleniyor. Sanatın da bu evrim sürecinde yenilenmesi ve revize edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Bu bağlamda, kültürel mirasın canlı ve güçlü bir şekilde aktarılabilmesi için bazı sanatsal alışkanlıklarımızın esnek olması ve değişime uyum sağlaması önemlidir.
Hangi müzik türlerinden ve sanatçılardan ilham alıyorsunuz? Müzik tarzınızı nasıl tanımlarsınız?
Her müzisyenin kariyerinin farklı aşamalarında ilham aldığı, örnek aldığı
hatta taklit ettiği değerli sanatçılar olabilir, ki benim de oldu. Ancak bu
süreç her zaman devam etmez. Zamanla, kendinizi, sesinizi ve aradığınız tınıyı
bulduğunuzda, bu ilham alma süreci sona erer ve kendi özgün tarzınıza doğru
ilerlemeye başlarsınız.
Kendi müzik tarzımı belli bir kategoriye sokmak doğru olmayabilir. Çünkü ben zaman zaman reggae formlarından, bazen folk-rock'tan, bazen blues'tan ve bazen de folk müzikten ilham alıp var olan müziğimi geliştirerek ilerlediğimi düşünüyorum. Müziğim, farklı formlardan ve tarzlardan beslenerek evriliyor ve ilerliyor. Bu süreç, benim için müzikal olarak ilerlemeyi ifade ediyor.
Tourette Sendromu'nun müzik üzerindeki etkisi nedir? Sahnede performans sergilerken veya enstrüman çalarken tiklerinizin azaldığını ifade ettiniz. Bu durumu nasıl açıklarsınız?
Tourette sendromuyla doğmak, melodik ve ritmik seslere karşı diğer
insanlara göre daha hassas olmayı içerir. Bu tür sesler, beynimiz için oldukça
çekici ve cezbedicidir. Küçük yaşlardan itibaren şarkı söylerken tiklerimin
durduğunu fark ettim ve bu benim için muazzam bir duyguydu. Kendiliğinden, hiç
çaba harcamadan tiklerim bir şekilde şarkı söylerken duruyordu. Bu durum, sanki
yeni bir Seyidxan keşfetmiş gibi hissettirdi. Tourette sendromunu anlama ve
onunla nasıl başa çıkılacağını keşfetmeye başladım. Ancak zamanla büyüdükçe
sendrom nedeniyle yaşadığım dışlanma, ötekileştirilme ve toplumsal zorbalık
karşısında müzik dışında başka bir şeyim yokmuş gibi hissettim. Bu sebeple
üniversite eğitimimi 4. sınıfta bırakıp profesyonel anlamda müziğe odaklanmaya
karar verdim. Mikrofonu tuttuğumda, artık sadece şarkı söylemekle kalmayıp
Tourette hakkında kendimi ifade ettiğim bir araç haline getirdim.
Tourette Sendromu ile yaşam mücadelesi sırasında müziğin size nasıl bir çıkış yolu sağladığını düşünüyorsunuz?
Tourette sendromuyla yaşamak, bazen bu coğrafyada elinde saatli bir
bombayla dolaşmak gibi hissettiriyor. İstemsiz yüksek sesler çıkarmak,
bağırmak, bedenin sürekli hareket ettirmek, tikler yapmak gibi durumlarla karşı
karşıya kalmak, bilinmeyen bir sendromla yaşamak gibi bir durumu ifade ediyor.
"Bomba" dediğim şey ise şu: İnsanlar, sendromu anlamadıkları için
yanlış anlayıp fiziksel şiddet uygulayabiliyorlar. Örneğin, bir taksici
uyuşturucu kullanmışsınız gibi davranıp sizi takside dışarı atabilir veya bir
sırada beklerken, önünüzdeki biri aniden size saldırabilir, tacizci damgası
vurabilir. Bu sadece birkaç örnek, yaşadığım gerçek olaylardan sadece bazıları.
Dayak yemek, dışlanmak, tacizci damgası yemek gibi birçok olumsuz deneyim
yaşadım.
Bu zorbalıkların, dışlanmanın ve ötekileştirilmenin yaşamımı dayanılmaz bir hale getirmesi yerine, mikrofonu elime alıp bağırmanın, kendimi ifade etmenin zamanı geldiğini fark ettim. Çünkü yaşam, benim için bir çeşit çıkmaz sokak haline gelmişti. Müzik, bu anlamda bir silaha dönüştü. Maalesef, bu coğrafyada kabul görebilmek için bazı şartlar var. Eğer müzisyen olmasaydım ve sizi rastgele bir yerde görseydim, belki siz bile önyargıyla yaklaşabilirdiniz veya acır halime. Ama bugün burada olmamızın sebebi müzik. Müzik, var olmamı sağlayan bir araç oldu.
Müzik sayesinde, bu zorlu deneyimlerle başa çıkabilirim ve kendimi ifade edebilirim. Müzik, beni dışlayan dünyaya karşı sesimi duyurmak için kullanabildiğim bir yol.
İlk albümünüz "Bîr" hakkında konuşalım. Bu albümde hangi temaları işlediniz ve hangi geleneksel Kürt eserlerine yer verdiniz?
İlk albümüm "Bîr", aslında tam anlamıyla beni
yansıtmıyordu. Çünkü çoğunlukla kendi bestelerim yerine geleneksel/anonim
eserlere odaklanmıştım. Albümde sadece iki eser bana aitti. Folk-rock, reggae
ve hatta İrlanda müziği gibi formlardan ilham aldığım bu albümde, Miradê
Kinê'nin de muazzam bir şekilde icra ettiği "Sînemê" gibi parçalar
bulunuyordu. Ancak albümüm, daha çok geleneksel eserlere odaklanmıştı ve tam
anlamıyla kendi özgün tarzımı yansıtmıyordu.
Müziğinizdeki tavır ve duruşunuzu nasıl tanımlarsınız? Toplumdaki algılar ve bu algılara karşı mücadele hakkında ne düşünüyorsunuz?
Toplumda kabul görmek, maalesef bazen oldukça çarpık bir şekilde
gerçekleşebiliyor. Özellikle sendromlu veya engelli bireylere karşı toplumun
tutumu sıklıkla yanlış algılar üzerine kurulu olabiliyor. Toplum genellikle bu
bireylere sevgi ve şefkatle yaklaşmayı tercih eder, ancak onlardan başarı
beklemek yerine, daha çok üzülmelerini, evde oturmalarını bekler. Ancak işler
farklı giderse, bu sefer de toplum bu bireyi sanki ilham perisi gibi görerek,
"Vay be, harikasın, ne azimlisin, her şeye rağmen başardın!" gibi
duygusal yaklaşımlarla tekrar örtük bir ötekileştirme sürecine sokabilir.
Bu yaklaşım, sanki tüm toplum başarılı ve her şeyi başarmış gibi, yalnızca bu kişinin başarısız olduğu izlenimini yaratır. "Sen de başardın, tebrikler!" gibi ifadelerle, aslında onları kutluyormuş gibi görünse de, bu, engelli veya sendromlu bireylerin kabul görmesinin yalnızca bu şekilde gerçekleşebileceğini düşündürür. Bu durum maalesef, toplumun bu bireylere karşı kabul anlayışının sınırlı ve yanlış olduğunu gösterir.
Tam da burada net bir tavır sergilemek son derece önemli. Süreci dramatize etmeden, gerçekçi ve herkes gibi sıradan bir şekilde kabul edilme isteği... Hem olumlu hem de olumsuz yaklaşımları reddetmek. "Sakin ol, otur yerine ve müziğini dinle" demek. Ortada duygulanacak bir şey olmadığını anlatmak önemli. "Engelliler ya da sendromlu bireyler başaramaz ama bakın ben başardım" şeklinde konuşmaktansa, çünkü bu yaklaşım bile gizli bir ötekileştirme içerebilir. Bu yüzden en net tavır, şudur: "Ne pozitif ne de negatif hiçbir eylemde bulunma! Sadece sakin ol ve müziği dinle."
Kendi müziğinizi ve performansınızı sadece müzik olarak algılanmasını istediğinizi belirttiniz. Bu konudaki beklentileriniz nelerdir?
Eğer sendromum olmasaydı, belki de müziği sadece bir hobi olarak devam
ettirirdim, ancak yaşamım giderek zorlaşınca beni profesyonel olarak müziğe
yöneltti; çünkü artık kendimi ifade etmeliydim. Bu yüzden ilk kimliğim
sendromlu kimlikti ve sonra bu kimlikle müziği birleştirdim. Ancak bu, "sendromlu
ama müzisyen" anlamına gelmemeli.
Ben müziği, kendimi ifade etmek ve daha rahat bir yaşam sürmek için seçtim, insanların bana "sakat ama başardı" veya "engelli ama başarılı oldu" demeleri için değil. Yani, müziğimi dinlerken veya sahnede izlerken, sendromumla bir bağ kurmadan, sendromumdan dolayı duygulanmadan beni dinlemelerini isterim. Çünkü zaten müziği seçmemin nedeni bu.
26 Kasım'daki konseriniz hakkında neler söylemek istersiniz? Konserinizde izleyicilerin beklentileri neler olabilir?
Londra'ya ilk kez geleceğimiz için heyecanlı olduğumu belirtmek isterim. Bu
seyahatin, Londra veya çevresinde yaşayan Kürtler için ne ifade ettiğini az da
olsa biliyorum sanırım. Kendi ülkelerinin çok uzaklarında, binlerce kilometre
ötede, kendi topraklarından, kendi dillerinden olan müzisyenlerin oraya konser
vermelerinin, onlar için güzel bir duygu olduğunu eminim ki hissederler.
Konserimizin enerjik, hareketli ve oldukça eğlenceli geçeceğinden şüphem yok.
Şarkılarda duygusal anlar yaşayacağımız yerler olacak, bazen coşkulu şarkılarla
eğleneceğiz, ancak gece sonunda "iyi ki geldik, iyi ki buradasınız"
diyebileceğimizi düşünüyorum.
Yeni albümünüz "Lerz" hakkında bize bir açıklama yapabilir misiniz? Albümde hangi temaları ve müzik tarzlarını işlediniz?
İlk albümüm olan "Bîr", geleneksel kültürümüzden esinlenen
motifler içerdiği için adını "Bîr" olarak, hem kuyu hem de bellek
anlamına gelen bir kelimeyle seçmiştim. Ancak "Lerz" albümünde, 8
şarkının 6 tanesi benim kendi bestelerimdi. Bu albüm, daha çok üretim
odaklıydı. İlk kez üretim ağırlıklı bir albüm yapmam ve müziğimin sendromla
olan ilişkisi sebebiyle, tiklerime dayanarak albümün adını "Lerz"
yani sarsıntı/ürperti koydum. Kısacası, albümdeki "Lerz" kelimesi
tamamen sendromu temsil ediyor. Albümde toplam 8 eser bulunuyor: Gav, Xanim,
Zendê, Berav, Xwelîser, Nadim, Xensê ve Min Serê Xwe Rakir.
Albümde toplumsal eleştiriler içeren bir eser var (Xwelîser). Var olan algı biçimlerini ve kavramları, parodik bir şekilde ters kullanarak hicveden bir diğer eser de mevcut (Nadim). Göçü ve ayrılığı ele alan parçalar da bulunmakta. Bu eserlerde, ilk albümde olduğu gibi belirli müzik formlarından esinlendim, ancak aynı zamanda daha önce denemediğim yeni şeyler de denedim. Örneğin, vintage tarzına göndermeler ya da Rojhilat (Doğu) esintileri gibi. Ancak, bu farklı unsurlar birbirinden kopuk ve ayrı duran iki cisim gibi değil, birbiriyle uyum içinde bir bütün oluşturuyor.
Müzikal açıdan "Lerz", önceki albümünüz "Bîr"den nasıl farklılık gösteriyor?
İlk albümüm genellikle geleneksel eserlerden oluşuyordu ve albümde sadece
iki eser bana aitti. Ancak "Lerz" albümünde altı eser kendi bestem
olup, sözlerini değerli dostum Haymatlos Suad yazdı; bu süreçte kendisi büyük
bir emek verdi ve böylelikle üretim ağırlıklı bir albüm ortaya çıktı. Form açısından, "Lerz" albümü, ilk albüme göre
farklı formları içermesiyle biraz öne çıkıyor. Bu albümde, vintage tarzı,
Rojhilat etkileri, hatta jazz-swing ögeleri bulmak mümkün. Bununla birlikte,
içerik olarak da "Lerz" albümü, ilk albümden oldukça farklı bir
noktada duruyor. "Lerz"de hiciv/eleştiri, neşe, hüzün, göç ve
kültürel motifler bulunuyor.
Hiç yorum yok
Yorum Gönder