ingiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
ingiltere etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Göçmenlik; “mutlak yalnızlık içinde parasızlık”

Hiç yorum yok

19 Mart 2025

 Murat Sevinç, Hey Garson’da “bu ülkeden gitmenin vakti geldi” diyenleri ve dışarıdan bir gözle bizim halimizi bize anlatıyor. Hey Garson, sadece Türkiye’nin yeni göç ikliminin aktörlerine seslenmiyor; gidenlere, gitmek isteyenlere ve kalanlara bir arada yaşamak için gerekli asgari nezaketi naif bir dille hatırlatıyor.

Tuncay Bilecen 

                                                




              

 
Murat Sevinç’in 90’lı yılların ilk yarısında Londra’ya dil öğrenmek amacıyla gittiği döneme ilişkin gözlemlerine yer verdiğ Hey Garson adlı kitabından Can Öktemer’le bu konuda yaptığı röportaj vesilesiyle Londra’da doktora sonrası araştırma yaptığım sırada haberdar oldum. Yirmi beş yıl önce, akademisyen olmayı kafasına koyan yirmili yaşlarındaki bir gencin hocasının nasihatını dinleyip dil sorununu halletmek için Londra’nın yolunu tutması ve burada yazarın kendi ifadesiyle “herkesin yaşayabileceği türden, son derece sıradan hikâye”leri gazete yazısı olarak kaleme almasıyla başlıyor kitabın serüveni. Aradan geçen çeyrek asır sonrasında hikâyelerin güncel hale gelmesinin nedeni ise Türkiye’nin yeni göç iklimi… Gezi olaylarıyla başlayan ve 15 Temmuz’la zirveye çıkan “bu ülkeden artık kaçmak lazım furyası”na yönelik bir deneyim aktarımı ve tavsiyeler olarak da okunabilir kitap.

 

TÜRKİYE’Yİ TERK ETME İSTEĞİ

Türkiye’den kaçıp gitmek isteği son birkaç yılda özellikle orta sınıfların ana gündem maddelerinden biri. Bu konuda yapılan akademik çalışmalarda Türkiye’nin istikrarsız politik yapısı ve kendilerini kısıtlanmış hisseden kesimlerin varlığı kadar bu kesimlerin çocuklarının geleceğine ilişkin kaygıları da göç etme nedenleri olarak öne çıkıyor. Sevinç, günümüz dünyasında geçmişe kıyasla mobilize olmanın kolaylığını vurguladıktan sonra kaçıp gitme isteğinin nedenlerini şu şekilde ifade ediyor: “Koca memleket bu niteliklerden ibaret değil kuşkusuz, ancak iyi ve güzel olan her ne varsa görünmez hâle geldi; şirretliğin, kibrin, duyarsızlığın ve kinin, tozu kiri altında.  (…) Sıkıldı çocuklar. Daha fazla imkân var artık ellerinde. Burada bir gelecek görmüyorlar. Bana kalırsa hatalı ve fazla aceleci bir öngörü bu, ama hâl böyle. Yalnızca iş güç seçeneklerinden söz etmiyorum. Eğitimli orta sınıfın yaşam tarzı kaygısı, başlıca umutsuzluk nedeni. Gezi eylemlerindeki ‘bana karışma’ talebinin temsilcilerinden söz ediyorum. Türkiye’ye bakınca tarikatları ve eli palalı serserileri görüyorlar. Kaba sabalık, nobranlık, hoyratlık görüyorlar. İnşaat, top toprak görüyorlar. Trafikte kırmızı ışık yanınca duracak kadar olsun ‘uygarlaşmayı’ reddedenleri görüyorlar.” (s. 75)

Gençlerin çareyi ülkeyi terk etmelerinde bulmalarını Türkiye’ye özgü sebeplerle sıralayarak anlamaya çalışan yazar, kendi kişisel tarihinden verdiği örneklerle kaçıp gitmenin bir kurtuluş olamayacağını kaçılan yerde yaşanacak olası güçlükleri de vurgulayarak anlatıyor.  Bu yüzden daha kitabın başında şunu söylüyor: “Bugün sıklıkla dile getirildiği gibi ‘Türkiye’den kaçmak’ için değil, aksine bir an önce memlekete dönüp istediğim işi yapabilmek için gittim Londra’ya.”  (s.12).

 

“MUTLAK YALNIZLIK İÇİNDE PARASIZLIK”

Zincirleme bir etkileşimle eğitimli kesimlerin bir bir ülkeyi terk etmesinin geride kalanlarda yaratacağı hayal kırıklığı ve ülkenin böylece çoraklaşacak olması kitabın izleğinde yer alan diğer bir husus. “Taş yerinde ağırdır” mesajını örtük alarak kitabın genelinden alıyor okur. Murat Sevinç, Robert Fisk’le tesadüfen tanışmasını ve Fisk’in kendisine bu minvaldeki sözlerini de kitaba konu ediyor: “Çok efendi, kibar tavırla, coğrafyamızı ve Türkiye’yi iyi tanıdığını, çok sevdiğini, şahane bir ülkemiz olduğunu, mutlaka dönmem gerektiğini anlattı. ‘Eğer burada kalırsam, her ne iş yaparsan yap eninde sonunda ikinci sınıf muamelesi görürsün ve hiçbir zaman kendini çok iyi hissetmezsin’ dedi. Şunu ekleyerek; ‘İngiltere’nin sana ihtiyacı yok, ama ülkende yararlı olabilirsin, eğitimli insana ihtiyacınız var.’” (s.72)

Bir buçuk yıllık “göçmenlik” deneyiminin dil öğrenmek, farklı kültürlerden insanları tanımak kadar yazara kattığı bir şey daha var, o da zor koşullarda hayatta kalmayı öğrenmek olarak ifade edilebilir. Bu, bir bakıma göçmenliğin kısa süreli bir tatbikatını yapmak anlamına geliyor. Dil bilmeyen, paraya çevirecek bir vasfı olmayan ve kaçak olarak çalışmak zorunda  kalan milyonlarca göçmenin yaşadıklarının bir benzeri… Yazar bunu Türkiye’de tecrübe edilenle kıyaslayarak “mutlak yalnızlık içinde parasızlık” olarak ifade ediyor: “Orada deneyimlediğim parasızlık, Türkiye’dekinden farklıydı. Burada, başınız sıkıştığında birine gider, borç bulamazsanız bile hiç olmazsa çay kahve içip sohbet edersiniz. Yurtdışında yoksulluğun ileri bir evresi olan, ‘mutlak yalnızlık içinde parasızlık’ duygusuyla tanıştım. İlk zamanlarda en yoğun hissettiğim duygu buydu. Yalnızlık.” (s. 50)

 


“HAYATTA KALMAK İÇİN ÇALIŞMALIYIM”

Dil kursunun ücretini ve kaldığı süre içindeki masraflarını çıkarmak için neredeyse haftanın her günü çalışmak zorunda kalan yazar, bu sayede Londra’daki restoranlarda çalışanların koşullarına ilişkin gözlem ve kıyaslama yapma imkânı da buluyor. “Londra’da dokuz ayrı lokantada çalıştım. Biri Türk, diğer sekizi yabancı mutfaklardı. Yalnızca iki lokantada, akıl almaz bir biçimde emeğimin karşılığı olan bahşişler garsonlara verilmiyordu.” (s. 40). Bu kısımda üstü kapalı olarak Londra’daki Türkiyeli etnik ekonomiye de değinilmiş oluyor; çünkü etnik ekonomiler bir bakıma yeni gelen göçmenlerin hayatta kalmaları için bir sığınak görevi görürken bu ekonominin hızla gelişmesini sağlayan ucuz ve uysal emeği de kolayca bulmuş olurlar. “Orada çalıştığım beş buçuk ay boyunca, iki hafta dışında verilen yemek, pilav ya da makarnaydı. Dedim ya, adamcağız nereden sömüreceğini bilemez hâldeydi. (…) Üç beş kez et yemeği verildiğini hatırlıyorum; o da Ramazan ayındaydı. Müslüman ya bizimki, insafa gelmişti demek ki!” (s. 41).  


Etnik ekonominin içerisinde işletme sahibi olarak çalışmanın da kendine özgü zorlukları vardır. Göçmenliğin ilk yıllarında edinilen “hayatta kalmak için çalışmalıyım” motivasyonu bir süre sonra bir yaşam tarzı haline gelebilir. Aslında böylece göçmen beraberinde getirdiği ne kadar yaratıcı özellik varsa onları körlemekle meşguldür, çünkü ayakta durmaya çalışmaktan kendini gerçekleştirmeye zaman bulamamaktadır. Bu tür özellikleri yoksa bu sefer istikameti para kazanmaktan ibaret olan bir yaşam tarzını benimseyecek, bu defa bitmek tükenmek bilmeyen bir çalışma ve para kazanma hırsı esir alacaktır göçmeni. Murat Sevinç’in tanıdığı restoran sahiplerinden biri de böyle biridir, onlar sıfırdan başlayan ve belli bir servet eden göçmenler gibi yaşamlarını sürekli ertelemekle meşguldürler. Yıllar sonra ziyaret ettiği “patronunu” yine bıraktığı yerde bulur: “Aylarca, artık işi bırakacağını, gönlünce gezeceğini anlattı bana. Yıllar sonra Londra’ya gittiğimde uğradım. Oradaydı. Çok sevindi beni gördüğüne. Kahve içtik. İşi bırakacağını, gezmek istediğini söyledi! Nasıl çok kızabilirim ki bu insana, mümkün mü?” (s. 57).

           

MUTLAK YALNIZLIK

Bunun bir başka yansıması ise göçmenliğin cefa döneminden sefa dönemine geçenlerin bir başka deyişle sınıf anlayıp da bilinç olarak sınıf atlayamayanların başarı öykülerini her önüne gelene bıkmadan usanmadan anlatmalarıdır. “Biz de sıfırdan başladık ve bu hallere geldik” temalı hikâyeyi defalarca dinleyen kişinin ilk defa dinlemiş gibi tepki göstermesi teamüldendir. Kitabın yazarının yolu böyle Türkiyeli bir işverenin sahibi olduğu zincir restoranlardan birine düşer. “Dedikodu gibi olacak ama bu Türk lokantasının sahibi, haftada iki üç kez çalışanlarını toplayıp hayat hikâyesini anlatıyordu. Kabul, sıfırdan başlayıp olağanüstü başarıya ulaşmış. Etkileyici bir yaşamı vardı var olmasına da, bir kez dinleyince anlaşılan bir hikâyeyi defalarca dinlemek bezdiriciydi. O da öyle tatmin oluyordu belli ki.”  (s. 66).

Londra göçmenler açısından ilk yıllarda yaşamanın bir zor olduğu bir şehir olduğu kadar çok kültürlü yaşam tarzıyla bir o kadar da renkli bir şehirdir. “Mutlak yalnızlık” olmasa Londra’nın yoksulluğu daha bir dayanılabilir yoksulluktur. “Orada yaşadığım süre içinde, elimden geldiğince yararlanmak, görmek ve duymak gibi bir hevesim vardı. Tüm bunları, ayda kırk sterline, bolca yürüyerek ve sonrasında çalınacak bisikletim sayesinde yapabiliyordum.” (s. 42).

“Hey Garson”da yirmili yaşlarda Londra’nın çok kültürlü dünyasına ayak basan bir gencin farklılıkların birarada yaşamasına ilişkin deneyimine de yer veriliyor:  “Yalnızca eşya, ev, kıyafet farklılıkları değildi tabii, her ne demekse, o zihin terbiyesine yol açan. İnsanlar. Örneğin, İstanbul’da eşcinsel arkadaşlarım vardı ama bunu gizliyorlardı. Hele ki bizim muhitlerde açıkça o kimlikle yaşamak ne mümkün! Adı anılamıyordu belli ki. Ben biliyordum, onlar da benim bildiğimi biliyordu ama herkes biliyormuş gibi davranıyordu! (…) Oysa Londra’da o yaşta ilk fark ettiğim şeylerden biri, cinsel yönelimlerin başka türlü olabileceği, özgürce dile getirebileceğiydi. İlk karşılaşmalarımda ne yapacağımı bilemedim. Çok yadırgadım, şaşırdım. Hatta, anlamakta zorlandım. (s. 55).

 

ASGARÎ NEZAKETTE BULAŞABİLMEK

Kitap, sadece “bu ülkeden gitmenin vakti geldi” diyenlere seslenmiyor. Dışarıdan bir gözle bizim halimizi bize anlatıyor. Hey Garson’da Türkiye’de sosyal hayatta gördüğümüz nezaketsizliklere dair de “karşılaştırmalı dokundurmalar” yer alıyor. Murat Sevinç, ısrarla bu kabalık meselesini gündemde tutuyor. Bir taraftan da Türkiye’de kamusal alanda şahit olduğu tatsızlıkları böylece gündeme getiriyor.  “Bir de tabii, ‘lütfen’ ve ‘teşekkür ederim’ ifadeleri. İlk paragrafta, Türkiye’deki garsonlar kim bilir neler çekiyor, demiştim ya, işte o mevzu. Dilin ve davranışın parçası bunlar. Ben garsonlara nasıl davranılması gerektiğini ve Türkiye halkının bu konularda ne denli vahim durumda olduğunu Londra’da fark ettim. Vahametin çok önemli bir nedeni, her zaman altını çizmeye çalıştığım, karşısındakini ‘eşit kabul etmeme’ sorunundan kaynaklanıyor. (…) Türkiye’deyse ortalama bir lokanta müşterisi, garson yokmuş gibi davranır. Akıl almaz bir durum bu. Konuşmaz, teşekkür etmez, ‘lütfen’ demez, vesaire. Türkiye’de lokantaya gitmek, hele ki alışık olmadığınız bir mekânsa, pek çok açıdan eziyet aslına bakılırsa ancak beni en çok rahatsız eden ve sinirlendiren şey, müşterilerin garsonları görmezden gelmeleri. (s. 34).  Türkiye’de servis sektöründe çalışan insanların görmezden gelinmesine, kamusal alanda insanların birbirleriyle eşit ilişki kuramamasına birçok yerinde değiniliyor kitabın. “Bu yazı bir öneriyle, ricayla bitsin. Hani torun tombalak AVM’ye gidiyor ve acıkınca üst kattaki atıştırmacılara oturuyorsunuz ya… Hani siz o koridorlarda köftenizi yerken, çevrenizde üniformalar içinde birileri dolaşıyor, tepsilerinizi alıp götürüyor ve sonrasında sizin döküntülerinizi temizliyor… Hatırladınız mı o üniformalı kadın ve erkekleri? İşte o kadın ve erkekler bir iş yapıyorlar ve sizlerle eşit yurttaşlar. Bir gün olsun, o insanların ‘var’ olduklarını fark edip ‘merhaba’ diyebilir, teşekkür edebilir, hâl hatır sorabilirsiniz. Hiçbir farkınız yok. Eşitsiniz. Başka işler yapıyorsunuz yalnızca.”(s. 70).  

 Hey Garson, sadece Türkiye’nin yeni göç ikliminin aktörlerine seslenmiyor; gidenlere, gitmek isteyenlere ve kalanlara bir arada yaşamak için gerekli asgari nezaketi naif bir dille hatırlatıyor.

 

·       Bu yazı Göç Dergisi’nin Ekim sayısında kitap kritiği olarak yayınlanmıştır.

 

Yazar              :           Murat Sevinç

Kitabın Adı    :           Hey Garson!

Yayınevi         :           April Yayınları

Basım Yılı      :           2018

Sayfa Sayısı   :           99


 

 

“Bir Barmenin Anıları" kitabının yazarı Ahmet Sapaz'la söyleşi

Hiç yorum yok

10 Mart 2025

Ahmet Sapaz’ın, Londra’nın merkezi St. James’te bulunan Oxford ve Cambride Üniversitesi mezunu üyelerin girebildiği Centilmenler Kulübü’nde çalıştığı 38 yıl boyunca tuttuğu günlükleri Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından İngiltere'nin ardından Türkiye'de de yayımlandı yayımlandı.



Ankara Otelcilik Okulu mezunu olan Ahmet Sapaz’ın Londra macerası 1970’li yılların başında başlıyor. Bu dönemde birçok otelde çalıştıktan sonra yolu meşhur Wimpy Kralı Ali Salih Usta’nın restoranlarına da düşen Sapaz, ardından 38 yıl boyunca çalışacağı, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’ne adım atıyor. Sapaz’ın yarım asrı bulan çalışma hayatının anılarıyla dolu olan “Bir Barmenin Anıları” adlı kitap, Londra merkezli Press Dionysus tarafından Türkçe olarak yayımlandı. Biz de Sapaz’la kişisel tarihi ve kitabı hakkında sohbet ettik.

Ahmet Bey sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

Ben 1948 Çorum doğumlu bir köylü çocuğuyum. Burada şunu itiraf edeyim ki köyüm Çorum’un en aydın birkaç köyünden bir tanesidir. Çocukluk yıllarım köyümde, okul yıllarım ilçem Sungurlu ve Ankara'da geçti. İlçemde ortaokuldan mezun olduktan sonra kısmetime turizm için eleman yetiştirmek amacıyla kurulan Ankara Otelcilik Okulu adıyla bilinen yatılı bir meslek lisesi çıktı.

Çalışma hayatıma önce stajyer öğrenci, mezun olduktan sonra ise daimî personel olarak, o yılların yıldız oteli İzmir Büyük Efes otelinde başladım. Yirmi ay süren vatani görevimi Ankara Orduevi’nde tamamladıktan sonra bazı okul mezunu ağabeylerimizin izinden giderek yurt dışında çalışmaya karar verdim. Çünkü Türkiye’de o yıllarda turizmin t'si bile henüz olmadığından hem kendimi geliştirmek ve hem de sınırlı olan İngilizcemi ilerletmek için böyle bir tercihte bulundum. Yıl 1970, iyi ki de bulunmuşum!

Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl kitabının yazılma öyküsünden kısaca söz eder misiniz?

Çalıştığım Centilmenler Kulübü üyelerinin takip ettiği alışkanlıklarından esinlenerek böyle bir kitabı yazma fikri ortaya çıktı. Çünkü emekli olan kulüp üyelerinin birçoğu muhakkak bir şeyler yazar. Çalışma hayatlarından, içinde bulundukları meslek dallarından topluma bir şeyler anlatır, bazen de başlarından geçen ve şahit oldukları olaylardan okuyucuların da faydalanmalarını arzu ederler. Kısacası yaşadıkları tecrübeleri paylaşarak insanları bilgilendirirler. Bu durumu yakından bildiğim için ben de böyle bir hevese kapıldım diyebilirim. Zaten çalışma hayatıma başladığım yıllardan beri, kısa kısa da olsa günlük tutarım. Dolayısıyla bir şeyler yazmak bana yabancı değildir.

Kitapta yazılanların hepsi yaşanmış olaylar mı? Yoksa içine kurgu da kattınız mı?

Bu kitapta yazılmış olan bütün konular ne bir kurgudur ne de içinde bir nebze olsun abartı bulunmaktadır. Hepsi bire bir yaşanmış hadiselerdir. Hatta bazı hallerde kitaptaki bazı olaylar sansürlenmiştir. Bunun nedeni ise bu önemli kişiliklerin çok özel durumlarının korunma isteğidir. Bazı isimler ise bir sorun yaşanmaması adına değiştirilmiştir ama bu durum kitabın geneline kıyasla çok az uygulanmıştır.

38 yıl boyunca İngiliz seçkin sınıfının üye olduğu bir mekânda çalıştınız. Bu nasıl bir tecrübeydi? Size neler kattı?

Elbette bu eşsiz deneyim bana birçok şey kattı. Bu insanlar seçkin ailelerin iyi eğitim görmüş seçkin evlatlarıdırlar. Kişisel ilişkilerinde birbirleriyle en nazik bir şekilde tartışır, tartışmadan haz duymaya çalışırlar. Konuşmalarında kesinlikle ses tonu yükseltilmez. Herkes herkesin görüşüne saygı duyar, beğenmese bile anlayışla dinler veya cevaplandırır. Tartışma konusunda biz Türklerle kıyasladığımız zaman bunların ağzı var dili yoktur dersiniz. Çünkü bizde hangi seviyede olursa olsun çoğu zaman tartışmalarımızda kırıcı oluruz ve bazı hallerde bunlar kavgayla neticelenir. Özür dileyerek söylüyorum; maalesef bizde çok bilmişlik, ukalalık, konu dışı konuşmalar çok yaygındır.



Centilmenler Kulübü’ne ilişkin gözlemlerinizden biraz söz eder misiniz?

Fransızların “creme de la creme” diye tarif ettikleri bir terim vardır. Bu herhangi bir toplumun kaymak tabakası için kullanılır. Kulüp, İngiliz toplumunun olgun, görgülü, kibar ve bilgili insanlarının yani kaymak tabakasının bir arada olduğu sosyal bir tesistir. Centilmenler Kulübü, seviyeli insanların sosyalleşme mekândır.

İki yüz yıl önce kurulmuş olan kulüp hâlâ canlı ve gözdedir. Kulüp, ticari kaygıların dile getirilmediği, üyeleri hangi alanda çalışırsa çalışsın bu gibi konulardan söz edilmediği, kimsenin kimseyi küçümsemediği huzur ortamının yaşandığı bir tesistir. Hep böyle midir? İstisnalar kaideyi bozmaz denilir; uymayanlar olmaz mı, evet olur ama o kişiler hemen fark edilir, göze batar ve itibar görmezler. Deyim yerindeyse dışlanırlar. Dışlandığını anlayan kişi veya kişiler kulübe uzun süre devam edemez, çekip giderler. Üyelerin birbirleriyle olan ilişkileri, arkadaşlıkları centilmence devam eden dostluk bağlarıyla sürdürülür. Kulübün aile ortamı gibi olan havası da buradan gelir. Dolayısıyla mutlu insanların bir yuvasıdır kulüp, çünkü bu insanların müşterekleri çoktur. İşte ben de “Bir Barmenin Anıları” adlı kitabımda, Centilmenler Kulübü’nde 38 yıl boyunca bu seçkin insanların arasında neler yaşadığımı, anılarımı ve gözlemlerimi kaleme aldım.  

Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlanan Ahmet Sapaz’ın Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl adını taşıyan kitabı aşağıdaki linkten temin edilebilir.


Kitap Yurdundan sipariş vermek için tıklayın


Türkiye dışından sipariş vermek için tıklayın

 

* Bu yazı ilk defa 19 Aralık 2022'de Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

https://olaygazete.co.uk/turk-toplumu/centilmenler-kulubunde-gecen-38-yilin-anilarini-bir-kitapta-topladi.html

“Hayal kurmak ve hayallerimi gerçekleştirmek için yaşıyorum”

Hiç yorum yok

03 Mart 2025

 Besteci ve şarkıcı Melis Bilen dört yıldan bu yana Londra’da yaşıyor. “Londra’yı görür görmez bu şehre âşık oldum” diyen şarkıcıyla, hayatı ve müzik çalışmaları üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.  

         


                                                                                     

Melis merhaba, Yüzmeden su balesine, danstan şarkıcılığa kadar birçok alanda çalışmaların bulunuyor. Seni kısaca tanıyabilir miyiz?

İstanbul’da doğdum. Darüşşafaka Lisesi ve ardından Sabancı Üniversitesi'ni bitirdim. Müzik ve dans çocukluk hayalimdi, oldukça hiperaktif ve sanat ve spor meraklısı bir yapım vardı. İlkokul korosunda, lisede okul orkestrasında yer aldım, dans takımıyla basketbol maçlarında akrobatik şovlar yaptım.

Daha sonra yüzme ve su balesi takımıyla beraber spor ve sanat kollarımı genişlettim. Su Balesi'nde Yunus 3 yarışmasında Türkiye birinciliğim bile var. Benim için su balesi, suda dans ve müzik demekti. Dans ve müzik, suda, karada ya da havada, hiç fark etmez, en büyük tutkumdu. Aslında bu noktada şanslı bir çocuktum, enerjimi yönlendirebileceğim bu farklı dallar bana daha çocukken sunulmuştu.

Derken üniversitede bambaşka bir dal okudum; Endüstri Mühendisliği. Bunun nedeni biraz da ülkemizin garanti meslek mantığıyla bizi, doktorluk, mühendislik, hukuk vs. gibi kesin para kazanacağımız mesleklere doğru yönlendirmesiydi. Sabancı Üniversitesi'nden mezun olduktan sonra kalbimdeki sahne ve sanat fırtınalarına dayanamayıp mühendisliği bir kenara bırakarak hayalimi gerçekleştirmeye karar verdim. O sıra Yetenek Sizsiniz yarışması ilk defa Türkiye'ye gelmişti. Katıldım ve yarı finallere kalarak müzik yolculuğumu başlattım. O günden beridir de 12 yıldır sahnedeyim.

Sanatçı, söz yazarı, besteci, model ve dansçı kimliklerimle yoluma devam ediyorum. Hayal kurmak ve hayallerimi gerçekleştirmek için yaşıyorum.

Bugüne kadar müzikle ilgili yaptığın çalışmalardan biraz söz eder misin?

2014'te İngilizce bir bestemle İsviçre Eurovision Ulusal Seçmeleri’nde yarı finale kaldım. Bugüne kadar 200 kadar Türkçe ve İngilizce beste yaptım. Avrupa'da ve Kıbrıs'ta pek çok konser verdim ve sonunda İngiltere'ye yerleştim.

2019'da Pamuk Kalplim adli single'ımı yayınladım ve şarkının klibini İngiltere'de çok meşhur bir şatoda çektim. Bu şatoda Sherlock Holmes ve Robin Hood gibi dünyaca ünlü filmler de çekilmişti. Şarkımı çok beğenen North Manchester FM radyosu, beni konuk alarak İngilizce şarkılarımın yanı sıra bana bu Türkçe şarkımı da canlı seslendirtti.

2022 Mayıs'ta yayınladığım This is My Year şarkım BBC Radyo'da çalındı. Türkiye'de ise bu şarkımla "Yılın En İyi Besteci, Söz Yazarı ve Ses Sanatçısı Ödülü"nü aldım. Şu sıralar yeni yayınlayacağım şarkılarım çok daha heyecan verici olarak ilerliyor. Ayrıca İngiltere'deki konserlerim yaz tatilinin ardından başlıyor.

Sizi Londra’ya hangi rüzgâr attı?

Yurt dışında yaşamak benim en büyük hayallerimden biriydi. Daha önyargısız bir ortam, daha özgür davranabilmek, kadınların değerinin bilindiği, sanatı ve sanatçıyı destekleyen medeni bir düzen hayal ediyordum. Kendimi geliştirebileceğim, kendim olabileceğim, ayrıca İngilizce müzik yapıp dünyaya açılabileceğim bir yer arıyordum. Bu niyetle ciddi ciddi dünyayı gezmeye başladım. Beni en çok Los Angeles ve Amsterdam etkilemişti. Bu sırada yöntem de düşünüyordum. Derken bir gün Los Angeles'tan İstanbul'a dönerken Londra aktarmalı olan uçağımı kaçırdım ve bir gece zorunlu olarak Londra'da kalmam gerekti. İste o gün bu şehrin enerjisine vuruldum. Londra'ya âşık oldum. Döndüğümde acaba nasıl İngiltere'yle yollarım kesişir diye bir arayışa girdim. Sağ olsun, yakın bir arkadaşım Ankara Anlaşması'ndan bahsetti. Havalara uçtum. Ben de sanatçı mesleğimle Ankara Anlaşması'na başvurdum ve şükür ki dört yıldır buradayım.

Londra’daki çalışmalarınızdan biraz söz eder misiniz?

Londra, Manchester, Liverpool, Cheshire gibi birçok şehirde özel davetlerde sahne alıyorum. Ayrıca Londra ve Essex'te düzenli sahne aldığım mekânlar vardı. Yaz itibariyle ara verdim. Yakında tekrar başlayacağım. Yeni bir şarkım üzerinde çalışıyorum. Çok pozitif, mod yükselten, kıpır kıpır dans ettiren bir parça.

Öte yandan modellik yapmaya devam ediyorum. Cheshire'da düzenli olarak modelliğini yaptığım ve katalog çekimlerine gittiğim butikler var. Çok keyifli geçiyor. Ayrıca partnerimle beraber üç yıldır bir pırlanta dükkânı işletiyoruz. Yolunuz Cheshire"a düşerse beklerim: "Pink Diamond Tarporley".

Düzenli olarak sahne aldığınız mekânlar var mı?

Şu an için halka açık olacak iki büyük konser üzerinde çalışıyorum. Biri Londra'da, diğeri Chester'da. Dansçı ekibimle renkli koreografik şovlarımızla İngilizce ve Türkçe şarkılarımı harmanlayacağım müthiş keyifli bir şölen olacak. Bunun için oldukça heyecanlıyım. Tarihler netleştiğinde buradan herkese duyuracağım. Hepinizi şimdiden bu coşkulu geceye davet ediyorum. Takipte kalın!

 

Instagram: @melisbilenmusic

Youtube: www.youtube.com/piyannooo

Tiktok: @melisbilenmusic

Facebook - https://www.facebook.com/melisbilen

Twitter - https://twitter.com/melisbilen

Website: www.melisbilen.com

 


* Bu yazı ilk defa Olay gazetesinde yayınlanmıştır. 

https://olaygazete.co.uk/video/hayal-kurmak-ve-hayallerimi-gerceklestirmek-icin-yasiyorum.html

 

İngiltere’de eVize sistemine geçişle ilgili endişeler artıyor

Hiç yorum yok

22 Ocak 2025


 


İngiltere İçişleri Bakanlığı’nın eVize uygulamasını başlatması, özellikle AB dışı ülkelerden gelen göçmenlerin haklarının korunması konusunda endişelere yol açıyor. Freedom of Information (Bilgi Edinme Hakkı) talebine verilen bir yanıta göre, İçişleri Bakanlığı, milyonlarca kişinin haklarını etkileyen bu dijital vize sistemine geçiş için gerekli değerlendirmeleri tamamlamadan uygulamayı yürürlüğe koydu. Bu durum, hem parlamentodan hem de kamuoyundan sert eleştiriler aldı.

"Dijital Adaletsizlik ve Eşitsizlik Riski"
Göçmen hakları grupları, özellikle dijital becerisi düşük olan yaşlı bireyler ile güvenilir internet erişimi olmayan kişilerin eVize sisteminden olumsuz etkilenebileceğini söylüyor. Open Rights Group’un bir raporunda, bu kişilerin siber suçlara, özellikle kimlik avı saldırılarına ve kötü amaçlı yazılımlara karşı daha savunmasız olduğuna dikkat çekildi. Raporda, “Dil engelleri ve düşük dijital okuryazarlık, göçmenlerin hesaplarının ve dolayısıyla göçmenlik statülerinin siber saldırılara açık hale gelmesine neden olabilir,” ifadelerine yer verildi.

Değerlendirme Eksiklikleri
İçişleri Bakanlığı’nın şu ana kadar yalnızca AB göçmenleri için eVize geçişine yönelik bazı değerlendirmeleri yaptığı, ancak AB dışı göçmenlerin durumu için eşitlik ve veri koruma değerlendirmelerinin henüz tamamlanmadığı ortaya çıktı. Göçmen hakları savunucuları, 4 milyon kişinin etkilenmesi beklenen bu geçiş sürecinde mevcut politikaların etkisini anlayabilmek için güncel ve kapsamlı değerlendirmelerin derhal yayımlanması gerektiğini söylüyor.

Praxis adlı göçmen hakları kuruluşundan Josephine Whitaker-Yilmaz, “Hükümetin bu politikaları, koruma altındaki grupların nasıl etkilendiğine dair ciddi bir belirsizlik sergiliyor. Aceleyle yürütülen bu geçiş süreci, hükümetin eşitlik yükümlülüklerini yerine getirmediğini gösteriyor,” dedi.

Teknik Sorunlar ve Ertelemeler
eVize sistemine geçişin son tarihi, teknik aksaklıklar ve düşük başvuru oranları nedeniyle 2024 sonundan 2025 Mart’ına ertelendi. 4 milyon kişiden yaklaşık dörtte biri hala bu sisteme geçiş yapmadı. Ancak 2025 yılı itibariyle eski biyometrik oturum kartları (BRP’ler) göçmenlik statüsünü kanıtlamak için geçerli değil. Bu durum, dijital sisteme henüz geçiş yapmamış kişiler için ciddi sorunlar yaratabilir.

Hükümetten Savunma
İçişleri Bakanlığı ise mevcut eşitlik değerlendirmelerinin geçerli ve ilgili olduğunu, sürecin adil ve erişilebilir olmasını sağlamak için sürekli gözden geçirildiğini belirtti. Ancak kampanyacılar ve hak savunucuları, sürecin daha şeffaf bir şekilde yönetilmesi gerektiğini savunuyor.

İngiltere’nin eVize sistemine geçişi, dijitalleşmenin toplumun farklı kesimlerini nasıl etkilediğini ve bu geçişin adil bir şekilde yönetilmesinin ne kadar önemli olduğunu gözler önüne seriyor. Göçmenlerin haklarını korumak ve siber güvenlik gibi konularda daha proaktif adımlar atılması gerekiyor.


Kaynak: The Guardian

 

Birleşik Krallık’ta 224 bin sığınmacı başvurusunun sonuçlanmasını bekliyor

Hiç yorum yok

05 Ocak 2025

 

Sığınmacıları, göçmenlerden ayıran husus, kendi ülkelerinde maruz kaldıkları zulümden kaçarak koruma arayan bireyler olmalarıdır. İngiltere, özellikle son yıllarda artan göç dalgaları ile birlikte sığınma başvurularının yoğunlaştığı bir ülke haline geldi. 



27 AB ülkesine 2023 yılı itibariyle sığınma başvurusu yapanların vatandaşlık dağılımına baktığımızda; Suriye vatandaşları 186.580 başvuru ile birinci sırada, Afganistan 109.605 başvuruyla ikinci sırada, Türkiye ise 94.525 başvuru ile üçüncü sırada yer alıyor. Güney Amerika ülkesi Venezüella vatandaşları ise dördücü sırada geliyor. 



2023 yılında 67.337 sığınma başvurusuyla İngiltere’de bir yılda yapılan en yüksek başvuru sayılarından birine ulaşılmıştır. (2022’de 81.130 başvuru bulunuyor) Pandemi süreci, hava yoluyla gelen sığınmacıların sayısını azaltmış olsa da küçük botlarla İngiltere’ye ulaşan kişilerin sayısında önemli bir artış gözlenmiştir. 2018 ile 2023 arasında 148.000 kişi, Manş Denizi üzerinden küçük botlarla ülkeye giriş yapmış ve bunların % 93’ü sığınma başvurusunda bulunmuştur.



2022 verilerine göre, İngiltere’de her 10.000 kişi için 13 sığınma başvurusu düşerken, Avrupa Birliği (AB) ortalaması 25 başvuruya ulaşmıştır. Bu durum, İngiltere’nin göç politikalarının AB ülkelerine kıyasla daha sınırlayıcı olduğunu düşündürse de Ukrayna’dan gelen mültecilere yönelik programlar bu tabloyu değiştirmiştir. 2022 yılında yalnızca Ukrayna’dan 213.000 kişi İngiltere’ye sığınmış ve bu akış, yakın tarihte başka bir ülkeden İngiltere’ye gerçekleşen en büyük zorunlu göçü oluşturmuştur.

Göç ve sığınma yönetimi, yalnızca başvuruların kabulü veya reddi ile sınırlı değildir; aynı zamanda büyük bir insani ve ekonomik sorumluluğu da beraberinde getirir. 2024 itibarıyla İngiltere’de 224.700 sığınma başvurusu hâlâ karara bağlanmayı bekliyor. Bu dosyaların %38’i henüz ilk değerlendirme aşamasında, geri kalanı ise ret kararlarının ardından çeşitli hukuki süreçlerden geçiyor. Artan dosya yükü ve uzayan süreçler, sığınmacıların hayatlarını belirsizlik içinde sürdürmelerine neden oluyor.

Kaynak: https://commonslibrary.parliament.uk/research-briefings/sn01403/

 

“LTN uygulamasını destekliyorum”

Hiç yorum yok

12 Eylül 2024

Yerleşim alanlarındaki trafik yoğunluğunu azaltmak için başlatılan Low Traffic Neighbourhood (LTN) uygulaması özellikle araç sahibi toplum üyeleri tarafından tepkiyle karşılandı. “Trafiği daha da artırdı”, “hiçbir faydası yok” gibi argümanlarla karşı çıkılan LTN uygulamasını Londra Bisiklet Kulübü’nün kurucularından Özgür Korkmaz ile konuştuk.

  


LTN uygulaması nedir?

Low Traffic Neighbourhood (LTN) diye bilinen “Düşük Trafikli Bölgeler" diye çevirebileceğimiz bu uygulama, bazı geçiş yollarının motorlu taşıt trafiğine kapatılarak aktif ulaşımın desteklenmesi şeklinde özetlenebilir.  

İnsanların ekonomik ve sosyal nedenlerle büyük kentlere göç etmeleri, nüfusun gittikçe artması beraberinde ulaşım ve çevre konularında birtakım sorunlar ortaya çıkarıyor. Örneğin Britanya adasında 1950’lerde motorlu araç sayısı 2 buçuk milyon kadarken 2021 itibariyle 35 milyondan fazla trafiğe kayıtlı motorlu araç bulunuyor. İnsanlar, konforlu yaşama alışkanlıklarından kolayca vazgeçmemeleri nedeniyle artık yakınlarındaki bakkaldan ekmek almaya dahi arabalarıyla gider oldular.

LTN AKTİF ULAŞIMI TEŞVİK EDİYOR

Büyük kentlerde yerel belediyeler sürdürülebilir, güvenli kent yaşamı için yeni birtakım uygulamaları hayata geçiriyorlar. Toplu taşımanın desteklenmesi, yollarda şehir içi hız limitlerinin 20 mil sınırına düşürülmesi, okul sokaklarının belli saatlerde kapatılması ve LTN uygulamalarıyla insanlar aktif ulaşıma (yürüyüş, bisiklet, scooter) teşvik ediliyor. Bu uygulamalarla; yolların herkes için daha güvenli olması, orta ve uzun vadede trafiğin azaltılması, çevre ve gürültü kirliliğinin minimuma indirilmesi hedefleniyor.



LTN uygulamasına karşı özellikle bizim toplum üyelerinden tepkiler geldi. Bu tepkiler hakkında ne düşünüyorsunuz?

On beş yıldır Londra’da sürücü eğitmenliği yapıyorum bu nedenle neredeyse her gün yollardayım. Bizim toplumun çoğunluğu da taksicilik, catering, dağıtım ve benzeri işlerde çalışıyor dolayısıyla araba kullanım oranımız oldukça yüksek. Son olarak yoğunlukla bizim toplumun yolunun düştüğü Haringey bölgesinde yeni uygulamaya konan St. Ann’s LTN’i nedeniyle yedi ara sokak geçişlere kapatıldı, haliyle ana yollara yüklenme oldu. Sürücüler yarım saatlik yolu bir saatte gitmeye başlayınca tepkiler çoğaldı. Buna bir de uyarı işaretlerini okumayıp LTN caddesine girip para cezası ödemek zorunda kalanlar eklenince isyan etmeler, tepki göstermeler başladı. Bu tepkilerin bir diğer sebebi de belediyelere duyulan güvensizlik, anti-LTN gruplarının manipülatif argümanları ve belediyelerin LTN’nin uygulamalarının faydalarını halka uygun dille anlatamaması diye düşünüyorum.

HARINGEY’DEKİ YOĞUNLUĞUN NEDENİ

Örneğin Haringey belediye sınırlarında yaşayan insanların % 60’nın bir arabası yok ama buna rağmen diğer bölgeden gelen sürücülerin Haringey bölgesini bir geçiş noktası olarak kullanmasından dolayı yıllar içinde sürekli artan bir trafik çilesi yaşanıyor. Buna bağlı olarak da çevre ve gürültü kirliliği, park yeri gibi sorunlar çoğalıyor. Bu da bölge sakinlerinin yaşam kalitesini düşürmektedir. Teknolojinin de gelişmesiyle sürücüler artık bir noktadan diğerine hiç bilmedikleri bir yol dahi olsa navigasyonlar sayesinde gidebiliyor. Böylece bazı ara sokaklar ve geçiş yolları daha fazla kullanılıyor ki aslında sorun biraz da burada başlıyor.

LTN İLE SUÇ ORANI DÜŞÜYOR, BİSİKLET KULLANIMI ARTIYOR

Belediyeler LTN uygulaması yaparak bölgedeki stratejik geçiş noktalarını araba trafiğine kapatarak orada yaşayan bölge sakinlerine hayatı daha yaşanılır kılmayı amaçlıyorlar. İnsanların o bölgede daha fazla yolda yürümelerine, bisiklet kullanmalarına ve zamanla sosyalleşmelerine örneğin çocukların mahallede oynamalarına imkân tanıyacak güvenli yeni alanlar oluşturmayı hedefliyorlar. İstatistikler de bunu doğruluyor. Örneğin LTN’lerin ilk uygulandığı Waltham Forest bölgesindeki sokaklarda suç oranları % 18 oranında düşüyor. (Metropolitan Polis 2012-2018 datası) Bu bölgede bisiklet kullanımı % 51, yürüme ise % 29 seviyelerinde artarken araba kullanımı ciddi ölçüde azalıyor.

FAYDALARINI GÖRMEK İÇİN ZAMANA İHTİYAÇ VAR

LTN uygulamasını orta ve uzun vadede çok fazla kazanımları olan, çok doğru bir uygulama olarak görüyor ve destekliyorum. LTN’ler ilk uygulandığı dönemlerde ana caddelerde trafik yoğunluğu oluşturuyor. Dolayısıyla hava kirliliğinin artmasına yol açıyor, ama eldeki istatistikler bunun bir geçiş dönemi olduğunu zaman içerisinde sürücülerin bu durumu kabullenerek daha az araba kullanımına yöneldiğini, böylece yürüme ve bisiklet kullanma oranının arttığını ortaya koyuyor. Az araba kullanımı demek daha temiz bir çevre demek, daha az gürültü demek.

Belediyeler toplu ulaşımı daha fazla desteklemeli ve fiyatları düşürmelidir. Biz sürücüler de içinde yaşadığımız mahalleye, kente karşı kendimizi sorumlu hissederek yaşamalıyız. En azından kısa mesafeleri yürüyerek veya bisiklet kullanarak gidebiliriz.



Londra Bisiklet Kulübü’nün (LBK) kurucusu olarak toplumumuzun bisikletle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? LBK olarak bu konuda duyarlılık oluşturmak için neler yapıyorsunuz?

Londra’da yaşayan bizim gibi göçmen toplumlarda bisiklet kültürü henüz çok geride. Bunun birçok nedenleri olmakla birlikte bir de sosyo-ekonomik nedeni var. Örneğin erkeklerde araba sahibi olmak toplumum gözünde prestijli bir durumken bisiklet kullanmak tersi bir algı oluşturmaktadır.

“LBK OLARAK KADINLAR VE ÇOCUKLAR ÖNCELİKLİ HEDEF GRUBUMUZ”

Mayıs 2019’da temelini attığımız Londra Bisiklet Kulübü sayesinde toplumumuza bisiklet kültürünü yayma konusunda önemli çalışmalar gerçekleştirdik. Yaptığımız bisiklet eğitimleri ve projelerin hedef kitlesini kadınlar ve çocuklar olarak belirledik, çünkü toplumumuzda değişimin ve dönüşümün anahtarının bu iki kesimde olduğunu düşünüyoruz.

Eylül 2021’de dünyanın en büyük bisiklet şehir örgütlenmelerinden biri olan London Cycling Campaign’in (LCC) online konferansına konuşmacı olarak davet edildik. Burada Londra Bisiklet Kulübü’nün çalışmalarından söz ettik. Sonrasında işbirliğini geliştirerek “community partnership” olduk ve ortak çalışmalar yürüttük. Yaklaşık 20.000’e yakın üyesi ve Londra’nın 32 yerel belediyesinde örgütlülüğü bulunan LCC, yolların bisikletliler ve yayalar için daha güvenli olması için çalışmalar yapıyor. Biz de hem yerelde Enfield bölgesinde hem de London Cycling Campaign’in kadın örgütlenmesinde kilit roller alarak yolların herkes için güvenli olması konularında çalışmalar yapmayı sürdürüyoruz.

“LTN DOĞRU BİR UYGULAMA”

Son olarak şunu ifade etmek isterim; 15 yıldır sürücü eğitmenliği yapıyorum 4 yıldır da Londra Bisiklet Kulübü direktörüyüm. Trafik sorununun kolay bir çözüm yolu yok çünkü Londra’da trafikte gereğinden çok fazla araç var. İnsanlara bu yoğun trafikte hadi gidin bisiklet sürün demek hiç gerçekçi ve güvenli değil. O halde bu sorun ancak iki tarafın da haklarını gözeterek ve aynı zamanda da araba kullanımını azaltarak çözülebilir. Bir de trafikte hem araba sürücülerinin hem de bisikletlilerin birbirlerine karşı daha hoşgörülü olması gerekiyor.  

LTN konusuna iki farklı açıdan bakabiliyorum ve bu uygulamanın doğru olduğunu, orta ve uzun vadede çok fazla kazanımlarının olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle uygulamayı destekliyorum.


* Bu yazı ilk defa 22 Kasım 2022, Salı günü Olay gazetesinde yayınlanmıştır.

Centilmenler Kulübü'nde geçen 38 yıl kitap oldu: “Bir Barmenin Anıları" yayımlandı

Hiç yorum yok

23 Mayıs 2024


Ahmet Sapaz’ın, Londra’nın merkezi St. James’te bulunan Oxford ve Cambride Üniversitesi mezunu üyelerin girebildiği Centilmenler Kulübü’nde çalıştığı 38 yıl boyunca tuttuğu günlükleri geçtiğimiz günlerde Londra'da Türkçe kitap olarak yayımlandı.

                           


                                                                                             

                                                                                                            Tuncay Bilecen 

 

Ahmet Sapaz’la Londra’da akademik bir çalışma yaptığım sırada tanıştım. Tanışıklığımız kısa sürede ahbaplığa dönüştü ve çeşitli vesilelerle görüşmeye başladık. Bir sohbetimizde bana Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde çalıştığı süre boyunca tuttuğu günlüklerinden ve bu günlükleri bir kitaba dönüştürme fikrinden söz etti. Birkaç gün sonra işe koyulmuştuk bile. Doğrusu, iki klasör dolusu, yüzlerce sayfalık el yazısı metinleri aldığımda birkaç ay içinde bu işin üstesinden gelebiliriz diye düşünüyordum. Ancak yanıldığımı çok geçmeden anladım, çünkü çıktığımız yolculuk sandığımdan daha uzun ve zahmetliydi. Bu klasörlerdeki kâğıtların tek tek bilgisayara aktarılması, düzenlenmesi ve üzerinden tekrar geçilerek kitap haline getirilmesi iki yılı aşkın bir zaman aldı. Bu süre zarfında Ahmet Sapaz’la görüşmelerimizi sürdürdük ve nihayet iki yıllık yorucu ama keyifli bir serüvenin ardından “artık kitabın yayımlanma vakti geldi!” dedik.

38 YILIN HİKÂYESİ BİR KİTAPTA TOPLANDI

Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl, Bir Barmenin Anıları’nda, Ahmet Sapaz’ın 14 Şubat 1976’da Centilmenler Kulübü’nde barmen olarak işe başlamasından, 28 Şubat 2014’te emekliye ayrılmasına kadar geçen 38 yıllık süre boyunca tuttuğu günlükler yer alıyor.

Bu günlüklerde Sapaz, Londra’nın merkezi St. James’te yer alan ve sadece Oxford & Cambridge üniversitesi mezunu üyelerin girebildiği Kulüp’te yaşadıklarına yer veriyor. Sapaz’ın günlükleri, kişisel bir hayat hikâyesinin çok ötesine uzanarak içinde bulunduğu dönemin sosyo-ekonomik ve siyasal koşullarına ilişkin de zengin gözlemler içeriyor. Böylece okuyucu, Prenses Diana’nın ölümünden, 11 Eylül 2001 terör saldırılarına kadar bu dönemde yaşanmış sayısız olayın Centilmenler Kulübü’nde nasıl yankılandığını da öğrenme fırsatı buluyor.



SÜRÜKLEYİCİ BİR ANI KİTABI

Centilmenler Kulübü, aynı zamanda İngiltere ve dünya siyasetine damga vurmuş önemli kişiliklerin de uğrak yeri olduğu için günlüklerde dönemin siyasî çekişmelerinin arka planı, Kulüp üyelerinin birbirleriyle gerilimli ilişkileri ve kapalı kapılar ardında dönen dedikodular da bolca yer ediyor. Bu bakımdan kitap, geleneksel İngiliz nezaketi ve siyasetinin görünmeyen yönüne ilişkin birçok ilginç detay barındırıyor.

Hüzünlü, komik, tuhaf kısaca insana dair pek çok hikâyenin yer aldığı Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl, Bir Barmenin Anıları, sürükleyici bir anı kitabı olarak da okunabilir.

KENDİ KALEMİNDEN AHMET SAPAZ

Her ne kadar nüfus kaydım 1948 yazıyorsa da esasında Temmuz 1947 yılında Çorum ilinin Sungurlu ilçesi Gökçam köyünde dünyaya gelmişim. O yılların ölümcül çocuk hastalığı olan kızamık salgınından kıl payı kurtularak hayata zar zor tutunmuşum.

İlkokulu köyümde, ortaokulu ilçem Sungurlu’da, Turizm ve Otelcilik Meslek Lisesi’ni ise Ankara’da okuyarak 1967 yılında hayata atıldım. Yaklaşık üç yıl boyunca o dönemin gözde bir oteli olan İzmir Büyük Efes Oteli’nde çalıştıktan sonra vatani görevimi yapıp kendi çabamla sağladığım çalışma izniyle 1970 yılının sonunda İngiltere’ye geldim.

Yeteri kadar İngilizcemi geliştirdikten sonra Türkiye’ye dönerim dediysem de, gurbet bize vatan oldu, dönemedim. Kısacası yuvamı Londra’da kurdum ve burada yaşamaya devam ediyorum.

Kendi çapımda bazı araştırmalar yaparak kimi insanların yararlanması için kitap haline getirip yayımladım. Bu elinizde tuttuğunuz kitap dördüncü yayınım oluyor. Daha da yayınlanmamış araştırmalarım, yazılarım vardır.

KİTABI NASIL EDİNEBİLİRSİNİZ?

Londra merkezli Press Dionysus yayınları tarafından yayımlanan Ahmet Sapaz’ın Bir Barmenin Anıları, Oxford & Cambridge Centilmenler Kulübü’nde 38 Yıl adını taşıyan kitabı Kuzey Londra'da bulunan Fieldseat Kafe'den ve aşağıdaki linkten temin edilebilir. Kitap ayrıca Amazon’da da satışa sunulmuş durumda. Kitap, yılbaşından sonra Türkiye'de de okurlarıyla buluşacak. 

https://pressdionysus.com/product/bir-barmenin-anilari-oxford-cambridge-centilmenler-kulubunde-38-yil-ahmet-sapaz/



Ahmet Sapaz


Ahmet Sapaz'ın Bisikletli Gazete'de yayınlanan diğer röportajları:

Ahmet Sapaz:“İngiltere’deki bizim toplumun mayasını ilk biz oluşturduk"

 http://www.bisikletligazete.com/2019/03/ingilteredeki-bizim-toplumun-mayasn-ilk.html 


 Ahmet Sapaz: Centilmenler Kulübü’nde otuz sekiz yıl

http://www.bisikletligazete.com/2019/03/ahmet-sapaz-centilmenler-kulubunde.html


Wimpy Kralı Ali Salih Usta nasıl iflas etti?

http://www.bisikletligazete.com/2020/09/wimpy-kral-ali-usta-nasl-iflas-etti.html

 

 

 

 

Ulusal İstatistik Kurumu dini inanç istatistiklerini yayınladı

Hiç yorum yok

26 Mart 2023

  



Ulusal İstatistik Kurumu (ONS) geçtiğimiz günlerde 2021 nüfus sayımı verilerine dayanarak ülke genelindeki dini grupların istatistiklerini yayınladı. Buna göre, İngiltere ve Galler’de ilk defa nüfusun yarısından azı kendisini Hıristiyan olarak tanımlarken, ankete katılan 3.8 milyon kişi Müslüman, 26 bin kişi ise Alevi olduğunu beyan etti.

                   

                                                                         


               

İngiltere’de nüfus sayımı her on yılda bir gerçekleştiriliyor. En son 2021’de yapılan nüfus sayımının sonuçları geçtiğimiz Haziran ayının sonunda Ulusal İstatistik Kurumu (ONS) tarafından yayınlanmıştı. Buna göre İngiltere ve Galler'in nüfusu, 2011 nüfus sayımına kıyasla % 6,3'lük bir artışla 59,6 milyon olarak belirlenmişti.  Bu nüfusun 56,5 milyonu İngiltere, 3,1 milyonu Galler, 1.9 milyonu ise Kuzey İrlanda’da yaşıyor.

İLK KEZ NÜFUSUN YARISINDAN AZI HIRİSTİYON

ONS geçtiğimiz günlerde ise 2021 nüfus sayımında dini inanış sorusuna verilen yanıtların istatistiklerini yayınladı. Katılımcıların % 94’ünün cevapladığı bu bölümde, İngiltere ve Galler’de ilk kez nüfusun yarısından azı (% 46,2, 27,5 milyon kişi) kendilerini “Hristiyan” olarak tanımladı. On yıl önceki sayımda katılımcıların % 59,3'ü (33,3 milyon) bu soruya “Hıristiyan” yanıtını vermişti.

ATEİSTİM DİYENLERİN ORANI ARTTI

2021 nüfus sayımı sonuçlara göre “dini yok” ifadesi ikinci en yaygın cevap olarak katılımcılar tarafından işaretlendi. 2011 yılında, dini inanışı olmadığını belirtenlerin oranı % 25,2 iken (14,1 milyon) bu oran 2021’de 12,0 puan artışla %37,2’ye (22,2 milyon) yükseldi. Bu sonuçlardan hareketle İngiltere’de yaşayan nüfusun üçte birinden fazlasının herhangi bir dine inanmadığını söyleyebiliriz. Ankette tahmin edileceği üzere, Londra ise en fazla dinsel çeşitlilik gösteren şehir oldu.  

MÜSLÜMANLARIN SAYISI 3 MİLYON 860 KİŞİYE ULAŞTI

Ankette kendisini “Müslüman” olarak tanımlayanların sayısı ise % 6.5 oran ile 3.86 milyon kişiye ulaştı. 2021 sayımı sonuçlarına göre, yaklaşık 1 milyon kişi kendisini Hindu, 271 bin kişi Yahudi, 524 bin kişi Sih, 348 bin kişi ise “diğer dinlere” mensup olarak tanımladı.  



26 BİN KİŞİ DİN SORUSUNA "ALEVİ" ŞEKLİNDE CEVAP VERDİ

Din sorusuna “Alevi” şeklinde cevap verenlerin sayısı ise 26 bin olarak gerçekleşti. 2021 nüfus sayımı öncesinde Britanya Alevi Federasyonu bu konuda bir kampanya yürütmüş, Alevi toplumunun fertlerini nüfus sayımında din hanesine “Alevi” yazmaya davet etmişti.


KAYNAK: ONS

 

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan