latest

Ahmet Sapaz: “İngiltere’deki bizim toplumun mayasını ilk biz oluşturduk"

15 Şubat 2024

/ by Bisikletli Gazete

Ahmet Sapaz, 1970’in son gününde bir otelde çalışmak üzere ayak basıyor İngiltere’ye… Londra’daki göçmenlerin ilk temsilcilerinden biri olduğu için Türkiyeli toplumun dününe - bugününe ilişkin önemli gözlemleri ve deneyimleri bulunuyor. Ahmet Sapaz ile kendi kişisel tarihi üzerinden Londra’daki “bizim toplumu” konuştuk.



Tuncay Bilecem

Ahmet Sapaz ile Müslüm Alataş’ın Nâzım Hikmet şiirlerini seslendirdiği Turkish Cypriot Community Association’daki şiir dinletisi etkinliğinde karşılaşmıştık. Sohbet ederken kendisinin Londra’ya çok erken bir dönemde ayak bastığını, bu konudaki tanıklıklarını “O Yıllar” adıyla kitaplaştırdığını öğrendim. Londra’daki toplum üzerine çalışmalar yaptığımı duyunca seve seve bu konuda söyleşi yapabileceğimizi söyledi. Böylece Stoke Newington’da Şengül - Hüseyin Kaplan çiftinin işlettiği şirin Cafe, Petit Coin’de bir araya gelerek söyleşimizi gerçekleştirdik.


İngiltere’ye göç etmeye nasıl karar verdiniz?


Türkiye’deki imkânsızlıklardan kaynaklandı. Ben köylü çocuğuyum. Ortaokuldan sonra biz yatılı okul aradık. Bunlardan kimisini kazanamadık, kimisine yaşımız tutmadı. Baktık sona gelmişiz; iki okul kalmış. Tapu Kadastro Lisesi ve Otelcilik Okulu diye bir okul. Hiç duymadığım bir okul. Türkiye’de de kimsenin bildiği yok. Kasabada bir tane otel var işte. Bunun okulu mu olur? Okulun parasız yatılı olması cazip geldi. Bizim başladığımızda 1964’te ilk mezunlarını verdi okul. Biz okula kayıt olduğumuzda yeni mezun olanlar –hepsi toplasan otuz kişi- okula geliyorlardı. İş bulamamışlar, bize “kardeşim boşuna öldürmeyin senelerinizi, yol yakınken dönün, başka okullara gidin” diyorlardı. Benim moralim bozuldu, abime haber gönderdim, okuldan kaçağım diye. Ertesi gün yıldırım gibi geldi. Oranın sekreteri vardı Gülay Abla, benim yakınım, nur içinde yatsın. Abimle ikisi beni ikna etmeye çalıştılar kaçmayayım diye. Abimin de kafası karıştı, çünkü bizde işi devlet veriyor. Devlete sırtını dayamadan bir şey olmuyor. Bu okulda ise öyle bir şey yok. İşi de sen bulacaksın, işvereni de sen bulacaksın. Ben de bu sırada 26. sıradan yedek olan aynı köyden arkadaşım Hasan’ın da okula aldırılmasını istedim. Gülay Abla, “uğraşacağım” dedi. İki hafta sonra o da geldi. Şimdi o da burada kulakları çınlasın, başarılı bir işadamı. 


Mezun olduktan sonra Türkiye’nin en büyük otellerinden biri olan İzmir Büyük Efes Oteli’nde staj ayarladım. İki yıl orada çalıştım. 1969 yılının ocak ayında askere gittim. 20 ay askerlik yaptım. 


Öğretmenlerimizin bir kısmı yabancıydı, onlar bize yol gösteriyordu. Okulda dilim normalde Fransızcaydı; ama Amerikan Kültüre giderek İngilizce öğrendim çat pat. Onun verdiği cesaretle İngiltere’ye iş başvuruları yapmaya başladım. Grosvenor House Hotel vardı Park Lane’de İngiltere’nin en büyük hoteliydi o zamanlar. Yazıştığım British Oteller ve Restoranlar Birliği bana orada 13 sterlin haftalıkla iş buldu. Dışarıdan geleni sıfırdan başlattıkları için komi olarak başlayacaksın. Kabul ettim. 


Böylece İngiltere maceranız başladı. Gelişiniz nasıl oldu?


Çalışma iznimin kâğıdı aralık ayının başında geldi. Ankara’dan gittim pasaport aldım. Tren bileti aldım, astronomik fiyatlarla. Tren Belçika’da bizi indirdi. Vapurla üç saat yolculuk ettik. Geçtik Dover’e pasaport kontrolüne. Polis, gerçekten meslek erbabı mıyım diye beni sorguya çekti. Bana “aç elini” dedi. Şöyle baktı “sen otelci olamazsın, ellerin nasırlı” dedi. Köyde iki ay çalıştığımı söyledim. Tercümana “sor bakalım” dedi. Ben o sırada ecel terleri döküyorum. Geri gönderilme ihtimalim de var. Cebimde de sadece on dolar var. “Hiç İngilizce biliyor musun?” dedi. Artık nasıl olduysa, “yes, I do” dedim memura. Artık tercümanı görmüyorum ben. Bir iki bir şeyler daha sordu, “yes”, “no” bir şeyler söyledim. “I’m sorry” dedi. Birden değişti, “çabuk tren kalkıyor yetiş” dedi.  Koşa koşa yetiştim. Victoria Tren İstasyonu’na gidecek trene bindim, ama benim maneviyatım sıfır. Cebimdeki on dolar, 4 sterlin 20 kuruş vardı. Trenden indim, otele gitmek için taksi bakıyorum. Bir adam çıktı karşıma, Türk olduğumu sormadan Türkçe “gemide senden başka Türk var mıydı?” dedi. “Var” dedim. “Dört veya beş kişi vardı. Daha sonra onları görmedim” dedim. “Seni kim getirdi buraya?” dedi. “Kendim geldim” deyince “Hadi oradan be” dedi. “Sen kimi kandırıyorsun?” Meğer o dönem, mafya çalışma izni başına beş bin lira alarak bu işin ticaretini yapıyormuş. 


Otele varınca ne yaptınız?


Taksi ile otele gittim. Beş altı katlı, blok blok birbirine bağlı bir bina. “Türkiye’den geldim” dedim. Memur gitti, bir dosya buldu. “Nerede kalacaksın?” dedi. “Bilmiyorum” dedim. “Paran var mı?” dedi. Dört sterlinden kalanları gösterdim. Gene kafasını salladı. Çattık belaya diyor içinden. Fakat mektuplarında size yer bulmanız konusunda yardımda olacağız diyordu. Beni Earls Court’ta Barkston Gardens sokağında P.M.Boy’s Club’a gönderdiler. Yeri otobüs ile buldum. Sakallı bir adam karşıladı beni. Bir oda gösterdi. “Burada başka biri daha kalıyor, geçici olarak beraber kalacaksınız” dedi. Üç dört gün uyumamışsın, tren yolculuğu yapmışsın. Bedenen çökmüşsün. Ertesi gün yani yılbaşı günü otele gittim. O zaman burada yılbaşı resmî tatil değildi. Elime bir kâğıt verdiler, sigorta kurumuna ve yabancılar polis şubesine kayıt yaptırmam için gitmemi istediler. “Ben buraları bulamam” dedim. Bereket o işleri bir şekilde hallettim. Bana iki gün izin verdiler. “Pazartesi başlayacaksın” dediler. Ben kaldığım yeri bulurum dedim içimden, taksiye para vermek istemiyorum. Otobüse bindim, yanlış durakta indiğim için kayboldum. Sonra yürüyerek otele geri geldim. “Bulamadım” dedim. “Demişlerdir ne salakmış bu da…” Yolun krokisini çizip bana verdiler. Öylelikle buldum yolu. 


Acemilik çok kötü bir şey değil mi?


Dünyanın neresine gidersen git, bir tanığın, bir rehberin olacak. Yoksa bocalar kalırsın. Çok sıkıntı çekersin, çok zorluk çekersin. Bu yüzden sonradan buraya gelenler hiç bizim kadar zorluk çekmediler. Hazıra geldiler, çünkü burada kurulu bir düzen vardı. Bir de işin garibi hepsi aynı bölgenin, belki de aynı kasabanın insanları. Emmi, dayı ilişkisi hâlâ devam ediyor. 1989’dan sonra gelenler böyledir. Önce gelenlerin durumu biraz farklıydı. Onların da tanıdıkları vardı, ama benim geldiğim yıllarda kimse yoktu. İngiltere’deki bizim toplumun mayasını ilk biz oluşturduk.


(Sürecek...)



*Fotoğraf: Ahmet Sapaz


Ahmet Sapaz, Centilmenler Kulübü'nde geçen 38 yılın anılarını; BİR BARMENİN ANILARI, OXFORD & CAMBRIDGE CENTİLMENLER KULÜBÜ'NDE 38 YIL başlığıyla kitaplaştırdı.






Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan