latest

“Burada kardeşler bile birbiriyle rekabet ediyor”

19 Aralık 2023

/ by Bisikletli Gazete

“Burada ilk gözleme dükkânını ben açtım. İşlerim güzeldi. Sonra etraftakiler, ‘bu işte para var. Biz de bu işi yapalım’ dediler. Sağıma soluma benimle aynı işi yapan dükkânlar açıldı. Döner yapan, gözleme yapmaya da başladı."





Tuncay Bilecen

Hikâye malum… İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra büyük yıkıma uğrayan Avrupa ihtiyaç duyduğu emek gücünü eski sömürgelerinden ve yakınındaki ülkelerden karşılamaya karar veriyor. Bu çerçeve de Türkiye de çeşitli Avrupa ülkeleriyle ikili anlaşmalar yaparak bu furyaya dâhil oluyor. Örneğin Federal Almanya ile 31 Ekim 1961 tarihinde anlaşma yapılıyor.  Daha sonra benzer anlaşmalar takip ediyor; 1964’te Avusturya, Hollanda ve Belçika, 1965’te Fransa, 1967’de İsveç ve Avustralya, 1971’de İsviçre, 1973’te Danimarka ve 1981’de Norveç ile ikili anlaşma imzalanıyor. Böylece Türkiye’den Avrupa’ya giderek “misafir işçi” olacakların serüveni başlıyor.


ADA’DAN ADA’YA GÖÇ: KIBRISLI TÜRKLERİN GÖÇÜ


Türkiye ile Birleşik Krallık 1961’de ikili anlaşma imzalamış olmasına rağmen Türkiye’den bu ülkeye düzenli göçler son derece sınırlı kalıyor, bir ada ülkesi olan Britanya’ya Almanya, Hollanda, Fransa örneğinde olduğu kadar yoğun işçi göçü gerçekleşmiyor. Örneğin yapılan akademik çalışmalarda 1980’e kadar ikili anlaşma çerçevesinde Britanya’ya sadece 6 bin kişinin göç ettiği ifade edilmektedir.


Esasen Britanya’ya ilk Türk göçü aralarındaki kolonyal bağ nedeniyle Kıbrıs adasından 1930’lu yıllarda duyulan işgücü ihtiyacını karşılamak amacıyla başlıyor. Britanya’ya yerleşen Kıbrıslı Türkler ilk olarak tekstil, terzilik, küçük girişimcilik gibi alanlarda çalışmaya başlıyorlar.  1960’lı yılların başında Kıbrıs’ta yaşanan karışıklıklar ise göçü adeta teşvik ediyor. İleriki yıllarda ise iki coğrafya arasında oluşan göç koridoru nedeniyle Kıbrıs’tan Britanya’ya göçler devam etmiştir. Bu yüzden Kıbrıslılar, "Londra’da Kıbrıs’tan daha çok Kıbrıs Türk’ü var, KKTC’nin başkenti Londra’dır" diye espri yaparlar kendi aralarında. 


TEKSTİL İLE BAŞLAYAN MACERA


Londra’da yaşayan Türkiyeli göçmenler Londra’nın kuzey ve doğu ilçelerinde yaşamaktadır. Bunun nedeni, göç ettikleri sırada tekstil sektörünün yoğun olarak bulunduğu yerlere yerleşmiş olmalarıdır. Londra’nın Hackney, Haringey, Enfield, Islington ilçeleri Türkiyeli göçmenlerin en yoğun yaşadıkları ilçelerdir. 


Bir görüşmeci geldiklerinde tekstil sektörünün bu bölgelerde olduğunu şöyle anlatıyor: “Tekstil atölyeleri hep Hackney civarındaydı. Ardından Haringey’e geldi. Derken Enfield’e doğru genişledi. Bu yüzden Türklerin en yoğun yaşadığı yerler burası. Çünkü Hackney tabiri caizse kapışıldı. Bir taraftan da merkezle birleştiği için evlerin fiyatı müthiş arttı. Türkiyeli topluluk da bir taraftan merkeze doğru yayılırken bir taraftan da kuzeye doğru genişliyor. Çünkü kuzeyde daha yapılacak çok iş vardı.”


Daha önce tekstil işiyle uğraşmış başka bir görüşmeci ise o dönemdeki göçmen akınını şöyle anlatıyor: “Benim hikâyemi Hürriyet’e yazsam manşet olurum. 1989’da bir kişiyi getirmek için Maraş Göksun’a gittim. O zaman tekstil atölyem vardı. Türkiyelilere ait üç bine yakın atölyesi vardı Londra’da. Benimkinde seksen - yüz kişi çalışıyordu. Kayseri, Maraş, Adana illerinden günde 500 kişi gelmeye başladı. Oradan Antep, Adıyaman ve Malatya’ya gittim. Benim sayemde binlerce kişiye Avrupa kapısı açıldı. Daha sonra ise bu iş battı.” Bu arada nedense Londra'da "benim sayemde şu kadar kişi geldi buralara" demek pek bir modadır.



GENİŞLEYEN ETNİK EKONOMİ


Almanya’yla başlayan göç hikâyesi zaman içerisinde tüm Avrupa’ya yayılınca Türkiyeli göçmen topluluğu ciddi bir ekonomik güce ulaşıyor. Türkiyeli etnik ekonomi bugün 150 bin girişimciye ulaşmış durumda. Bu rakamın 2025’te 200 bine ulaşması bekleniyor. Birleşik Krallık'a ilk geldikleri yıllarda tekstil sektöründe çalışan Türkiyeli göçmenler zaman içerisinde bu sektörün Londra’yı terk etmesi üzerine burada biriktirdikleri sermaye ile kendi etnik ekonomilerini oluşturuyorlar. Kebapçı, restoran, off licence, cafe shop işletmeciliği en çok yapılan işler arasında yer alıyor. Birleşik Krallık'ta 1975’te 200’den fazla olmayan restoran sayısı 2001’de 15 bine ulaşmış. Sadece kebap sektörünün Britanya ekonomisine yıllık 2.2 milyar poundluk katkı yaptığı tahmin ediliyor. (Dedeoğlu, 2014).


ETNİK EKONOMİ İÇİNDE REKABET


Londra’da yaşayan Türkiyeliler ticaret işini sevmişe benziyor. Ancak bu konuda da çeşitli sıkıntılar yaşanmıyor değil. Örneğin, market işletmeciliğinin ya da kebapçılığın kârlı bir iş olduğunu düşünenlerin bu alanlara hücum etmesi, rekabet ortamının kızışmasına ve pazar payının düşmesine neden oluyor. Bu da ticaret hayatında hızlı çöküşleri beraberinde getiriyor.


Gözleme dükkânı bulunan bir kadın görüşmeci, restoran sayısındaki artışın işlerini olumsuz etkilediğini söylüyor. “Burada ilk gözleme dükkânını ben açtım. İşlerim güzeldi. Sonra etraftakiler, ‘bu işte para var. Biz de bu işi yapalım’ dediler. Sağıma soluma benimle aynı işi yapan dükkânlar açıldı. Döner yapan, gözleme yapmaya da başladı. Oysa ben de döner satabilirim. Niye satmıyorum, çünkü herkes kendi işini yapsın, kendi ekmeğini kazansın diye düşünüyorum.” 


Kürtler ve Türkler arasında ticari rekabet var mı, sorusuna bir restoran işletmecisi, “rekabetin etnik kökenle bir ilişkisi yok” diye karşılık veriyor. “Tersine; burada kardeşler, hemşeriler birbirleriyle rekabet ediyor.” 


“BURADA YAŞAMAK GÜNDEN GÜNE ZORLAŞIYOR”


Eskiden tekstilde, şimdi ise kebapta çalışan bir göçmen Londra’da hayatın günden güne zorlaştığını söylüyordu: “Burada yaşamak günden güne zorlaşıyor. Yardımlar azalıyor. Eskiden haftalığı 200 pounda çalışırdık. Şimdi 350 pound alıyoruz ama hayat daha pahalı.  Sigara 2 pound idi. Şimdi 10 pound. 50-60 pounda haftalık alışverişimizi yapardık. Şimdi iki gün yetmez o para. Eğer belediyeler ev kirasını ödemez ise burada bir göçmen bile kalmaz.”


Türkiyeli topluluğun çocuklarının okul başarısının genel olarak düşük olması da toplumun yaptığı işlere bağlanıyor. Bunun temel nedeni de çalışmaktan çocuklara yeterince zaman ayıramamak ve tabii ki yeterince dil bilmemek. Bir dernekte yöneticilik yapan bir kadın görüşmeci: “Eğitimde Türkiyeliler çok kötü durumda. Bu yıl geçen yıla göre daha geri düşmüşler. Bunun nedeni çocuklara ailelerin yeterli zamanı ayıramaması. Eskiden tekstilde uzun süre çalışılıyordu şimdi ise aile işletmelerinde. Kadınlarda İngilizce bilmeme oranı daha fazla; çünkü onlar evde vakit geçiriyor. Eskiden kadınlar tekstilde çalışırken daha iyi dil öğrenme imkânı buluyorlardı ama artık bu mümkün değil.” Anlayacağınız tekstil sektöründeyken aile bütçesine (yani erkeğe) aktarılan kadın emeği, etnik ekonomiye dâhil olunca “görünmez” hale gelmiş durumda. 


Bütün bu sözünü ettiklerimiz Birleşik Krallık'a birinci göç akınıyla gelenlerin etnik ekonomideki konumlarına ilişkin. Yeni göç akınıyla gelenlerin durumları ve dertleri ise bambaşka.



Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan