Bugüne kadar hiç arabam olmadı, hiç de heves etmedim. Kızanlığımdan beri hep iki tekerlek üzerindeyim. Eskiler velespit derler, babaannem de “şitan (şeytan) arabası” derdi. Bu yazıda ilk bisikletim olan “Turuncu Şimşek”ten söz edeceğim.
İlk bisikletim; babamdan kalan Balkan marka, Bulgar
malı, turuncu bir bisikletti. O dönemde izlediğim çizgi filmlerden etkilenmiş
olacağım, “Turuncu Şimşek” adını
verdiğim bisikletim aynı zamanda arkadaşımdı, onunla konuşur, dertleşirdim.
Gündüzleri sapsarı
gündöndü tarlaları arasında, göl kenarlarında, salkımlıkta akşamları ise nasıl çalıştığını
anlamadığım dinamonun verdiği ışıkla köyün etrafında turlamak büyülü bir
dünyaya yapılan bir yolculuk gibiydi benim için.
Köydeki çocuklar olarak
bizi başka âlemlere götüren bisikletimizi “hoş kullanmaya” çalışır, bozulmasın
diye adeta üzerlerine titrerdik. Çünkü
bizim köyde bisiklet tamirinden anlayan biri yoktu. Arada kamyonetli bir
tamirci uğrardı köye, ama bekle ki gelsin! O geldiğinde adeta bayram gelir, köyün
bütün bisikletli çocukları kamyonetin etrafında toplanırdık. Sadece tamir
hizmeti vermez; bisikletlerimiz için rüzgârda dönen pırıldak, tekerlere takılan
palet ve değişik süsler getirirdi bu tamirci.
Bisikleti bozulan bir
çocuk ne zaman geleceği belli olmayan kamyonetli tamirciyi bekleyebilir mi? Bekleyemez
elbette. O yüzden biz de kendimizi yollara vurur, o dönem bize çok uzak gelen
dört kilometre mesafedeki Velimeşe kasabasına giderdik. Toz toprak yolda yanımızdan
bir araba geçecek olsa boz bulanık bir toz bulutunun ortasında kalırdık. Asıl mesleği
imamlık olan tamircinin camiden gelmesini sade gazoz içerek bekler, tıpkı
hastane koridorlarında bekleyen hastalar gibi birbirimize bisikletlerimizin
dertlerini anlatırdık.
Turuncu Şimşek, çok sık
patlayan ve artık yama tutmayan tekerleri olmasa turp gibiydi aslında. İmam,
artık beni tanıdığı için Turuncu Şimşek’in derdini sormazdı bile. Tekerini
çıkarır, su dolu leğendeki iç lastiğin patlamış yerini anında bulurdu. Tamir
olmuş bisikletimle Velimeşe’den köye dönerken sevincimden adeta kanatlanıp
uçardım. Bir taraftan da tekerleri kontrol eder lastik hava kaçırıyor mu, diye bakardım.
Bir defasında o küçücük
bisiklete üç kişi binmiş, kardeşimi ve dayımın oğlu Engin’i Velimeşe’den köye
ter su içinde ama mutlu olarak getirmiştim. Güray ön tekeri, Engin de arka
tekeri arada kontrol ediyor, lastiklerin hava kaçırmadığından emin olduktan
sonra birkaç dakika arayla “bombaaaa!”, “bombaaaa!” diye bağırıyorlardı.
Turuncu Şimşek nasıl
emekliye ayrıldı, akıbeti ne oldu hatırlamıyorum. Artık tekerleri yama tutmaz
olunca yan kasabaya gitmekten bitap düştüm, ben büyüdükçe o küçüldü sanırım. İlginçtir
sürekli patlayan tekerlerinin kerametini de daha sonra öğrendim. Meğer benim
Turuncu Şimşek’i kıskanan tanıdığımız bir arkadaş, ben yaptırdıkça toplu iğne sokup tekrar patlatıyormuş "Turuncu Şimşek'in tekerlerini. Sağlık olsun, ne diyelim günahı boynuna.
Sherlock Holmes’un
yazarı, Sir Arthur Conan Doyle şöyle bir kelam etmiş: “daha iyiye ulaşmak için
her zaman mücadele ettim. Bisiklete binmekten çıkardığım ders, mücadele etmeden
elde edilen başarının tatmininin de olmayacağıdır.” Tekerimize çomak (iğne)
sokmak isteyenler çıksa da biz yine de iyiye, güzele doğru pedallamaya devam
edelim.
Bu vesileyle Dünya Bisiklet Günümüz kutlu olsun!
Hiç yorum yok
Yorum Gönder