Güzel kardeşim mis gibi işin, şahane maaşın var; orada düzenin kurulu, ne işin var Londra’da? Buranın havası hava değil, canım memleketimin yeşili ayrı yeşil denizi ayrı deniz, ne ararsan elinin altında, boş ver sen kal ülkende... Yıllarını göçmen olarak yurt dışında yaşamış bazı güzidelerimiz başka diyarlara göç etme niyeti olanlara böyle akıl veriyor bazen.
Charlie Chapter
Öyle mi? Buyurun o zaman sizi alalım güzel
yurdumuza...
Göçmenliğimin ilk günlerinde bir tanıdık vasıtasıyla
Türkçe yayınlanan bir gazeteye iş görüşmesine gitmiş, çok bilmiş beyefendiye
CV'mi uzatmıştım. Şöyle bir göz ucuyla bakmıştı cv'me ve sonra bana "Burası
öyle bir memleket ki hanımefendi, havalimanına iner inmez şimdiye kadar yaptığınız
her şeyi unutmalısınız, burada cv'nizin ne kadar iyi olduğunun bir önemi
yok" demişti.
Burası bambaşka bir dünyaydı ve ben özgeçmişimle birlikte
burada bir böceğe dönüşmüştüm. Usulca cv'mi önünden alıp çantama geri koyup
sonra da esenlikler dileyerek yanından uzaklaşmıştım.
Izgarada bacon pişiyordu ve kafede son ses Sibel
Can çalıyordu. İngiliz müşteriler “kapa artık şu müziği” diyor, patron kimseyi
iplemiyor müziğin sesini sonuna kadar açıyordu. Londra'nın göbeğinde kimliğinin
hakkını veriyordu abimiz. Büyük dayım bir görüşmemizde "kızım sen caaanım
plazadan çık, kafede çalışmaya başla olacak iş değil" diye burun kıvırmıştı
yeni kariyerime. Ben ise kafedeki mesaime doğru ilerlerken kendimi Stanley
and Iris filmindeki Jane Fonda kadar güçlü ve gururlu hissediyordum.
Alnımın teriyle çalışmamın nesi tuhaftı? Değişik insanlar görüyor onları
izliyor küçük notlar alıyordum arada. Her şey gayet normal ve güzeldi bence.
Bir keresinde çok sevdiğim Londra'ya turist olarak
geldiğimde, caddenin birinde gecenin bir vakti mini eteğimle kendimi bir aşağı
bir yukarı nedensizce koşarken bulmuştum. O zamanların sevgilisi şimdilerin çocuğumun
babası yarim, deli danalar gibi koştuğumu görünce bana “ne yapıyorsun?”
diye sormuştu gülerek, "ben bu ülkede kendimi çok özgür
hissediyorum!" diye haykırmıştım. Gezi'den hemen sonraydı. Özgürlüğümün
kısıtlandığını daha çok hissetmeye başladığım günlerdi. Beyaz yakalılar dünyasındaki
çetrefilli ilişkiler ve etrafımdaki insanların samimiyetsiz tavırları derken her
şey bir araya gelmiş, yoğun bıkkınlık hissiyle kaçmış buralara gelmiştim. Üstelik
geldiğimde her şey bugünkü kadar kötü de değildi canım memleketimde. Hayatımın öngörüsüydü
belki de ve göçme kararı almıştım.
İlk işim tezgâhtarlıktı. Afrika kumaşları satılan
minik bir dükkândı. Siyah tenli beyaz dişli bir arkadaşımla beraber dükkânı açıp
kapıyorduk. Esnaf olmuştum. Kendi kendime dükkânın önüne iki iskemle bir de
tavla attık mı, bir de demlik ve çaydanlık ayarladım mı bu iş tamam, diyordum. Özgür
ve mutluydum; geleceğe güvenle bakıyordum fakat tezgâhtarlık konusunda pek
muvaffak olamamıştım. İnci dişli güzel kardeşim benimle iletişim kurmamış, beni
biraz incitmişti ama olsundu. Günü gelecek tüm bunları bir yerde yazacaktım.
Hayatı boyunca pek fazla dibe batmamış biri olarak bunlar heybeciğime attığım
bir avuç malzeme, geleceğe manidar bir yatırım gibi geliyordu. Hem pek çok
yazar çizer hep zor günlerden geçmemiş miydi; işte bunlar da benim o günlerimdi.
Evde kuru fasulye pilav pişiyor, cacıkla rakı içiliyor,
Neşet Ertaş dinleniyordu. Çok şükür bu yaştan sonra asimile olacak
halimiz yoktu. Yerimiz yurdumuz belliydi. Londra'nın göbeğinde vatanımızın
geleceği için oy kullanırken gözümüzden hıçkırıklı gözyaşı dökmüşlüğümüz vardı.
İnsan gurbette daha farklı oluyordu. Güreş müsabakasında dünya birincisi olmuşken
ve ay yıldızlı bayrağımız en yukarıya taşınırken hissedilen tüylerin diken
diken olma hali gibiydi gurbette oy verme.
Bence havalimanları bir şehir ve ülke hakkında pek
çok ipucu verir. Vatanıma her gittiğimde daha havalimanında bile birçok farklılık
hissetmeye başlamıştım. Orada kalan dostlarım arkadaşlarım zaten değişimin artık
daha hissedilir olduğundan söz ediyorlardı. Sen uzaktan maval okuma diyenler
oluyordu elbette ama hepimizin bildiği üzere bazı şeyler uzaktan daha iyi fark edilebiliyordu.
Üzülüyorduk, çok üzülüyordum. Kaçıp gideceğine ülkende kalsaydın diyen dostlarımın
da ülkemizde benim gibi üzülmek dışında bir şeyler yaptığına bir eyleme geçtiğine
şahit olamamıştım. Olsun onlar benden daha vatanseverdi; çünkü Türkiye sınırları
içindeydiler.
Sonra birçok arkadaşım bana göç etme niyetinden
bahsetti. Kimseye sakın gelme demedim. Aksine herkese bildiğim kadarını anlattım,
onlara elimden geldiğince cesaret vermeye çalıştım. Ben yapabildiysen siz de
yapabilirsiniz dedim, dönmek isteyene gitme, dayan dedim. Bir avukat mesleğini
burada yapamayacağını bile bile buralara gelmeyi göze aldıysa mutlaka bunun bir
nedeni vardır. Yılların mühendisi ben bisikletle pizza dağıtıcam diyorsa bir şeyler
canına tak etmiştir. Bir yazar çocuğunu alıp başka dillere doğru yollara düşüyorsa,
bir marangoz bana orada daha çok değer verirler diyorsa ya da bir kız çocuğu
kendini daha özgür hissetmek için, bir erkek çocuğu baskılara dayanamadığından,
bir öğretmen yıllardır atanamadığı ve aç kalmak istemediği için buralara
geliyorsa birilerinin gözü dönmüş ve bir şeyler ters gidiyor demektir. Birileri
oralarda mutsuz demektir. Hakkettiği mutluluğu aramak isteyen canım insanlara “ne
işin var buralarda ya da ne işin var oralarda?” deniyor.
Bir kız çocuğu ve bir kız çocuğunun annesi olarak
ben kararımdan ötürü mutluyum. Başka bir ülkede, o ülkenin vatandaşı bile değilken
daha çok saygı duyulduğunu hissediyorum. Kendi ülkemde duymadığım kadar çok teşekkür
ediliyor, özür dileniyor. Ya sıradayken kuyruktayken birinin araya kaynamaması
bile birini huzurlu hissettirir mi? İnşaatın altından geçerken kafama tuğla düşer
mi diye endişelenmemek, yaya kaldırımdan geçerken bu araba acaba durur mu diye
düşünmemek, daha birçok gündelik ve basit örnek sıralanabilir elbette... Bunlar
kendimi iyi ve huzurlu hissettiriyor. Sırf bu nedenlerle bile evet bizim işimiz
var buralarda. Gönül ister ki vatanımıza aynı iç huzuruyla yasayabilecek günler
gelsin, hepimizin güneşli günleri olsun.
Cık severek okudum, ne guzel yazıyorsun. "olsundu" kızımın lafıdır, cık sevdim😘
YanıtlaSilBende uzun yıllar ingilterede yaşıyan biri olarak buradaki herşeyi anlatıyordum isteyenlere sonrada söylediğim tek sey Türkiye'deki kariyerini unutarak normal islerde çalışmayı göze alıyorsanız tabiki gelin ama yok onu kaldiramam diyorsaniz bence duzeninizi bozmayın derim. Burda yaşamak için geçmişteki is hayatını en azından belli bir süre unutarak burda yasayabilirsin cok insan geçmişi ile kıyaslamalar yapıp depresyon geçiriyor.
YanıtlaSilBayıldım.İc sesim.resmen
YanıtlaSilOlsundu, hayat doğduğun değil doyduğun yerde seni yeşertiyordu. Bir göçme olarak keyifle okudum.
YanıtlaSilAhh ne anlatsak karşı tatafa işlemiyor, öyle bir duvar öyle bir perde var ki arada,. İki yaşam atadında boyut farkı gibi, sen anlıyorsun, hissediyorsun, onlar anlamıyor, hissetmiyor.
YanıtlaSilNe güzel yazmışsın çok güzel ifada etmişsin sen hep yaz canım yolun açık olsun mutlu yarınlar senin olsun .
YanıtlaSilDuygularima cok guzel tercuman olmussunuz. Kaleminize saglik
YanıtlaSilYazınızi çok beyenerek okudum, gerceğimiz aynen böyle, hiç kimse ben böyle hissetmiyorum demesin. Tebrikler
YanıtlaSil