“Görünmenin” o dayanılmaz ağırlığı!
Alman haftalık gazetesi “Die Zeit” yine ilginç bir söyleşiye sayfasında yer vermiş. Söyleşinin merkezinde Ortadoğu kökenli üç göçmen genç kadın var: Özlem, Nika ve Yasemin'e mahrem bir konu üzerinde fikirleri sorulmuş. Söyleşinin konusu, söyleşiye katılan ve Almanya'da yaşayan bu Ortadoğulu genç kadınların, çok ilginç bir nedenden ötürü kendilerini dışlanmış olarak görmesi. https://www.zeit.de/zett/2022-02/koerperbehaarung-frauen-mobbing-jugend-erfahrungsbericht[1]
Konuyu biraz daha açarsak; üç genç göçmen kadın, sahip oldukları vücut tüyleri -evet yanlış okumadınız- kara tüyleri yüzünden Alman toplumunda kendilerini dışlanmış hissettiklerini iddia ediyorlar.
Anlattıklarından
son derece seküler ve modern bir hayat tarzına sahip olduklarını düşündüğümüz
üç genç kadının, esmer tüyleri yüzünden ötekileştirilmeleri küçük ve ironik bir
mesele gibi görülse de anlaşılan “Die Zeit” için durum pek de öyle değil.
Söyleşinin
tümünü bu yazıda özetlemek mümkün olmadığı için söyleşiye katılan üç kadından
biri olan İran asıllı Nika'nın anlattıklarına bir göz atalım. Nika söyleşide
özetle şunları dile getiriyor. Orta okulda aşık olduğu Alman bir sınıf arkadaşının
ona yaklaşarak bıyıklarının olduğunu söylemesi Nika'yı şok etmiş. O an gülüp
geçmiş Nika, ancak okuldan sonra hemen annesiyle birlikte kozmetik ürünler
satılan bir dükkâna gidip, kadınlar için üretilen tıraş bıçağını almış ve yüzündeki
kara tüyleri yok etmeye çalışmış.
Tabii olay bununla
da bitmemiş, Nika o günden itibaren vücut tüylerini düzenli olarak almaya
başlamış ve mümkün olduğunca erkeklerle yan yana oturmamaya karar vermiş. Vücut
tüylerini almaya üşendiği bazı günlerde ise kapalı uzun elbiseler giyerek vücut
tüylerini kamufle etmeye çalışmış.
Yine bir yaz
döneminde, annesiyle birlikte İran'a; yani memleketine gittiğinde, orada yaşayan
kuzenlerinin de tıpkı kendisi gibi siyah tüylere sahip olduğunu fark etmiş,
fakat bu konuda kuzenlerinin hiç bir komplekslerinin olmadığını, ayrıca bu
durumun toplum içinde itici bir unsur ve kusur olarak görülmediğini fark edince
çok şaşırmış.
Gel zaman git
zaman Nika bu gerçeği kabullenmiş ve içinde yaşadığı Alman toplumuna inat
tüyleriyle, daha doğrusu bedeniyle barışık olmayı öğrenmiş. Hatta işi o kadar
ileriye götürmüş ki, “Only Fans"te çıplak tüylü vücudunu sergilemeye kadar
ileri gitmiş. Bu resimlerin altına yapılan yorumlar genellikle vücut tüylerini
alması doğrultusunda oldukça sert ve onur kırıcı oluyormuş ama Nika mümkün
olduğu kadar yorumlara aldırmamaya çalışmış.
Daha sonrasında
bu provokatif sergileme olayına başka bir mecrada; Instragam'da devam etmiş. Kendini takip eden
kitleyi provoke etmek adına tüylü kıllı çıplak fotoğraflarını eklemeye devam
etmiş. Sizin de tahmin edeceğiniz gibi resimlerin altına yapılan yorumlar artık
o kadar sert ve iğrenç bir hale gelmiş ki, sonunda Nika bütün bu baskı ve sözlü
şiddete dayanamayıp tüylü çıplak fotoğraflarını Instagram sayfasından
silmiş.
Ergenlik
döneminde yaşadığı bu olaylardan sonra, yani uzun zamanlar sonra, Nika vücut tüylerini
tekrar almamaya karar vermiş ve herkese inat resimlerini yine aynı şekilde
sosyal medyada yayınlamaya devam etmiş. Gittiği ortamlarda insanların ona tuhaf
tuhaf bakmalarına artık aldırmadan kendini bu duruma alıştırmaya çalışmış.
Toplumun onun hakkında ne düşündüğünü artık ciddiye almamayı öğrenmiş ve gerçek
anlamda kendisi gibi olmayı, yani etnik kimliğinin bir parçası olan esmer
bedeni ve tüyleriyle, toplumun ona dayattığı kalıplara sığmamak için bugüne dek
savaşmaya devam etmiş.
Lookism
Nika'nın ve
Nika gibi Ortadoğulu göçmenlerin etnik kimliklerinin somut simgesel parçası
olan görünüşleri üzerinden yaşadığı ötekileştirme istisnai bir durum değil. Sahip
olduğunuz görünüm ya da suret, size benzemeyen başka bir toplumda hangi etnik
gruba ait olduğunuzu oldukça kolay deşifre eden bir etkendir.
Dolayısıyla
öteki ile karşılaşmada, ilk bakışta, göçmenlerin sahip oldukları kimliğin
tarihsel bir parçası olan suretleri üzerinden hızlıca bir kategori (ve genellikle
negatif bir şekilde) içine yerleştirilmeleri çok olağan bir durum haline
geliyor -özellikle de Avrupa'da yaşayan Ortadoğu ve Afrika kökenli göçmenler
için.- Yani burada “bodyshaming”in bir tür etnik-göçmenlik versiyonu ile karşı
karşıyayızdır aslında.
“Suret”
üzerinden sahip olduğunuz kimlik, hangi simgesel dünyaya ya da toplumsal değere
işaret ediyorsa ona göre ya pozitif ya da negatif bir önyargı oluşturabilir.
Eğer ortalama beyaz bir Avrupalı suretine sahipseniz, bu yargılama ya da kategorileştirme pozitif
bir yönde de tezahür edebilir. Sarı saçlı mavi gözlü Batılı birini anımsatıyorsanız
bu negatif yargılamadan muaf kalma olasılığınız yüksek olabilir - en azından
bir süre için-. Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinden sonra mavi gözlü sarı saçlı
mültecilerin Avrupa'da daha çok arzulandığını hatırlayalım.
Nika'nın
sahip olduğu etnik-görünüm yüzünden kendisinin öteki tarafından negatif bir
kategori içine sokulması sadece göçmenleri rahatsız eden bir mesele değil, daha
doğrusu sadece göçmenlikle ilgili bir olgu değil. Çağımızda “görünüyorum,
öyleyse varım” paradigmasının toplumsal kabulünden bu yana “nasıl göründüğümüz”
toplumsal kimliği aşan benliğin bir parçası haline geldi.
Lookism
çağında örneğin; obezite bir birey “bodyshaming” gerçekliği altında toplum içinde
disiplinsiz, sağlıksız ve başarısız olarak kategorileştirilmesine neden
olabiliyor.
Çünkü
sahip olduğunuz imge; yani yaşadığınız toplumun standartları
dışında kalıyorsa (obez olmanız, fit bir vücuda sahip olmamanız, belli bir güzellik
standardına –“Schönheitsideale”- sahip olmamanız), uğrayacağınız ayrımcılık en
az siyahi bir göçmenin ten renginden dolayı
yaşadığı ayrımcılık kadar sert ve şiddetli olabiliyor.
Zira
literatürde son elli yıldır oldukça geniş bir yer kaplayan ve "İdeal Beden/Güzelik/Bodyshaming/Selfoptimization"
gibi olgular üzerine yapılan çok sayıdaki sosyolojik tez ve araştırmalara
bakıldığında; bu meselenin öyle çok hafife alınmayacak bir mesele olduğuna
kolaylıkla ikna olabilirsiniz. Dış görünüşün toplum içinde nasıl önyargılı bir algıya
yol açtığına dair çok sayıda araştırma söz konusu.
Bahsi
geçen araştırmalara bir örnek olarak; Alman ulusal Kanalı SWR bu konuyu
"Body-Shaming“[2] başlığı
altında elle alırken, Almanya'da belli bir standart-beden ölçüse sahip olmayan Almanların
toplum tarafından dışlandığını iddia ediyor. SWR'nin iddiasına göre "obez bir
bedene sahip olmak" genellikle Alman toplumunda tembellik, sağlıksız
beslenme alışkanlıkları, karakter zayıflığı veya disiplin eksikliği ile eş
anlamlı tutuluyor.
Arama
motoru Google'a “Bodyshaming” yazdığınızda buna benzer pek çok akademik ve
basında çıkmış makale ile karşılaşırsınız.
Kısacası,
sahip olduğumuz görüntü postmodern bir dünyada benliğimizin artık çok önemli
bir parçası. Bu gerçeklik altında "Beden/Görünüm" ya da "Suret"
basit bir biyolojik nesneden çok postmodern bireyin kimliğinin
parçası haline geliyor, tıpkı etnik ya da ideolojik kimlik gibi belli bir
“Suret-İmgesinin” dolayımlı bir yoldan; yani söylemler üzerinden yeni bir
“öznellik” dayattığı kesin.
Çünkü
suret nesnel bir olgu olarak göz ile temas girdiği an yani bakışın çemberine
girdiği an zihinde önceden yerleşik imgelerle özdeşleştirilerek nesnellikten
öznelliğin bir parçası haline gelir. Yani görünüş ve onun yansıttığı ilk
izlenim algıyla ilgilidir. Görünen neyse algı ona göre şekil alır, en azından
ilk etapta.
Göçmen
birey taşıdığı bu imge yüzünden büyük Metropollerde bile anonim olamıyor, birey
ise hiç olamıyor. O hep ötekinin bakışında beli bir sosyolojik kategori olarak
damgalanmaya yazgılıdır.
Çünkü
öteki ile derinden, yani öznel ilişki kurmak pek mümkün değildir. Herkesin anonim
olduğu bir eko-sistemde iç dünyanızı analiz edecek ne zaman ne de mekan var
olur, dolasıyla; görünen ne ise “gerçek” odur. Göçmenler ve toplumun arzuladığı
belli bir ideal-imge çerçevesine girmeyen her birey bu önyargısal şiddete maruz
kalır.
Bazen metroya
binerken, çok kısa bir iş için resmi bir daireye girerken, sokaklarda yürürken,
daha önce gitmediğiniz bir kafeye girerken bile başınıza gelebilir.
Öyle ya, Berlin'de
geleneksel bir “Gasthaus”a adımını atan siyahi bir gencin, sarışın mavi gözlü Alman
garsonun beyninde ilk bakışta nasıl bir yargı oluşturduğunu tahmin etmek her
halde çok zor olması gerek. Aynı şey tersi için de geçerli tabi.
Ve yine
standartların üstünde ya da aşağısında bir beden (aşırı kilolu, obez) ölçüsüne
sahip olan herhangi bir insanın tıpkı yukarıda değinildiği gibi ilk bakışta sağlıksız,
tembel ve disiplinsiz olarak öteki tarafından nitelendirilmesi aynı mekanizmayı,
yani beden üzerinde bir yargıyı; öteki hakkında negatif ya da pozitif bir fikri
tetikler.
Yine çok güzel bir
fiziğe sahip olan genç bir kadının ya da erkeğin, örneğin bir iş görüşmesine
başvuru yapan diğer rakiplerine göre işe alınma olasılığının daha yüksek olmasının
ana nedeni ötekinde yarattığı bu pozitif algı değil midir? Bu konuda sosyolog
Catherine Hakim’in çalışmalarına bakılabilir.
Özetle şunu
söyleyebiliriz; postmodern bir dünyada görselliğin ve görünüşün sosyal statü
açısından temel alınması, hem göçmenlerin hem de ortalamanın dışında görünüşe
sahip olan İnsanların hayatlarında çok önemli bir yer kaplıyor. Anlaşılan o ki,
“görünüyorum, öyleyse varım” paradigması uzun bir süre yaşamlarımızda yerini
koruyacak gibi ...
[1] https://www.zeit.de/zett/2022-02/koerperbehaarung-frauen-mobbing-jugend-erfahrungsbericht
[2] https://www.swr.de/swr2/wissen/body-shaming-wie-dicke-menschen-diskriminiert-werden-104.html
......
Çok iyi bir derleme olmuş. Teşekkürler.
YanıtlaSilBu konu hala hassasiyetini sürdürüyor.
Son 10 senede bir modaymışçasına şekillendirilen burunlar ve vücutlar normal algısı nedir diye sordurtuyor.