Feride Morçay, 19 yaşında medya ve film eğitimi için geldiği Londra’da araya giren birçok eğitim ve iş deneyiminin ardından bugün hayatını oyuncu olarak sürdürüyor. Başrolünü oynadığı Hayfever aldı oyunun ‘’Keep it Fringe Fund’ ödülünü almasıyla bu sıra dışı oyunu iki hafta boyunca sergilemek üzere Edinburgh’a giden Feride Morçay’la göç hikâyesi, oyunculuk ve tiyatro üzerine keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Tuncay Bilecen
Feride seni
Londra’ya hangi rüzgâr attı?
Londra’ya ilk
geldiğimde 19 yaşındaydım. Aslında çok plan yaparak gelmedim. Hayatımı burada
geçireceğimi bile düşünmedim, sadece kalbimin sesini dinledim diyebilirim. Daha
öncesinde Avusturya Lisesi’nde okurken AFS ile lise değişim programıyla ABD’ye
Ohio’ya gitmiştim. Ailem Türkiye'de kalmamı tercih ediyordu aslında. Koç
Üniversitesi’nde Medya bölümünü burslu kazanmıştım. Aynı zamanda Londra’daki
üniversitelere de başvurdum. Film yönetmeni olmak istiyordum. Derken buradaki üniversiteden kabul aldım. Zaten
içimdeki ses bana gitmem gerektiğini söylüyordu. O rüzgârla Londra’ya geldim.
Daha önce yurt
dışı tecrübesi yaşamış olman bu kararında etkili olmuştur diye tahmin ediyorum.
Çok kolay
olmadı. Ailem o sırada gitmemi çok istemiyordu. Kimseyi tanımıyordum, daha önce
hiç Londra’ya gelmemiştim. Bir gün yanıma gelip "kızım sana güveniyoruz" dediler kendi harçlığımı kendim kazanmam şartıyla Londra maceram başladı. Okurken
çalışmaya başladım.
Peki, Londra’da
ne umdun ne buldun?
Şunu fark ettim;
İstanbul’daki çevremin hep aynı tip insanlardan oluştuğunu, burada hayatın daha
zor olduğunu gördüm. Avusturya Lisesi öncesinde de özel okula gidiyordum.
Burada ise arkadaşlarım çalışıp ailelerine para gönderiyorlardı. Bunun gibi bir
örnekle İstanbul’da kendi çevremde pek karşılaşmamıştım. O küçük yaşta gözüm
açıldı. Daha çabuk büyüdüm herhalde.
Londra seni
olgunlaştırmış.
Umarım. Tek
başına bir hayat kurmaya çalışınca ister istemez hayatının bütün sorumluluğu senin
elinde oluyor.
Bu sırada
nerede okuyordun?
Goldsmith
University of London’da Medya, İletişim ve Film Yapımı okudum üç sene. Bunu
yaparken Cambridge’te bulunan Balık Art adında kâr amacı gütmeyen şirkette
çalıştım. Proje yönetmenliği yaptım. Yaklaşık beş film şirketinde staj yaptım.
Mezun olduktan sonra iş bulmak için çeşitli film şirketlerine mailler attım. Yüzlerce
mailden iki tanesine geri dönüş aldım. O sırada bir Rus film şirketinden kabul
aldım. Oraya girdiğim için Londra’da kalabildim. Çünkü o zamanlar mezun
olduktan sonra öğrenci vizesini devam ettiremiyordun. Böylece full time çalışma
hakkını elde ettim ve Ankara Anlaşması’na başvurup freelance çalışmaya başladım.
İki sene boyunca film sektöründe yapımcı asistanlığı yaptım.
Bu dönemde hiç
oyunculuk tecrüben oldu mu?
Olmadı. Lisede
olmuştu. Amerika’da gittiğim okulda, müzikalde, tiyatroda ve koroda yer
almıştım. Ama kendime hiç sanatçı gözüyle bakmamıştım, sonradan geldi bu. Ben
yönetmen, yapımcı olacağım, sanatçıları çok seviyorum, onların içinde olacağım
diyordum. Herhalde kendime karşı çok dürüst değildim ya da kendimi çok
tanımıyordum o yaşta.
Peki, ilk
şimşek nasıl çaktı oyunculukla ilgili?
Burada yazar,
yapımcı, oyuncu olan bir arkadaşım var, müzikal bir oyun yazmıştı. “Bu oyunun
yapımcılığını yapar mısın? Cambridge festivaline götürmek istiyorum” dedi. Bir
anda çevrem tiyatrocularla doldu. Tiyatro ve oyunculuk üzerine okumaya
başladım. Birden aşık oldum. Bir şimşek çaktı, işte bu dedim ve her şeyi geride
bıraktım.
Yıllar sonra
sahneye çıktığında ne hissettin?
Kendimi denemek
için Identiy School of Acting’in seçmelerine katıldım. O seçmelerde özgürlük
duygusunu hissettim. Tiyatro bana var olduğumu hissettirdi. Sesimde ve bedenimdeki
yılların verdiği alışkanlıkları kırmak için oyunculuk okumayı seçtim Çünkü 'kendinin
farkına varmakla' başlıyor bence oyunculuk.
Ardından ben
artık oyuncu olurum dedin mi?
Bu sırada
yapımcı asistanlığına devam ediyordum. Warner Brothers’la ilgili bir proje
vardı. Bu aslında bir dolandırıcılık projesiymiş. Benim bir anda dünyam
karardı. Bu işte herkesin düşündüğüm kadar iyi kalpli olmadığını fark ettim. Bir
anda Londra’dan gitmeye karar verdim ve apar topar İstanbul’a geldim.
İstanbul’da bir sene kalacağım derken üç ay kaldım. Şahika Tekand’ın
Nişantaşı’nda bulunan Stüdyo Oyuncuları’na üç ay gittim. Oradaki ortam çok
hoşuma gitti. Mehmet Ergen o sırada Gerçek adlı oyunu yapıyordu. Onun gönüllü asistanlığını
yaptım. Gerçek oyunundaki metni oyuncularla birlikte çalışırken kendimi gördüm. Sahne önünde olmam gerektiğini fark ettim.
Sonra Identity’den İleri seviye oyunculuk part-time bölümüne kabul aldığıma dair haber geldi. Gitmezsem vizemi de kaybedecektim böylece üç ay sonra tekrar Londra’ya
geldim.
Londra’ya geri
döndükten sonra neler yaptın?
Yaklaşık altı
ay kadar Identity School of Acting’e giderken, Arcola Tiyatrosu’ndaki Alaturka
Türk Oyuncuları’nın seçmelerine şans eseri katıldım, Deli Dumrul oyununu
yapıyorlardı. Küçük bir karakter olan Can Kız karakterini oynadım. O zamanlar
kendime yeterince güvenmiyordum. Ama sahneye çıkmak bir kapı açtı. Ertesi sene Shakespeare Bir Yaz Gecesi Rüyası’nda Eleni karakterini oynadım. Bu da benim için çok güzel bir
deneyim oldu.
Oyunu izlemeye gelen akademisyen, oyuncu Elif İskender ile tanıştım. Onun da burada atölyesi var. Birebir olarak
iki sene çok yoğun çalıştık. Üzerimde çok büyük emeği var. Kamera önü
oyunculuk, psikolojik olarak kendimi tanımamla ilgili. Şunu da fark ettim,
Londra’da bu işi yapmam çok kolay değil. Benim bedenimle ve sesimle ilgili
öğrenmem gereken çok şey var. Üniversiteye gitmeye karar verdim. Drama
okullarına başvurdum. Rose Bruford College’de mastera kabul aldım. O sırada
halen kendime yüzde yüz güvenim gelmemişti. Oyunculuk yapabilir miyim,
bilmiyordum. Master programı iki sene sürdü. Tez projesi olarak Güngör
Dilmen’in “Ben Anadolu’yum” oyununu yapayım derken pandemi nedeniyle 40
dakikalık bir film oldu. Elif İskender hocam da benim supervizörüm olarak
projeye katıldı. Daha sonra bu film festivallerde ödüller aldı.
Londra’da
Lamda’ya gitmeyi çok istiyordum. Shakespeare üzerine üç aylık bir kurs vardı ve
pandemi sırasında daha indirimliydi. Eğitime devam edeyim dedim, bu eğitimin
yarısı yüz yüze oldu. Sonra bana ücretsiz ‘audition’ hakki verdiler. Mastera
kabul alınca, buna devam ettim. Master programı pandemi sebebiyle yaklaşık iki sene sürdü. 2022, Kasım’ında bitti, asıl olarak oyunculuk
üzerine beni güçlendiren eğitim bu oldu. Sabahtan akşama kadar hafta sonları
dahil sadece oyunculuk üzerine çalışıyordum. İnanılmaz bir fırsat oldu benim
için. Mezun olduktan sonra altı kısa filmde oynadım. Mausoom adlı kısa bir
filmde Zara karakterini oynadım, film Raindance Film Festivali’nde Kasım’da
Londra’da gösterilecek. Son olarak da ANANKE adlı 25 dakikalık bir filmde
başrol olarak genç sanatçı uyuşturucu bağımlısı Juliana adlı karakteri oynadım.
Yavaş yavaş
ödüllü Hayfever oyununa gelelim mi? Bu oyuna nasıl dahil oldun?
Bir gün
Lamda’da koridorda yürürken bir arkadaşım beni durdurdu. “Hayfever adlı oyunun
okuması yapılacak. Göçmen bir kızın hikâyesi ve bence bu kız sen olabilirsin. Bence
bu oyunun okumasına git” dedi. Dinleyici olarak gittim. En sonunda yönetmen Roxane Cabassut bize ne düşündüğümüzü
sordu. Aylar sonra mezuniyete hazırlanırken Roxane’den mesaj aldım, festivalden
kabul aldığını, bu oyun için beni düşündüğünü söyledi. Ertesi gün seçmeler
oldu. Beraber çalışmaya başladık. Bu sırada okulda da bir oyun yapıyordum.
Peckham Frinde Festivali’ne üç hafta vardı. Kendi kendime anı yaşa, yaparsın
dedim. Festivalde çok güzel tepkiler aldık. Roxane oyunu Edingburg Frinde’e
götürmek istiyordu, bundan önce de Arcola’da bir hafta oynadık.
Seyirci oyuna nasıl tepki verdi?
Oyun, klasik bir oyundan çok farklı. Gidip arkanızı
yaslanıp oyunu izlemiyorsunuz. Her an her şey olabilir. Siz de aktif bir
şekilde oyunun bir parçası olabilirsiniz. Seyirci oyunu durdurabiliyor,
herhangi bir karakterden o anda nasıl hissettiğini şarkı, monolog yoluyla
anlatmasını istiyor. Bunun dışında oyunda göçmen kızın İngiliz sevgilisinden
ayrılıp ayrılmayacağına sevgilisi karar veriyor. Polisler ölüyor mu ölmüyor mu?
Göçmen kız adamı tren istasyonundan atıp öldürüyor mu, öldürmüyor mu? Bunların
hepsine seyirci karar veriyor. Oyuncu da o sırada seyirci hangisini seçerse ona
göre oynuyor. Aynı zamanda oyundaki her şey satılık. Oyuncu oyunu durdurup “ben
şuradaki masayı satın almak istiyorum” diyebiliyor. Bir anda oyun duruyor ve
açık arttırma başlıyor, burada günümüzdeki tüketiciliğe bir gönderme yapılıyor.
Oyun hayata bütünsel bakış acısıyla bakıyor.
Oyunda aynı zamanda resimler de satılıyor.
Oynadığım karakter Moyna, aynı zamanda bir ressam. Ben de
resim yaptığım için bu denk geldi. Set tasarımcının ve benim yaptığım resimler
oyundan sonra satılıyor.
Bu resimleri oyun sırasında mı yapıyorsun?
Hayır. Kendimi bu karakter olarak düşünüp evde yapıyorum.
Bu resimler, Feride olarak benim yaptığım resimlerden farklı oldu. Bu beni
şaşırttı.
Moyna karakterinin göçmen olması senin de bir göçmen
olman bu oyunun üstesinden gelmende etkili olmuştur diye düşünüyorum.
Empati kurmamı kolaylaştırdı tabii ki. Ait olmamak hissi,
kimlik arayışı, bütün bunlar ilk geldiğim dönemde hissettiğim duygulardı.
Oyunu Edinburgh’ta oynayacaksınız.
11-27 Ağustos arasında Edinburgh’ta TheSpaceUK Venue
45’de oynayacağız.
Ödülden bahsettik mi?
Bahsetmedik. Şöyle, oyunuz yaklaşık 3000 oyun arasından
Phoebe Waller Bridge’in organize ettiği funding’de ilk 50 oyun arasına girdi.
Phoebe Waller Bridge’in kişisel olarak seçip festivalde yer almasını istediği bir
oyun.
Bundan sonra neler yapmayı planlıyorsun?
Eylül ayı için başka bir oyundan kabul aldım. Oyunun adı
Düşünce Virüs’ü Çin’de Uygur Türklerinin yaşadıklarını anlatan bir oyun. Önümüzdeki
dönemde birkaç film projem daha olacak. Netleşince onları da konuşuruz.
Feride çok teşekkürler katıldığın için.
Ben teşekkür ederim. Biz burada bireysellikten bahsettik
ama hepimiz birimiz için varız. Çok uyuşuk bir dönemde yaşıyoruz. Medya bizi
uyuşturuyor, televizyon bizi uyuşturuyor. Ne olursa olsun, algılarımızı açıp
etrafımızda neler olup bitiyor bakıp kalbimizle hareket etmemiz gerektiğini
düşünüyorum.
Söyleşiyi Spotify’dan dinlemek için tıklayın!
Hiç yorum yok
Yorum Gönder