İki şair, bir tren yolculuğunda ve hatta gurbet elde bir şehir Londra’da bir araya gelirse…
Seray Genç
Ali Has’ın yazdığı,
Nesimi Kaygusuz’un yönettiği ve BÜO’dan (Boğaziçi Üniversitesi Oyuncuları)- en
azından ben öyle tanıdım Orta Kantin’in üstündeki o muazzam salondan- Cüneyt
Yalaz ve Göktay Tosun’un birlikte oynadıkları, şiirlerini okudukları ve
yanlarında bavullarını taşıdıkları şairlerin hikâyelerini anlatan Ben
Kolay Ölmem oyunu pandemi kuşatmasından sıyrıldığımız günlerde
Londra’da Stoke Newington semtinin Tower tiyatrosunda arzı endam eyledi.
ESKİ GÖÇERLER, YENİ GÖÇERLER İKİ ŞAİRİN YOLCULUĞUNDA BULUŞTU
Londra, tiyatro
konusunda köklü, köklü olduğu kadar zengin bir birikime sahip bir şehir.
Elbette aylar öncesinden bileti biten, gurbetçinin gücünün zor yettiği veya
yetmediği, gösterişli ana akım oyunlar gibi, aranırsa bulunabilecek özgün
gruplara, mekanlara ve oyunlara da ulaşmak mümkün. Bunun dışında bir de farklı
dillerde oyun ve oyuncuların yolculuklarına da açık. Ben Kolay Ölmem
oyununun seyircisi de daha çok Türkiyeli diasporadan insanlar. Eski göçerler,
yeni göçerler iki şairin yolculuğunda buluşuyorlar. Ellerindeki bavul ve
yolculuk temasıyla oyuncuların izleyicilerle çabucak özdeşim kuracağı bir oyun
bu...
Şair de biraz kendi
memleketinde sürgündür, belki şairin hikâyesi de gurbete denk düşer. Hele söz
konusu şairler Ahmed Arif ve Cemal Süreya olunca bu durum gerçeklikte de
karşılığını bulur. İki şair de göçebe ve sürgündür.
BİR GURBET ÖYKÜSÜ
“Zaten gitmekle gitmiş
olmazsın ki…” der şair, oyunun başlarında “aklın kalır, gönlün
kalır” ve daha pek çok şey… Her şeyden önce, aşktan, verdikleri
mücadeleden söz ederler; ister Kürt kimliği olsun, ister Papirüs dergisini
ayakta tutma mücadelesi olsun “ölüm” teması oyunun bir yerinde hep kendisini
hissettiriyor. Ahmed Arif, Dicle kıyısında ölmek ister örneğin, kadınların
güzel ağıt yaktıkları coğrafyada… Bu da bir gurbet öyküsüdür aslında, uzak
diyarlardayken ölümünü düşünür insan, ölümünün nereye yolculuk yapacağını
düşünür… Ait olma halleri, Kürt olma halleri, zulme uğramanın, şair olmanın, âşık
olmanın, ölüme yakın olmanın ve bir yolculuğa çıkan iki yaren olmanın halleri… Ben
Kolay Ölmem işte bu tema üzerinden ilmek ilmek örülür, kimi zaman düz
şiir kimi zaman da şiiri bir diyalog haline getirerek.
Kuru sonbahar
yapraklarının, sarı sayfalara yazılı şiir, mektup ve kitapların etrafa
yayıldığı bir sahnede iki bavulla çıkagelir şairler. 1990’lı yılların özellikle
ikinci yarısında üniversite kampüslerinden geçmiş pek çok gencin ortak hikâyesidir
bu iki şairin şiirleri, hikâyeleri, aşkları. Zaman zaman eleştirilir zaman zaman
can siperane sahiplenilir.
Oyuna can veren
şeylerden biri de özgün hal ve duruşu ile herkesin Kardeş Türküler’den,
Bajar’dan tanıdığı ve sevdiği Vedat Yıldırım elbette. Yine Bajar’dan
tanıdığımız Cansun Küçüktürk’ün gitarde ve vokalde eşlik ettiği, Vedat
Yıldırım’ın vurmalı ve vokalde doğaçlama gibi duran oyunun bir parçası kılarak
zenginleştirdikleri müziklerle izleyen herkesi başka bir yolculuğa çıkarıyorlar
doğrusu.
Seni anlatabilmek seni
İyi çocuklara,
kahramanlara
Seni anlatabilmek seni
Namussuza, halden
bilmeze
Kahpe yalana
Ard- arda kaç zemheri
Kurt uyur, kuş uyur,
zindan uyurdu
Dışarda gürül- gürül
akan bir dünya
Bir ben uyumadım
Kaç leylim bahar
Hasretinden prangalar
eskittim
(…)
AHMED ARİF ÜZERİNE
Hasretinden Prangalar Eskittim, 1968 tarihli Ahmed Arif’in bildiğimiz tek kitabı. Diyarbakır’da doğan, Siverek’te çocukluğunu geçiren Ahmed Arif Türkçe’yi, Zazaki’yi, Kurmanci’yi ve Arapça’yı bilir. Mezopotamya’nın kadim halklarını da dillerini de bilir. Şiirindeki ses taaa Mezopotamya’dan yankılanır. 33 Kurşun 1943 Van katliamını anlatmaz sadece, 2011 Roboski’yi yankılar. Hangi şair Spartaküs’e canım ciğerim der ki, Ahmed Arif elbette. “Ben şimdi boşuna Spartaküs demiyorum. Spartaküs’ü bir ağabey gibi, benden önceki kuşaktan biri gibi, canım ciğerim gibi seviyorum. Onur duyuyorum onu tanımakla…” Yine bir kadim figür; eşitlikçi, özgürlükçü, isyankar, kölelerin ve yoksulların Spartaküs’ü onun canı ciğeridir varın siz çıkarın Ahmed Arif’in dünya görüşünü.
Nâzım’ı, Cemal
Süreya’yı sever Ahmed Arif, tanımakla onur duyar Yılmaz Güney’i ve elbette
Spartaküs’ü de. Onun için “to be or not to be”, “ya herro ya merro”dur,
hücresinin duvarına yazdığı. Zaten şair dediğin de düz okumaz, düz yazmaz,
yorumlamaz ve çevirmez tıpkı Can Yücel’in “bir ihtimal daha var o da ölmek mi
dersin” diye tercüme etmesi gibi… Şiire büker yazdıklarını. Leylim Leylim diye
diye “otur yaz, her gün, her gece bana yaz”, “bir daha hiçbir ana doğurmaz
seni, bir daha hiçbir cihan bulamaz seni” diyerek yazdığı sevdiği Leyla Erbil
dizeleri bana her okuduğumda üzüntü yaşatır neden sormadım ki bu kısa hayatta
tanıştığım Leyla Erbil’e, ya sen Leylim ya sen ne yazdın ne düşündün, o sana
“yokluğun, cehennemin öbür adıdır” derken… Leyla Erbil’in yıllar sonra Ahmed
Arif’in ailesinden izin alarak bastırmak istediği mektuplar, Leylim’in
yokluğunun ardından basılabildi. Mektupların orijinalleri bir sergide
sergilendi. Ahmed Arif ve Leyla Erbil’in ardından ve belki biraz da onlardan
bağımsızlaşarak, mektuplar kendi başlarına bir yolculuğa çıkmışlardı, insanı
hüzünlendiren.
(…)
Kan görüyorum taş görüyorum
bütün heykeller arasında
karabasan ılık acemi
- uykusuzluğun sütlü inciri -
kovanlara sızmıyor.
Annem çok küçükken öldü
beni öp, sonra doğur beni.
CEMAL SÜREYA ÜZERİNE
Cemal Süreya 1931’de
bugünkü Dersim’e bağlı, o dönem Erzincan’a bağlı Pülümürlü Zaza kızı
Gülbeyaz’ın (Güllü) oğlu olarak dünyaya gelir. Küçük yaşta kaybeder annesini.
Küçük yaşta süngülerin gölgesinde sürgüne Bilecik’e gönderilir. Küçük yaşta
üvey anne sevgisizliğine maruz kalır. Küçük yaşta büyür.
Cemal Süreya’nın
kadınlarla ilişkisi çetrefillidir, bugün hala tartışılan bir konudur bu. Şairle
kadının arasına bir mesafe koyan ve onun şiirlerinde anneliğin ve kadınlığın
ayırdedilemediği bir yanı dahil eden. En sevdiği şiir misal… Şöyle diyor şair,
tek y ile Süreya: "Beni Öp Sonra Doğur Beni'de elbet daha ustayım. Ayrıca
şiirimi daha bir yayıyorum. Tarihsel bir çizgi yakalıyorum. Anadolu'yu
divanece dolanıyorum. Göçebe'deki soyut yalınlıktan daha
"gayrisafi", ama daha ağırlıklı bir aşamaya geçiyorum. Bir
yerde Şeyh Galip'i, bir yerde Yunus Emre ve Pir Sultan'ı yoklayışım da bu kitaptadır. Her kitabımda çok sevdiğim şiirler vardır. Ama en
çoğu Beni Öp Sonra Doğur Beni'de.”
İki şairin yolculuğu
Anadoluca, divanece, çilece ortaklığıdır belki de… Aşk, mücadele, parasız
yatılı, sürgün, mahpus, üvey anne, şiir ve daha neler neler Ahmed Arif ve Cemal
Süreya’nın payına düşen.
Ahmed Arif uzun bir ağıtsa, Cemal Süreya bir çift sevda sözü. Şaşırtır ikisi de, sürprizli, beklenmedik ve kadim bir dile dönüştürürler sözcükleri, ustalıkla kullanırlar dili ana dilleri olmasa da…
Eril bir oyun, şiirden bir oyun Ben Kolay Ölmem. Adı da bu çağrışımları taşıyor, mücadeleyi ve direnişi de beraberinde çağrıştırsa da. Tower Theatre’da oyuncular seyircilerle buluşuyor, Vedat Yıldırım ve Cansun Küçüktürk albümünü imzalıyor belki… Çıkarken benim gibi bu şehre yeni gelmiş bir müzisyen arkadaşla tanışıyorum. Aslında kendimi tanıştırıyorum, ben onu şiirinden, türküsünden tanıyorum. Cigarasını sararken hiç yabancılık çekmeden merhaba diyor bana. İki yabancı, yabancısı oldukları şehirde karşılaşınca can oluyorlar kısa bir an. Biz de öyle… Sonra ben tiyatrodan ayrılıp, geceye ve soğuk Londra sokaklarına çıkıyorum ve bu şehre ilk geldiğimde ziyaret ettiğim, memleketimde olmayan, yapılmaya cesaret edilemeyen, 2 Temmuz anıtının olduğu parka doğru yürüyorum. Ahmed Arif şiiri bu kez de Madımak Katliamından yankılanıyor Stoke Newington’a kadar, çok net duyuyorum.
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Yalın ve etkileyici bir anlatım. Yüreğine sağlık Seray Sever.. Rengin..
YanıtlaSil