Tuncay Bilecen
Türk edebiyatının üretken yazarlarından biri olan Ayfer Tunç, Nisan 2023’te yayımlanan romanı Kuru Kız’da; mahalle baskısından kadının ailedeki ve toplumdaki rollerine, ekonomik ve sosyal çözülmenin yarattığı ahlaki erozyondan standardize edilen beden ölçütlerinin dışında olanların yaşadığı aşağılanmaya (bodyshaming) kadar birçok farklı konuya değiniyor.
Kuru
Kız’ı
bir “göç romanı” olarak değerlendirmek zorlama bir çıkarım olsa da roman, sosyal
çürümenin her yere sirayet ettiği bir toplumsal yapıda bireysel kurtuluşu sıra
dışı bir hikâyeyle göç etmekte bulan bir kadını anlatması bakımından bu yönüyle
de irdelenebilir.
Kitabın
ana kahramanı Kuru Kız’ın kırk yaşına birkaç ay kala Arjantin’in en güney
ucunda, “dünyanın sonu” diye bilinen Ushuaia’ya gitmesiyle başlayan roman,
devamında çoğunlukla kronolojik bir sıra izlemeden onun bu yolculuğa çıkmasına
neden olan olaylarla devam ediyor.
Adını
bilmediğimiz, fiziksel özellikleri nedeniyle kendisine takılan isimle, “Kuru
Kız” olarak tanıtılan karakter, Ushuaia’daki ilk zamanlarında geldiği yerle buranın
bir karşılaştırmasını yapar. Bu karşılaştırma okuyucuya, Kuru Kız’ı göç etmeye
iten sebepler hakkında bir ön fikir verir: “Kendi ülkesindeki insanlar korkunç,
buradakiler de harika değiller ama daha az kötücüller, en azından ona karşı” (s.16).
Aynı
şekilde yeni yerleştiği bu yerdeki duygu durumu da terk ettiği yere göre çok
farklıdır artık: “Geride bıraktığı
yıllar boyunca güldüklerinin bin katını burada iki yıl olmadan güldü” (s.19). Çünkü
Türkiye’deyken gülebilecek, gülse bile bunu gösterebilecek bir çevrede
yaşamamaktadır: “Babası öldükten sonra olmaya başlamıştı aralarında (kardeşiyle)
böyle neşeli şeyler. Hayattayken güldüklerini pek hatırlamıyordu. Gülmüşlerse
de gizli gizli, kendi aralarında” (s.29).
Kuru
Kız, başladığı
yerde biten (dünyanın sonunda), olay örgüsü itibariyle ucu açık bir roman… Kuru
Kız’ın ailesinden başlayarak yaşadığı muhite, topluma ve ülkeye kadar
çevresini sarıp sarmalayan kötülükler silsilesinden bilgiye açlığı sayesinde kurtulmasını
konu alan roman, sözü edilen katmanların her birinde yer yer trajik hikâyeleri
de barındırıyor. Hatta bu bakımdan kitabın zaman zaman arabesk bir iklime
büründüğünü söylemek de mümkün. Örneğin, Kuru Kız dışındaki tüm aile
bireylerinin ölümlerine tek tek tanıklık ettiğimiz romanda; anne 36, baba 50, erkek
kardeş ise 37 yaşında hayatını kaybeder.
Yıllar
içinde peş peşe gelen bu ölümler her seferinde Kuru Kız’ı biraz daha
yalnızlaştırır, en sonunda yazarın adını vermediği ama İstanbul olmadığını
bildiğimiz (çünkü erkek kardeşi İstanbul’a kaçıyor) bir şehrin yoksul
mahallesinde eski, kagir bir binada yapayalnız kalır. Fakat bu onu aşağı çeken
bir yalnızlık değil, kendisini gerçekleştirme potansiyelini ortaya çıkaran bir
yalnızlıktır. Her birinin ayrı bir acı verdiği ve onu belli kalıpların içine
soktuğu aile içi rollerden azadedir artık. “Özgürlük olduğunu o sırada
bilmediği bu tuhaf, coşkulu duygu henüz damarlarına nüfuz etmemişti ama
edeceğini anlamıştı, varlığını ele geçireceğini tahmin ediyordu. Büyük
temizliğe oturma odasındaki ağır vitrinle değil annesinin zamanından kalma
gardıropla başladı” (s.163).
Kuru
Kız,
aile ilişkilerinin dışına çıkarak mahalleye, topluma ve oradan da ülkeye bakan,
bunu da yüksek sesle, göze sokarak değil, birbirine bağlı hikâyelerdeki sosyo-politik
detaylar ve gözlemler üzerinden veren bir roman. Bu bakımdan aile içinde, oda
paylaşımında bile kendisini gösteren cinsiyetçi tutum, tek başına kalan Kuru
Kız’ın evine göz koyan akraba ve komşular, kentsel dokunun rantçı yaklaşımlarla
bozulmasının mahalle ve komşuluk ilişkilerine yansıması, siyasetle organik
ilişkisi olan görgüsüz ve aç gözlü mafyatik müteahhit profili, tarikat
şeyhlerinin kentsel rantın dağıtımındaki yeni rolleri gibi birçok karakter ve
tema romanda yer alıyor.
Kuru
Kız, etrafını saran ona tecavüz etmek isteyen, özel hayatını merak eden ve
fütursuzca mahremiyetini ihlal eden, bahçesine evine el koymak isteyen bu gözü
dönmüş topluluktan öğrenme merakı ve bilinci sayesinde kurtulur. Sözünü
ettiğimiz bu bilinç durumu bir aydınlanmadan ziyade Kuru Kız’ın içinde
kendisiyle açtığı bir çeşit iletişim kanalı yoluyla yaşanır. Bu iletişim kanalı
sayesinde kendi içinde olayların muhasebesini yapar, vicdanıyla yüzleşir. Roman
boyunca sürekli “tanrısıyla” konuştuğuna şahitlik ederiz. “Kardeşinin ardından
acı çekmeyi başka bir zamana bırakmıştı. Gecenin, tanrısıyla konuşacağı ileri
saatlerine” (s.138). “Rüyadan sonra tanrısıyla konuştu, kardeşinin hakkı olan
hayattan zevkli bir yudum bile alamadan gittiği için çok acı çektiğini söyledi”
(s.149). “Tanrısına interneti anlatmaya doyamıyordu, sanki tanrısı bu buluştan
haberdar değilmiş ve ondan öğrenmekten çok hoşlanıyormuş gibi” (s.150). “Tanrısı
onu yatıştırmak için yatağının başucunda bekliyor oluyordu. Yüzü olmayan,
bedeni olmayan, sesi olmayan, olmayan sesi bazen annesininkine, bazen olmayan
bir sevgilininkine benzeyen tanrısı” (s. 174). “Tanrısı coşkuyla destekliyordu,
onu yüreklendiriyordu. Git, yeter ki git. Canlan, yaşa” (s. 202).
Kuru
Kız’ın göç ederek kendi kurtuluşunu gerçekleştirmesinde içindeki sonsuz öğrenme
aşkı önemli rol oynamıştır. YouTube’taki gezginlerin gezip gördüğü yerleri
merak etmeyle başlayan bu aşk zamanla bir tutkuya dönüşür. Artık büyük bir
açlıkla her şeyi merak etmektedir. “Hayatını ikiye ayırıyordu, internetten önce
ve internetten sonra” (s.150). Etrafında, saf, kıt akıllı, kandırılmaya müsait
olarak görülen Kuru Kız, öğrenme merakı sayesinde komşuların, akrabaların,
mahalle sakinlerinin elinden kurtulmuş, internetten bulduğu bir emlak şirketine
evini satmayı başarmış ve böylelikle ancak hayalinde yapabildiği yolculuğa tek
başına çıkabilmiştir.
Ayfer
Tunç; Kuru Kız’da fiziksel, sosyal ve ekonomik olarak dezavantajlı bir
konumda olan bir kadının göç ederek kurtuluşunu konu alırken, örtük olarak “bilgi
güçtür” mesajını da okuyucuya duyuruyor.
Ayfer
Tunç, Kuru Kız, Can Yayınları, 2023, 216 sayfa
*Bu yazı ilk defa Göç Dergisi'nde Temmuz 2024'te yayınlanmıştır.
https://dergi.tplondon.com/goc/article/view/882
Hiç yorum yok
Yorum Gönder