Avrupa, uzun yılların birikimiyle ortaya çıkardığı değerlerden uzaklaştıkça, kendi yarattığı sorunların altında ezilmeye devam ediyor. Göç konusu da bunlardan biridir ki Avrupa’da ortaya çıkan göç/ göçmen sorunu, kavimler göçünün bir sonucu değildir.
Yardaş Serdar Gökcan
yardasserdar@gmail.com
Sorun olarak
tanımlanan göç meselesini, bumerangın dönüp dolaşıp atanın elini kesmesine
benzetebiliriz. Yıllarca devam eden kaynakların, değerli madenlerin, insan
gücünün sömürülmesinin bir diyeti değil midir “göç sorunu”? Şimdi bir başka
sorunla karşı karşıya Batı toplumu, o da kuşaklar geçmiş olsa da uzun yıllar
ucuz iş gücü olarak kullandıkları göçmenlerin bir türlü entegre (asimile mi
demeliydim) olamaması(!)
“SİZ SINIRDA BEKLEYİN BİZ PARASINI VERELİM!”
Ülkelerine
girmeye çalışan göçmenlere karşı akıllarına ilk gelen çözüm, sınırda kalsınlar da biz parasını verelim
şeklinde. Bunun sorunları çözmek yerine çoğaltmaktan başka bir işe yaramadığı
ortada. Türkiye Yunanistan kara ve deniz sınırlarında yaşanan iç parçalayıcı
görüntüler ve Fransa kıyılarından İngiliz topraklarına ulaşmaya çalışanların
halleri ortada.
Avrupa’yı bu
sorunlarla baş etmeye çalışan iki farklı Avrupa olarak tanımlamak mümkün. Bir
tarafta; medeniyet tarihinin güzelliklerinin ortaya çıkmasına katkı sağlayan,
özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ideallerine sahip çıkan bir Avrupa var, diğer
tarafta ise, eski yönetim biçimlerinin, sömürgeci geleneklerinin reflekslerini
modernize ederek kullanan bir Avrupa. İlk Avrupa’nın sahip çıkmaktan onur
duyulacak özelliklerini, acı çeken insanlara yardım etmekten kaçınmayan ve
bunun için sivil toplum örgütlerinde organize olmuş insanlarda görmek mümkün.
İkinci Avrupa ise, kendini iktidarların söylemlerinde ve devletlerin göçmen
politikalarında her an göstermeye devam ediyor.
İNSAN KAÇAKÇILIĞININ KURBANI ÇOCUKLAR
Fransa’dan
İngiltere’ye geçmeye çalışanların nasıl öldükleri gündeme geliyorken diğer acı
verici olaylar gözlerden kaçabiliyor. Kimi skandallar, Windrush skandalı kadar
medyada yer almadığından acılar ve uygulamalardaki aksaklıklar yaşanmaya devam
ediyor. Örneğin 21.yy’da insan kaçakçılığı yapan köle tacirlerinin küçük yaşta
ülkelerinden ve ailelerinden kaçırdıkları çocukları kaçak yollardan
İngiltere’ye sokmaları sonrası yaşananlar çok çarpıcı.
2016 ile 2019
yılları arasında insan kaçakçılığı sonucu İngiltere’ye sokulan insanların
toplam sayısı 4695 iken bunlardan sadece 549 yetişkin, geri kalan 4146’sı ise
çocuktu. Kendisi de bir göçmen ailenin çocuğu olan İçişleri Bakanı Priti Patel,
bu 4146 çocuktan sadece 28’ine oturum izni vermiş durumda. Kalanlar 18 yaşına
geldiklerinde ülkelerine geri gönderilecekler. Bu çocuklardan bazıları çok
küçük yaşlarda kaçırılarak köle tacirleri tarafından ülkeye sokulduklarından,
aradan geçen bunca zaman sonra sınır dışı edildiklerinde nereye gideceklerini
ve ne yapacaklarını bilmiyorlar.
SORUNUN KAYNAĞI DİN Mİ?
Dünyanın
gündemini sarsan terör eylemleri içinse, Avrupa’nın medeni devletlerinin
yöneticilerinin ağzından çıkanları duyduğumuzda bu sorunun çözülmekten ne kadar
uzak olduğunu anlıyoruz. Fransa gibi dünyanın bilim ve entelektüel gelişimine
bunca katkı yapmış bir ülkenin yöneticisi, inanan sayısı olarak dünyanın ikinci
büyük semavi dininin yapısal sorunları olduğunu söyleyecek cesareti ve
yetkinliği kendisinde bulabiliyor. Üstelik bu densizliği yaparken de Avrupa
medeniyetinin yukarıda bahsettiğim, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ideallerini
korumak adına yaptığını söyleyebiliyor.
İngiltere’nin bugünkü başbakanı, başbakanlığı
öncesinde bir gazetedeki köşesinde, inancı gereği kapanmış kadınları posta
kutularına ve banka soyguncularına benzetmekten çekinmiyor. Aynı ülkenin şu an
muhalefette olan İşçi Partisi, Yahudilere karşı yaptığı kurumsal ayrımcılık
nedeniyle bağımsız kuruluşlar tarafından eleştiriliyor. Diğer Avrupa
devletlerindeki uygulamalar ve söylemlerle bu örnekleri çoğaltmak da mümkün.
SORUMLULUĞU GÖÇMENLERE ATMAK
Elbette
terörün her türünü lanetlemeli ve çocuklarımızı bu korkunç tuzaktan korumak
için her şeyi yapmalıyız. Ancak yöneticilerin yangına körükle giden bu
söylemlerinin iyi niyetli çabaları engellemekten başka bir işe yaramadığını da
söylemekten çekinmemeliyiz. Üstelik unutmayalım ki bu iğrenç terör eylemlerini
gerçekleştirenlerin birçoğu, eylem yaptıkları ülkelerde doğmuş, büyümüş ve
eğitim almış kişilerden oluşuyor. Ailelerin kökenlerinin altını çizmek, bu
çocukların yeterince eğitilmediği ve uyum sağlayamadıkları gerçeğinin üstünü
örtmeye çalışmaktan başka bir şey değildir. Başkalarının inançları üzerine ahkâm
kesmeyi kendisine iş edinen yöneticiler önce kendi vatandaşlarından iki bininin
hangi motivasyonlarla orta doğudaki terör yapılanmalarında asker olmak için
ülkelerini ve ailelerini terk ettiklerinin hesabını vermelidirler.
Avrupa’nın
medeniyet iddiasının ve projesinin yıkılışının faturasını, karınlarını doyurup
hayatta kalmaktan başka bir derdi olmayan gariban göçmenlere kesmek yerine, sağ
politikaların ırkçı söylemlerle işbirliği içinde nasıl bir yıkıma yol açtığının
farkına varmak gerekiyor.
Politikacılardan daha çok bilim insanlarını
dinlemediğimiz her an kaybedilmiştir. Geleceği kaybetmeyelim...
Hiç yorum yok
Yorum Gönder