latest

Göçmenlikte “dil yarası” ve kurtarıcı ikinci nesil

26 Temmuz 2021

/ by Bisikletli Gazete

Türkiye'den göç eden birinci nesil Avrupa’ya ayak basar basmaz onları ömürleri boyunca  takip edecek dil sorunuyla yüzleşecekti. Avrupa'da büyüyen ikinci kuşak imdada yetişene kadar bu sorun traji komik hikâyeleri de beraberinde getirerek devam etti. 


Ramazan Yaylalı

     Fotoğraf diaspora Turk twitter adresinden alınmıştır. 

"DİL YARASI: GURBET ELDE KÖR VE SAĞIR GİBİ HİSSETMEK

Göç ettikleri ülkelerin resmi dilini doğru düzgün anlamamak ve konuşamamak, hele ki bürokrasinin o ağır koridorlarında gezerken; iş yerinde, hastanelerde, alışverişte, eğlence yerlerinde yani kamusal alanı kaplayan her bir durakta ve yerde bu dilsizlik hali onların kolunu kanadını kırmakla kalmayıp özgüvenlerini de yerle bir edecekti.

Derdini, sorunlarını, yapmak istediklerini, kısacası kendini bir türlü anlatamamak gerçekten birinci nesil düşük eğitimli "Gasrtarbeiter" için çok zor bir durumdu. Yaşanan kültürel yabancılaşma yanında bir de bu dilsizlik durumu  yabancılaşma duygusunu kat be kat artırıyordu.

Ötekine kendini doğru düzgün ifade edememek, cümlelerin sadeliğine ve basitliğine rağmen yine de eksik ve hatalı bir şekilde kurulan sözcükler içinden konuşmak, kendini küçük birer çocuk gibi hissettiriyordu her birine. Tabii sadece bir ifade sorunu yaratmıyordu bahsettiğimiz engel, aynı zamanda ötekinden gelen bilgiyi idrak edememek anlamına da geliyordu. Kendilerini kör, sağır gibi hissettiren bu durum, giderek kendi içlerine kapanmalarına, kendi içlerinde bir dünya kurmalarına neden oluyordu. Bu kurgulanmış dünya kahvehanelerden tutun da siyasî derneklere kadar uzanan bir çeşitlilik arz ediyordu. Belki başka bir yazıda "kendi içine kapanma" sürecini daha detaylı ve derin bir şekilde ele alabiliriz ama şimdilik biz asıl meselemize gelelim.



İKİNCİ NESİL ERGEN TERCÜMANLAR

“Dilsizlik süreci” boyunca zor da olsa hayatlarını Avrupa’da düzene koymaya çalışan birinci nesil anne ve babalar umutlarını orada doğacak veya ebeveynlerine sonradan aile birleşimi ile katılacak olan evlatlarına bağlayacaklardı. Çocuklarının hızlı bir şekilde ikinci bir dil öğrenme kapasiteleri sayesinde birinci nesil gurbetçilerimiz de nihayet yıllardır çektikleri bu çileden kurtulmuş olacaklardı.

Bu çocuklar vergi dairelerinde, yabancılar polisinde, sosyal yardım kuruluşlarında, hastanelerde, veli toplantılarında, iş yerlerinde babalarına ya da annelerine küçücük yaşlarında eşlik ederek, çeviri yaparak meseleleri çözmeye çalışan amatör tercümanlardı. Aynı yaşta olan Alman, İngiliz, Fransız çocuklar zamanlarını lunaparklarda, eğlence yerlerinde geçirirlerken, bizim ikinci nesil göçmen çocukları postacı memurlar gibi bir resmî kurumdan başka bir resmî kuruma giderek babalarına  ve annelerine yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Jinekoloğa annesiyle birlikte giden kız çocuklarından tutun da herhangi bir banka kredisi için babalarına eşlik eden ortaokul yaşındaki çocuklara kadar birçok örnek verebiliriz bu konuda.


DİL YÜZÜNDEN HİYERARŞİNİN YERLE BİR OLMASI

Düşünsenize veli toplantısına yabancı dil bilmemeleri nedeniyle siz de anne ve babanızla birlikte katılıyorsunuz. Böylece kimin veli, kimin öğrenci olduğu tam anlamıyla birbirine karışıyor.

Feodal toplumda doğmuş birinci neslin saygı ve itaat hiyerarşisinin "yaş" üzerinde kurulduğu dünyasında siz bir çocuğun gözüne bakıp tarihsel bir iktidar ilişkisinin ya da hiyerarşisinin nasıl yerle bir olduğuna baba ya da anne olarak tanık oluyordunuz.

Sahiden de garip, traji-komik durumlardı yaşananlar.

Komik bir tabloydu çünkü on yaşında çocukların ağızlarına bakan pala bıyıklı babalar, resmî kurumlardan gelen o dosyaların içeriklerinin ne anlama geldiğini çocuklarının ağızlarına bakarak öğreniyorlardı. Bu asimetrik bir ilişkiydi, geldikleri ülkede herhangi bir Almana karşı hissettikleri eziklik duygusunu şimdi de çocuklarına karşı hissediyorlardı.

İsterseniz bu garip ya da komik ama gerçek yaşanmış hikâyelerden bir tanesini sizinle paylaşayım. Bu kozmostan uzak okurların gözlerinde durumu bir nebze canlandırabilsinler diye size birinci nesil gurbetçi abimiz olan Mehmet Abi’nin hikâyesini anlatayım: Yıllardır Avusturya’nın turistik bir bölgesinde bir otelin bulaşıkhanesinde çalışmış Mehmet Abi'nin hikâyesini...



MEHMET ABİ NE UMDU NE BULDU?

Mehmet Abi yine bir gün akşam üstü işten eve gelirken posta kutusunu açıp içinde önemli bir mektup ya da evrak olup olmadığını kontrol eder, Finanzamt yani vergi dairesinden bir evrakın geldiğini görür, hemen ikinci katta bulanan dairesine çıkıp aceleyle zarfı açar ve okumaya başlar. Malum vergi dairesinden gelen evraklar Avusturya’da her vatandaş için mühim evraklar sınıfındandı.

Heyecanla gelen zarfın içinde bulanan evrakları çıkarır ve telaşla okumaya başlar. Tabii Mehmet Abi’nin Almancası hiç iyi olmadığı için, hele de kurumsal dilde yazılmış bir evrakı doğru düzgün anlaması pek mümkün değildir. Teker teker kelimelere sözlükten bakmak saatler alacak bir iştir, bütün kelimeleri bir araya getirse bile cümleler yine de anlamsız kalacaklardır. Ama vergi dairesinden her sene gelen bu evraklara aşinaydı Mehmet Abi o yüzden sayfaları hızlıca çevirip en son sayfada bulunan en sondaki rakamlara odaklandı her zamanki gibi. Son rakam sizin borçlu mu yoksa alacaklı mı olduğunuzu gösteriyordu.

Tablonun sonunda kalın bir şekilde birkaç bin küsur Euro bir rakam görür ve çok sevinir, çünkü bunun yıllık vergi iadesi olduğunu düşünür. Tam da o sıralar ekonomik sorunlar yaşamakta olan Mehmet Abi için harika bir haberdir bu. Eşiyle mutluluğunu paylaşan Mehmet Abi bir kaç saat sonra okuldan gelecek olan çocuklarıyla da bu mutluluğu paylaşmak için sabırsızlanır.

Birkaç saat sonra lise çağındaki çocukları da eve gelir. Çocuklar daha ayakkabılarının bağını çözmeden Mehmet Abi gülerek: “Gelin gelin çocuklar, maliyeden bize 8000 Euro vergi iadesi gelmiş, söz bu sefer sizin o çok istediğiniz pahalı atari aletini (playstation) alacağım” der.

Ne ki yaklaşık yarım saat sonra çocuklardan biri tam emin olmak için maliyeden gelen evrakları bir de kendisi okumaya çalışır. Tabii iyi Almanca bilen çocuklar, evraklarda geçen rakamın vergi iadesi değil bilakis vergi borcu olduğunu söyleyince Mehmet Abi büyük bir hayal kırıklığına uğrar, yıldırım çarpmışçasına bir hüzün, bir acı hisseder o an. Çocuklara bir daha okuyun der, çocuklar defalarca okur, hatta daha da emin olmak için Avusturyalı ev sahibine de okuturlar. Çocuklar haklıdırlar, bu vergi iadesi değil, bilakis vergi borcudur. Mehmet Abi, iki kere şoka girmiştir hem borçlu çıkmış hem de borcu yüksek çıkmıştır. Gerçekten de 1600 Euro aylıkla çalışan bir bulaşıkçı için yüksek bir rakamdır bu.

Buna benzer hikâyelerle doludur göçmenliğin hayatları… Hele ki birinci neslin yaşadığı traji-komik olayların haddi hesabı yoktur. Dil bilmemenin getirdiği o çocuksu tedirginlik ve eziklik filmlere konu olacak kadar geniş bir yer kaplar.

Başka bir hikâyede buluşmak üzere şimdilik bu kadar :)

 

Hiç yorum yok

Yorum Gönder

© Tüm hakları saklıdır
Tasarım by Orbay Soydan